18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 OCAK 2011 CUMA CUMHURİYET SAYFA HABERLER CHP PM üyesi Prof. Dr. Pazarcı, ‘demokratik özerklik’ talebinin Misakı Milli’ye aykırılık taşıdığını söyledi: 9 SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Talep ayrışmayı destekliyor IŞIK KANSU Oyunu Bozmak, Yeniden Kart Dağıtmak (1) Türkiye’de inanılmaz bir hukuksuzluk yaşanıyor. Ben bunun için, bir yol önerdim. Başkaları başka bir şey önerebilir. Ama bugüne kadar yapıldığı gibi, “hiçbir şey yapılmamasının” mutlaka önüne geçilmesi gerek. En azından Mehmet Ali Çelebi’nin durumu, hiçbir şey yapılmamasının, artık mümkün olmadığını açıkça göstermiştir herhalde. Tabii bu söylediğim, birilerinin “bamteline” dokundu. Kimlerin mi? İktidarın ve yandaşların. Gerçi Oral Çalışlar ve onun gibi, hayatın meşakkatli yollarında kaybolmamak, yolunu bulabilmek için, soldan sağa, sağdan sola yalpalayanların ya da “Hüseyin Gülerce” gibi “birisinin adamı” olmaktan başka bir niteliği olmayan kişilerin söyledikleri çok önemli değil; bunlarla uğraşmak da doğru değil! Üstelik zamanı da değil. Önemli olan “hukuksuzluklarla mücadele etmek”. Önemli olan bu! Ve söylediklerimizin, önerilerimizin, hatta kendimizin, amacın önüne geçmesine de izin vermememiz gerekir. Gerçi bu arada, çok üzüldüm. Çünkü Fuat Keyman ve Sedat Ergin gibi değer verdiğim kişiler de hiçbir şey anlamamışlar. Çünkü ikisi de “iki kişiyi yargıdan kurtarıp, diğerlerini bırakmak, demokratik değil” derken, Ergin de “biz dokunulmazlıktan şikâyet ederken, yargılamayı engellemek yanlış” ve bir de “sonra hüküm giyseler bile, milletvekilliği süresince uygulanamaz” dedi. Oysa bu söyledikleri kesinlikle doğru değil. Anayasa’nın 83 ve 84. maddelerini bir bilselerdi, bir baksalardı, amacımın bu olmasının mümkün olmadığını da, anayasaya uygun olmadığını da anlarlardı. Dediğim gibi, Türkiye’de korkunç bir hukuksuzluk yaşanıyor ve her şey bir plan içinde yürüyor. Amaç, hukuk devletini ortadan kaldırarak, yerine totaliter bir rejim kurmak. 2005’te yasa yaptılar; “herkesin telefonlarını dinleyecek” kurumun başına “Başbakan tek başına atama yapacak” dediler. 2007’de tüm yargıç adaylarını, Adalet Bakanı’na doğrudan bağlı 5 bürokratın ataması usulünü getirdiler. Danıştay atamalarda “kamera isteyince”, çok kızdılar. Onu değiştirmek için yasa yaptılar. 2010’da bir anayasa değişikliği yapıp, “Anayasa Mahkemesi ve HSYK’yi” tamamen iktidara bağladılar. 2011’de Anayasa Mahkemesi’ne yönelik tasarıyı getirdiler. İçine “Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay ve Danıştay’ın kararlarını iptal edebileceğini” koydular. Anayasanın açık hükümlerine tamamı ile aykırı imiş, oralı bile olmadılar. Bireysel başvuruya bir süre koymadılar, sonsuza kadar uzamasını sağladılar, belirli işlemler için, bireysel başvuruyu kabul etmediler, yani “anlamsızlaştırdılar”. Geçen cuma Yargıtay ve Danıştay için yeni tasarı getirdiler; dairelerin görevlerinin yasayla belirlenmesi usulünü terk ettiler. Dairelere, işleri çabuklaştırmak için yeni üyeler eklemek yerine, Geçici 1. Madde ile tüm üyelerin torbada toplanıp, yeniden dağıtılması hükmünü getirdiler. Yani istedikleri daireleri, istedikleri üyelerle yeniden oluşturmayı amaçladılar. Yani “yandaş Yargıtay” istediklerini açıkça ortaya koydular. Tüm bu aşamaları geçerken korku imparatorluğunu yerleştirmek için, belli davaları da kullandılar. Deniz Feneri davasının ise, bir adım boyu yol almasını bile engellediler. Öyle baskılar kurdular ki, her şey gözümüzün önünde cereyan etti. Neler yaptılar, neler! Bu davalarda, tahliye kararı veren yargıçları, önce kendi gazetelerinde “hedef gösterdiler” sonra da açıkça oraya buraya sürdüler. Hiçbir şey yapmayanları ise kaygısızca taltif ettiler. Mehmet Ali Çelebi gibi gencecik bir teğmeni, Hizbuttahrir örgütünün üyesi olmakla suçladılar, en önemli kanıt olarak, “telefon rehberinde bulunan numaraları” gösterdiler. Avukatı reddetti, inanmadılar. “İşte darbenin askerini bulduk” dediler. “Ne darbesi, ne örgütü, bunlar düzmece” diyenlere, “gördünüz mü Ergenekoncuları” dediler ve 29 ay içeride tuttular. Ve bir de anlaşıldı ki, o 139 kayıt, gencecik teğmen gözaltına alındıktan sonra “polisler tarafından eklenmiş”. Olay ortaya çıkınca, emniyet “yanlışlıkla” dedi. İçişleri Bakanı, oralı bile olmadı. Neden olsundu? Amaçlarına ulaşıyorlardı ya, o yeterdi! Balyoz davasında, “elimizde ne kanıtlar var, ne” dediler ve yüzlerce sayfa, onlarca CD ortaya koydular. Bir baktık ki, en önemli kanıt; bir CD, ünlü 11 numaralı CD. Ve en geç 2003’te hazırlandığı, bilirkişi raporu ile söylenen CD’de, bir baktık ki, 2006 yılındaki dernekler, 2009 yılındaki şirketler var. 2007 yılında adı değişen hastanenin yeni adı var. “Bu bilgiler 5 yıl önceden, CD’ye nasıl girmiş” dedik. Oralı bile olmadılar. Ne Adalet Bakanı, ne Başbakan oralı bile olmadı. Neden olsunlardı? Amaçlarına ulaşmışlardı ya, o yeterdi! ANKARA Uluslararası hukuk uzmanı, CHP PM üyesi Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, özerkliğin belirli bir kimlik üzerine kurularak ayrıştırmayı desteklemesi açısından Misakı Milli’ye aykırı olacağını belirterek “Lozan, devletin resmi dili bulunduğunu ifade eder” dedi. Pazarcı, Cumhuriyet’in konuya ilişkin sorularına yanıt verirken Güneydoğu’daki son gelişmelerin ve özellikle etnik kimlik üzerine dayandırılan özerklik ve iki dillilik konularında ifade edilen isteklerin Türkiye’nin varlığının temel koşullarını koyan Misakı Milli ve Lozan Antlaşması ile uyuştuğunu söylemenin olanaklı bulunmadığını söyledi. Pazarcı, şu görüşleri dile getirdi: “Misakı Milli’nin 1. maddesi Mondros Mütarekesi ile silah bırakışımı çizgisi içinde kalan ülkede ki Güneydoğu bu çizgi içinde kalmaktadır ‘din, soy ve amaç birliği bakımlarından birbirine bağlı olan’ halkımızın birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğunu bildirmektedir. Bir yerel yönetim biçimi olarak özerkliğin belirli bir kimlik üzerine kurularak ayrışmayı desteklemesi nedeniyle bu birlik ve bütünlüğü bozabilecek nitelikler taşıması söz konusu olacağından bu yaklaşım Misakı Milli’ye aykırı düşecektir.” Lozan Barış Antlaşması da özellikle “Azınlıkların Korunması”nı düzenleyen 3. kesimin 39. maddesinin 4. bendinde, herhangi bir Türk vatandaşının gerek özel gerekse ticari ilişkilerinde ya da basın yayın ile ilgili açık toplantılarda dilediği dili kullanmasına hiçbir kısıtlama getirilemeyeceğinin düzenlendiğine işaret eden Pazarcı, şunları söyledi: “Aynı maddenin son bendinde ise Türkçeden başka bir dil konuşan herhangi bir Türk vatandaşının mahkemelerde kendi dilini sözlü olarak kullanabilmesi için uygun düşen kolaylıkların sağlanacağını düzenlemektedir. Ancak, bu son hüküm, aynı zamanda devletin resmi dilinin bulunduğunu ifade etmek suretiyle, mahkemelerde kullanılmasına kolaylık sağlanacak böyle bir dilin bir resmi dil olarak kabul edilemeyeceğini ya da resmi dile eşit bir konumda değerlendirilmeyeceğini de belirtmiş olmaktadır.” SUNUŞ: 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi kararları çerçevesinde Osmanlı Meclisi Mebusan’ınca 28 Ocak 1920’de kabul edilen “Misakı Milli”nin temeli özetle şu ilkeye bağlanmıştır: “1. Dünya Savaşı’nın bitiminde imzalanan mütareke antlaşmasının çizdiği sınırlar içinde, din, ırk ve asılca birlik oluşturan vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz.” Son yıllarda gerek AKP’nin dillendirdiği “açılım”, gerekse BDP’nin öncülük yaptığı “demokratik özerklik, iki dillilik” gibi öneriler; bugün 91. yılına giren Misakı Milli’nin yukarıdaki özüne, ruhuna uygun mu? Cumhuriyet gazetesi olarak, gerek önerileri savunan BDP’ye, gerekse bugüne değin Misakı Milli ve Lozan’ın savunucusu konumunda olan CHP’ye sorularımızı yönelttik. Verdikleri yanıtlar, sanırız günümüzdeki tartışmalara büyük ölçüde somutluk kazandıracaktır. 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nde Misakı Milli ilan edilip yayımlanmıştı. BDP GENEL BAŞKANI SELAHATTİN DEMİRTAŞ: CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU: Özerklik aykırılık içermez AYŞE SAYIN Misakı Milli esnetilemez ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Misakı Milli’nin demokrasi ve özgürlük gibi gündemlerle esnetilemeyeceğini belirterek AKP’nin açılım politikalarıyla insanların komşusunun etnik kimliğini sorgular hale geldiğini söyledi. Kılıçdaroğlu, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı: BDP’nin “Demokratik Özerklik” ve “iki dilli yaşam” önerilerinin Misakı Milli’yi ortadan kaldıracağına yönelik kaygılar var. Siz de bir rapor hazırlıyorsunuz... Bizim hazırladığımız raporu bu kaygılara paralel düşünmek çok yanlış. “Kılıçdaroğlu bu konulara pek girmiyor. İki dillilik ve özerklik taleplerine karşı tepkisini tam olarak ortaya koymuyor, sorulmadığı takdirde konuşmuyor” yönünde eleştiriler var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda duyarlı olması gereken kesimler varken ve iktidarken seslerini çıkarmıyorlarsa... Toplumun onları görmesini istiyorum. Toplumun AKP’nin ülkeyi nasıl bölünme noktasına getirdiğini görmesi lazım. CHP dışında toplumun diğer dinamiklerinin de tepki göstermesi gerek. Biz tepki göstermiyor değiliz. Biz bunun yanlış olduğunu söylüyoruz zaten. Bir politikacının temel görevinin toplumu entegre etmesi gerektiğini söylüyoruz. İki dil koyduğunuz zaman toplumu eğitimde ikiye bölersiniz. Bunun için biz AKP’nin izlediği politikaların bölücülük olduğunu da söylüyoruz. En büyük bölücünün de Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledik. Daha ne söyleyelim biz. Misakı Milli’nin “Demokratik Özerklik” gibi konularla esnetilmesine karşı CHP’nin tavrı net değil mi? Tabii efendim. Misakı Milli, bizim mücadele ederek, kan dökerek, bedel ödeyerek vardığımız bir sonuçtur. Onun demokrasiydi, haklardı, özgürlüklerdi gibi yapay gündemlerle esnetilmesi doğru değildir. Öyle bir düşünceye sahip olunması bile doğru değildir. Yurtseverlikle bağdaşmaz. ANKARA BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan’ın önerisiyle partisinin tartışmaya açtığı, “demokratik özerklik projesini”, “Kürtlerin ortak vatandaki statülerinin tanınması için bir çözüm önerisi” olarak gündeme getirdiklerini belirtirken bu önerinin Misakı Milli’ye aykırı çözüm önermediğini savundu. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, partisinin dışındaki kamuoyu tarafından “kuşku”yla karşılanan Demokratik Özerklik Projesi’ni “kardeşlik ve birlikte yaşam” projesi olarak nitelendirirken “Misakı Milli” ruhuna da aykırı olmadığı görüşünde. Demirtaş, özerkliğin sadece Kürtlere yönelik bir statü olmaktan çok, bölgesel bir yönetim modeli olarak bütün Türkiye’de uygulanması gerektiğini savunarak şöyle konuştu: “Yani etnisiteye dayalı bir özerklik yerine coğrafi bir temelde yönetim birimleri olarak özerk bölgeler oluşturulmalıdır. Bugünkü il genel meclisleri ile TBMM arasında konum landırılmış ve her biri 36 ili temsil eden ‘bölge meclisleri’ kurulabilir. (...) Ülkenin tümünde geçerli tek anayasa ile üniterlik korunurken dışişleri, maliye, adalet ve ulusal güvenlik hizmetleri merkezi hükümetin koordinesinde yürütülür. Bölge meclisleri, eğitim kültür gibi hizmetleri yürütürken farklı dil, inanç vb. dikkate alırlar. Resmi dil olan Türkçenin yanı sıra isteyen herkese resmi dilin öğrenilmesi şartıylaanadilde eğitim ve kamu hizmeti sunulmasını organize eder. Yani İstanbul’da yaşayanlar Kürtler de oradaki bölge meclisinin alacağı kararlar ile İstanbul’da da anadilinde eğitim alabilir.” Demokratik özerkliğin özünde bu “misak”a aykırı olmayan bir çözümü içerdiğini savunan Demirtaş “Çokça söylendiği gibi Misakı Milli, bugünkü sınırları çizen bir ant değildir. O dönem, ortak düşmana karşı ortak mücadele yürütme kararı veren Anadolu halklarının birlikte mücadele ve birlikte yaşam için ortak mesajıdır. Bu yönüyle düşünüldüğünde demokratik özerklik bu mesaja ve bu ruha aykırı değildir” dedi. ÇANKAL’I ÖLDÜRDÜ AMA... BDP’nin raporuna göre, cezaevlerinde kötü muamele artarak sürüyor: Hukuk yok keyfiyet var ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) BDP, en yoğun “insan hakkı ihlali” yakınmasının geldiği 8 cezaevinde yaptığı incelemeler sonucunda hazırladığı raporunda, “Hukuk yok, keyfiyet hâkim” saptamasında bulundu. Bolu Cezaevi’nde kalan PKK’lilerin ise “İmralı’nın koşullarının düzeltilmesi” talebinde bulunmaları dikkat çekti. BDP Grup Başkanvekili Ayla Akat Ata, dün düzenlediği basın toplantısında Adana, Bakırköy Kadın ve Çocuk, Bolu F Tipi, Diyarbakır E tipi, Erzurum, Mardin M Tipi, Tekirdağ F Tipi ve Trabzon Cezaevi’nde yapılan incelemeler sonucunda hazırladıkları raporu açıkladı. Cezaevlerinde “hukukun değil, keyfiliğin egemen olduğu”nun incelemelerde görüldüğünü belirten Ata, “Pek çok araştırma önergesi verdik ancak hükümet bunlara karşı sağır ve kör davrandı” dedi. Ata, hazırladıkları raporu ilgili cezaevlerine ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e göndereceklerini bildirdi. BDP’nin cezaevi raporunda temel saptamalar şöyle: Açlıkla terbiye: Ceza İnfaz Yasası ve tüzük hükümlerine riayet edilmiyor. Cezaevlerinde, hasta hükümlülere diyet uygulaması yapılmaksızın her tutuklu ve hükümlüye aynı tür yiyecek veriliyor. Arsenik şüphesi: Erzurum Cezaevi’nde tutuklu ve hükümlülere verilen sıcak su köpüklü, paslı ve kokulu olduğu için sularda arsenik şüphesi olduğu belirtiliyor. Fareler yuva yaptı: Trabzon Cezaevi’nde odalarda farelerin yuva yapmış olduğu belirtiliyor. Fiziki şiddet: Tekirdağ Cezaevi’nde aramalarda fiziki şiddet uygulanıyor, sonrasında mektup ve ziyaret cezası veriliyor. Nakil sürgüne dönüştü: Adana Cezaevi’nde hasta tutukluların muayenesi çoğu kez kelepçeli yapılıyor, kelepçeyi reddedenler tedaviden yoksun bırakılıyor. Cezaevlerinde nakil uygulamaları adeta sürgün ve cezaya dönüşmüş durumda. Nakillerden dolayı tutuklu ve hükümlülerin aileleri ile görüşmeleri fiilen engelleniyor. ‘İnsan hakları ihlalleri arttı’ DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) İHD’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2010 Yılı Hak İhlalleri Raporu düzenlenen bir basın toplantısıyla açıkland ı. Raporda geçen yıl 23 bin 573 hak ihla linin yaşandığı belirtilirken ihlallerde ciddi artışların görüldüğüne dikkat çekildi. İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici’nin açıkladığı raporda geçen ihlal rakamları bazıları şöyle: “Çatışmalarda güvenlik güçleri: 117 ölü, 284 yaralı. Çatı şmalarda PKK’li: 133 ölü, 10 yaralı. Fail i meçhul cinayet, yargısız infaz, silah kullanma yetkisinin ihlali: 57 ölü, 96 yara lı. Resmi hata ve ihmal sonucu: 47 ölü, 1 yaralı. Asker polis intiharı: 27 ölü, 4 teşe bbüs. Kadın intiharları: 85 ölü, 63 teşe bbüs. Erkek intiharları: 82 ölü, 49 teşe bbüs. Çocuk intiharları: 39 ölü, 12 teşe bbüs. Namus cinayetleri: 23 ölü, 5 yara lı. Polise iyi hal indirimi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Polis memuru Vahit Karşılıyan, Altındağ’da Soner Çankal adlı gencin öldürülmesi olayıyla ilgili yargılandığı davada, “taksirle öldürme” suçundan 6 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde önceki gün görülen davanın karar duruşmasında mahkeme heyeti, Karşılıyan’a 2 yıl hapis cezası verdi. Cezada üçte bir oranında indirim uygulayan mahkeme heyeti, cezayı 8 aya indirdi. Sanığın duruşmalardaki iyi halini de göz önünde bulundurarak, cezada altıda bir oranında indirim öngören mahkeme heyeti, Karşılıyan’ı 6 ay 20 gün hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme heyeti, Karşılıyan’ın sabıkasız oluşu nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına da karar verdi. Karşılıyan böylece hapse girmekten kurtuldu. İddianamede, sanık polis memuru Karşılıyan’ın, “meşru müdafaa sınırının aşılması sonucu adam öldürme” suçundan cezalandırılması isteniyordu. Karşılıyan olayla ilgili çelişkili ifadeler vermişti. BDP’li Ayla Akat Ata. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle