18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 9 OCAK 2011 PAZAR [email protected] 18 KÜLTÜR Cemal Süreya Şiir Ödülü’ne değer görülen Metin Demirtaş, Süreya’yı ve günümüz şiirini anlattı: ‘Şiir dağlara çekildi’ CEREN ÇIPLAK ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Vicdan ve İsyan! Sekiz yıldır bu ülkeyi yönetiyorlar… Tek başına yönetiyorlar. Koalisyon falan değil, uzlaşma gereği yok… Danışma gereği, anlama, dinleme, sorma, karşı görüş alma, tartışma gereği, ikna etme gereği yok. Sekiz yıldır bu ülkeyi tek başlarına yönetiyorlar. Diledikleri yasayı çıkarıyor, diledikleri kurumu yok ediyor ya da ihya ediyor, hangi davaların savcısı, hangi davaların avukatı olduklarını açıklamaktan çekinmiyorlar! Sekiz yıldır bu ülkeyi yönetirlerken verdikleri sözleri tutmuyorlar: Kendi yolsuzluklarını gizliyorlar. Kaldıracağız dedikleri dokunulmazlığı kaldırmıyorlar… “Değiştik” deyip, kadın erkek eşitliğine inanmadıklarını açıklıyorlar… Dış politikada, yön değiştirerek yönetiyorlar ülkeyi… En baştakilerden, bakanlarına, memurlarına ve yandaşlarına varana dek, “Biz” ve “Siz”; “Bizimkiler Sizinkiler” diye, ayrımcılığı körükleyerek yönetiyorlar ülkeyi. Sekiz yıldır bu ülkeyi tek başlarına diledikleri gibi, tehdit ederek, baskı uygulayarak, satarak, satın alarak, medyayı denetleyerek, kendilerini eleştiren yazarları kovdurarak, yönetiyorlar. Korku imparatorluğu kurarak yönetiyorlar… Devlet kurumlarıyla didişerek, kavga ederek, yerle bir ederek yönetiyorlar… Ve bugün geldiğimiz iğrenç, kahredici durum; vicdan sahibi her insanı dehşete düşüren durum karşısında Yargıtay’ı suçluyorlar. Sekiz yıldır yargıyla kavga etmekten, didişmekten, çekişmekten, bir türlü fırsat bulamadıkları reformların yapılamamasının nedenini, kendilerinden başka herkese yüklemeye çalışıyorlar… Bir haftadır ekranlardan, sayfalardan yansıyan o fotoğraf birçok insan gibi benim de gözümün önünden gitmiyor: Sanki düğün alayı. Halay çekiyorlar. Sanki parti başkanları. Nutuklar atıyorlar… Tehdit ediyorlar; “Herkes Hizbullah’la yaşamayı öğrenmeli” diyorlar. Onlarla yaşamayı değil ama “Domuz bağıyla bağlama” terimini onlardan öğrenmiştim. En az yer tutarak, en uzun, en acılı işkenceyle ölüm…Hizbullah yöntemi…188 cinayet… “İslam Feministi” diye tanınan yazar Konca Kuriş sadece biri… Birkaç gün önce birinci sayfamızda Musa Kart’ın çizimi, bir daha beni asla terk etmeyecek . O çizimde Türkiye’de Adalet domuz bağıyla bağlanmıştı! Ama başta da dedim ya, vicdan sahibi olanları dehşete düşürdü bu gerçekler. Vicdanım ve yüreğim hiç ama hiç bu kadar kanamamıştı. Şimdi kanamaya bir de isyan karışıyor! Mustafa Balbay’a değil internet, bir daktilo bile vermeyen “Adalet”, içeride Hizbullah’a internet veriyor! Yuh olsun! Yandaş gazetecilerin, “Bakın şimdi de göreceksiniz Balbay içerde, katiller dışarıda teranesine sarılacaklar”, ya da “Katiller dışarıda, Balbay içeride” klişesi ağızlarından düşmüyor” diyen; bu gerçeği “klişe” ya da “terane” diye niteleyenlere de, yazabilenlere de yuh olsun! “Yetmez ama Evet”çiler. Ne oldu dilinizi mi yuttunuz? Neden susuyorsunuz? Tutukluluk sürecinin 10 yıl olmasına ne diyorsunuz? Aranızda tek tek susmayanlar, pişmanlık duyanlar var. Özür dilediniz mi? On yıl rezilliğinin değiştirilmesi için kolları sıvadınız, çalışmaya başladınız mı? 12 Eylül’den hesap sorulacağına inananlar… Daha adil bir hukuk sistemi getirileceğini savunanlar… Daha özerk, daha özgür, daha eşitlikçi bir üniversite, öğrenci ortamına kavuşulacağını iddia edenler… Nasıl da aldatıldığınızı anladınız mı? Yoksa hâlâ aldatıldığınızın farkında değil misiniz? Uyanın artık! NOT – Sevgili okurlar. Geçmiş olsun dileklerinize çok teşekkürler. Yüksek ateş yüzünden son zamanlarda mesajlarınızı yanıtlayamadığım için özür dilerim. Hastalıklar geçiyor, beden iyileşiyor ama vicdan ve yürekteki yaralar kolay kolay kapanmıyor… Cemal Süreya Kültür Derneği tarafından 1991’den beri düzenlenen “Cemal Süreya Şiir Ödülü” bu yıl “Türkülerde Gezer Adları” kitabıyla Metin Demirtaş’a verildi. Kitap, şairin son şiirleri ve şiirleri üzerine yazılan yazılardan oluşuyor. Ödülünü, “En masum istekleri şiddetle bastırılan, dövülen, sövülen, saçlarından sürüklenen, onurları çiğnenen, içeri tıkılan üniversite gençliğine” adayan Demirtaş’la hem ödülü hem de Cemal Süreya’yı konuştuk: 2010 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nden sonra Cemal Süreya Ödülü’nü de aldınız, ödülle ilgili neler söylemek istersiniz? Bu yıla değin yarışmalara katılamamıştım. Her iki ödül şiirime sunulmuş bir onurdur. Sorumluluk da yüklüyor insana. Yazmak daha çok titizlik istiyor. Çıtayı düşürmeme kaygıları… Şiir kitaplarına yüz verilmediği bir dönemde, “Türkülerde Gezer Adları” kitabınızın yayımlandığını vurguluyorsunuz. Bu vurgunun nedeni nedir? Günümüzde şiir kitabı bastırmak bir sorun. Şiir itilmiş, ötelenmiş durumda. “Sahici şiir ve şair” kuytuda. Medyada birtakım ağlak adamlar manzume bile olamayacak örnekleri şiir diye dinletiyor. Kapitalizm insanı tüketim canavarına dönüştürdü ve çevreyi öylesine C ‘Şiir ötelenmiş durumda’ emal Süreya’nın şiirimizde “farklı bir galaksi” olduğunu belirten Demirtaş’a göre günümüzde şiir ötelenmiş durumda: “Sahici şiir ve şair kuytuda. Medyada birtakım ağlak adamlar manzume bile olamayacak örnekleri şiir diye dinletiyor. Kapitalizm insanı tüketim canavarına dönüştürdü ve çevreyi öylesine kirletti ki, şiir kirlenmemek için dağlara çekildi.” kirletti ki, şiir kirlenmemek için dağlara çekildi. Cemal Süreya ile ilgili anlatabileceğiniz bir anı... 1973’te Yanarca adlı bir dergi çıkaracaktı. (Yanarca’nın Burdur köylerinde kibrite verilen ad olduğunu da belirteyim.) Benden de şiir istedi. Gönderdim. Dönem, 12 Mart dönemi. Şiir şöyle bitiyordu: Çünkü yürüyor umudun ordusu/Umutsuzluğu kurşuna dizerek. “Umutsuzluğu kurşuna dizerek” sözlerini biraz faşizanca buluyordum. Kararsızdım. Ardından bir mektupla bu rahatsızlığımı ve o dizenin “Umutsuzluğu umutla yenerek” biçiminde değiştirilmesini bildirdim. Yanarca çıkamadı ve şiirimi bir notla geri gönderdi: “Dizenin ilk biçimi daha iyi. Yine de sen bilirsin.” Cemal Süreya eline aldığı şiiri özenle okuyan, irdeleyen ve yetenekli gördüğü gençleri özendiren, gönendiren bir şairdi. Şiirimizin Cemal Abisi. “Fotoğraf” şiiri sevdalandığım bir şiiridir. Süreya’nın da en sevdiği şiiriymiş. Bunu Şadan Gökovalı’dan öğrendim: 1988 Ekim’inde Gökovalı sormuş: “Yangından ilk kurtarılacak şiirin?” Yanıt: “Fotoğraf.” Cemal Süreya’nın şiiriniz üzerindeki etkisi nedir peki? Cemal Süreya şiirimizin anıtlarından biridir. Şiirini nereye bağlayabiliriz bilemiyorum. “Yunus ki Şiirimizin Cemal Abisi Güçlü bir çekim merkezi Süt Dişleriyle Şiirin”de hem geçmiş obaları hem ustalarını sayar ve dilimizin kaynakları içinde gezdirir bizi. “Gelen giden obayı sevdi” şiirinde yer yer Apollinaire şiirinin esintilerini duyumsarım. Cemal Süreya güçlü bir çekim merkezi, farklı bir galaksi… Derinde yatan, alttan alta işleyen bir ironi, eşsiz dil tatları ve kadın organını incelikle betimleyen “gözüpek bir erotizm” ve zekâ pırıltılarıyla yücelen bir şiir… Bir ton sözle anlatılacak bir gerçekliği iki dize ile çırpıştırıveren bir ustalık: “Bütün mimarlar yüksek, mühendisler de/Bir sen kaldın alçak mimar ey Sinan Usta/ Jandarma daima nesirde kalacaktır/ Eşkıyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine.” (Sağcı, gerici bir milletvekili Mimar Sinan’a alçak dedi diye Cemal Süreya hakkında dava açmaya kalkışmıştı!) Bir şiirinin adına bakın: “Kişne Kirazı ve Göç Mevsim” Necatigil ve Külebi’nin şiir bahçesinde çokça gezindim. Şiirimde bu iki şairimizin etkileri vardır. Cemal Süreya şiiri için bunu söyleyemem. Tüm Cumhuriyet dönemi şairleri “şiir öğretmenlerimdir”. Cemal Süreya’nın 12 Mart’ta söylediği (bugün daha da geçerli) şu iki dizesini Silivri’de yıllardır tutuklu bulunan, tutuklulukları “insanım” diyenin vicdanını kanatan, Cumhuriyet değerlerini savunan yurtsever gazeteci, yazar ve bilim insanlarına armağan ediyorum: “Özgürlüğün geldiği gün/O gün ölmek yasak.” Cemal Süreya anılıyor Kültür Servisi Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nin düzenlediği “Cemal Süreya’yı Anma ve Şiir Ödülleri Töreni” bu akşam saat 19.30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. Ahmet Saraçoğlu, Prof. Dr. Abdullah Uçman, Niyazi Yaşar, Nihat Behram, Ülkü Tamer, Melisa Gürpınar, Hafize Y. Kordel ve Yusuf Çotuksöken’in konuşmacı olarak katılacakları geceye Ömer ve Güneş Özgeç de müzikleriyle eşlik edecekler. Şiirleri Zafer Diper’in okuyacağı gecenin konuk sanatçısı Gülriz Sururi olacak. Ülkem Özsezen ‘Ghost’s Note’ (San Grafik) Caz camiamızın Ülkem Özsezen adıyla tanışıklığı yeni sayılır. Onu ilk önce basçı Ozan Musluoğlu’nun ilk albümünün prodüktörlük koltuğunda ve piyano sandalyesinde otururken görmüş, dinlemiştik. Ardından Önder Focan’ın “36 mm Biometric” albümünün yan prodüktörlüğünü gerçekleştirdi. Son olarak da İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programında yer alan “Bir Şehir Hikâyesi; Konstantiniyye İstanbul” projesinin genel koordinatörlüğünü yaptı. Yaşamının son iki yılına bir de albüm sıkıştırdı Berklee mezunu piyanist; besteleri 10 yıla yayılan “Ghost’s Note”, onun kendi namına kaydettiği ilk çalışma. Tamamı Ülkem’e ait 10 bestelik albüme ilk bakışta birbirleriyle tezat gibi görünen iki ayrı anlayış hâkim; ilki albümün ilk beş parçasında dinlediğimiz, okullu nizamına dayalı mainstream caz, diğeri modern tavırlı ve güncel eğilimlere göz kırpan modern kompozisyonlar. Ancak bu ikili durum albümü eklektik kılmıyor. Biri geldiği, diğeri gideceği yeri gösteriyor genç müzisyenin ya da her iki meseleye de uzak kalmadan, iki ayak üzerinde durabilme kaygısını ifade ediyor. Bencil bir besteci değil Ülkem; topluluk arkadaşlarıyla ilişkisi sağlıklı. Bu nedenle “Ghost’s Note” kendini öne çıkararak ispatlamaya çalışan birinin albümü değil. Basçı Ozan Musluoğlu ve davulcu Ferit Odman’ın kendilerine hayli geniş bir yaşam alanı buldukları parçalarda, özellikle saksofoncu Engin Recepoğulları’nın ifade yüklü, anlatımcı soloları dikkat çekiyor. “Ghost’s Note”, cazda genç kuşağımızı temsil ediyor. [email protected] The Fun Years ‘God Was Like, No’ (Barge Recordings) Ambient müziği yakından izleyenler için The Fun Years adı yabancı değil. Kendi haklarında konuşmaktan pek hoşlanmayan, ana akım medyanın ilgisine mazhar olamayan, ama isimleri çıkardıkları albümlerle kulaktan kulağa yayılan bir ikili bu. New York’un Brooklyn bölgesinde yaşayan grup hakkında bildiğimiz, bir gitar ve turntable ikilisi olduğu. MIT’den mezun bir bilgisayar mühendisi ve akademisyen Ben Brecht bariton gitar çalarken, eski bir hiphop DJ’i olan Isaac Sparks turntable ve mikser’in başında. 2008’de çok olumlu eleştiriler alan ikinci albümleri “Baby, It’s Cold Inside”dan sonra çıkaracakları yeni çalışma merakla bekleniyordu. Esprili albüm adlarıyla da bilinen ikili, bu yeni albüme “God Was Like, No” adını vermiş. Ambient ile çeşitli ses deneylerini yansıtan noise arasında gidip gelen toplam 8 parça var albümde. Post rock ile ambient türlerinin bileşimini yansıtan parçalar, Fennesz ya da Mogwai’yi çağrıştırsa da, kanımca The Fun Years kendine özgü bir sound yakalamayı başardı. Brecht’in gitarıyla kurduğu melodiyi Sparks’ın turntable ve mikser ile çıkardığı soyut sesler dengeliyor. Bu karışımdan da çok etkileyici bir karışım doğuyor. Bunun bir sırrı gitarın yarattığı nostalji etkisiyse, diğer bir sırrı da turbtable’ı kullanma yöntemleri. Bu aleti, sample (ses örneği) için değil, farklı sesler yaratmak için kullanıyor Sparks. Bazen karanlık ses katmanları içerse de, dinleyeni içine doğru çekip sürükleyen yeni bir dünya öneriyor bu müzik. www.zulalkalkandelen.com [email protected] faks:0212.247 16 50 Film müziklerine İncesaz yorumu Kültür Servisi Geleneksel Türk Müziği sazlarıyla çağdaş tınılar, armoniler ve düzenlemelerin Türk Müziği makam ve perdeleriyle birlikte yeniden üretildiği bir müzik yapan İncesaz, 11 Ocak’ta saat 20.30’da Oyun Atölyesi’nde. Topluluk konserde, akıllarda yer etmiş film müziklerinden oluşan bir repertuvarı, Dilek Türkan’ın yorumuyla sunacak. Baki Duyarlar (piyano) ve Erdal Akyol (kontrbas) misafir sanatçılar olarak onlara eşlik edecek. Anadolu kadını ‘Hanımeli’ belgeselinde Kültür Servisi Yönetmen ve oyuncu Özlem Balcı Fethiye’nin Seki beldesinde çektiği “Hanımeli” adlı belgeseli tamamladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla hazırlanan ve Anadolu kadınının günlük yaşamının ele alındığı 42 dakikalık belgesel, yakında TRT ekranlarında da izleyici ile buluşacak. Balcı, “Bir Seki kadını olarak, Anadolu kültürüyle yoğrulmuş kadınların yaşadığı zorlukları uluslararası platforma taşımak istedim” diyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle