25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 30 OCAK 2011 PAZAR EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Tunus’ta Devrim Mutlu Sona Erer mi? M. Utku ŞENTÜRK Gazeteci AB ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı erkez kapitalist ülkelerin “gelişmekte” olan çevre ülkeler için “model” olarak lanse ettiği Mağrip ülkesi Tunus’ta adı konulmamış bir devrim yaşandı. İlk kez bir Arap lider halkın ayaklanması sonucu ülkesinden kaçtı. Göstericilere ateş açan polisin şiddet kullanmak yerine eylemcileri koruması gerektiğini savunan Tunuslu blog yazarları, “Polise yasemin verelim” sloganıyla yola çıkarak, devrimi ülkelerinin sembolü olan “yasemin çiçekleriyle” özdeşleştirdi ve kalkışmanın adına “Yasemin Devrimi” adı verildi. Bu, sosyal paylaşım ağlarına da yayıldı. Ve ilk Arap Devrimi aynı zamanda “İlk Siber Devrim” olarak da tarihe geçti. Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Cidde’ye kaçtı. Son olarak güvenlik güçlerine halkın üstüne ateş açma izni vererek. Onlarca insan öldü bu gösterilerde. Peki birçoklarının dediği gibi bu diğer Arap ülkelerinde domino etkisi yaratacak mı? Bu soruya yanıt aramadan önce Tunus’un yakın tarihine bakmakta fayda var; 12 Mayıs 1881’de Tunus, Fransız sömürgeciler tarafından işgal edildi. Bundan sonra Fransızlar ülkeye “yüksek komiser” dedikleri genel vali tayin ederek yönetmeye başladılar. Öte yandan ‘Bey’lerin yönetimi de sembolik bir şekilde sürüyordu. Fransızlar işgal ettikleri bütün diğer ülkelerde başvurdukları zulüm uygulamalarına burada da başvurdular. Bu zulme karşı bağımsızlık yanlısı örgütlenmeler ve bazı ayaklanmalar oldu. Ancak bütün bu ayaklanmalar insafsızca ve kanlı bir şekilde bastırıldı. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Aydın, aydınlatan kişiye denir. Ama yalnız aydınlatmakla yetinmeyecek, o aydınlığı yaymak için yaşam boyu çalışacaktır. Çıkar hesabı bilmeden, korkusuzca... Ahmet Köklügiller, üşenmemiş, gazetelerden, kitaplardan bu konuda yazılmış yazıları bir araya getirmiş... Kimler yok ki, Yaşar Kemal’den İlhan Selçuk’tan, Nâzım Hikmet’ten, Sabahattin Ali’den, M. Başaran’dan, Öztin Akgüç’e... “Aydın nedir, kime denir?” Okuryazar olmak, kitaplar yazmak, üniversite hocası, politikacı olmak, şu olmak, bu olmak mıdır aydın bir kişi sayılmak? İlhan Selçuk şöyle özetlemiş: “Çağımızın dünyasında sağcılık sermayeden, solculuk emekten yana olmak anlamına gelir. Batılı demokrasi bu kanatların parlamentoda buluşmasıyla oluşur.” Bu konuda bir iki örnek daha alsak mı? Samim Kocagöz,“Aydınım diyebilmek, büyük bir cesaret işidir. Aydın her şeyden önce mesleğinin sorumluluğunun üstünde bir de akıl, fikir, anlayış sorumluluğunun ne demek olduğunu kavrayabilen kişidir.” Aydın kimdir sorusunu, Cemil Meriç de şöyle karşılıyor: “Aydının başlıca vasıfları dürüst, uyanık ve cesur olmaktır. Yani bir fikir hamalı değildir entelektüel. Hakikat uğrunda her savaşı göze alan bağımsız bir mücahittir.” Bir de “gerçek aydın” var ki sayısı o kadar çok değil! Gerçek aydın kimdir, nedir, nasıldır? Bunu da en güzel biçimde, bir Köy Enstitülü 1965 yılında söylemiş... öğretmen Mahmut Yağmur: “Bunlar tutsaklığın her türlüsünden iğrenirler. İnsan onurunun özgürlük içinde gelişeceğine inanırlar. Yurt sorunlarının üzerine eğilirler. Mutluluğunuzu yıkanlarla yiğitçe savaşırlar. Ulus yararına çalışanları yiğitçe desteklerler. Erdemli ve özgür düşünceyi daima savunurlar. Klişeci değildirler. Eylemleri, uslarının ürünüdür. Düşünceyi en kutsal ibadet sayarlar. Hak belledikleri yoldan ayrılmazlar. Kimsenin düşünce ve oy namusuna el uzatmazlar. Öz çabalarıyla engelleri aşmaya çalışırlar. Ülküleri mutsuzluğu evrenden kaldırmaktır. Bundan ötürü karşılık beklemeden çalışırlar.” İşte, Atatürk Cumhuriyetinin kurduğu, ama aydınlık düşmanlarının söndürdüğü Köy Enstitülerinden yetişen, halkına gerçek aydınlığı duyuran, yaşatan bir öğretmenin genç yaşındaki sözleri... “Aydın kime denir?” çeşitli açılardan tanımlaması var. Ama gerçek aydın, Mahmut Yağmur’un çizdiği, anlattığı, hepimizin de özlediği!.. Gerçek Aydın Kime Denir? M minde bulunmuş, eşi Fransız olan ağabeyinin gözetiminde büyümüş ve Fransa’da hukuk öğrenimi görmüş biriydi. Fransızlar Burgiba’yı Tunus halkına kabul ettirebilmek amacıyla 1934 36 ve 1938 42 yılları arasında hapse de attılar. Burgiba sinsi politikasına dış destek bulmak amacıyla 1945’te Fransız işgal yönetiminden kaçtığı görünümü vererek Kahire’ye geçti. 1949’a kadar Kahire’de kalarak bu dönem içinde Arap ülkeleri başta olmak üzere İslam ülkelerinin desteğini sağlamaya çalıştı. Tunus’un bağımsızlığı Tunus’a dönüşünden sonra halkı isyana teşvik eden Burgiba, bu arada Fransız işgalcilerin Tunuslu Müslümanları kırıp geçirmeleri için gerekli şartları oluşturuyordu. Sonuçta Fransızlar kendi adamları olan Burgiba’nın konumunu sağlama aldıktan sonra 20 Mart 1956’da işgale son vererek Tunus’un bağımsızlığını tanıdılar. Bağımsızlık sonrasında Burgiba, Tunus Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Partisinin adını Sosyalist Düstur Partisi olarak değiştirdi. Tunus’un sembolü olan Zeytune Üniversitesi başta olmak üzere İslami eğitim kurumlarını kapattırdı. Katı bir laisist sistem kurmaya çalıştı. Onun baskıcı yönetimi karşısında oluşan halk tepkisini kendi lehine bir destek unsuru olarak değerlendirmek isteyen Zeynel Abidin Bin Ali, 7 Kasım 1987’de Burgiba’ya karşı bir darbe gerçekleştirerek yönetimi ele aldı. Başlangıçta ülkede bir reform hareketi başlatacağını vaat eden ve İslamcı kesimlerle iyi ilişkiler kurmaya çalışan Bin Ali, durumunu sağlama aldıktan sonra zulüm ve işkence uygulamalarını aynen Burgiba’nın bıraktığı yerden devam ettirmeye başladı. Hatta o, zaman içinde zulmü daha da şiddetlendirerek “gelen gideni aratır” deyimini doğrularcasına tam bir vahşet yönetimini hâkim kıldı. 23 yıldır değişmeyen bu iktidarın varlığını korumasında Fransa’nın da önemli rolünden bahsetmek gerekiyor. Fransız hükümeti onlarca kişinin hayatını kaybetmesi ardından ancak son günlerde sesini yükseltmeye başladı. 18 Aralık günü IMF’nin sosyalist kökenli Fransız Başkanı Dominique StraussKahn, Tunus’a yaptığı ziyaret sırasında Bin Ali’yi ekonomi politikalarından ötürü kutlayarak, burada kabul edilen ekonomi politikasının gelişmekte olan çok sayıda ülke için en iyi model olduğunu savunmuştu. Oysa küresel ekonomik krizin de etkisiyle bu “model” Yeni Düstur Partisi Tunus’ta bağımsızlık mücadelesini organize etmek ve bu mücadeleye yön vermek amacıyla Düstur Partisi adında bir siyasi parti kuruldu. Ancak Fransız sömürgeciler işgal ettikleri diğer ülkelerdeki bağımsızlık mücadelelerini kendi kontrollerine almak için başvurdukları sinsi oyunlara burada da başvurarak kendi elleriyle yetiştirdikleri Habib Burgiba’yı bağımsızlık mücadelesinde önemli bir konuma getirmeyi başardılar ve ona Yeni Düstur Partisi adında bir parti kurdurdular. Habib Burgiba başlangıçta İslamcı düşünceyi destekliyor, camilerde namaz kıldırıp hutbeler veriyor, konuşmalarında İslami kavramlar ve özellikle cihat konusu üzerinde ağırlıklı bir şekilde duruyordu. Oysa Burgiba çocukluğundan beri Fransızların gözeti çoktan çök müştü. Bu rejimin destekçileri arasında ABD ve Avrupa Birliği de var. Ancak eylemlerin başından bu yana ABD dikkat çekici bir şekilde hem AB, hem de Fransa’dan daha etkin bir şekilde olaylarda yer aldı. İlk tepkiler ABD’den geldi. Eylemler sırasında kitlelerin “Korkmuyoruz” diye haykırması, diğer Arap ülkeleri için de önemli bir mesaj olarak okunabilir. Tunus’taki isyan ilkin Cezayir’i etkiledi. Aralık ayı sonundan itibaren Cezayir’de geniş protesto gösterileri yapılmaya başladı. Ürdün’de hayat pahalılığına karşı 14 Ocak günü 5 bin kişi sokaklara çıktı. Özellikle Arap ülkelerinin bu isyandan çıkarması gereken dersler var. Zira Ürdün Kralı I. Abdullah, babası Hüseyin’in yerine geçtiği 1999’dan bu yana iktidarda, yani 11 yıldır. Libya lideri Muammer Kaddafi 40 yıldır iktidarda, Cezayir Devlet Başkanı Abdulaziz Buteflika 19 yıldır iktidarı bırakmadı. Suriye’de de Beşar El Esad babasının iktidarını devraldı. Tüm bu ülkeler kalkınma ve demokrasinin gelişmediği yerleri temsil ediyor. Tunus’taki isyanın diğer Arap ülkelerinin başkentlerine sıçraması muhtemeldir. Sırada belki Rabat, Riyad, Kahire ve Sana var. Bugüne kadar hiç kimse devrilen domino taşlarının birincisinin Tunus olacağını tahmin etmezdi. Tunus’taki isyan hiçbir Arap ülkesinin değişimden kaçamayacağını gösteriyor. Nitekim Ürdün, Cezayir ve Fas gibi Arap ülkeleri “Tunus salgınını” durdurmak için, özellikle gıda fiyatlarını düşürerek, önlem almaya çalışıyor. İsyan aynı zamanda Batılı ülkeler için de önemli mesajlar içeriyor. Batılı ülkelerin on yıllardır koruduğu ve ilişkilerini üst boyutta tuttuğu Arap diktatörlüklerin mutlak olmadığını anlaması gerekiyor. Zira ayakta tutulmaya çalışılan bu rejimler, er ya da geç çözülecek. İsyanın başarısından geriye birçok soru kaldı. Bin Ali bitti, ancak Bin Ali rejimi de son bulacak mı? Bin Ali’nin ülkeden kaçmasına neden izin verildi? Bu bir uzlaşmanın olduğu anlamına mı geliyor? Seçimler nasıl bir ortamda yapılacak? 1987’deki geçici hükümetin sonucunda olduğu gibi yine baskıcı bir rejim mi çıkacak? Organize bir muhalefetin olmadığı ülkede, nasıl bir hükümet kurulacak? Bin Ali’nin kaçmadan önce vaat ettiği özgürlükler gelecek mi? Batılı ülkeler, Tunus’ta daha demokratik bir rejimin gelişmesi için nasıl bir rol alacak, zira bugüne kadar adı konulmayan bir diktatör destekleniyordu. Kısaca bir iktidar düştü ama yerine ne konulacak? Son olarak da Bin Ali ve diğer ortakları yargılanacak mı? Evlilik Yıldönümü... Bu yazıyı, yazarın senede bir gün olsun hakkı vardır diyerek ve okurlarımızdan izin isteyerek, evlilik yıldönümümüzde senin için yazmıştım... Aslında ne çok şeyin yıldönümü bizim evlilik yıldönümlerimiz... Kuşların saçaklarımızda ekmek kırıntılarını beklemeye başlayışlarının... Benekli sokak köpeğinin bizim arka bahçeye doğurmaya karar verişinin... Çevrede ne kadar kedi varsa toplanıp bizim eve gelişlerinin... Sabahları mutfak tarafından tıkırtılar gelişinin de yıldönümü... “Bana kahvaltı hazırlanıyor” diye sevinişimin... Sonra burnu püsküllü damat terliğimle yola çıkıp da sabahın köründe, tabaklara özenle hazırlanmış kedi mamalarını mahalleye dağıtışımın... Evin içindeki saksılarda en az iki çekirgemizin, bahçede ise bir sürü kirpimizin olduğunu öğrenmemin de yıldönümü, evlilik yıldönümlerimiz... Su tasları gelmişti evimize o gün, kalaylı... Hatırlıyor musun sevinip “Urfa pilavı için mi” diye sormuştum sana, yanıtlamıştın evlilik yıldönümümüz münasebetiyle: “Hayır, köpeklerimizin su tasları...” Bir keresinde evlilik yıldönümümüzü her zamankinden farklı olarak (!) Pako, Gorbi ve Rok ile birlikte geçirmeye karar vermiştik... Sanki dündü... O sene senin bana hediye olarak köpek kulübesi için iki torba çimento aldığında da... Yine bir evlilik yıldönümümüzdü... Peki, Gorbi ayakkabımın tekini yediğinde “dişleri çıkıyor” diye ne kadar sevindiğimizi hatırlıyor musun?.. Onları peş peşe kaybettiğimiz yıllar, sessiz ve hüzünlü bir evde hazırladığın kırmızı tabaklı, kırmızı peçeteli, kırmızı güllü, kırmızı mumlu sofralarda birbirimizin elini tutup ağlayarak geçirmiştik evlilik yıldönümlerimizi... Ne çok şeyin yıldönümü şu evlilik yıldönümlerimiz... Kısacası şefkatin kapı aralığından içeri süzülüşünün... Güvenin saçaklara dizilişinin... Evin pervazlarına merhametin sinişinin... Mutfak tarafından sevgi tıkırtılarının gelişinin... Senei devriyesi evlilik yıldönümlerimiz... Kaç yıl oldu bilmiyorum... Her yıl için... İçine yaşamın en değerli duygularını doldurup da... El ele, omuz omuza taşıdığımız her yıl için... Sağ ol... bcoskun@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle