19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 KÜLTÜR CUMHURİYET 19 EKİM 2011 ÇARŞAMBA [email protected] Biriktirdikleri deneyimleri müzisyen adaylarıyla paylaşan Pekineller, üç gönüllü proje yürütüyor Gençlerle sahnedeler... Süher Pekinel genç müzisyenlerle prova yaparken. Pekineller, deneyim sahibi, dünyanın her sahnesinde kabul görmüş ve duopiyano çalmanın tarihine imza atmış sanatçılar. Gönüllü projelerle destekledikleri genç müzisyenlere eğitim olanağı, burs sağlıyor, tecrübelerini aktarıyorlar. Yıllarca önce, 1985’te Pekineller’in bir seminerini izlemiştim: “Korkma, korkma, gir içine müziğin... Piyanonun, akorların içine girmen, derinine inmen gerek... Müzik senin içinde olmalı... Bir an sonra çalacağın parçayla önceden bütünleşmen gerekir. Önemli olan yapıtın tümünü yaşamak. Sorunları tek tek çözüp bütünün içinde kaygusuz olmalısın” diyorlardı. Bunlar altın öğütlerdi bir piyano öğrencisi için. Pekineller, şimdi deneyim sahibi, dünyanın her sahnesinde kabul görmüş ve duopiyano çalmanın tarihine imza atmış sanatçılar. Bugüne dek biriktirdikleri deneyimleri artık gençlikle paylaşıyorlar. Tamamen gönüllü olarak üç projeyi bir arada yürütmekteler. Birincisi TEVİTÖL Lisesi’nde kurdukları G&S Pekinel Müzik Bölümü. İkincisi “Dünya Sahnelerinde Genç Yetenekler” proje si. Üstün çocuklara yurtdışında burs sağlayıp nitelikli okul ve öğretmenlerle eğitim olanağı yaratmak. Üçüncü proje ise ORF Metodu’nu Türk eğitim sistemi içine katarak çocuklara küçük yaşta müzik eğitimi vermek. Geçen hafta İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda (ve bunu izleyen Ankara, İzmir konserlerinde) Pekineller dünya sahnelerine adım atan genç yeteneklerle birlikte sahneye çıktılar. Kuşkusuz gençler için tarihi bir olaydı bu. Projeyi destekleyen OndulineAvrasya AŞ’nin CEO’su Burhan Karahan konserin açılışında çok doğal ve öz bir konuşma yaptı. Uzatmadan, kendini veya şirketini övmeden sahneyi gençlere terk etti. Bir tek şey eksikti konuşmasında: O gençleri bugüne kadar yetiştiren öğretmenlere küçük bir teşekkür. Tek tek isim olarak anmak değil, zaten hepsinin özgeçmişinde yazıyordu bu bilgi, ama genel bir teşekkürle onların emekleri de gözardı edilmemiş olurdu. Bütün gençler kendilerine güvenli ve sahneye hâkimdi. Uzun programda seçilen yapıtları birbirine ses bütünlüğü içinde bağlanıyordu. Sahneye giriş çıkışları, giyisilerindeki bütünlük, duruşları, selamları her şey çalışılmıştı. Belli ki Pekineller onlara solist olmanın, konser sanatçısı olmanın ipuçlarını vermişlerdi. Hele oda müziği gruplarında birbirlerini dinlemeleri, müziğin içine girerek tüm nüanslarda birlikte olmaları, yıllardır çalan topluluklar gibiydi. Çellist Dorukhan Doruk (1991), MSÜ Konservatuvarı’nda Dilbağ Tokay ile yetişmişti. Şimdi Köln Müzik Yüksek Okulu’nda C. Kanngiesser ile devam ediyor. Birçok uluslararası ödülün sahibi oldu bile. Konser açılışını viyolonsel solosuyla yapmak hiç de kolay bir iş değildi. Gaspar Cassado’nun Süit’inden Intermezzo e Danza Finale’yi ustalık ve derin duygusallıkla çaldı. Kemancı Elvin Hoksa (1997), Tartini’nin Şeytan Tril’ini çalarken dedesi Server Ganiyev’in öğretisinden gelen duruşunu ve duygusallığını sergiliyordu. Halen bir yanda Bilkent’te E. Postnova ile çalışıyor, öte yanda İsviçre’de, dünyanın en değerli pedagoglarından Zakhar Bron’un öğrencisi. Piyanist Eren Aydoğan (1988) İÜ Konservatuvarı’nda Ova Sün der ile yetişmiş. Sonra Londra’da Trinity College of Music’te çalışmış. Şimdi de Tel Aviv’de MehtaBuchanan Müzik Okulu’na kabul edilmiş, yüksek lisansına Prof. Vardi ile devam edecek. Tuşların derinliğindeki anlatımıyla kendine özgü bir karakter çiziyor. Kemancı Veriko Çumburidze (1996) gerek sololarında gerekse oda müziğinde son derece kendinden emin, çalgısıyla tümleşmiş, müziği iyi dinleyen, ışıl ışıl yansıtan bir sanatçı. Sarasate’nin Zapateado’sunda piyanist Yunus Tuncalı’nın (1992) yumuşacık eşliğiyle ustalığını sergiledi. Mersin Konservatuvarı’nda annesi Veriko Çumburidze tarafından yetiştirilmiş, şimdi bir yandan da Viyana Müzik Yüksek Okulu’nda D. Schwazberg’in öğrencisi. Veriko’ya acilen iyi bir keman gerek! İzmir 9 Eylül Konservatuvarı’ndan iki klarinetçiyi, Ege Banaz (1991) ve Yağızcan Keskin’i (1993) Mendelssohn’un Konser Parçası’nda keyifle dinledik. Oda müziği dağarcığının en görkemli yapıtlarından Schumann’ın Piyanolu Beşlisi’nde Veriko, Elvin, Dorukhan ve Eren tek nefes gibiydiler. Onlara destek veren viyolacı Efdal Altun’a da teşekkür etmek gerek. İkinci yarıda Pekineller’i bir kez daha dinlemek, Mozart KV 448 Sonatıyla ve Lutoslawski’nin Paganini Çeşitlemeleri’yle kanatlanıp uçmak bir başka coşkuydu. Bu gençleri yetiştiren hocalarına, ortaya çıkaran Pekineller’e ve destekleyen OndulineAvrasya’ya teşekkür ederiz. Doğal ki ince ayrıntılarda her biri giderek daha olgunlaşacak. Şimdilik hepsinin yolu açık olsun. Günümüzün Romanı Kaan Arslanoğlu, günümüz romancılarının önde gelenlerinden. 1980’lerde başladığı bu uğraşını hızını ve verimini hiç azaltmadan sürdürdü. İlk romanlarında siyasal eylem içindeki gençleri, onların bu yıllardaki acılarını, savruluş, dağılış öykülerini anlatıyordu. 90’larda daha güncel konulara, toplumumuzun ve insanlığın içine yuvarlandığı çürümeye yöneltti bakışlarını. Sosyalist sistemin çöküşü, insan doğasıyla sosyalizm düşüncesi arasındaki ilişkiler, yazarın düşünce dünyasının merkezini oluşturdu. İnsanın yeryüzündeki canlı türlerinden biri olarak evrim süreci, bu sürecin neresinde olduğu, insandoğa, insantoplum ilişkileri vb. konular romanlarının ve düşünce yazılarının temel izleklerine dönüştü. 2003’te yayımlanan kuramsal kitabı “Politik Psikiyatri”de, “Dünyada ve Türkiye’de sosyalizm yenildi, çünkü insanın zekâsı bu işi kaldırmıyor” demişti. Yazarın bir saptaması da yeryüzünde insandan başka hiçbir canlının yaşadığı çevreye zarar vermediği, bu nedenle henüz evrimini tamamlamamış, tam olgunlaşamamış olduğuydu. Böyle olduğu için insanoğlu, kendisi için iyi olanla kötü olanı bile ayıramıyordu. Kaan Arslanoğlu’nun yeni romanı “Reenkarnasyon Kulübü” (İthaki Yayınları), yazarın bilinen temalarıyla, yeni, uçarı, mizahi bir anlatımın harmanlandığı, güncel olaylardan bol bol söz edilen, bu nedenle de kendini kolay ve ilgiyle okutan bir kitap. Yazar sanki eski kuşak gazetecilerin sokaklara çıkıp halkın arasında dolaşarak haber aramaları gibi sokaklarda dolaşıyor, güncel gelişmelere sık sık göndermeler yaparak romanını günümüz insanı ve toplumuyla sıkı sıkı bağlıyor. Aşırı sıcak yaz günlerinden, “EvetHayır” ikilemine kilitlenmiş referandum oylamasından sıkça söz edilmesinden romanın geçen yılın yazsonbahar sürecinde yazıldığını rahatça söyleyebiliriz. Peki ne anlatıyor “Reenkarnasyon Kulübü”? Romanın anlatıcı kişisi, tıpkı yazarın kendisi gibi psikiyatristlik mesleğini bırakmış olsa da hastalar ve çevresi onun peşini bırakmamaktadır. Yine böyle bir dost ricasıyla dinlediği Serhat, onu reenkarnasyon (ruh göçü, ölmüş kişilerin ruhlarının başka kişilerde yaşamını sürdürmesi) dünyasına taşır. Yazar bir delilik belirtisi olarak gördüğü bu olguya istemeden yaklaşsa da tanıştığı kişilerde Mustafa Kemal, İbrahim Kaypakkaya gibi tarihselsiyasal kişiliklerin izlerini görünce konuya ilgi duyar. Bu kişilerle merak ettiği siyasal olayları tartışmaya, gizli kalmış tarih sayfalarını aydınlatmaya girişir. Yarı gerçek, yarı fantastik bu konu, yazara yaşadığımız günlerin olaylarıyla da birleştirdiği yeni romanı için çok elverişli bir anlatım olanağı sunmuş. Yazar rahat anlatımıyla tadını çıkara çıkara yazmış romanını. Anlatımdaki bu rahatlık, okura da daha ilk sayfalarda geçiyor. İçinde çok sayıda tartışma konusu barındırmasına karşın roman son sayfasına dek ilgiyle, merakla, sürükleyici bir polisiye gibi okunuyor. Kaan Arslanoğlu, yeni romanında da, günümüzde söylenmeyeni söylemeyi, dillendirilmeyeni dillendirmeyi sürdürüyor. Önümüze yaşadığımız günleri sorgulamamızı sağlayacak pencereler açıyor. “Reenkarnasyon Kulübü”nü okurken güncel ve tarihsel pek çok konunun da tartışması içinde buluyoruz kendimizi. Bu özelliği onu günümüz edebiyatında benzersiz bir konuma yükseltiyor. Behruz Çinici hayata gözlerini yumdu İstanbul Haber Servisi Ünlü mimar Behruz Çinici 79 yaşında yaşamını yitirdi. Dün öğleden sonra İstanbul’da hayata gözlerini yuman Çinici’nin ölümü ailesini ve sevenlerini yasa boğdu. 1932 yılında İstanbul’da doğan Çinici, 1954 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. 19541961 yılları arasında aynı fakültenin Şehircilik Kürsüsü’nde asistan ve İTÜ Maçka Teknik Okulları’nda öğretim görevlisi olarak çalıştı. İlk atölyesini 1954 yılında Ayhan Tayman’la birlikte İstanbul’da kurdu. 1956’da Enver Tokay, Hayati Tabanlıoğlu ve Ayhan Tayman ile birlikte katıldığı Erzurum Atatürk Üniversitesi Kampusu Planlama Yarışması‘nda birinci oldu. Ankara Petrol Ofisi Yönetim Binası, Ankara Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Eminönü Çarşı Merkezi ve Ofis Kompleksi yarışmalarında birincilik ödüllerini kazandı. Bu projelerden DSİ Genel Müdürlüğü yapısı dışında tümü uygulandı. 1960’ta Altuğ Çinici’yle birlikte çalışmaya başlayan Behruz Çinici, 1961’de ODTÜ Kampusu yarışmasını kazanmalarının ardından 1962’de atölyesini Ankara’ya taşıdı. 1980’e kadar ağırlıklı olarak ODTÜ Kampusu yapılarını gerçekleştirdi. Ankara’da ülkenin ilk fen lisesinin projeleme ve uygulamasını da yapan Çinici, TBMM Halkla İlişkiler, Milletvekilleri Sitesi, TBMM Camisi ve Kitaplık Kompleksi’ni planladı, uygulamalarını yönetti. 1980’li yıllarda Ankara’daki atölyesinin yanı sıra İstanbul’da da bir atölye kuran Çinici, çalışmalarını ağırlıklı olarak burada sürdürdü. İstanbul’da pek çok bireysel yapının yanı sıra önemli projeleri arasında; Taksim Meydanı Uluslararası Yarışma Projesi (İkincilik ödülü, 1987) ve aynı yıllarda gerçekleştirilen Naciye Sultan Sitesi, Soyak Sitesi ve Salacak’da bir restorasyon projesi sayılabilir. Yurtdışında da çeşitli projeler gerçekleştiren Çinici, tasarım ağırlıklı çalışmalarının yanı sıra özellikle Türkiye’de mimarlığa yönelik yasal ve yönetsel çerçevelerin oluşmasına katkılarıyla da ön plana çıktı. 1993’te Başbakanlık Şehircilik Mimarlık Başdanışmanlığı‘na atandı. 1981 yılında Fransız Mimarlar Odası tarafından “Sir Robert Matthew”, aynı yıl ODTÜ tarafından “Pritzker” ve ülke içinde ise “Atatürk” ödüllerine aday gösterildi. 1984 yılında Simavi Ödülü’nü, 1986 yılında TC İş Bankası Kent ve Mimarlık Ödülü’nü, 1991 yılında Türkiye Prefabrik Birliği Ödülü’nü kazanan Çinici, 1995 yılında TBMM Camisi ile Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü Can Çinici ile birlikte kazandı. Say’ın ‘Kleopatra’sı CRR’de rinin Türkiye prömiyeri bugün Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda gerçekleşecek. Ünlü keman virtüözü Cihat Aşkın’ın seslendireceği eserin dünya prömiyeri geçen mayıs ayında Almanya’da düzenlenen keman yarışmasında yapılmıştı. Dünya prömiyerinde Henri Marteau tarafından seslendirilen eser, büyük övgü almıştı. Konserde Fazıl Say’ın “Piyano ve Keman İçin Sonat”ı, Beethoven’in yine keman ve piyano için yazdığı “Spring” adlı eseri, son olarak Fazıl Say’ın solosuyla Schubert’in “Sonat Sol Majör Op.78” isimli eseri seslendirilecek. Kültür Servisi Besteci ve piyanist Fazıl Say’ın “Kleopatra” adlı ese ‘Genç Mustafa’ aklandı Kültür Servisi Yalın Alpay’ın, Atatürk’e hakaretle suçlanan “Genç Mustafa” adlı kitabı Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki ikinci duruşmada aklandı. Eski CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, Mustafa Kemal’in çocukluğundan başlayarak Harp Okulu yıllarına uzanan kitap için Yalın Alpay ve kitabın çizimlerini yapan Barış Keşoğlu’na dava açmıştı. Mengü, kitapta Atatürk’ün Harp Okulu’ndan mezun olduktan sonra tutuklandığında gördüğü muamelede küçük düşürüldüğü savıyla suç duyurusunda bulunmuştu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle