22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 10 PAZAR YAZILARI CUMHURİYET 30 OCAK 2011 PAZAR [email protected] Türk L kadınına oynanan oyun Bitpazarına nur yağdı... “E skiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı!” denir... Ben de, acaba bitpazarına nur yağıyor mu diye merakımdan Amerika’nın bitpazarı olan Goodwill mağazalarına gidiyor, dışarı çıkmıyorum. ABD’de Goodwill’e gitmek ciddi bir sosyal hastalıktır, bulaşıcıdır; mazallah bir yakalanmaya görün, ne yapar eder, haftanın bir iki gününü Amerikan bitpazarında geçirirsiniz. Bunun adı Goodwillmania hastalığıdır! Gudvilmanya nedir, nasıldır, tedavisi nedir gibi soruları ancak benden öğrenebilirsiniz. Bu hastalığa bu adı yakıştırıp literatüre kazandıran birisi olarak, salt benim bu vadide borum öter. 1997’den beri ABD’de, üstelik taşrasında yaşayan birisi olarak depresyondan kurtulmanın yolunu Goodwill mağazalarına gitmekle bulduğumdan, hastalığın tanısını ben koyuyorum. Türkçesiyle “iyi niyet” diyebileceğimiz, Goodwill, 1902 yılında Boston kentinde Methodist Hıristiyan Kilisesi pederlerince kurulan bir bitpazarıdır. O günden bugüne, tozu üzerinde kalmış ne varsa orada satılır ve 2 bin 400 perakende satış yerinde bağış yöntemiyle toplanan ürünler yeniden pazara sunulur. ABD’de 184 sivil toplum örgütü tarafından destek gören tezgâha konur... Her şeyi orada bulmak Goodwill’in Kanada dahil olmak üzere 14 olanaklıdır; 1930 yapımı bir taş plak da ülkede dükkânı, yani bitpazarı vardır. elinize geçebilir, 1890 yapımı daktilo 5 Bitpazarlarına yılda 70 milyon civarında dolara sizi bekliyor olabilir, antika bir lamba insan eskisini püsküsünü bağışlar; neler sizi üç kuruşa aydınlatacaktır, bazen gözden yoktur onların içinde neler! Görseniz kaçmış değerinin yüzde birine satılan bir kıyamıyacağınız gramafonlardan eski saat, bir tablo, bir kıratlı mücevher de orada radyolara, envai çeşit biblodan tabloya yakalanabilir. Yeter ki bitpazarına, kadar, porselen mi dersiniz, yemek takımları Goodwill’e gidiniz; ben mı, iç çamaşırından ayakkabıya, gidiyorum... eldivenden şapkaya kadar, salon PURDUE Kapı girişi antreye konulan mobilyasından tutun bir eve çekmeceli ahşap bir sehpanın gerekecek türde neler neler fiyatı, mobilya mağazasında 150 vardır; yok yoktur bağışlarda... dolardan aşağı değilken, oraya Goodwill’in cirosu azımsanacak bağışlanıp ciladan geçmiş aynısını gibi değildir; şimdi sıkı durun: MAHMUT 10 dolara bulup, satın alıp evine 2010 yılında 3 buçuk milyar dolar ŞENOL getiren ve böylece karısından satış yapmıştır. Çalışanların sayısı büyük övgü alan muhabiriniz 155 bin kişidir, vergisi ve Mahmut’un yakaladığı bu fırsat gibi piyasa sigortasıyla ciddi bir işyeridir. Üstelik fiyatının onda birine burada eşya kuruluş ilkesi olan bir ayrıntı da önemlidir: bulabilirsiniz. Ne ki aramanız lazım, sık sık Çalışanlarını özürlü, iş bulamayan, eğitimsiz ziyaret etmeniz şart.. yahut cezaevinden çıkmış ve toplum Ben öyle yapıyorum, dahası, sabah akşam tarafından reddedilmiş insanlardan seçer. okula bırakıp, okuldan aldığım 5 yaşındaki Goodwill yapılan bağışları öyle haydan oğlum Ali Nâzım da buna alıştı, “Bugün gelmiş huya gider tarzında ortalığa dökmez; Goodwill’e gitmemiz gerekiyor, baba” Mahmutpaşa işi bir dikkatle işportacı gibi diye bana hatırlatıyor. O, oyuncak elden geçirir: Sökük dökük onarılır, yıkanır, raflarından ayrılmıyor! Baba oğul, beraberce temizlenir, paklanır, yağlanır, cilalanır ve Goodwil’lik olduk. Goodwill’i böyle öve öve, yere göğe sığdıramazken, bir yandan bütün bunlar bana Sadrazam Hırvat Rüstem Paşa’yı hatırlatıyor: Rüstem Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Hanım’a talip olur, ama paşanın cüzamlı olduğuna dair bir dedikodu yayılır. Padişah efendimiz ne yapsın, iki arada bir derede kalır, kızını vermeye çekinir, nikâh güçleşir... Sonunda akil adamlara sorarlar ki cüzamlıda bit durmazmış; bunu duyan Kanuni, haremağasına tembih eder: “Şimdi gidile, bakıla, Sadrazam yakasında acep bit var mı, yok mu?” Ertesi gün Habeş haremağası koşa koşa gelir, etekleri zil çalmaktadır: “Müjde, müjde” der, “Sadrazam yakasında bit kaynıyor...” Böylece ünlü Mihrimah Sultan, bitli Sadrazama gelin olur. Halk bu, durur mu, ardından hicvi yapıştırır: “Olacak bir kişinin bahtı kâvi talihi yâr / kehlesi dahi mahâlinde işe yarar...” Kehle, Osmanlıca’da bit demektir... Uzun lafın Amerikanca kısası şudur ki, ABD muhabiriniz Mahmut, kehle pazarından dışarı adım atmamaktadır... [email protected] [email protected] [email protected] www.ahmetarpad.de C MY B C MY B e Soir’da haberi okuyunca “Vay canına” dedim. Hep Brüksel’in “Türkiye” üzerine oynadığı oyunlardan söz edilir. Ama Belçika’da asıl “Türk kadını” üzerine oynanan oyunlar konuşulmaya başlandı anlaşılan. Belçikalı sosyologlar sayesinde kimsenin “yok böyle bir şey” diyecek hali kalmadı artık! Olay şu: Özgür Brüksel Üniversitesi’nin Flaman tarafından üç öğretim üyesi Belçika’da yaşayan Türk ve Faslı kadınların eğitim ve iş alanında kendi ülkelerinden gelen erkekler kadar ilerleyememelerini ve ezici çoğunluğunun sonunda “ev kadını” olmalarını “çok tuhaf” bulmuş olmalılar ki “bu çok tuhaf (!)” durumun nedenini araştırmaya karar vermişler. Zira bu ülkenin üniversitelerinde türban yasağı yok. Ayrıca üniversiteye gidebilmek için Belçika’da lise bitirmek yeterli. Yani üniversite sınavı bile yok. Üstelik üniversite harçları sudan ucuz. Hal böyleyken kadınların erkeklerin gerisinde kalması “bilimsel” bir araştırmanın konusu olmayı hak etmiş araştırmacıların gözünde. Belçika’nın Flaman bölgesinde ve Brüksel’de Fas ve Türk kökenli kadınlarla yaptıkları derin sohbetlerin sonunda şunları tespit etmiş sosyologlar: Bu kadınlar hem “evde”, hem de “okulda” peşinen geleneksel rollere itiliyorlar. Çoğu Türk veya Faslı aile, kızının aklına “18 yaşına kadar okula gidebileceği, daha sonra ise evlenip çocuk sahibi olacağı” fikrini güzelce yerleştiriyor. Bu hummalı hazırlığa rağmen okumaya hevesli birçok genç kız çıkıyor elbette. İşte o zaman da Belçika okulu devreye giriyor. Belçikalı hocalar bizim kızlara üniversite sevdasından vazgeçip bir an önce çalışmaya başlamalarını öğütlüyor. Aynı hocalar Flaman kızlara “Hırslı olmalısın, asılmalısın, ciddi konulara yönelmelisin, kişisel gelişimin, geleceğin için daha çok okumalısın” derken, Türk kızlarına “Okul önemli değil, en kısa yoldan bir meslek edin” diyorlar. Sonuç: Türk kızlarının yüzde 70’i genç yaşta çalışmaya yönlendiriliyor. Flaman kızların ise BRÜKSEL ancak yüzde 20’si erken yaşlarda çalışmayı seçiyor. Türkler ellerindeki diplomalarla pek ÇİMEN TURUNÇ parlak işler BATURALP bulamadıkları için sonunda kendilerine yatırım yapmaktan vazgeçip kısa sürede çoluk çocuğa karışıyor. Evlerinde ve okullarında kendilerine yönelik algıları küçük yaştan itibaren belli kalıplar içinde biçimlendirilmiş bu kadınlar içinde bulundukları durumlarını sorgulamayı akıl edemiyor. Bunun “doğal ve değişmez” olduğuna bütün benlikleriyle inanıyorlar. Nasıl ama? Global çekişmelerin masasında “rekabet”in ne menem bir şey olduğunu iyi bilen zengin Belçikalı dışardan geleni saf dışı bırakmanın en kestirme yolunu bulmuş. Bizim memleketin “kadını adamdan saymama” utancını yedeğine almış, Türk kadınını kendi kadınına layık görmediği yollara postalıyor. Böylece bir taşla sürüyle kuş vuruyor. Eve kapanan kadını bertaraf ederken kendini geliştirme şansı elinden alınmış kadınların yetiştireceği çocukların da yolunu çizmiş oluyor. Üniversite sıraları, paralı işler Flaman kızlara, kaliteli çocuk yuvaları da o kızların çocuklarına kalıyor. Ne de olsa ilimde irfanda ipi önde göğüslemenin tadına varmış, kaymağını yemiş Avrupa. Niye başkaları da “aydınlansın” onun binbir zahmetle yüzlerce yılda yaktığı ışıkta? Müslüman kadının tasası Belçikalıya mı düştü? Tabii ki hayır! Ama en azından anlaşılan o ki ilim irfan aşkı ağır bastı ve üç sosyoloğun bilimsel merakı Belçika’daki Türk kadını üzerine oynanan oyunu kâğıda döküverdi. AB kurumlarının en hararetli konularından biridir ilim, irfan, eğitim. AB Komisyonu Başkanı Barrosa elindeki raporlara bakıp bakıp söyler durur: “Biz Avrupalılar, eğitim ve araştırmada önde olduğumuz için güçlüyüz, zenginiz. Dünyanın gelişen başka bölgelerine karşı bu özelliğimizi korumalıyız. Daha iyi, daha iyi olmalıyız eğitim konusunda... ” Brüksel’deki eğitim müşavirimiz, geçen pazar günü Brüksel Ulu Cami Derneği’nin bir odasında toplanmış Türk kadınlarına çocuklarının eğitimine nasıl katkıda bulunacaklarını, örneğin evde hep Türkçe, okulda ise hep Fransızca veya Flamanca konuşulmasının çocukların eğitimindeki müthiş önemini anlatıyordu. Başı bağlı kız çocuklarının da olduğu salondaki hanımlardan biri utana sıkıla sordu: “Okuma yazma kursu da açacak mısınız?” Cinsel taciz toplumsal bir tabu mu? turduğumuz eve yakın küçük “şirketlerinden” birinin şefi! Protestan kilisesinin adı Vatikan elindeki altın rezervleriyle “Orman Kilisesi”, karşısı Birleşik Amerika’dan sonra ikinci ormanlık olduğu için bu adı sırada geliyor; hisse senedi vermişler sanırım. Kilisenin papazı varlığının da 100 milyar doların geçen yılın sonunda emekli oldu. üzerinde olduğu söyleniyor. Şimdi boş zamanı çok. Birkaç gün Katolik Kilisesi’nde ruhban sınıfı önce rastladım. Yanında köpeği evlenmez. Papazlar bekâr kalmak ormanda gezmeye gidiyormuş. zorundadırlar. Ayaküstü sohbet sırasında: “Tam Değil evlenmek, cinsel temasta bile son aylarda işler artmıştı, bulunamazlar. Papaz okullarındaki emekliliğim geldi” dedi. “Fena çocuk tacizlerinin geçmişi mı?” diye sordum. Gülümsemekle yüzlerce yıl geriye gider. yetindi. “Niçin işler Vatikan bu sorunu hep artmıştı?” diye sessizce kendi içinde STUTTGART sormadan edemedim. çözmeyi tercih ederdi. Gülümsemesini Amerika ve Fransa’da sürdürdü. Sonra, 80’li yıllarda birçok taciz “Geçen yıl çok kişi olayı patlak verdi. Fakat mezhep değiştirdi asıl bomba iki yıl önce de...” diye mırıldandı AHMET ARPAD İrlanda’da patladı, Katolik ve tasmasını çekiştiren rahiplerin çocuklara köpeğinin peşinden yaptığı cinsel tacizlerin karlar içindeki orman sistematik olarak gizlendiği ortaya yollarına daldı. çıktı. Sadece bu ülkede 15 bin Merak edip araştırdım. Gerçekten çocuğun cinsel tacize uğradığı de 2010 yılında Almanya’da her tahmin ediliyor. yaştan 250 bin insan Katolik Tüm Avrupa’da taciz olaylarının on mezhebinden ayrılmış. Bu arada binlerce olduğu söyleniyor. Papa Protestan Kilisesi’ne kaydolanların 16. Benedikt’in anavatanı Almanya sayısı da eski yıllara oranla ikiye da skandallara sahne olan başka bir katlanmış. En büyük neden de Avrupa ülkesi. Yüreklilik gösterip geçen yıl şu günlerde Katolik de sadece Almanya’da mahkemeye Kilisesi’nde ortaya çıkan çocuk başvuranların sayısı bu arada iki tacizleri olayı... yüzü geçti. Ancak adı tacizlere Katolikler dünyanın en büyük dini karışan çoğu rahip ya artık hayatta örgütü. Papa 16. Benedikt de değil ya da çok yaşlanmış. Sonunda dünyamızın en zengin Vatikan’ın bu büyük skandalı örtbas etmesi artık mümkün olmadı. Papa özür dilemek zorunda kaldı. Peki, gelecekte ne olacak? Katolik Kilisesi’nde artık yeni bir dönem başlayacak mı? Rahiplerin evlenmesini yasaklayan Katolik Kilisesi bundan vazgeçecek mi? Kiliseler etmeyi planlıyor. Ancak Osmanlı evrenselleşecek mi, ekümenlik ordusunun gece atağı, Viyanalı getirilip Katoliklerle Protestanlar fırınların gece işbaşı yapmaları aynı masaya oturacak mı? Taciz nedeniyle gerçekleşemiyor. skandallarında şimdiye kadar daha Viyana’nın işgali suya düşünce çok Avrupa ülkelerinin adı Hıristiyan nüfusun Türk geçiyor. Fakat Vatikan’ın işgalinden kurtulmasının şerefine kolları dünyanın dört bir ucuna yarım aydan esinlenen bir tatlı yayılmış. Oralarda neler olup üretildiğini anlatıyor Moriani. Avusturyalıların “kipferl” diye bitiyor?Bir bilene sordum. adlandırdığı croissant, simgesel “Kenya’da, Filipinler’de yaygın” anlamda Osmanlı ordusunu dedi. Kafalara takılan ve yanıtları yiyen Batı’yı temsil ediyor. verilemeyen birçok soru var. Moriani’ye göre, Venedik ile Bu arada akla başka şeyler de Avusturya coğrafi açıdan yakın geliyor! Acaba bizim tarikat olduklarından croissant’ın yurtlarında, cemaat kamplarında Fransa’dan önce Venedik’e da benzeri şeyler oluyor mu? gelmiş olması kuvvetli bir Arada sırada medyamızda bir olasılık. 16. yüzyılda Venedik’te şeyler duyuluyor da... “chifel” adıyla anılan bu Fakat doğru dürüst açığa çıkan tek olay yok. Kim bilir kaçı croissant konusunda çok sayıda hasıraltı ediliyor? Ne de olsa cinsel yazılı belge olduğunu da taciz toplumsal bir tabu. aktarıyor Moriani. Köpüklü Çocukları birer mağdur cappucino’lar, tereyağlı olarak gören ve koruyan bir croissant’ların tadında işte bu hukuksal zihniyet de pek yok... tarihi öykü saklı. O Croissant, Viyana, Türkler... uzey İtalya’da “brioche”, güneyde “cornetto”, Fransa’da ise “croissant”. Sabah kafelerde ayaküstü yapılan kahvaltılarda kahveye eşlik eden yarım ay şeklindeki croissant’ın Viyana’yı işgal eden Osmanlılardan kurtulmanın şerefine bir Avusturyalı fırıncı tarafından üretildiğini duymuştum. Yemek kültürü konusunda araştırmalarıyla tanınan Gianni Moriani, yeni çıkan kitabında croissant’ın tarihini belgeler ışığında aydınlatıyor. Moriani, Venedik Ca’ Foscari Üniversitesi’nde “Kültür, Gıda ve Şarap” konulu yüksek lisans programının mimarı. Terra Ferma’dan çıkan “Kornet ve Cappucino, İtalyan Usulü Kahvaltının Tarihi ve Talihi” adlı kitabında Fransızcada croissant adıyla anılan brioche’un Fransa’dan önce Venedik’te üretildiğini, Venedik K halkının 1683’te Viyana’ya giren birliğine başkanlık etmesi için gönderiyor. Viyana’da bir Türklerden kurtulmanın kahveye giden diplomat, sevinciyle Avusturyalı bir kendisine sunulan kahvenin fırıncının keşfi olan brioche’la acımtrak tadından hoşnut tanıştığını anımsatıyor... kalmayınca biraz su ve süt Gianni Moriani, yemek kültürü eklemelerini istiyor. İşte ve tarihine ışık tutan kitabında cappucino’nun leziz bir Avusturya’daki cappucino’nun MİLANO versiyonu Kapuziner, hazırlanmasında İtalyan diplomatın daha önemli bir role sahip, tatlı bir tat arayışı kahveye tat katan bu sırasında tesadüfen nitelikli suyun keşfediliyor. Cappucino İstanbul’dan croissant’sız Venedikli tacirler ASLI KAYABAL düşünülemeyeceği için tarafından şehre Gianni Moriani, getirildiğini yazıyor. kitabında croissant’ın Cappucino, İtalya’da öylesine da geçmişini araştırıyor. seviliyor ki, Goldoni bu köpüklü Fransızcada croissant, kahve için bir komedi kaleme “büyüyen/gelişen” anlamına alırken Bach’ın da bir beste geliyor. “Türk bayrağındaki yaptığı dile getiriliyor. yarım ay gibi” yazıyor Moriani. Osmanlıların Viyana’yı fethettiği Çünkü croissant’ın keşfi ile dönemde dönemin papası Türklerin Viyana’yı fetih diplomat Marco da Aviano’yu girişimi arasında bir ilişki var. Viyana’daki büyük düşman Yıl, 1683. Osmanlı ordusu, Türk’ün karşısındaki Katolik Avusturya başkentini gece işgal
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle