22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 OCAK 2011 CUMA KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Tuba Çandar’ın ‘Hrant’ Destanı, eşsiz bir yapıt: Dil Kültürü Üzerine Bir ‘Sonsöz’… Can Dündar “Lüsyen” adlı biyografik romanını bir ‘sonsöz’ ile noktalamış. Yazar, bu sonsözünde kitabını nasıl hazırladığına ilişkin açıklamaların yanı sıra, okurlarına bu eseri için seçtiği dil konusunda da çok ayrıntılı bir hesap veriyor. Şunu hemen belirtmeliyim ki, bu sonsözün içeriği altmışlı ve yetmişli yıllarda bir tez niteliğiyle ileri sürülseydi ve yeterince ilgi görseydi, o zaman diliminde dil ortamımızı kasıp kavuran öz Türkçeciler ve eski Türkçeciler tartışmaları sonuçta vardığı bir tür bağnazlık noktasına gelmeyebilirdi ve bugün Türkçede yaşanan kimi yıkım noktalarından esirgenmiş olurduk. Ayrıntılara geçmezden önce iki anımı nakletmek istiyorum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduğum yıllarda, Roma Hukuku hocamız rahmetli Prof. Dr. Ziya Umur bir dersinde, eski ve yeni kelimeler konusunda şöyle demişti: “Çocuklar, dili yenileştireceğiz diye öyle hemen bir kelimeyi atıp yerine bir başka kelimeyi koyamazsınız! Çünkü tek bir kelime bazen yüzyılların kültür mirasının taşıyıcısıdır!” İkinci anım ise, Tomris Uyar’a ait. Uyar, İngilizceden çevirdiği bir hikâyenin sonunu şöyle bağlamıştı : “…ve Anna Maria – isimde yanılabilirim, A.C. , o günün sonunda intihar etmişti.” Bir genç okurun : “Tomris Hanım, ‘kendini öldürmek ve canına kıymak gibi çözümler varken neden intihar etmek gibi eski bir söylemi yeğlediniz?” şeklindeki sorusuna şöyle karşılık vermişti: “Eğer hikâyenin tamamını dikkatle okursanız, Anna Maria’nın içinden geldiği kültür gereği canına kıyamayacağını veya kendini öldüremeyeceğini, fakat ancak intihar edebileceğini siz de görürsünüz!” Sorunun özü, yukarıdaki iki örnekte de aynı. Dil, her şeyden önce kültürel bir olgudur; dahası, hangi kültürden söz ediyorsak, o kültürün kurucu öğelerindendir. Bu nedenle, ne bağlamda olursa olsun, süreç kavramından ayrı düşünülemez. Her dil, varlığını içinde geliştiği toplumsalkültürel süreçlerden süzülerek kazanır ve ‘yenilik’ adına dilin geçmişi ile bağlarını kesmek, o dilin köklerini koparmakla eşanlamlıdır. Bu durum, günümüzden önceki bir zaman dilimini bugün anlaşılabilecek bir dil ile anlatma zorunluluğu ortaya çıktığında çok daha somutluk kazanır. Can Dündar’ın sonsözünde dediği gibi, yapılması gereken, elbette geçmişteki bir dönemi bu aidiyetten ötürü bugün anlaşılması neredeyse imkânsız bir dil ile anlatmak değildir; fakat öte yandan, geçmişteki dönemin ‘dil rengini’ bugün adına bütünüyle silmek de değildir. Çünkü böyle bir durumda amaçlanan gerçekleşmeyecek, yani böylece anlatıldığı sanılan, anlatılmak istenen dönem olmayacaktır. Peki, bu işin ‘reçetesi’ var mıdır? Vardır. O reçete, böyle durumlarda dilin ne olduğu ve ne zaman biliniyor sayılabileceği üzerinde tekrar tekrar düşünmektir. Can Dündar’ın örnekleri ile devam edelim. Eğer ‘ilgisiz’ kelimesi, ‘bigâne’nin musikisinden yoksun ise, ‘doruk’, ‘şâhika’nın lezzetine uzak düşüyorsa, yapılması gereken, artık bugüne ait değildir diye, hele hele artık bilinmiyor diye, ‘bigâne’yi ve ‘şâhika’yı hemen çöpe atmak mıdır? Ve benden bir soru: Eskilerin sonuçları hiç düşünülmeden çöpe atıldığı bir ‘yeni’ ya da ‘öz’ dil, bundan böyle hangi kültürün taşıyıcısı olabilir? Ve son bir soru: Dilindeki ‘eskiler’ çöpe atılsaydı, Shakespeare’in dili yüzyıllar boyu İngilizceyi zenginleştirmeyi sürdürebilir miydi? “Lüsyen”in sonsözü, bence bu tür sorular türetilerek okunmalı. [email protected] Hrant, her birimizin vicdanı... inayet en ince ayrıntılarına dek tasarlandı. Görev dağılımı yapıldı. Medya kışkırtıcılık, provokasyon, tehdit ve karartma görevini üstlendi. Devletin antidemokratik yasaları (301) zemini ve “atmosferi” sağladı. Tasarı adım adım uygulanmaya kondu. Hrant Dink, katliamına teslim edildi. Cinayet göz göre göre işlendi. Cinayeti herkes gördü. Yıl 2007, günlerden 19 Ocak’tı. Hrant, son yazılarından birinde dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’ten söz ediyor, 301. maddenin kaldırılmamasıyla ilgili olarak Adalet Bakanı’nın “Canım 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş, hapse girmiş biri var mı?” deyişini bizlere anımsatıyordu. Cinayet davası, dört yıldır trajik bir komedya olarak tarihe geçmektedir. Bebeklerden katil üreten bir toplumda şimdi de katiller çocuklaştırılmakta, gerisindeki güçler gizlenmekte, ihmaller, kayırmalar zinciri, yine göz göre göre cinayetin üstünü örtmektedir. Nedim Şener’in çok önemli, iki muhteşem araştırması, iki kitabı, “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” ve “Kırmızı CumaDink’in Kalemini Kim Kırdı?” (DoğanYayınları) kör gözleri, sağır kulakları açmaya fazlasıyla yeterli ama okuyana… Nedim Şener’e , “kendine dikkat et, senin de başına bir şey gelebilir” diye seslenmek geliyor içimden. Ne de olsa artık korku imparatorluğunda yaşıyoruz. ESLERDEN OLUŞAN TÜM DÜNYA Ne zamandır üzerinde durmak istediğim, Tuba Çandar’ın “Hrant” (Everest Yayınları) adlı destansı kitabı. Bugüne dek hiç ama hiç benzeri görülmemiş nitelikte bir çalışma… Kitabını seslerden oluşturmuş. Hrant’ın ailesi, yakınları, dostları, arkadaşlarının, Hrant’ın hayatının her döne C S mine tanıklık etmiş olanların, özgün anlatımlarını Hrant’ın kendi sesiyle iç içe kurgulamış. Hrant’ın kendi sesi, yani yazdığı binlerce yazıdan Tuba’nın tek tek eleyip anlatılan duruma, olaya, döneme, düşünceye dair olanların, biyografiye girebilecek olanların seçilmesi... Bu seslerin tümünün bir arada kurgulanmasından, Hrant Dink ete kemiğe bürünüyor, canlı yaşayan bir kimliğe ve kişiliğe dönüşüyor. Seslerden oluşan tüm bir dünyaya tanıklık ediyoruz. Buraya dek söylediklerim, Tuba Çandar’ın kitabında kullandığı tekniği açıklama çabamdır... Bir de “teknik” ve “kurgunun” dışında kalan, anlatılması daha da güç olanı var… Tuba Çandar “ben” diyen bir anlatıcı olmaktan kendini kurtarırken, en doğal biçimde, bir başka olguya da imza atıyor: Kendi adanmışlığı, sevgi dolu yüreği, Hrant’a ve olaylara gönül gözleriyle bakmaktan görmekten öte, biz okurların da Hrant’a ve adım adım ilerleyen olaylara, aynı adanmışlıkla, sevgiyle bakmamızı ve gönül gözlerimizle görmemizi sağlıyor. Başka bir deyişle Tuba Çandar, bu eşsiz destanda, Hrant’ı, hepimizin vicdanı kılıyor. ERMENİYİM... Tuba Çandar’ın kitabının ilk bölümü, tüm bir yaşamın ayrıntılarını duyarlığını düşüncelerini ortaya koyuyorsa, ikinci bölümü de “Bakmak”, “Dokunmak”, “Görmek”, “Bilmek” başlıkları altında, ‘TÜRKİYELİYİM... adım adım o trajik sona ilerleyişi dillendiriyor. “Türkiyeliyim... Ermeniyim... İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi ‘Batı’ denilen o ‘hazır özgürlükler cenneti’nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim. Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu… Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ da ödüyorum...” diyordu. Kolay bir süreç değildi yaşadıkları Hrant’ın... Ancak gelin görün ki, “bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.” diye inanıyordu… İşte burada yanılıyordu. Bu kitabın bence Hrant’ı yaşar kılması kadar önemli, bir başka özelliği de var: Bu kitap sadece Hrant’ın değil, aynı zamanda 1915’ten sonra Türkiye’de kalan Anadolu Ermenilerinin de destanı. 1915’te yaşananlar üzerine evet artık konuşuyoruz. Ama ya ondan sonrası? Ondan sonra taa bugüne dek Türkiye’deki Ermeni vatandaşların saklamak zorunda kaldıkları kimlikleri, yok sayılışları, karşılaştıkları baskı ve ayırımcılık, yaşadıkları güçlükler… Günlük yaşamın içinde verilen, verilmekte olan kimlik mücadelesi… Hrant’ın benzersiz siyasi duruşu aracılığıyla Tuba’nın da, dünden bugüne ve bugünden geleceğe kurduğu köprü… Teşekkürler Tuba Çandar, bu çok alçakgönüllü ve müthiş emek, sabır, akıl, sağduyu ve duyarlık ve ruh ikizliği gerektiren bu çalışman için. Hrant, sonsuza dek yaşayacak. Tuba Çandar’ın deyişiyle “Adı vicdan olan her yerde” yaşayacak. www.zeyneporal.com [email protected] ‘Taş yerinde ağırdır!’ OĞUZ YILDIZ ‘Vadi’ Almanya’da gösterime giriyor Kültür Servisi Antalya Gazeteciler Cemiyeti’ni ziyaret eden İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy, “Kurtlar Vadisi Filistin” filmine ilişkin gazetecilerin sorusu üzerine, “Yahudi halkı adına çok üzücü ve rahatsız edici bir durumdur. Bu filmin prodüktörünün, benim halkım için çok önemli bir günde, uluslararası toplum tarafından da dünyada herhangi bir halka yapılmış en kötü gün olarak kabul edilen 27 Ocak Holokost, Soykırım Günü’nde bu filmin galasını yapmasını pek anlayamıyorum” dedi. Diğer yandan Alman Film Denetleme Kurulu (FSK) dün aldığı yeni bir kararla filmin gösterime gireceğini duyurdu. Filmin Almanya’daki dağıtımını üstlenen Köln kentindeki Pera Film şirketinin Genel Müdürü Nermin Tutal, filmin 18 yaş üzeri izleyiciler için ülke çapında gösterime gireceğini belirtti. “Kurtlar Vadisi Filistin” filminin gösterimi, daha önce FSK’nin aldığı bir karar üzerine durdurulmuştu. İZMİR Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ucube” diye nitelendirerek yıkılmasını istediği Kars’taki “İnsanlık Anıtı” adlı heykelin yontucusu Mehmet Aksoy, “Heykelimi kendi kentlerine isteyenler, bilmeyerek de olsa mücadelemin önümü tıkıyorlar” dedi. Heykelin yıkılmak istenmesi ve kamuoyunda başlayan tartışmanın ardından İzmir’den Karşıyaka ve Dikili belediye başkanları, “İnsanlık Anıtı”nı kendi ilçelerine yerleştirebileceklerini açıklamıştı. Heykelin bir sanat dalı olduğunu kabul etmek istemeyenlerin “kafalarındaki putları yıkamadığını” söyleyen Aksoy, “Heykele talip olanlar bu tavırlarıyla, sanata sahip çıkayım derken heykelin yıkılmasına ya da “İnsanlık Anıtı”nı taşınmasına yardımcı olmuş duruma düşüyorlar. Yıkılabaşka kentlere cak, taşınacak söylentilerinin taşımak isteyenlerin ayyuka çıktığı şimdilerde, taş yerinde ağır diye düşüyanlış yolda nüp heykelime yeni bir adres olduklarını bulmayı bıraksınlar, mücanin çok çirkin ve yakıvurgulayan Aksoy, deleme destek versinler” dişıksız olduğunu belirten ye konuştu. iktidar temsilcileri Dokuz Eylül Üniversiİktidar temsilcilerine de için de tesi Güzel Sanatlar Fa“Özgür düşünceye tahamkültesi Heykel Bölümü mülleri olmayanlar, kafa“Kafalarındaki Başkanı Yrd. Doç. Göklarındaki putları yıkamaputları yıkamayanlar çen Ergür de “Heykelyanlar, heykelimi yıkmaya çalışmaktan vazgeçmeli” diheykelimi yıkmaktan ler yapıldıkları yerler için tasarlanır. Onun yen seslenen Aksoy, “Büvazgeçmeli” dedi. yapılma amacı buluntün çelişki de buradan başduğu yerle birebir ilinlıyor. Sanatın, heykelin bir tilidir” dedi. dil olduğunu kabul etmek Bu arada heykelin taistemiyorlar. Beğeni göreceli bir kavramdır. Ben bir şey yaptım be şınması konusunda yerel yöneticiler ve sivil ğenmeyebilirler, ancak hakaret edemez toplum kuruluşlarının başkanlarının ortak görüşü de anıtın yerinde kalması yönünde. ler” dedi. Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak Tartışmanın boyutunun bu hale gelmesi Fotoğraf: VEDAT ARIK Heykeltıraş Mehmet Aksoy, heykeline talip olanların bilinçsiz de olsa mücadelesinin önünü tıkadıklarını kalsöyledi masından yana olduğunu belirtti. “O heykel Kars’a yakışır” diyen Özgüven, “Heykel Kars’ta kalmalı ve yıkılmamalı. Biz de bunun için üzerimize ne düşüyorsa onu yapmalıyız” diye konuştu. Konak Belediyesi Hakan Tartan, heykelin olduğu yerde kalması ve yıkılmamasının savunulmasının daha uygun olacağını söyledi. Heykelin oranın “ortamına” göre hazırlandığını ve yerli ve yabancı turistlerin izlenimine sunulduğunu belirten Tartan, “Ancak diğer belediye başkanı arkadaşlarımın yeri varsa takdir kendilerinindir” dedi. CHP İzmir İl Başkanı Tacettin Bayır da Cevat Durak’ın iyi niyetli bir girişim içinde olduğunu, ancak heykeli getirme çabasının konuyu esasından uzaklaştırdığını söyledi. Bayır, “Burada asıl tepki gösterilmesi gereken, Başbakan’ın ucube söylemi ve heykel yıkma girişimidir. Bir çeşit Taliban zihniyetiyle karşı karşıyayız” diye konuştu. Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı, heykelin yıkılıp taşınmasını istemek yerine orada kalmasının savunulması gerektiğini söyledi. Türkiye’nin “sanata ve sanatçıya değer vermeyenlerin” elinde olduğunu belirten Tatı, “Heykeli Kars’tan getirme girişimi de AKP’nin ekmeğine yağ sürmektedir. Önemli olan heykelin bulunduğu yerde kalması için çalışmaktır” dedi. İzmir İl Genel Meclis Başkanı Serdar Değirmenci de “O heykel orası için tasarlanmıştır, orada kalmalıdır. Bırakalım güçleri yetiyorsa heykeli yıksınlar, dünyaya rezil olsunlar!” diye konuştu. heykele, benzer bir çalışma içinde oldukları için talip olduklarını, hatta yerinin bile hazır olduğunu dile getirek şunları söyledi: “Bir heykelin yıkılmasının doğru olmayacağını düşündüm. Biz bu çalışmayı zaten yapıyorduk. Kars Belediye Başkanı ve heykeli yapan sanatçı arkadaşımızla konuştuktan sonra fikirlerimizi söyledik. Ama yıkılacaksa taşınması teknik olarak mümkün olabilir mi, bu araştırılıyor. Belki de bu heykelin ikizi İzmir’e yapılabilir, biri doğuda biri batıda.” Başbakan’ın “ucube yıkılacak” söyleminin ardından ilk etapta heykeli ilçesine isteyen Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, bunun Erdoğan’ın sözlerine yanıt olarak algılanması gerektiğini, heykelin Kars’ta ‘İngilizce olmayan ürünler yok sayılıyor’ Kültür Servisi Nobel edebiyat ödüllü yazar Orhan Pamuk, edebiyatta Batı’nın egemenliğini değerlendirirken, İngilizce kaleme alınmamış edebiyat ürünlerinin genellikle yok sayıldığını ve bu nedenle insanlığın birikiminin büyük bir bölümünün mar jinal hale düşürüldüğünü söyledi. Pamuk’un, Hindistan’da düzenlenen Jaipur Edebiyat Festivali’nde yaptığı konuşma, İngiliz The Guardian gazetesinde geniş yer buldu. Pamuk, “Bu belki de burada resmi dilin İngilizce olmasından kaynaklanıyor. Fakat İngilizce dışında yazan yazarların eserleri nadiren (İngilizceye) çevriliyor ve (bu nedenle çoğu) okunmuyor. Böylece insanlık birikiminin büyük bir bölümü de marjinalleştirilmiş oluyor” ifadesini kullandı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle