18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET [email protected] 9 OCAK 2011 PAZAR 14 PAZAR KONUĞU Büyükelçi unvanına sahip ünlü mimar Behruz Çinici Türkiye’deki kentsel dönüşüm adına yağmacılığın önünün açıldığını söyledi: Meğer Ankara ne bahtı kara kentmiş SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Türkiye’nin en ünlü çağdaş şehircilik uzmanı mimarlarından Behruz Çinici kentleşme ve mimarlığın siyasete kurban gittiğini söylüyor. Yıllardır bir kent konseyi kurulması için çaba harcadığına ama hükümetlerin bugüne kadar buna duyarsız kaldığına dikkat çeken Çinici, TOKİ ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni rant uğruna kendi eseri olan 400 milletvekili konutunu yerle bir edip yerine gökdelenler çıkmakla suçluyor. Ankara Marşı’nın “Ankara Ankara güzel Ankara, seni görmek ister her bahtı kara” dizelerine gönderme yaparak “Meğer Ankara ne bahtı kara kentmiş” diye hayıflanıyor. Siz Şehircilik ve Mimarlık Konseyi kurulması için çok çaba harcamıştınız. O proje ne oldu? B.Ç. Ben emekli olduktan sonra Bayındırlık Bakanlığı’ndan müsteşar imzasıyla bir yazı aldım. Konseyi kurmak için çalışmaya başladık ama yine kuramadık. Fakat sevindiricidir ki AKP Hükümeti 2009’da Şehircilik Şurası ilan etti. Ben ve çeşitli uzmanlar bu şurada yer aldık. Geçenlerde de yüzlerce uzmanın yer aldığı bir proje başladı. Bu kadar çok insanla bir sonuca ulaşmak çok zor. Oysa bizim niyetimiz İngiltere’de Kraliçe’ye bağlı faaliyet gösteren Kraliyet Akademisi ya da Rusya’daki enstitüler gibi devletin en üst makamına bağlı TÜBİTAK benzeri özerk bir 400 milletvekili konutu benim eserimdi. Hepsini yerle bir ettiler. 400 çocuğum gitti. Onların yerine koskoca kuleler dikildi. Bunu kentsel dönüşüm adına yaptılar. Ben buna kentsel yağma diyorum. Bugün çok acele bir planlama düzeni içinde için düzenlenmiş meydanlar, yeşillikler görürsünüz; bir gökdelenden diğerine yaya olarak ulaşabilirsiniz. kararlar veriliyor. Bu kararların nasıl verildiğini görünce hayretler içinde kalıyoruz. Mimara saygı kalmamıştır. Türkiye’de kentlerin bugün bu hale gelmesinin başlıca nedeni budur. durumu görünce de bizler için derin ıstıraptır. Mimar artık saygınlığını kaybetmiştir. Bugün artık büyük projeler önce ihaleye çıkarılıyor. Müteahhitlere veriliyor. O müteahhitler mimar tutuyorlar. Yapişletdevret modeliyle iş yapılıyor. Ondan sonra da elli yıl sonra o yapılar çökmüş halde devlete teslim ediliyor. Bu sözlerinizde bir istihza seziliyor. Sizin zamanınızda uygulama nasıldı? B.Ç. Bir kere Bayındırlık Bakanlığı bütün mimarların katılabildiği yarışmalar açardı. Bugün ise çok acele bir planlama düzeni içinde kararlar veriliyor. Bu kararların nasıl verildiğini görünce hayretler içinde kalıyoruz. Mimara saygı kalmamıştır. Türkiye’de kentlerin bugün bu hale gelmesinin başlıca nedeni budur. Bir de şehircilikte bu gökdelenler var. Bunlara itiraz etmiyorum. Altyapısız gökdelenlerin karşısındayım. Bedrettin Dalan, “Ben Manhattan yapacağım” dedi. Yapacağını da yaptı. Burada bir bütünlük yok. Manhattan derseniz aşağıda insanlar stanbul’a çılgın değil aklı başında proje lazım Başbakan Erdoğan geçenlerde bir köşe yazarına, “İstanbul için çılgın projelerim var” demiş. Bu ne anlama geliyor? İstanbul’un ve tüm kentlerimizin çılgın projelere mi yoksa aklı başında projelere mi ihtiyacı var? B.Ç. Tabii ki aklı başında projelere ihtiyaç var. Sonra, İstanbul’un yeni simgelere hiç ihtiyacı yok. İstanbul o yedi tepeyi, o topoğrafyayı, o meydanlarını kaybetmeseydi keşke. Bakın, Beyazıt, Karaköy meydanlarını ne hale getirdik. İstanbul’da Ayasofya’ya dört minare eklenmesi gibi çok çılgınlık yapılmıştır. Artık bitti. İstanbul’un siluetini korumak lazım. Ama hâlâ abartılı projeler aranıyor. Süleymaniye, Selimiye camilerini Maltepe gökdelenleri arasına koyma gibi düşünceler çok saygı duyacağımız projeler değil. Bir de bir Osmanlı havası, kültürü daima öne çıkarılıyor. Kubbeler, sahte kubbeler... Bugünkü teknoloji olsa Sinan bunu mu yapardı? O zaman tek çare bu kubbelerdi, dense de ben buna yine karşı çıkan bir mimarım. Neden? B.Ç. Çünkü o periyoddan daha eski bir Selçuklu periyodu vardır. Örneğin, Sinan Selçuklu’ya dönüp baksaydı başka türlü olurdu. Kaldı ki kendisi padişahlar tarafından Gazvin’e kadar götürülmüştür. Sinan’ı eleştirmek haddimiz olmamalı dense de her şey eleştiriye açıktır. Efendim, Sinan neden eleştirilmesin? Dokunulmaz mı? Bunun da sebebi Türkiye mimarlığının yalnız sanat ve mimarlık tarihçilerinin elinde kalmasıdır. Dolayısıyla mimari kritik ülkemizde oluşmamıştır. Dış ülkelerdeki mimarlık eğitimlerinde mimari kritik apayrı bir konudur. Orada mimari sadece mimarlık tarihçilerinin elinde değildir. Kaldı ki bizdeki mimarlık tarihçilerinin neredeyse hepsi mimar kökenlidir. Bunlar mimarlığı denemişler, olmayınca bu tarafa geçip profesör olmuşlar. Geçenlerde Haydarpaşa Garı binasının çatısı yandı. Onun üzerine bir uzman hocamız, “Bu garın restorasyonu ehil kişilere verilmedi” dedi. Peki, bre hoca, o koskoca surların restorasyonu sizlere, ehil kişilere verilmedi mi? Aslında doğrudur. Bu işlere ehil kişiler getirilmiyor. Çünkü kültürümüz müsait değil. Siz AKP Hükümeti’nin şehirciliğe önem vermeye başladığını söylediniz... B.Ç. Evet. Başbakanımız ve genç bakanlarımızın şehirciliğe önem vermeleri bana umut aşılıyor. Bugünkü Bayındırlık Bakanı Mustafa Demir mimar. Bu bir şans. Müsteşarı öyle... İyi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da mimar... B.Ç. Kendisi bize, yabancı mimarlar için, “Herkes ipekli kumaştan elbise dikemez” dedi. Biraz kapıştık. Yine de her karşılaşmamızda, “Hocam, hatalarımız varsa lütfen söyler misiniz?” diyor. Bakın, geçende şura toplantısında söylediğim gibi günde beş yüz yeni otomobilin trafiğe çıktığı, nüfusu 20 milyona yaklaşan İstanbul’da çözüm ne olabilir? İstanbul’da deniz yolundan neden yeterince yararlanılmaz? İşte, büyük proje budur. Ben Başbakan’dan bugün onu beklerim. Asistanlık dönemimde çalıştığım nâzım planlar, imar plancılığı dar çerçevede kalmıştır. Benim için İstanbul’un sınırı Edirne’yle Zonguldak arasında, Bursa’yı da içine alan bir sınırdır. Bu sınırda gerçekler örülür. Limanın yeri Haydarpaşa değil, Tekirdağ olur. Sanayide Haliç mahvedilmez, Zonguldak denir. Bu tür disiplinler de buna göre yerleşir. Anadolu’da bunun gibi bir kalkınma projem vardır. kurum oluşturmaktı. Geçenlerde genç Bayındırlık Bakanımız Mustafa Demir ve ODTÜ mezunu müsteşarıyla bir konuşma yaptık. Bugün özellikle Güneydoğu bölgemizde sıkıntı çekilmesinin nedeni bölge ölçeğine girilememesi, ulusal ölçekte düşünülememesidir. Şimdi yeni yeni bir umudun eşiğindeyiz. Ama ben yaşım itibarıyla böyle toplantıları çok gördüm. Raporlar hep raflarda kaldı. Rant çevreleri gece hırsızıdır Türkiye’de tıpkı sizin gibi çok değerli mimarlar var. Ancak genel olarak kentlerin mimari görünümleri berbat diyeceğimiz durumda. Bunun nedeni acaba mimarların sözünün geçmemesi mi, yoksa yapıların mimarlar tarafından değil de başkaları tarafından mı tasarlanmasıdır? B.Ç. Yapılı çevrenin toplumun fiziksel ve ruhsal sağlığına ters düşen tüm görünümlerinden sadece mimarlar sorumlu değildir. Hiç kuşkusuz bu kalite genelde toplumsal kültürün ve uygarlık düzeyinin bir göstergesidir; sanat eserlerini, doğayı, ekolojik dengeleri bozanlar, tarihi miraslar üzerine musallat olanlar kültür düzeyini aşağı çeken baş etkenlerdir. Aç gözlüler, yani rant ve çıkar çevreleri, spekülatörler nerede güzelim organizmalar varsa onların içine fare gibi sızarlar. Onları doğa ve mekândan çalan gece hırsızlarına benzetirim. Bunlar toprakla kardeş değil onun düşmanlarıdır. Doğayı alınıp satılan bir meta gibi görürler. Mimarların zaten ülkenin bilinen, görülen kültür ve sanat tablosunda da yerleri yoktur. Hani her gün gazetelerde, televizyon ekranlarında karşılaşılan o ünlü sanatçılar var ya... Başkaca neyleyeyim? Mimarlığı ilk ihdas eden Emin Onat hocamızdır. Taşkışla’yı, Mimarlık Fakültesi’ni kurmuştur. Biz köylere gittiğimiz zaman, “Memur Bey geldi” derlerdi. Bu anlayışı Emin Onat yok etmiştir. Atatürk’ün sayesinde Almanya’da Nazizmden kaçan pek çok uzman ve profesörü ülkemize çeken de odur. Bu bizim kuşağın büyük şansıdır ama bugünkü Mimar gitti tüccar geldi Sizce plansız ve çirkin kentleşmenin asıl nedenleri nedir? Politikacıların mimariye ve kentleşmeye müdahaleleri ne kadar doğrudur? B.Ç. Kentleşme ve mimarlık zaten politikalar altında ezilmiştir. Tabii, şehirciliğin ve mimarlığın da kendi içinde bir politikası olmalıdır. Ben politikayı yadırgamıyorum. Ama yüksekten gelip bir bastırma olayı bilim ve sanatımız ve kentlerimiz için iyi olmamıştır. Sanat olarak kabul edilmemesi, mimarlığın çok gerilerde görülmesi bu işlerin başlıca sorumlusudur. Ticaret bugün her şeyin üstüne geçmiştir. Yani, bugün parayı veren düdüğü çalıyor. Karayolları arsasında çıkan işe bakın. Sayın Başbakan, yapmak istersen bunlara el atman lazım. Burası Dubai değil. Burası İstanbul. Burada yapılacak işlerin çok başka ölçekte ve hassasiyetle ele alınması lazımdır. Haydarpaşa’yı otel, Galata Rıhtımı’nı rezidanslar sitesi yapma projesi mahkemeden döndü. Ama şimdi referandum sonrası yeni anayasa değişikliğiyle birlikte yargıdaki bu güvencenin zayıfladığı anlaşılıyor. Siz bu projelere nasıl bakıyorsunuz? B.Ç. Şaşı gözle bakıyorum. On sekiz tane gökdelen dikerek o tarihi siluetle dalga geçersiniz. Bunu yapacaklar diye ödüm patlıyor. Demin Sinan’ın da eleştirilebilmesi gerektiğini söylediniz. Ama başka mimarlar Mimar Sinan’a hayranlıklarını dile getiriyorlar. Buna ne diyorsunuz? B.Ç. Geçenlerde gazetenizde çıkan bir haberde meslektaşlarımın benim TBMM’de yaptığım camiyi görmemeleri ama hep Sinan Sinan demelerini tuhaf karşıladım. Sinan da taklitçilik ya da eklektisizm bakımından elbette eleştirilebilir. Ama 400500 yıl sonra bu sayfayı çeviren Veli Behruz isimli bir kalfanın ilk defa laik devletin bütçesiyle yaptığı, dinimize uygun ibadet, meydan, kitaplık kompleksi içinde gerçek bir cami göz ardı ediliyor. Osmanlı’da camiler külliyeler halinde yapılırdı. Ama şimdi bunlar parçalandı. Mahallelerin içine tek tek, leblebiler gibi yerleştirildi. Üstelik şerefelerin üzerine çıkıp bağırıyorlar. Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’na, “Toplumsal açıdan, hastaları, bebekleri düşünmeden bu kadar bağırmak günah değil midir?” dedim. P BEHRUZ ÇİNİCİ 1932 doğumlu. İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni O İstanbul,1954 yılı için, “Esas doğum tarihim budur” bitirdiği R diyor. İTÜ Şehircilik Kürsüsü asistanlığına girdi. Maçka Teknik Okulu’nda 10 yıl yapı dersleri verdi. T Mimarlık ve sanatta akademisyenliğe hep karşı çıktı. İstanbul’un Yeraltı Şehirciliği konulu doktora tezi kabul R edilmeyince üniversiteden ayrıldı. 1961’de eşi Altuğ kampusu yarışmasını E Çinici’yle birlikte ODTÜ için atölyelerini Ankara’da kazanarak uygulamaları kurdular. ODTÜ proje çalışmalarını mesleki denetimiyle birlikte 18 yıl sürdürdüler. Bunun dışında TBMM Halkla İlişkiler, Milletvekilleri Sitesi, TBMM Camisi ve Kitaplık Kompleksi’ni planladı; uygulamalarını yönetti. 1993’te dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından ilk kez kurulan Başbakanlık Şehircilik ve Mimarlık Başdanışmanlığı’na atandı. Devlet tarafından büyükelçilik unvanı verildi. Dört yıllık resmi görev süresinde Edirne, Isparta, İzmir, Şanlıurfa ve Kazakistan’da çeşitli planlama ve restorasyon çalışmaları yaptı. Aldığı ödülller arasında Simavi, TC İş Bankası Kent ve Mimarlık, Türkiye Prefabrik Birliği Ödülleri ve Kazakistan devlet madalyası bulunuyor. TBMM Camisi ve Ağa Han Ödülü’nü de oğlu Can Çinici’yle birlikte aldı. TBMM Camisi dünyanın sayılı ibadet yapıları arasında TBMM Camisi projesi nasıl doğdu? B.Ç. 1984’te Necmettin Karaduman’ın TBMM Başkanlığı döneminde önem kazandı. Çünkü karşıdaki Clemence Holzmeister hocamızın yaptığı TBMM binasının halk girişi takunyalar ve terliklerle doluydu. Sayın Karaduman TBMM Halkla İlişkiler binasından sonra cami projesine el attı. Beni çağırdı. “Camiyi senin yapmanı istiyoruz” dedi. Önce direndim. “Bakanlıklar bölgesinden Atatürk’ün Çankaya’sına çıkan o aks üzerinde ben minare yapamam” dedim. Bunun üzerine, “Nasıl yaparsınız” sorusuna şu cevabı verdim: “Peygamberimiz ne dediyse o ilkeler içinde olursa tabii ki yaparım. İlk cami peygamber evimizdir. Peygamber evinde ne mihrap ne minare ne de makam yeri vardır. Bilali Habeşi’ye, ‘Çık, ezanı o tepede söyle’ demiştir.” Meclis camisine toprağın üzerine iki şerefe, minare yerine de iki dünyayı birleştiren bir kavak arkasında da selvi olan bir ağaç motifi yaptım. Sayın meslektaşlarımın bunu hiç görmezden gelmeleri doğrusu gücüme gitti. Bu cami Sir Banister Fletcher’in Mimarlık Tarihi isimli kitabının 1400. sayfasında yer almış bir eserdir. Bu da yetmedi. İtalyan Prof. Cornelli’nin araştırmasına göre kilise, katedral, sinagoglar dahil, dünyadaki en başarılı ibadet yapıları listesinde ilk 50 arasında sadece bu cami yeralmıştır. Size verdiğim onlarca kitap, Ağa Han ödülleri... Ama demediler ki “Şurada bir örnek var”... Sizin camide kubbe yok. Neden? B.Ç. Bakın, Selçuklu Sinan’dan 200300 yıl önce kümbetle çözmüş meseleyi. Melikşah’ın Divriği’deki eseri niçin görülmez? Doğan Kuban bunu yayımladı. Ama Kuban benim camimden bahsetmedi. Bir noktayı daha anlatmam lazım. Bizde minare yoktur. Suriye haç kiliselerinden bize girmiştir. Mimar Sinan Bizans figürünü alıp şaheserler yaratmıştır. Ama Selçuklu mucizeler yaratmıştır. Mimarlık ve şehircilikte devlete üst düzeyde danışmanlık yaptınız. Fikirleriniz etkili oldu mu? B.Ç. Süleyman Bey’in (Demirel) başbakanlığı döneminde sözlerim büyük ilgiyle dinlenirdi. Bir de bana büyükelçilik payesi vermişlerdi. Büyükelçi mimar olarak Türkiye’de tek bir örnektir. Süleyman Bey, Cumhurbaşkanlığı döneminde de “Behruz nerede?” dediği zaman ben hep oradaydım. Ama hiçbir zaman ön plana çıkmamaya özen gösterdim. Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde de onunla anlaştığımız tek konu Türkiye’de bölge planlamasıydı. Türkiye’yi Özal 17, ben de 1719 gibi bölge planlaması içinde görmek istiyorduk. Mesela ben büyük ölçekte etrafı surlarla çevrili kalekentler düşünürüm. Benim hayatım hep mimarlık ve şehirciliktir. ATATÜRK BEZ RGÂNLARININ RANT C NGÖZLÜĞÜ Sizin eseriniz olan Ankara’daki 400 milletvekili konutu yerle bir edildi. Bunların yerine TOKİ gökdelenler çıktı. Bugün Türkiye’deki eğilimin milli kültürel değerleri muhafaza eden yapıları yıkmak, onun yerine kişiliksiz beton bloklar çıkmak olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? B.Ç. İçim acıyor. Allah hiçbir mimara böyle bir acı göstermesin. Benim 400 beton çocuğum gitti. Oraları 20 yıl içinde ormanlaşmıştı. Orası yayayla araçları arkadaş yapan ilk şehircilik örneğiydi. Çocuklar yollarda bisikletle dolaşır, milletvekilleri araçlarıyla garajlarına girerlerdi. Yavaşlatılmış trafik örneği ilk defa burada yaşandı. O evlerde geleneksel mimarimizden esintiler vardı. Bakara Suresi’ne göre Kuranı Kerim modern mimarlık için çok iç açıcı örnekler, perspektifler verir. Ele aldığımız bu örnekle vadiye açılan Anadolu kentlerini anımsatıyorduk. Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) romanında vardır. Eski Türk kasabaları vadiye açılırdı. Bakın, Unakıtan Maliye Bakanlığı döneminde hep gazetecilere, “Hocamızın yaptığı bu eser korunacaktır” dedi. Benim projem iki, üç katlı evlerden oluşuyordu. Şimdi bu koskoca kuleler neyin nesi oluyor? Bunu yapanların arasında Atatürkçü geçinen tüccar kişiler de var. Avcı avını bellemişti. Avcının yapacağı belliydi. O evler o tarihte 300500 bin dolara kapış kapış giderdi. Ama hayır. Şimdi kentsel dönüşüm adı altında bunlar yapıldı. Ben buna kentsel yağma projesi diyorum. Biz başlangıçta dava açtık ve yıkımı durdurma kararını aldık. Ben hemen bir gazeteye demeç verip durdurma kararını aldığımızı söyledim. Meğer daha tebligat yapılmamış. İki gün içinde 397 evimi hak ile yeksan eylediler. Vahşice yıktılar. Peki, geriye kalan üç ev ne oldu? B.Ç. Onları kurtarmak için kolları sıvadık. Ama kısa süre önce onları da götürdüler. Bunun sorumlusu Bayındırlık Bakanlığı mı yoksa Ankara Büyükşehir Belediyesi mi? B.Ç. Büyükşehir Belediyesi, Melih Gökçek ve TOKİ. Gökçek Ankara’yı ne hale getirdi!.. Ben Ankara’ya artık Gökçekkara diyorum. Ne kadar bahtı karaymış bu kentin. Bir de sitemim var. Basın ilgisiz. Bizimle konuşmuyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle