25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 28 OCAK 2011 CUMA AÇI MÜMTAZ SOYSAL ‘58. Dünya Lepra (Cüzam) Haftası’ Yaşayan ama sakatlığı ve yaşı nedeniyle üretken olamayan lepradan etkilenmiş kişilerin yaşamlarının geri kalan kısmının daha iyi koşullarda geçirilmesi için hepimizin desteği gerekmektedir. Bu desteği “Cüzzamla Savaş Derneği”ne, İstanbul Lepra Hastanesi’ne verebilirsiniz. Başlıktan etkilenip bu yazıyı okuyan herkesi, lepra konusundaki duyarlılığı için kutluyoruz. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Ortada Kalış Şaşkınlığı EMRE KONGAR, daha önce yaptığı gibi dün de sütununda yineledi: Türkiye Cumhuriyeti, değişik açılardan yapılan ülkeler arası ölçümlerde hep ortalarda gezinmekte. Rejimlerin orta yerinde; tam ve kusurlu demokrasilerle otoriter rejimler arası “melez demokrasi” olarak ortada. Özgürlük konusunda, “özgürler” ile “özgür olmayanlar” yarışında da ortada: “kısmen özgür”. Başlangıçtaki iddiası “çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkmak” olan bir Cumhuriyete yakışmıyor. Niçin böyle? u ülkenin bilim, sanat ve spor gibi alanlarda ön saflara geçmiş ve geçebilen birinci sınıf insanları yok mu? Var, hem de yığınla. Ara sıra adlarını duydukça gururlanıyoruz. Buna karşılık, hâlâ devletinin resmi dilini konuşamayan, okuma yazma bilmeyen, ilkokul diploması olmayan, işsiz, evsiz, sosyal güvencesiz, hatta yarı aç yaşayan insanlarımız bile var yetmiş beş milyonluk nüfusumuz içinde. Neden böyle? Üst kesimdeki insanlarımız, yani yalnız ün kazandıkları alanlarda değil, servet ve yaşama standardı olarak da ortanın üstünde olanlarımız, genellikle öğrenim düzeyleri dolayısıyla da öğrenip pek sevdikleri “empati” kavramına uygun biçimde kendilerini onların yerine koyarak, sıkıntılarını, özlemlerini kendi içlerinde de duyarak, acılarıyla bütünleştirerek o kesim için gerekeni yapamazlar mı? O noktada pek kolay anlaşılmayan bir şey var ama tam ne? aliba bir yanda üstün kültür, duyarlı çevre ve doğa sevgisi ile öte yanda çağdaş ekonomistlik ve ileri mühendislik karışımı bir örnek, bu anlaşılmazlığın nedenini anlamaya ve anlatmaya yardımcı olabilir. Gün geçmiyor ki, üstün kültür sahibi insanlarımızın, uzak dönemlerin tarihini, sanat değerlerini iyi bilen, doğayı seven, kirletmek, çirkinleştirmek istemeyen insanlarımızın feryatlarını ve isyan seslerini duymuş olmayalım; örneğin, kısaca HES denen yurdun çeşitli köşeleri için planlanan, yapılan, bitirilen hidroelektrik santral barajları konusunda. Öte yandan, bilim ve fen dünyamızın seçkin insanları, toplumlar arası refahlı yaşayış, sağlam ekonomi düzeyi ve çağdaşlık yarışında geri kalışımızın nedenlerini açıkça ortaya koyuyor: Dıştan yollanan gelişme modellerine aşırı düşkünlük, plansızlık, ileri teknolojileri yerinde ve zamanında kullanamayış ya da özgünlerini yaratamayış. Onlar, kömür, petrol ya da doğalgaz gibi gittikçe tükenen, dıştan alma ve taşıma yüzünden pahalıya mal olan kaynaklarla elde edilmiş elektriğin hidroelektrik santrallı barajlardan elde edilen elektriğe göre dört misli pahalıya mal olduğunu ortaya koymaktalar. öyle bir gerçeklik açıkça ortadayken çevreciler ve romantik “aydın”lar ile kalkınmacı ekonomistler ve barajcı mühendisler arasındaki çekişmelerin anlamı ne? Kesimler arası kopukluktan, Cumhuriyetin bütünlükçü felsefesini kavrayamayıştan ve dıştan üfürülen formülleri ezberleyişten başka anlamı var mı bunun? O zaman, başlangıçtaki atılımın geniş kapsamlı devrimciliğinden ders çıkarmak, kimilerinin suçladıkları gibi gericilik midir, yoksa çağın zorladığı yeni bir devrimcilik mi? Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL Cüzzamla Savaş Derneği Yönetim Kurulu Başkanı O B G kuduğumuz romanlarda, izlediğimiz filmlerde çok yanlış anlatılan lepra hastalığı, aslında küçücük bir mikroorganizmanın yol açtığı, oldukça zor bulaşan, deri ve periferik sinirlerimizi etkileyen bir hastalıktır. Böyle olunca da tanısı ve tedavisi çok kolaydır. Yeter ki ona önyargı ile yaklaşmayalım. Tedavi olmamış hastalardan aksırma, öksürme, soluk alıp verme ile dışarı atılan mikrop, yine solunum yolu ile daha çok çocuklara geçer. Çocuklarda mikrobu yok edecek bağışıklık sisteminin yetersizliği nedeni ile mikrop yavaş yavaş çoğalır kuluçka dönemi sonrasında hastalık belirtileri ortaya çıkar. Yetişkinlerde hastalığın gelişmesi çok daha zordur. Hastalığın belirtileri uzun yıllar sonra deride lekelerle ortaya çıkar, tanı konduktan sonra da hastalığın tipine göre, altı ya da on iki ayda, birden fazla ilacın bir arada kullanılması ile tedavi edilir. Dünya Sağlık Örgütü, 1995 yılından bu yana ilaçları ücretsiz dağıtmaktadır. Lepradan korunma çok ucuz, erken tedavi ucuz, rehabilitasyon ise pahalıdır. Ülkemizde, 1960’lı yıllarda, Doç. Dr. Etem Utku’nun yaptığı tarama çalışmaları sonucu, Sağlık Bakanlığı’nda kayıtlı 4 bin kadar lepralı hasta vardı. Tedavileri için de Elazığ’da Cüzam Hastanesi, Ankara’da Tıp Fakültesi’ne bağlı Lepra Merkezi, İstanbul’da Sağlık Bakanlığı ve İstanbul Tıp Fakültesi ve Cüzzamla Savaş Derneği’nin desteği ile lepra hastanesi hizmeti veriyorlardı. Prof. Dr. Türkan Saylan, ülkemizde lepra konusu ve lepralı hastalar için oldukça önemli çalışmalar yapan, kurduğu ekibin istekle ve heyecanla çalışması sonucu, sosyal bir hastalığın nasıl ortadan kaldırılacağı konusunda, örnek olan bir hekim. Sosyal bir hastalığa çok yönlü yaklaşmak gerekir. Türkan Hocamız da bunu, uzun yıllar önce, Lepra Hastanesi’nde gerçekleştirdi. Hastalara tanı koyabilmek için, ekibi ile köy köy dolaşarak, hastaları ve ailelerini evlerinde ziyaret ederek, hasta olanların tedavisini, fiziksel ve sosyal rehabilitasyonunu, sadece hastaların değil aynı zamanda ailelerinin de gelişmesini, çağdaş koşullarda yaşamasını sağladı. Bugün yaşayan, leprası iyileşmiş ama geçmişte çok iyi tedavi olamadığı ya da yaşlılığı nedeniyle sahip olduğu sağlık, sosyal ve ekonomik sorunların çözümü için hâlâ destek bekleyen 2 bin 500 kadar lepradan etkilenmiş kişi var. Prof. Dr. Türkan Saylan ve çalışma ekibi, yıllardır Anadolu’yu karış karış gezerek tedavi ve sosyal gereksinimlerini sağlamışlardır. Lepra konusunda çalışan sağlıkçılar olarak neler yaptık, neler yaşadık diye düşündüğümüzde, yaşadıklarımız gözümüzün önünden geçerken aynı zamanda güzel şeyler başarmanın zevkini de duyuyoruz. Lepra taramaları Lepra konusunda eğitim almak için yurtdışı deneyimleri, uluslararası kongrelerde bildiri sunabilme heyecanı, yazdığımız makalelerin yurtiçi ve yurtdışındaki dergilerde yayımlandığını görme, hem çalışıp hem de akademik kariyer yapma, lepra taramaları ile güzel ülkemizi ve insanlarımızı tanıma, sorunun değil de çözümün bir parçası olabilme, ufkumuzu geliştirme kendimiz adına kazançlarımız. Hastalar, bir kere görüp bir daha karşılaşmadığımız kişiler olmadığından biz genç lepracılar, onlarla birlikte büyüdük, onların yaşamlarındaki önemli dönemlere tanık olduk, tüm ailelerini tanıdık, nikâhlarında şahit olduk, doğan çocuklarını kendi çocuklarımız gibi büyüttük, okuttuk, eğitimde başarılı olduklarında birlikte sevindik, yeni satın aldıkları ya da yaptırdıkları evi birlikte yerleştirdik. Bugün, çocuk yaşta hasta olup, hem tedavi olan hem de eğitimini tamamlayan, çalışan, kendi ayakları üzerinde durabilen gençlerimiz, çocuklarını okutarak onları, mühendis annebabası olarak tanımlayabileceğimiz iyileşmiş hastalarımız, hep bu heyecanlı çalışmaların sonucu. Ama hâlâ sakatlıkları ve yaşlılıkları ne deniyle, hem maddi hem de tıbbi desteğe gereksinimi olan lepradan etkilenmiş kişiler var. Onların da unutulmaması, artık Türkiye’de lepra bitti düşüncesi ile ihmal edilmemesi gerekmektedir. Bunun için de hastaların yaşamlarını daha kolay ve sağlıklı geçirebilmeleri için onlara yapılan sosyal desteğin devam etmesi gerekmektedir.1976 yılında kurulan Cüzzamla Savaş Derneği, o günden beri lepra konusu ve hastaların gereksinimleri için tüm duyarlı kişi ve kuruluşların desteği ile çalışmalarını sürdürmektedir. 1980 yılında Sağlık Bakanlığı, Cüzzamla Savaş Derneği ve İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi arasında hazırlanan üçlü protokolle 2010 yılına kadar çalışmalarını sürdüren İstanbul Lepra Hastanesi, 2002 yılında Prof. Dr. Türkan Saylan’ın emekliliği sonrasında da çalışmalarına devam etmiştir. Ocak 2010 yılında Sağlık Bakanlığı tek taraflı olarak protokolü iptal etmiş, İstanbul Lepra Hastanesi’ni kapatarak Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi’nin Cildiye Kliniği’ne dönüştürmüştür. Kliniğe de Prof. Dr. Türkan Saylan Cildiye ve Lepra Kliniği adı verilmiştir. Cüzzamla Savaş Derneği hukuk süreci başlatmış ve Sağlık Bakanlığı’nın değiştirdiği uygulamada yürütme durdurulmuştur. İstanbul Lepra Hastanesi çalışmalarına devam etmektedir. Cüzzamla Savaş Derneği, hastanın hastaneye ulaşımında, tedavisini almada, diğer sağlık sorunlarını çözmede, çocuklarının eğitimini sürdürmede, gelir getirebilecek işler yapabilmede, kışlık yakacağını temin etmede destek olmaya çalışmaktadır. Yaşayan ama sakatlığı ve yaşı nedeniyle üretken olamayan lepradan etkilenmiş kişilerin yaşamlarının geri kalan kısmının daha iyi koşullarda geçirilmesi için hepimizin desteği gerekmektedir. Bu desteği “Cüzzamla Savaş Derneği”ne, İstanbul Lepra Hastanesi’ne verebilirsiniz. Başlıktan etkilenip bu yazıyı okuyan herkesi, lepra konusundaki duyarlılığı için kutluyoruz. Sizin duyarlılığınız ile ülkemizde ve dünyada lepra konusundaki çalışmalar daha da heyecanla devam edecek, şu an lepralı olanlar ya da bu hastalıktan iyileşenler daha iyi bir yaşam süreceklerdir Sizin sesiniz, ben de varım deyişiniz, hem lepralılara hem de onlar için çalışanlara güç verecektir. 30 Ocak 2011 tarihinde “58. Dünya Lepra Günü” anma etkinliklerinde yer almanız dileği ile. Anlama Noktası... Hepimiz artık biliyoruz ki; İslami demokrasinin alt ve üst yapısı tamamlandığına göre, sıra orta yere geldi. Ve Türkiye Bülent Arınç’ın “seks” düzenlemesini konuşuyor bir haftadır. Niçin?.. Çünkü memleketin başına geleni şu orta yerden başka bir şey anlatamadı da ondan… Mübarek şu orta yer küçüktür ama anlatım yeteneği büyüktür. Misal; boy ölçüsünü metre, santimetre, milimetre, fit, karış ile söyleyin anlamazlar. Ama “Seyim kadar” derseniz… Hah, demek ki kısa boy… Uzaklık ölçüsüdür aynı zamanda: “Teeee anasının…” denildiğinde anlaşılır: Uzak… İsterseniz Kasımpaşa’nın yerini en iyi şekilde tarif edin bakalım… Başarabilirsiniz… Sanatsal yorumcudur da... Diyelim ki kemancıyı iki saat anlatmak isteyip anlatamadığınızda “….. gibi çalıyor” dersiniz, herkes o saniye anlar… Mimari ölçüm aracıdır… Ev ferah mı, aydınlık mı, geniş mi, dar mı, net oturma alanınız kaç metrekare?.. “G.. kadar” derseniz… Anlamayan kalmaz… Yani küçük, iki oda bir salon… İşte bu yüzden zaten Bülent Arınç “Hayat içki ve seksten ibaret değildir” diyerek orta yere sınırlama getirince, herkes Türkiye’nin başına ne geldiğini anladı… Oysa dincinin nihai hedefi insanların yaşam biçimini değiştirmektir… Bundan asla vazgeçemez… Bu bir mutlak ve kutsal emirdir… Eğer ramazanda ağzı oynayanların nasıl dayak yediğini ya da çağdaş yaşamı savunanların yakılmaktan vurulmaya kadar nasıl yok edildiklerini unutmadıysanız… (Bkz; muamelat ve ukubat bahisleri.) Memleketin oynamadıkları yeri kalmadı, kimse anlamadı… Milletin kaderi ile, devletin ekseni ile, toplumun yapısı ile, Türkiye’nin geleceği ile oynadılar, yine anlayan olmadı… Ama “seks” denilince, anladılar… Demek ki aynı zamanda anlama noktası da… bcoskun@cumhuriyet.com.tr B mumtazsoysal@gmail.com Bilgeye sormuşlar: En iyi neyi bilirsiniz? Bilge yanıtlamış: Haddimi bilirim. ‘Had’, durulması gereken sınırdır. Kendi konumunu ve sınırlarını bilmek. Başkalarına saygı duymak. Kuralların bu denli çiğnenmediği, Cumhuriyet değerlerinin kemirilmediği dönemlerde sık sık bir söz kulağa çalınırdı. Bu söz genellikle namazında niyazında olanlardan gelirdi: ‘İslamın şartı beştir; altıncısı haddini bilmektir!’ İş yapmak, çivi çakmak yerine durmadan laf çakılıyor. Televizyonu açmaya korkuyoruz. Bir Bilgenin İlk Bildiği... Nusret ERTÜRK kavga, bir kıyamet… İnsanın duyabileceği bir sesle, tatlı bir tonla konuşulamaz mı? Ragıp Duran, 1987’lerde İngiltere’de gazetecidir. Gazeteci Yalçın Bayer, İngiltere’ye gider, Duran’a konuk olur. Ragıp Duran her sabah ülkenin önemli gazetelerini alır gelir. Konuğun önüne koyar ardından televizyonu açarmış. Konuğum okusun, izlesin diye. Üçüncü gün akşamı Yalçın Bayer, Ragıp Duran’a çıkışır: ‘Sen ne biçim gazetecisin? Üç gündür gazeteleri, televizyonu izliyorum. Başbakan, bakanlar ortada yok! Niçin sormuyorsun, bu adamlar nerede diye? Başlarına bir iş gelmiş olmasın?’ İşte farkımız… ‘İnsanlık Anıtı’na Başbakan ‘ucube’ demiş. Durum, Kültür Bakanı Günay’a soruldu. Yanıtı şu oldu: ‘Bir kişinin beğenmeme hakkı da vardır.’ İkinci soru: ‘Beğenmediği bir şeyi ortadan kaldırma hakkı var mı?’ Yanıt verilemedi… Terzi Kazım Aksoy, ‘Güzel bir elbise dikmeyi, bir apartman dikmeye tercih ederim.’ dedi. Burası, Ankara Kızılay Yüksel Caddesi’nde bir terzihane. İçeri girince sizi, bir sıra seçkin kitap karşılıyor. Kendini de, haddini de, sanatını da bilen bir seçkin insan ortamı. Düşünüyorum da, şu Kızılay’da yüz işyeri dolaşılsa kaçında yüz kitap çıkar? Kızılay’da kaç esnaf, terzi Kazım Aksoy gibi içi dolu sözler edebilir? Terzi Aksoy’un bu sözü söylemenin kaynağı nedir dersiniz? Herkese örnek ola… En çok gürültü, yapraksız ağaçlardan gelirmiş… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle