23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 OCAK 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 17 kırdık. En uzun lahmacun, en büyük kebap, en kallavi baklava, en kalabalık teke zortlatması, hatta en pahalı benzin derken, Guinness’e enden sokamadığımız milli rekor hukuka girdi ve CMY’nın 102. maddesinde yapılan değişiklik sayesinde, Türkiye’nin de bir birinciliği var, artık. Üstelik yargıda reform yapalım derken kırdığımız bu rekorda, ne en uzak, ne en yakın rakibimiz bile yok. Çünkü dünyada temyiz sürecinin “tutukluluk süresine” sayıldığı, başka bir hukuk devleti yok. Zaten yargısızlığın yargıyı iptal ve hukukun da adaleti infaz ettiği tek ülkeyiz! Daha iki yıl önce, tam olarak 2008’de Yargıtay üye sayısını “aşırı” bularak 250’den 150’ye düşürmeye, kurul sayısını da 32’den 20’ye indirmeye kalkan, bu iktidardı. HSYK’yi “yargı istemi”ne göre düzenledikten sonra “aşırı yoğun” Yargıtay’a 20 yeni kurul ekleyecek olan da bu iktidar! Demek 2008’e kadar dava sayısına bol geldiği için küçültülecek Yargıtay, 2011’de dava sayısına dar geldiği için büyütülecek. El Hak! Daraltmayla başlayıp genişletmeyle sonuçlanan bu Yargıtay reformu da bir başka birincilik, bir dünya rekoru olsa gerek. Ama yazacak kitap, kronometre tutacak kol bulmak zor. Eğer bir yargı sisteminde temyiz süreci, mahkemelerin hükme bağladığı “para cezaları”nın infazını durdurmazken “hapis cezaları”nın infazını durduruyorsa, Müjdeler olsun! Dünyada nihayet bir İLK’i gerçekleştirdik, birincilik rekoru RÖVEŞATA MİNE G. KIRIKKANAT Hukuk Kontak, Adalet İnfaz böyle bir yargıya sistem değil, “istem” denir. Eğer bir rejimde, milleti temsil eden vekiller, bağlı oldukları hükümet partisinin “yargı istemi”ni, “yargı sistemi” kabul ediyorsa, böyle bir vekâlete milletvekilliği değil emir kulluğu, zaten rejime de dikta denir, faşist denir, otokrat denir, totaliter denir, ama asla demokrat denilmez... Eğer bir ülkede, bir hükümet, yargı sistemini istemine göre biçimlerken, partizanlarına emir komuta zinciri içinde oylattığı kanun maddesini, kimlere yarayacağını, nereye varacağını bilmeden yasalaştırıyorsa; böyle bir ülkede çapsızlık iktidar olup, cehalet hüküm sürmektedir. Ama ne çapsızlık, ne de cehaletin hâkim olduğu bir ülkede, iktidarın BİLEREK sistemden çıkarıp BİLEREK istemine bağladığı yargı, hüküm giymiş katilleri ve canileri temyiz sürecinde salıverip, hüküm giymemiş fikir suçu sanıklarını on yıla kadar tutuklayabilmek için düzenleniyorsa... Bu düzeneğin topluma yönelik bir caydırıcılık mesajı, bir nihai amacı olsa gerekir! Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ı, cinayetten yargılanırken “taş atan çocuk” kontenjanından 5 yıl sonra serbest kalacağı çocuk mahkemesine aktarmak. Ama iktidara muhalif afiş asan, pankart açan, slogan ve yumurta atan üniversitelileri 2 yıl hapisle yargılatmak... Silahlı terör örgütü PKK katillerini, işkence ve cinayet yöntemleri Katolik Kilisesi’nin Ortaçağ Engizisyon cellatlarına rahmet okutan İslamcı terör örgütü Hizbullah kasaplarını, üstelik hükme bağlanmış ömür boyu hapis cezaları Yargıtay tarafından onanmadı diye serbest bıraktırmak... Ama Tuncay Özkan, Mustafa Balbay ve daha nice “muhalif fikir üretmek suçu” sanığını, bırakın hükmü, daha iddiaların kesinleşmediği davalarda “terör örgütü üyesi” sayıp on yıla kadar tutuklu yargılatmak. Düzeneğin kimleri pışpışlayıp kimleri kışkışladığına bakılırsa, mesaj açık: Bu ülkede şiddet kullanmak, terör örgütü kurmak ve üyesi olmak, dövmek, işkence etmek, öldürmek hafif cezalık. Düşünmek, konuşmak ve yazmanın cezası, öylesine peşin ve ağır ki, infazı yargısız yapılıyor artık! Halkımız, polisin sadece slogan atan gençlere ne biçim dayak attığını görüyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün huzuruna taksiyle değil, tercihen Jaguar arabayla varıldığını, biliyor. RTÜK yasası Başbakan Erdoğan’a zaten sansürlü medyaya yayın yasağı yetkisi de verdi. 188 kişinin celladı 17 Hizbullah serbest bırakıldığında biraz irkilse de, cellatları karşılayan nezih kalabalığa göz atıp ve attıkları sloganlara kulak verince... Eh, düşünmekte zaten epeyce tutuk halkımız da anlar herhalde, ne yapmakta özgür olduğunu. Hele alkollü içki kullanma yaşı 24’e çıkarılıp, beşer silah taşıma ruhsatı 18 yaşa indirilsin, değmeyin keyfine. Hükümsüz adalet, iktidarsızdır. Ama adale tsiz hüküm, zorbalık olur. BLAISE PASCAL emel, arkadaşı İdris’e T“Hanımdan elektrik dert yanar : alamıyorum, artık. Aramızda akım yok, hiçbir şey hissetmiyorum.” “Ne yapıyorsun peki?” “Kaçak elektrik kullanıyorum!” Ah sevgili okurlarım, aaah ah, sayın seyirciler, ben de dertliyim: Silivri’de kimi üç yılını dolduran “iktidara muhalefet”ten sanık meslektaşlarıma reddedilen bilgisayarların, insan kasabı Hizbullah mapuslara verildiğini duyunca, adalet duygumu cereyan çarptı. Salıverilen o korkunç katilleri cihat ve cinayet naralarıyla karşılayan güruhu görünce, insanlığım kısa devre yaptı: Bu canavarları yaratan devletten çok kötü elektrik alıyorum. Eminim sizin vicdanınız da benimki gibi çatır çatır yanıyor. Üstelik kontağı da kapatamıyoruz. Çünkü biz hâlâ, devletten, milletten kaçak elektrik kullanamayacak kadar yurtsever ve dürüst insanlarız... Siz de benim gibi Temel’e imrendiniz, değil mi? PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Ben Kötüyüm, Kötüyüm, Kötüyüm... Değerli okurlarım, artık iyice kararlıyım kötü olmaya, kötü düşünmeye. Yazdıklarımı zaman zaman, “Çok iyi niyetlisiniz Deniz Bey…” diye eleştirdiğinizde, ne yalan söyleyeyim içerliyordum sizlere, ama haklıymışsınız. Bu iktidar başımızda olduğu sürece iyi niyetli olmak salaklıkla eşdeğerliymiş, en azından onlar kadar, iktidar sahipleri kadar kötü olmak, kötü düşünmek gerekiyormuş. Nihayet anladım bunu; epey geç oldu, ama anladım. Bu noktaya gelmem hiç kolay olmadı. En gözle görülür kötülüklerde bile “insani zaaf” aramak, bunu istenmeyen, arzu edilmeyen bir yanlışlığa yormak aldığım aile terbiyesinden, okuduğum okullardaki yüce gönüllü öğretmenlerimin öğrettiklerinden kaynaklanan bir “sorunmuş”. İyi olmayı bir “sorun” olarak kabul etmek, gerçeği gördüğüm bugün bile zor geliyor bana, ama biraz zaman geçsin buna da alışacağım. Eskiden olsa iktidarın şu son “ortalığa katil saçma” uygulamasını bir yanlışlığa bağlardım. Ama artık öyle düşünmüyorum. Bunun planlanmış, programlanmış bir uygulama olduğuna inanıyorum. İktidar bakmış ki Ergenekon adı verilen o tuhaf davaların sonu görünmüyor, görüneceği de yok, Nazlı Ilıcak bile duruma isyan ediyor, tutukluluk süresini 10 yıla çıkartmanın yolunu açmış. 10 yılda kim öle kim kala! Bu arada yakın tarihimizin en azılı katilleri aramıza salınmış! Bunun böyle olacağı hiç önceden bilinmez olur mu? Biliniyor doğal olarak, ama amaç “baş düşman” olarak bellenen Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Fatih Hilmioğlu, Doğu Perinçek gibi bilim insanlarını, gazetecileri, parti liderlerini “zulümhanede” çürütmek olunca eli kanlı katiller kimin umurunda? Kürtlere de göz göre göre kazık atılmadı mı? Yapılanlar önceden hesaplanmış işlerdi. Örneğin, iktidarın “gel geller”ine uyup gelen Kandilliler Habur Kapısı’na gelip dayandıklarında on binler tarafından karşılanmaları, o halaylar, o törenler, o kutlamalar hesaplanmamış olaylar olabilir miydi? Bölgedeki onca MİT’çinin topu da herhalde uyuyor olamazdı. AKP iktidarı o günlerde dilinden düşürmediği “Kürt açılımı”nın içini bilerek doldurmamıştı, iş beklediği noktaya gelsin diye. Beklenen noktaya gelindi, iktidar, sorunu kaşıdıkça radikal Kürt siyasetinin talepleri de tırmandıkça tırmandı. İş, “anadil eğitimi mi, anadilde eğitim mi” gibi tartışılabilir konulardan “öz savunma gücü” gibi tartışılamaz konulara geldi. İktidarın istediği, beklediği de buydu. Sorunu tırmandırarak Kürtlerin radikal kesimleriyle görece ılımlı kesimlerinin arasını açmak, birbirine düşürmek AKP’nin yıllardır el altından yürüttüğü kapalı kapılar ardı siyasetinin başlıca amaçlarından biriydi. Kabak, sokaktaki Kürt yurttaşlarımızın başına patlayacakmış, iktidarın umurunda mı? Önümüzde seçimler var ya, iktidar aklı sıra radikal Kürtlere sert çıkıp MHP oylarını, görece ılımlı Kürtlere de, “Böyle devam edin, birlikte yapacağımız çok iş var!” diye göz kırpıp BDP’nin ve CHP’nin oylarını tırtıklayacak. Değerli okurlarım, bu iktidarın yaptıklarında “insani zaaf”, “gözden kaçmış yanlışlık” gibi yumuşatıcı nedenler aramak gerçekten büyük yanılgı; bunların gerçeğini görmek, ancak onlar gibi düşünmekle, onları kendi ölçütleriyle değerlendirmekle, kendimizi çok zor da olsaonların yerine koymakla mümkün. “Empati” denen şey hep iyiden yana uygulanacak bir yaklaşım/davranış değil ya! Bizler de en az onların yandaşları, yalakaları kadar “kötü” olmalıyız. İçimizde olmadığı, aldığımız terbiye, gördüğümüz eğitim, ahlak anlayışımız, dünya görüşümüz buna pek izin vermese de en azından denemeliyiz bunu. Hem atalarımız “Bir şeyi kırk kez söylersen olur,” demişler; o halde ben kötüyüm, kötüyüm, kötüyüm… [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Fotoğraf: DANİEL COLAGROSSİ [email protected] www.minekirikkanat.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Lüfer Neden Kalmadı? Ülkemizi “oyalayan” yapay gündemler arasında göz ardı edilen gerçek sorunlarımızdan biri de “balıkçılık”ta yaşanan dram... Örneğin bu sene “lüfer”den yoksunuz; nedenini biliyor muyuz? Bu soru o denli “yaşamsal” ki; bırakın siyasetçileri, şu “kanaat önderleri” bile oralı değiller... Nitekim konuyu tartışmak ve duyurmak için 26 Aralık’ta Rumelikavağı’ndaki “İskele Balık Lokantası”nda düzenlenen “İstanbul Balıkçılık Kurultayı”ndan haberi olanlar belki de sadece katılanlardı… Atatürk’le Said Nursi’nin görüşüp görüşmediğini günlerdir tartışan medyamızda, şu çarpıcı açıklama bile ne ekranlara ne de manşetlere çıkabildi; “Sadece 2010’da, Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir alan balık avlanma alanı olmaktan çıktı.” Açıklamayı yapan Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı Bayram Öztürk şunları da ekliyor: “Orkinos, uskumru, kılıç çoktan bitti. Kalkanı ithal ediyoruz; şimdi sıra da da Yunanistan’dan yola çıkarken kâhinlerin “Körler şehrinin karşısını bul, kentini oraya kur” sözünü anımsamıştı... Çünkü ondan 60 yıl önce Miletliler Kalkedon’u kurarken belli ki bu “balık cenneti”ni görememişlerdi… Böylece “Bizantion”u körler şehrinin “karşısı”nda insanlığa armağan ediyordu… Öyle ki Bizantion’un “para”sında bile yaklaşık 300 yıl “palamut resmi” vardı… “Balık” ve “İstanbul” işte böylesi tarihsel bir birliktelik içindeyken, balığı oltalarımızla tutmak şöyle dursun, parayla bile alamayacağımız günlere hızla yaklaşıyoruz. Zaten, Osmanlı’dan bu yana geleneksel “fastfood”umuz olan “balıkekmek” de artık yerli palamut yerine ithal “Norveç uskumrusu” ile satılmıyor mu? Yasa ‘çıkartılmıyor’ Kız Kulesi’nin bile “gırgır”larla kuşatıldığından; “trol”lerin denizde canlı bırakmadığından; bu “balık soykırımcıları”na göz yumulduğundan yakınılan kurultayın açılışında, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç özetle şunları söylemiş: “Sarıyer’deki balıkçılığın, ülke balık tüketiminin yüzde 40’ını karşılamasına ve bazı köylerimizin sadeArtık ‘rastgele’ diyemeyeceğiz... ce balıkçılıkla gelüferde... Çünkü balık daha ‘çi çinmesine rağmen denizin kirnekop’ken avlanıyor. Tekir, lenmesi, balık çeşitliliği ve mikbarbun, istavrit bile her geçen tarının azalması, sosyal güvengün daha büyük tehlike altın cesiz çalışma ve barınakların yetersizliği gibi sorunlara aldıda...” Çözüm için “deniz koruma ran yok.” Katılımcılar arasındaki tek alanları”nın belirlenmesini de öneren Öztürk’ün balıkçı tekne milletvekili ise İstanbul’dan deleri ile ağların daha iyi denetlen ğil, Muğla’dan… CHP’li Prof. mesi önerisini ise acaba hangi Dr. Gürol Engin şu katkıyı yap“yetkili” ya da “sorumlu” not mış: “Su ürünleri yasa tasarısı bir türlü Genel Kurul’a getirilaldı, bilemiyoruz... miyor; çünkü birileri rahatsız Bizantion’un ‘para’sı oluyor.” Sarıyer Belediyesi ile TÜGeçenlerde TV’de Kadir DAV’ın düzenledikleri kurultay Topbaş’ı konuk eden ünlü bir gada, 2600 yıl önce, “balığının bol zetecimiz amatör “balık tutanluğu” nedeniyle Boğaziçi ve Ha lar”dan yakınmasın mı? Neymiş; liç’in kesiştiği “yer”de kurulan savrularak fırlatılan oltaların kurİstanbul’un, yakında bu “tarihsel şunları insanlara, arabalara çarvarlık nedeni”ni bile yitirebile pıyormuş; belediye bunu engelceği gerçeği, kentin geleceği açı lemeliymiş! sından “alarm” durumuna geçilOysa medya kurmaylarımızın, mesini dahi gerektirmiyor mu? İstanbul’un “her yerinden halMÖ 7. yy’da, yani “koloni ça kın özgürce balık tutabildiği ğı”nda kurulan kıyı kentlerinin kent” olarak yaşayabilmesi için, “yer seçimi”ndeki en önemli et asıl o “yasadan rahatsız olanmen, temel “besin” kaynağı olan lar”ın peşine düşmeleri; Balıkbalıktı... çılık Kurultayı’ndaki taleplere de Megara Kralı Byzas da MÖ İstanbul’u seven herkesin sahip658’de Sarayburnu sırtlarına lenmesi gerekmiyor mu? ulaştığında Haliç’in palamut kaynadığını görmüş; karşı kıyıdaki Kalkedon’a (Kadıköy) baktığın [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Türk halk mü 1 ziğinde, ritimsiz uzun havaların 2 karşıtı olarak ri 3 timli ezgilere verilen ad. 2/ Bar 4 tın’ın bir ilçesi... 5 Bir ışık ya da ısı kaynağından ya 6 yılan ışınların top 7 landığı yer. 3/ Bü 8 yük çivi... Yelkenleri indirip 9 kaldırmaya yara1 2 3 4 5 6 7 8 9 yan ip. 4/ Aktinyum ele1A R T EM İ S B mentinin simgesi... Kumarda ortaya sürülen pa 2 P İ E T A E G E ra. 5/ Süs taşı olarak kul 3 O Y M A P I N A R lanılan mor renkte ku 4 L A N U R İ Y E vars. 6/ İnanma, güven 5 L K T A R Z me... Bütün kutsal Hint 6O S E L O K E S metinlerinin başında ve 7NO D A D E R E sonunda yinelenen mistik R hece. 7/ Yaklaşık 4.5 lit 8 M E R S İ N relik bir ölçü birimi... 9 K A R A F A T M A Gözleri görmeyen. 8/ Kiraya verilerek gelir getiren mülk... Modacılıkta ve dekorasyonda kullanılan, deri taklidi sentetik malzeme. 9/ Çeşitli ağaçların sütünden elde edilerek kablo yapımında ve dişçilikte kullanılan, kauçuğa benzer madde. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir erkeğin ilk eşi üzerine aldığı kadın... Bir oyun ya da filmde aniden yaratılan komik durumlar. 2/ İzmir’in Çeşme ilçesinde turistik bir yöre... Motorlu taşıtların elektriğini sağlayan aygıt. 3/ “Sevmiş iki ufku görürler daha engin” (Yahya Kemal)... İsa peygamberin doğduğu gün. 4/ Sahip... Museviliğin simgesi olan yedi kollu şamdana verilen ad. 5/ Parlak beyaz renkli bir element. 6/ “Tepelitavuk” da denilen ve Güney Amerika’da yaşayan bir kuş... Tavlada “üç” sayısı. 7/ Akdeniz Bölgesi’nde bir dağ... İngiltere ve ABD’de kullanılan arazi ölçüsü birimi. 8/ Fizikte kullanılan bir güç birimi... Bir tür kalın ve ağır çizme 9/ Eli açık, cömert, yiğit... Damızlık dişi hayvan. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle