19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 AĞUSTOS 2010 CUMARTESİ 16 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Elektrik Dağıtımı Özelleştirmeleri Geçen hafta arka arkaya yapılan elektrik dağıtım şirketleri özelleştirmelerini izleyen tartışmalar, devlet işletmeleriyle ilgili sorunlarımızı yeniden gün yüzüne çıkardı. Ülkemizin 1930’lardan beri, devlet işletmeleriyle dünyaya örnek olabilecek ekonomik başarılara ulaşmış olduğunu küçümsemek olanağı yoktur. 1940’lara kadar değişmeyen politikalarla ekonomik kalkınma alanında büyük başarılar elde edilmiştir. Hatta denebilir ki, liberal ve özel kesime ağırlık verme söylemlerinin aksine, devlet işletmelerinin ekonomi içindeki egemenliğinin ve öncülüğünün artarak sürdüğü 1950’li ve 1960’lı yıllar boyunca da fazla değişmeyen devlet işletmeleriyle ilgili ekonomik politikalarımızın, özelleştirme ayağı dışındaki tüm temelleri, 1970’e kadar sürdürülebilmiştir. 1970-1980 arasındaki siyasal ve ekonomik kargaşa döneminde tüm politika alanlarında olduğu gibi, devletin kendi işletmeleriyle ilgili politikaları da yavaş yavaş kaybolmuş ve unutulmuştur. Yarım yüzyıllık başarıları göz ardı eden bu plansız kargaşa içinde kalkınmaya çalışmış ve doğal olarak kötü bir başarısızlığa ulaşmışızdır. Hızlı fiyat artışları, yüksek enflasyonlar, sosyal ve siyasal kavgalar, yüksek dış ticaret açıkları, yüksek kamu harcamaları, hesapsız borçlanmalarla ortaya çıkan bozulma, uygulanan devlet işletmeleri ve özelleştirmelerle ilgili politikaları da ortadan kaldırmıştır. 1980’den sonraki toparlanma ve ekonomiyi iyileştirme çalışmaları da fazla etkili olmayınca, 1990’larda yeniden bir kargaşa dönemine giren ekonomi, devlet işletmeciliği ve özelleştirmeler konusundaki politikaları tümden unutturmuş ve bu iki politika alanının tek slogana bağlanması sonucuna ulaşmıştır: “Sat! Kurtul!” Burada özetlemeye çalıştığım ekonomik uygulamalarla ilgili kanıtlar, Cumhuriyet Dönemi’nin ekonomik ve siyasal tarihini inceleyen tüm araştırmalarda vardır; onların adlarını sıralamak bile bu yazının sınırlarını aşacak ve burada söylenmek isteneni önleyecektir. Bu yazıda ele almak istediğimiz konu şudur: 2010 yılında, devlet işletmeleriyle ve onların özelleştirilmeleriyle ilgili uzun vadeli ve kalıcı bir devlet işletmeciliği ve özelleştirme politikamız yoktur. Geçen hafta yapılan elektrik dağıtım ihaleleri için ödenmesi öngörülen bedellerin yüksekçe olması, ilgili çevrelerde, ihaleleri kazananların, bu yüksek yatırımların kârlılığını sağlamakta güçlük çekeceği konusunda değerlendirmelere neden oldu. Milliyet’te Güngör Uras dostum, “Fiyat ihalede çıldırdı. İyi de fiyatı çıldırtan kim? İhaleyi kazanmak için yarışan gruplar(ın)... mutlaka bir hesabı ... olmalı” demiş. Konunun uzmanlarından, bazı bedellerin olması gerekenin iki ya da üç kat fazla olduğunu öne sürenler oldu. Tartışma sürmektedir; dinmesi de beklenmemelidir. Tartışmalarda sorulan şu sorular yanıtlanamıyor: Elektrik üretiminde, satışında, dağıtım şebekesinde, alış ve satış fiyatlarının tespitinde devletin tekele yakın egemenliği sürerken yalnız dağıtımı özelleştirmek akla yakın mıdır? Kalıcı sonuç verir mi? Geçmişte büyük başarısızlıkla devlete büyük zararlar yüklenmesine neden olmuş “Aktaş Elektrik AŞ” deneyiminden ve 2001 krizinden sonra batan özelleştirilmiş önceki devlet bankalarının öğrettiklerinden neden dersler çıkartılamamıştır? İhalelerde yüksek fiyat vermiş olan yatırımcılar, devleti, elektrik fiyatlarının arttırılmasına zorlamayacaklar mıdır? Bu talepler kabul edilirse, halktan daha yüksek elektrik bedelleri alınacak, aksi halde zarara uğrayacak ve faaliyetini durduracak şirketlerin zararını, halkı elektriksiz bırakmak istemeyen devlet karşılamak zorunda kalmayacak mıdır? Ortada temel politikalar olmadıkça sorular yanıtsız ve elektrik gibi çok önemli bir konuda geleceğimiz belirsiz kalacaktır. Bu boşluğu gidermek zorundayız. [email protected] ABD’nin Şehir Temsilcileri ABD Büyükelçiliği’nin Konya, Kay- seri ve İzmir’e “Şehir Temsilcileri” atadığını, CHP’li Oğuz Oyan’ın soru önergesi sayesinde öğrendik. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Oyan’ın soru önergesine verdiği yanıt ise olayı perçinledi. Perçinleme ne kelime, kafamıza kafamıza çakıldı... Oğuz Oyan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na sormuş: “Şehir Temsilciliği programı Türki- ye ile ABD arasında karşılıklılık söz- leşmesi uyarınca mı yürürlüğe sokul- muştur?” Davutoğlu yanıtlamış: “Şehir temsilciliği’ programı Türki- ye ile ABD arasında bir karşılıklılık söz- leşmesi uyarınca yürürlüğe girme- miştir ve böyle bir sözleşmeyi de ge- rektirmemektedir.” Az çok dış politikaya bulaşmışlar bi- le bilir ki, iki “bağımsız” ülke arasındaki diplomatik ilişkilerde “karşılıklılık” esas- tır. Eğer o esası yerine getirmiyor da, tek taraflı bir ayrıcalığa onay veriyor- sanız, burada “bağımsızlık”tan söz et- mek zordur. Eğer verilen ayrıcalıkla- rın giderek dozu artarsa, bir sömür- geci-manda ilişkisinden bile söz edi- lebilir. Doğrusu, Davutoğlu da, Oyan’ın so- rusuna verdiği yanıtta dozu giderek arttırmış: “Şehir Temsilcisi atanması sürecinin resmi bir yanı bulunmamakta olup münhasıran Büyükelçiliğin günlük iş- leri çerçevesinde yapılmış bir iç gö- revlendirmedir.” Oysa aynı Davutoğlu, bu sözlerinin birkaç satır öncesinde diyor ki, “Dos- yalarımızın incelenmesinden, Chris- tiaan DeLuigi, Sara Borenstein ve Daniel Keen adlı büyükelçilik men- suplarının göreve başlama bildirim formlarında ikinci kâtip olarak görev ya- pacakları belirtilmiş olup kendilerine 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hak- kında Viyana Sözleşmesi ve Kimlik Kar- tı Yönetmeliğimiz çerçevesinde, Ba- kanlığımızca, yabancılara mahsus kim- lik kartı düzenlenmiştir.” Demek ki neymiş? ABD’nin üç ili- mize hem de “ikinci kâtip” düzeyinde “şehir temsilcisi” ataması sürecinin resmi bir yanı da varmış... Her ne kadar Davutoğlu, “İzmir, Kayseri ve Konya illerinde ilave ABD resmi temsilciliği tesis edilmesi de söz konusu değildir. Zira, herhangi bir yeni temsilciliğin açılması Bakanlığımın onayını gerektirmektedir” dese de, İz- mir, Kayseri ve Konya illerine temsil- ciler atanmış, Türk Dışişleri Bakanlı- ğı da buna onay vermiş. Böylece de, ABD Konya şehir tem- silcisi Daniel Keen’in ABD Büyükel- çiliği’nin bilgisunar sitesinde dediği gi- bi, “ABD diplomatları program kap- samında olan şehirlerdeki siyaset, eğitim ve iş önderleriyle temasları sıklaştırma” olanağına kavuşmuş. Evet-Hay- Hay 1 Mayıs’ta, işçilerin kürsüsünden konuştu- rulmayan, Taksim Meydanı’ndan zor ka- çan Türk-İş Genel Baş- kanı Mustafa Kumlu, 12 Eylül’de “evet-hay- hay”cı olacakmış. Na- sıl sendika ağalığı var- sa, evet-hay-haycılık da bir tür eyyam ağa- lığı. Başta Kumlu, Türk-İş genel merkezindeki ki- mi yöneticilere göre, Türk-İş, referandum sürecinde kendi taba- nına “evet” ya da “ha- yır” oyu kullanması yö- nünde bir sınırlama ge- tirmeyecekmiş. Her bi- rey, kendi özgür irade- si ile ve doğru bulduğu biçimde oyunu kulla- nacakmış... Şu çok ince demok- rasi inancına, şu geniş özgürlükçülüğe bir ba- kar mısınız... Bu incelik ve geniş- lik; referandumda üye- lerini, emekçilerin hak yitiklerine merhem ol- mayan anayasa deği- şiklikleri için “hayır” oyu kullanmaya çağıran Türk-İş’e bağlı Petrol- İş, Kristal-İş, Ağaç-İş, Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Harb-İş, Ha- va-İş, Tek Gıda-İş, Tez- Koop-İş, TGS, TÜM- TİS, TOLEYİS ve Genel Maden-İş’te yok maa- lesef... Avukat İsmail Sami Çakmak’ın, Silivri’de süren davaların iddianame- lerinde Atatürk’ün de bir anlamda te- rör örgütü üyesi olarak tanımlandığı ge- rekçesiyle ilgili savcılara açtığı dava, Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkeme- si’nde sürüyor. İsmail Sami Çakmak, en son, mahkemeye bir dilekçe vermiş ve şu istemlerde bulunmuştu: “İddianame ekinde ve içeriğinde, Cumhuriyet gazetesinin Atatürk pos- teri eki bir kanıt olarak konulmuş mu- dur? Atatürk’ün Söylev’i dava dosya- sında bir kanıt olarak konulmuş mudur? Atatürk’ün Bursa söylevine iddiana- mede yer verilmiş midir? İddianame savcılarınca Atatürk’e aidiyeti konu- sunda Emniyet araştırması yaptırılmış mıdır? Atatürk’ün Antalya ziyaretine iliş- kin hatıratı iddianameye delil olarak su- nulmuş mudur? Anıtkabir’e toplu hal- de gitmiş olmaya iddianamede yer ve- rilmiş midir? İddianame davalı İstanbul Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı’nın onayı ol- madan sunulmuş mudur? Kimin ona- yı ve imzası ile sunulmuştur?” Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi geçen günlerde verdiği ara kararda, tüm bu soruların Silivri soruşturmala- rından sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 19 Ekim 2010 tarihi- ne kadar yanıtlanmasını istedi. Merakla bekliyoruz... 19 Ekim’de; Atatürk posteri vermek suç muymuş, değil miymiş; Atatürk’ün ulusal Kur- tuluş Savaşımızı özetlediği o görkemli Söylev’i suç kanıtı mıymış, değil miy- miş; Anıtkabir’i ziyaret etmek suç muymuş, değil miymiş tek tek öğre- neceğiz. Verilecek yanıtlara göre de, 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı’nı bun- dan böyle kutlayacağız mı, kutlama- yacağız mı, karar vereceğiz. Hiç belli olmaz, Silivri soruşturma- sı savcıları Cumhuriyet Bayramı’nı da suç kapsamı içine alabilirler çünkü: “Gizlice çekilen filmlerde, sanığın, elinde Türk bayrağı, Cumhuriyet Bay- ramı törenlerine katıldığı saptanmış- tır.” Suç Olabilir Hububat Fiyatlarındaki Tırmanış SADIK ÇELİK Kuraklığın vurduğu Rusya, Ukrayna ve Kazakistan gibi büyük buğday üreticisi ülkelerde üretimin düşmesiyle ABD’li üreticilere ve tarımsal emtia ticaretinin büyük küresel oyuncularına gün doğdu. Dünyanın üçüncü büyük buğday ihracatçısı olan Rusya, iç stoklarını koruyabilmek amacıyla 15 Ağustos 2010’da buğdaya ihracat yasağı getirmiştir. Bu durum dünyada ve Türkiye’de buğdayın stratejik önemini bir kez daha hatırlattı. Ülkemizde en başta yoksul ve dar gelirli insanlarımızın temel besin maddesi olan buğday ekimini bu bağlamda yakın plana aldığımızda 1990-2002 yılları arasındaki buğday ekim alanında herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen, 2002 yılından sonraki dönemlerde buğday ekim alanında azalma görülmüştür. 2002 yılında 9 milyon 300 bin hektar olan buğday ekim alanı 2008 yılına gelindiğinde 1 milyon 200 bin hektar azalarak 8 milyon 90 bin hektara düşmüştür. 2002’de 19.5 milyon ton olan buğday üretimi, 2008 yılına gelindiğinde 1 milyon 722 bin ton azalarak 17 milyon 782 bin tona gerilemiştir. Buna karşın Türkiye’nin 2000 yılında nüfusu 67 milyon 803 bin 927 iken 2009 yılı sonunda nüfusumuz 72 milyon 561 bin 312’ye çıkmıştır. Nüfusta aynı yıllar arasındaki yüzde 6.5 artış oranı dikkate alındığında buğday üretiminin de artışı karşılayabilmesi için aynı oranda artarak 19.5 milyon tondan 20 milyon 767 bin 500 tona çıkması gerekirken Türkiye’nin 2010 buğday rekoltesi yaklaşık 17 milyon tonda kalacağı beklenmektedir, ancak ülkemizin ihtiyacı olan buğday 19 milyon ton, açık ise 2 milyon tondur; bu açığın da dünya emtia piyasalarından karşılanma zorunluluğu vardır. Türkiye de en fazla tüketilen gıda maddesi ekmektir. “Kişi başı günlük kalori ihtiyacının yüzde 40’ı sadece ekmekten karşılanmaktadır. Alt gelir gruplarında ise bu oran yüzde 70’lere kadar çıkmaktadır.” Hal böyle olunca buğday üretimini arttırıcı politikalar ülkemiz için önem arz etmektedir. Çünkü “TÜİK verilerine göre ülkemizde 18 milyon yoksul, 1 milyon da açlık sınırında yaşayan yurttaşımız bulunmaktadır.” Buğdayda uygulanan yanlış fiyat ve tarım politikaları ile yapısal sorunlar sonucunda yukarıda verdiğimiz rakamlardan da anlaşılacağı üzere çiftçiler buğday üretiminden çekilmişlerdir. Yine “TÜİK” verilerine göre “1 milyon hektar” alanda buğday ekilmiyor. Bunun 500 bin hektarı çiftçiler tarafından ya terk edildi ya da hiç ekilmiyor. Kalan 500 bin hektarda ise çiftçi buğday ekiminden vazgeçerek başka ürüne yönelmiştir. Bilindiği üzere ülkemizde her 1 milyon hektar araziden ortalama 2 milyon tonun üzerinde buğday elde edildiğini dikkate aldığımızda; tarımımızı ve çiftçimizi “AB ve ABD” oranında destekleyebilsek, çiftçiye ürünün maliyetinin altında taban fiyatlar belirlemesek, çiftçi buğday ekiminden vazgeçmeyecek; Türkiye buğday konusunda kendisine yeterli olabileceğinin de ötesinde ihracatçı bir ülke olacaktır. 2010 hasat döneminde yaşanan yağışlardan dolayı buğdayda ciddi kalite kaybı da söz konusu olduğundan, ekmeklik buğdayın önemli bir bölümü de hayvan yemliği olmuştur. Bunu da hesaba kattığımızda buğdayda sorun yaşanacağı açık şekilde görülecektir. Dünyanın en büyük buğday, arpa üreticilerinden “Rusya’da son 130 yılın en şiddetli sıcakların yol açtığı yangınlar ve kuraklık; Çin, Hindistan ve Pakistan’da yaşanan sel felaketlerinin” hububat ürünlerinin ekili olduğu alanlara büyük zarar vermesi nedeniyle Rusya’nın 15 Ağustos 2010’dan yıl sonuna kadar buğday ihracatına yasak getirecek olması; hatta Kazakistan’dan 2.2 milyon ton buğday ithal edeceğini açıklaması; şiddetli kuraklık nedeniyle Ukrayna’nın buğday ihracatını eylül-aralık döneminde 1.5 tonla sınırlaması; Kazakistan’ın da aynı nedenlerle benzer tedbirler alacak olmasını bahane eden küresel oyuncular dünya emtia piyasalarında hububat fiyatlarını daha da spekülatif olarak yükseltmektedirler. Türkiye’nin ihtiyacı olan 2 milyon ton üzeri buğday açığı ve dünya emtia piyasalarındaki gelişmelerden buğdayda sorun yaşayacağımız anlaşılmasına rağmen, Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehti Eker’in basına, ‘‘Türkiye’de buğday üretiminde herhangi bir sıkıntı yok’’ diyerek tepkilere neden olan açıklaması yerine, bakanlığın gerçekleri görüp gerekli tedbirler alarak üretici ve tüketicileri koruması gerekir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Burdur ilin- de, Anado- lu’nun en eski dönemlerini aydõnlatmasõ a ç õ s õ n d a n önemli höyük. 2/ Osmanlõlar- da gece bekçi- si... Nişastalõ tanelerin suyla kaynatõlarak bulamaç kõva- mõna getirilmiş du- rumu. 3/ Hayvanõ av- cõlõğa alõştõrma işi... Kõsa saplõ odun bal- tasõ. 4/ Yapma, et- me... Renk renk par- lak tüyleri olan, iri gövdeli bir papağan. 5/ Zõrhlõ araçlara kar- şõ yakõn savaş sõra- sõnda kullanõlan si- lah... “Tok” sözcüğünün karşõtõ. 6/ Öğütülmüş ta- hõl... Ergime durumundaki madenlerin yüzeyinde toplanan cüruf. 7/ Gülünç bir biçimde giyinip süs- lenen kadõn... Tavlada “altõ” sayõsõ. 8/ Makine ya- ğõ... Şiirde iki ya da daha çok dizeden oluşan birim. 9/ Uğraş... 32 kâğõtla oynanan bir iskambil oyunu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ 1278-1918 yõllarõ arasõnda Avrupa’da, özellik- le Avusturya’da hüküm süren hanedan. 2/ Yürür- ken dayanmak için kullanõlan kalõn sopa... Tõp di- linde idrar salgõsõnõn azalmasõna verilen ad. 3/ Bir halatta yapõlan düğüm... Uyuşturucu düşkünü. 4/ Sa- hip... Dünyanõn en eski ve en kutsal kentlerinden bi- ri. 5/ Kumaş üzerine yapõlan işleme. 6/ Karõşõk renk- li... Yemek... İlgi eki. 7/ Hindistan’da imparator ve prenslere verilen unvan... Bektaşi dervişi. 8/ Geminin saatteki hõzõnõ anlamak için kullanõlan aygõt. 9/ Tuz- lanõp kurutulmuş yiyecek... Sõğ sularda ağõr yükleri taşõmakta kullanõlan, altõ düz bir tekne. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T U R U N Ç B A I R A K İ N E K R A H A T F E Z A I İ L E T K E N Ş A B A N T A K L E E S A S A T İ Ş A R E T A L P İ N İ Z M A Y A İ R İ N İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle