Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
16 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
15
ÇALIŞANLARIN
SORULARI/SORUNLARI
YILMAZ ŞİPAL
‘Sanal Ortam Uygarlõğõ’
Günümüzde telefon, televizyon ve bilgisayar;
“internet” aracõlõğõ ile “sanal ortam uygarlığı”
oluşturmuştur...
Teknolojiyi üretmeyip, en gelişmiş teknolojinin “açık
pazarı” olan toplumlar, “sanal ortam uygarlığının”
denetimine de girmiş görünmektedir.
Günümüzde, vatandaşlarõn kimlik bilgileri: 1)
MERNİS: (Merkezi Nüfus İdare Sistemi, 2) UYAP:
(Ulusal Yargõ Ağõ Projesi), 3) SEÇSİS: (Bilgisayar
Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi) olarak
bilgisayar ortamõnda -Devlet projesi olarak toplanmõştõr.
(*) “(…) Milli bir yapısı olmayan ve ulusal bir
temeli bulunmayan bu sistemler aracılığı ile yerli ve
yabancı “Büyük Ağabey” vatandaşı gözetliyor, izliyor,
kontrol ediyor, yönlendiriyor ve denetliyor.
Elektronik aletleri getirip bu sistemi kuranlar,
altyapısını, veri tabanını oluşturanlar, danışmanlık
yapıp düzenleyenler yabancılar olduğuna göre,
sisteme hükmetmeleri, verilere sahip olmaları da
doğaldır. ‘Egemen olduklarõ bir sisteme müdahale
etmeleri kaçõnõlmaz’ olmaktadır.
Sonuç olarak bu sistemlere, dışarıdan girilerek
verilerin elde edilmesi mümkün olduğu kadar,
değiştirilmesi olanağı da vardır.
Ülkenin kaderini ilgilendiren seçim işleri, düzeni ve
sonuçlarına ilişkin 43 milyon seçmen ile ilgili bilgiler
de yabancı yazılımcılar tarafından kurulup işletilince
birçok söylenti ve kuşkudan kurtulamıyor. Çünkü
bilgisayarlar, bu işi iyi bilen ustaları tarafından; içine
girilip müdahale edilebilen, yönlendirilebilen, içeriği
ve taşıdığı bilgiler değiştirilebilen aygıtlardır. (…)
Gizli servislerin, en gizli sistemlerine, en korunaklı
bankaların kasalarına girip, bilgi ve para aktarımı
yapılabildiğine göre, sisteme egemen olan ‘gizli ve
kutsal bir el tarafõndan’ böyle bir şeyin yapılabilirliği
göz ardı edilmemelidir.
Bu tür oyunları engelleyecek her türlü önlem
alınmalıdır. (…)”
(*) (Kaynak - Enternet: Av. A. Erdem Akyüz,
Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanõ )
Bir bilimkurgu olarak algõlanan, İngiliz yazar George
Orwell’in “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanõ,
“dünyamızın yakın geleceği”ni anlatmaktadõr.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, “Okyanusya” adõ verilen
bir ülkede yaşananlarõ yansõtõr.
Toplumu “Büyük Ağabey” yönetmektedir ve en
büyük yardõmcõsõ da “Düşünce Polisi”dir.
Okyanusya’da “mutlak yönetmen”, Büyük
Ağabey’dir. Herkesi dinlemekte ve gözetlemektedir.
Herkes, “Büyük Ağabey” gibi düşünmek ve onun
istediği biçimde yaşamak ve onun buyruklarõna uymak
zorundadõr.
Büyük Ağabey’in her yerde “gözü ve kulağı” vardõr.
Ona karşõ eylem yapmak, onun koyduğu kurallara aykõrõ
düşünmek ve düşünceleri açõklamak yasaklanmõştõr.
Büyük Ağabey’in kurallarõna aykõrõ davrananlar,
yaşamlarõnõ yitirmekte, kimlikleri ve geçmişleri de
arşivlerden silinip yok edilmektedir.
Okyanusya’nõn her yerinde, “Büyük Ağabey Seni
Gözetliyor” yazan afişler yer almakta ve herkes, her
zaman ve her yerde gözetlenmekte ve dinlenmektedir.
1949’da basõlan kitapta sanki dünyanõn yakõn geleceği
anlatõlmaktadõr.
Orwell’in eseri, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te,
“sanal ortam uygarlığı” dört sözcükle özetlenir:
“Büyük Ağabey seni gözetliyor.”
Atatürk’ün Ordu Çizgisi
Daha önce Atatürk’ü Samsun’a
götüren Bandırma vapuru için
“transatlantik” benzetmesi yaptığına
tanık olduğumuz biri yazıyor: Efendim,
Mustafa Kemal, Selanik’teki İttihat
Terakki toplantısında, “Ya üniformayı
çıkartıp siyaset yapalım. Ya da
üniformalı kalıp siyaseti bırakalım”
demiş de, bu sözleri başımızdakilerin
orduya yönelik bugünkü politikalarına
çok uyuyormuş!
Bir kere Selanik’teki toplantıda
Mustafa Kemal ne demiş, iyi
irdelemek gerek. Belgelere göre,
Atatürk, 1909’daki o toplantıda şöyle
konuşmuştur:
“Ordu mensupları cemiyet (İttihat ve
Terakki Cemiyeti) içinde kaldıkça
millete dayanan bir parti kuramayız.
Orduyu da zaafa uğratırız. Ordu ile
cemiyeti ayıralım. Cemiyet, tam
manası ile siyasi bir parti halinde
milletin bünyesinde kök salsın. Ordu
da aslî vazifesiyle uğraşsın. Bunun için
cemiyetin muhtaç olduğu subayları
veyahut cemiyette kalmak isteyen
ordu mensuplarını, istifa suretiyle
ordudan çıkaralım. Cemiyete mal
edelim. Bundan sonra askerlerin
herhangi bir partiye, siyasî bir
teşekküle girmelerini önleyecek kanuni
müeyyideler koyalım.”
Okuduğumuzdan anladığımıza göre,
Atatürk, “İttihat Terakki istediklerini
terfi ettirsin, ordunun içişlerine
müdahale etsin” filan dememiş. Tam
tersine “Ordu asli vazifesiyle uğraşsın”
demiş.
Ki Atatürk, aynı çizgisini
Cumhuriyet’i kurduktan sonra da
sürdürmüştür.
Bugün yapılan nedir peki?
Demokratikleşme adı altında,
ordunun iç işlerine -partizanca-
karışmak, ordunun “asli işini”
yaparken bağımsız düşünebilme
yeteneğini Atatürk’ün deyimiyle “zaafa
uğratmak”tır.
Çünkü Sovyetler yıkıldıktan sonra,
komünizmle mücadele, küreselleşme
döneminde yerini “ulusal
bağımsızlık”la mücadeleye bırakmıştır.
Dolayısıyla, yeniden yapılandırılmış
NATO’ya bağlı TSK’de “ulusal
bağımsızlık” ile haşır neşir olmak en
büyük tehlikedir.
Epeydir süren ve son YAŞ ile büyük
ölçüde tamamlanan ordu içindeki
darbe de işte bu tehlikeye karşı
gerçekleştirilmiştir.
Felsefe
yerine
Tutsak
Mektup, şair-yazar
Aydoğan Yavaşlı’dan
geliyor:
“Bir haber kanalını
izliyordum. Felsefeci
İoanna Kuçuradi
konuşuyordu. Neyi?
Felsefenin gerekliliğini,
felsefenin sorunsallarını
anlatıyor, insanı nasıl
özgür kıldığını,
yaşamımızı nasıl daha
bir anlamlı hale
getirdiğini söylüyordu.
Fakat o ne? Program
birden kesildi. Ekranda,
bas bas bağıran,
Antalya’ya yaptığı
‘hizmetler’i anlatan
Başbakan belirdi...
Aydınlıkla karanlık gibi...
Siyahla beyaz gibi... İyi
ile kötü, güzelle çirkin
gibi...
Olacak şey mi?
Felsefeyi bırak, sokak
ağzına balıklama dal...
Felsefenin yerine
hamaseti koydunuz mu,
gideceğiniz yer bellidir.”
Biliyorsunuz, Demokrat Parti’nin
devamcısı olmakla övünen AKP’li
yöneticiler, Van Gölü üzerinde
bulunan Akdamar Adası’ndaki Surp
Haç Kilisesi’ni onarmakla ve 12
Eylül’de yapılacak ayine hazır
etmekle gurur duyuyorlar.
Bir unutulmuş öyküyü anlatmanın
tam zamanı. Öykü, Yaşar Kemal’in
“Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor”
kitabından:
Yaşar Kemal, Cumhuriyet
gazetesine röportajlar göndermek
üzere DP’nin iktidarda olduğu 1951
yılında Van’a gider. Orada Yüzbaşı
Doktor Operatör Cavit Bey ve
Cumhuriyet muhabiri İlyas Kitapçı ile
tanışır. Yüzbaşı Cavit Bey, Yaşar
Kemal’e Akdamar Adası’nda
Ermenilerden kalma kilisenin
yıkılması için karar verildiğini duyurur.
Birlikte adaya çıkarlar. Sonrasını,
Yaşar Kemal kitabında şöyle anlatır:
“Küçük bir kayıkla adaya çıktık.
Kiliseye daha sıra gelmemişti ya,
kilisenin yakınındaki küçücük şapeli
hemen hemen yıkmışlardı. Yüzbaşı;
‘Ben gelinceye kadar, bu kiliseye bir
kazma bile vurmayacaksınız. Ben
Valiye gidiyorum’ diye buyurdu.
İşçiler hazır ola durdu. Van’a geldik.
Cumhuriyet’e telefon açtık. Nadir Bey
(Nadir Nadi) karşımdaydı. Olayı
yüzbaşıdan öğrendiğim kadarıyla
anlatttım. Nadir Bey, ‘Üzülmeyin’
dedi. ‘Avni Bey bu işi halleder. Onu
iyi tanıyorum, uygar bir kişidir.’ Avni
Başman, o yıl Milli Eğitim Bakanı’ydı.
İki gün sonra İlyas Kitapçı, yüzbaşı
Dr. Operatör Cavit Bey’le otelime
geldiler. Sevinç içindeydiler. Avni
Başman, valiye yıkımı durdurmaları
için telgraf çekmiş. Akdamar
Kilisesi’nin kurtuluş günü 25 Haziran
1951 günüdür. Ondan yıllar sonra
sanırım Amerika’da, İngiltere’de de
olabilir, büyük bir Dünya Mimarisi
Tarihi çıktı. Kitabın kapağına Akdamar
Kilisesi’ni koymuşlardı. Kitabı Nadir
Bey’e götürdüm, ‘İşte bu başeseri
insanlığa armağan ettiniz.’ Nadir Bey
kitaba, kapaktaki resme baktı baktı,
şaşırmış gibi yaptı:
- Allah Allah, dedi, nasıl etmiş de
bu kiliseyi insanlığa armağan
etmişim?”
Öyküden anlaşılacağı üzere, Dr.
Cavit Bey ile Yaşar Kemal’in
duyarlılığı, Nadir Nadi’nin
sorumluluğu, DP döneminde
kendisinden Köy Enstitüleri’nin
kapatılması istendiğinde Milli Eğitim
Bakanlığı’ndan istifa eden Avni
Başman’ın (1960 devriminden sonra
da Kurucu Meclis Milli Birlik Komitesi
Temsilciliği yapmıştır) kararlılığı
olmasa, AKP’liler bugün onartacak
ve de 12 Eylül’de ayine açtıracak taş
bile bulamayacaklardı, taş!
Akdamar’ın Unutulan Öyküsü
PANO
DENİZ KAVUKÇUOĞLU
Kişiselleştirilmiş Bir
Pazartesi Yazısı
Epey yıl geçti üzerinden. Ali Sirmen, Ümit Zileli,
Aydın Engin, Yalçın Bayer ve ben çeşitli panellere
katılmak üzere Edirne’deydik. Konuşmalarımızı
yaptık, akşam bir barda eğlendik. Aydın fıkralar
anlattı, Ümit’in sesi bayağı güzeldir, usulü de iyidir,
sanat müziğinden şarkılar söyledi. Yalçın ise her
yerde gazetecidir, Hürriyet muhabirleriyle derin
konuşmalara daldı bir köşede. Geç bir saatte
otelimize dönüp yattık. Ertesi gün erkenden kalkıp
İstanbul’a doğru yola çıkacağız… Gerçekten de
yola çıkacağımız ana kadar her şey planladığımız
gibi gelişti, fakat bir türlü yola çıkamadık. O günü
bir yazımda “Bir Kentten Ayrılamamak” başlığıyla
anlatmıştım bu köşede. Şurada bir çay içelim,
şuradan biraz peynir alalım, aman bu dükkânda ne
güzel şeyler var… derken bir gece daha kalmıştık
Edirne’de. O Edirne serüveninden İstanbul’a bir
teneke peynir ve bir de “askeri giysiler” satan bir
dükkândan aldığım haki renkli iç çamaşırlarıyla
dönmüştüm.
Şimdi de Gökçeada’dayım ve bir türlü İstanbul’a
dönemiyorum. Kadim dostlarım Pazarkaya’ların
bol ağaçlı bahçelerinde kuşların “vummm,
vummm” diye kanat çırpışlarını, komşumuz
Stelyo’nun kuzularının melemelerini, vakitsiz öten
horozların “üüürüüü”lerini dinliyorum. Bu sesleri
bırakıp da nasıl dönersiniz İstanbul’a? O
kornalarla, motor uğultularıyla, otomobillerden
taşan “bom cıs tıs bom” sesleriyle sinirinizi
bozmak için mi?
Ama hayat tuhaf bir süreç, bazı şeylere karşı
koyamıyorsunuz. Ben de o durumdayım; siz bu
satırları okurken İstanbul yolunda olacağım. O
kanat seslerini, horozların ötmelerini, kuzuların
melemelerini ve de İnci’nin o muhteşem reçellerini
arkamda bırakıp şairin, “Bir taşına tüm İran feda
olsun” dediği kentime döneceğim. Beni bekleyen
bir sürü iş var orada. İstanbul Kitap Fuarı
yaklaşıyor; âleme söz vermişiz bu fuar her yıl biraz
daha büyüyecek, dünyada ses getirecek diye.
Arkadaşlarım aylardır haldır huldur çalışıyorlar
bunu gerçekleştirmek için. Bir ucundan benim de
tutmam gerek, yoksa bu, hak etmeden
övünmelere yol açar ki bu da bizim TÜYAP
raconuna hiç uymaz. Yeri gelmişken söyleyeyim,
bu yıl İspanya, İstanbul Kitap Fuarı’nın onur
konuğu; İspanyol edebiyatından “flamenco”ya,
“paella”dan “sevillanas”a kadar her şey var fuarda.
Bu yazıyı cumartesiyi pazara bağlayan gece
yazıyorum, şu anda saat 04.06. Birazdan tanyeri
ağaracak. Stelyo’nun kuzuları, koyunları uykuda,
yalnızca bir keçisi büyük bir inatla meliyor.
Karanlıkta göremiyorum, ama mutlaka büyük bir
azimle bahçemizi çevreleyen telleri aşıp hedeflediği
badem ağacının yeşil yapraklarına ulaşmak için her
türlü cambazlığı deneyen o fıttırık keçi olmalı.
Gün boyu büyük bir koşuşturma vardı bizim
Bademli köyünde. Köyün eski Rumca adı Gliki;
glikozdan geliyor, Şeker köy demek. Ben olsam bu
adı korurdum, çünkü köyde yaşayanların çoğu
Rum, üstelik de hoş bir ad bu köy için. Neyse, biz
koşuşturmaya geri dönelim. 15 Ağustos
Ortodokslar için kutsal bir gün; Meryem Ana
Yortusu. Bugün Meryem Ana Tanrı katına, oğlu
İsa’nın yanına yükselmiş. Köyün kilisesinin önünde
kocaman bir ağaç var, erkekler o ağacın altında
kurban kesiyorlar, kuzuları o ağacın dallarına asıp
yüzüyorlar. Kadınlar ise evde buğday dövüyorlar.
Yarın (Pazar) bulgurlu kuzu haşlama ziyafeti var
köyde. Bayram kutlanacak. Yenilecek, içilecek,
şarkılar söylenip dans edilecek. Bayram yemeği
180 kişilik olarak planlanıyor. Dünyanın her bir
yanından, başta Yunanistan olmak üzere ABD’den,
Avustralya’dan, Almanya’dan ve daha birçok
ülkeden eski Gliki’liler köylerine geliyorlar bu
bayram yemeğinde hemşerileriyle birlikte olmak
için.
Biz de çağrılıyız yemeğe. Komşularımızdan
Anastasios ve eşi Pazarkaya’larla bizi özel olarak
çağırdılar. Anastasios (Atanaş) İstanbul-Yeniköylü,
eşi Bademli’den, hanımköylü yani. Askerliğini 1974
Kıbrıs Harekâtı sırasında muhabere bölüğünde
yapmış ve Türk askeri olarak Kıbrıs’a çıkmış. Sonra
da çalışmak üzere Atina’ya…
Dedim ya, hayat tuhaf bir süreç.
dkavukcuoglu@superonline.com
www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
HARBİ SEMİH POROY
OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com
UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Ey insanlık, duyuyor
musun?
Silivri’de aylardır,
yıllardır tutuklu
olanların infazı
sürüyor.
Bunun adı, tutsak
almaktır artık!
(Bilmeyenler için,
“tutsak”ın sözlük
anlamı: Savaşta ele
geçen düşman.)
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Marmara, Ege ve
Akdeniz’de yaşayan
eti lezzetli bir yen-
geç. 2/ Bir tümceyi
oluşturan birimler-
den her biri... Bir
organõ su vererek
yõkayõp temizleme.
3/ Kaygan... Bir no-
ta. 4/ İlaç... Eski Yu-
nan kentlerinde pa-
zaryeri. 5/ “Deni-
zayısı” da denilen
bir fok cinsi. 6/ Posta sü-
rücüsü... 1960’lõ yõllarda
Jamaika’da doğan ve daha
sonra reggae’ye dönüşen
müzik türü. 7/ Düşünce...
Köstebek. 8/ Bir oda ya da
mekâna açõlan, duvar ya da
çitlerle çevrili girinti... Bir
nota. 9/ Hayat arkadaşõ...
İyilik, yardõm.
YUKARIDAN AŞA-
ĞIYA:
1/ Çözünmüş halde bir cisim içeren sõvõ. 2/ Ayağõn üs-
tündeki tümsek yer... Adlarõ aynõ olanlardan her biri. 3/ Ha-
waii’de karşõlama ya da uğurlama anõsõ olarak verilen, çi-
çeklerden yapõlmõş kolye... Yolcu evi. 4/ Oyunda berabe-
re kalma... İlgi eki. 5/ Oğlan saçõ biçiminde kesilmiş ka-
dõn saçõ. 6/ Borularõ döndürmeden eklemeyi sağlayan bağ-
lantõ parçasõ... Düz ve geniş arazi. 7/ Evcil olmayan hay-
vanlarõ vurma ya da yakalama işi... Zarara uğrama tehli-
kesi. 8/ Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre... Ka-
re ya da silindir biçimindeki yüksek yapõ. 9/ Tõrnak boyasõ...
Büyük delikli kalbur.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
D E P R E S Y O N
İ D E A T E R E
B E T S A L A M
A B R A T E
İ D E F İ K S
E D İ K A S
A V Ş O R E V E
L A İ K O P A L
A N K S İ Y E T E
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
T.C. MUDANYA İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN MENKULUN AÇIK ARTIRMA İLANI
Sayõ No: 2010/1395 Tal
Bir borçtan dolayõ rehinli aşağõda cinsi miktarõ ve kõymetleri yazõlõ mallar satõşa çõkartõlmõştõr.Birinci arttõrma 15.09.2010 günü saat 11.00-11.10’da
Işõklõ köyü yolu 2. km’si Poyraz Otoparkõ MUDANYA adresinde yapõlacak ve o günü kõymetlerinin % 60’õnõ istekli bulunmadõğõ takdirde 20.09.2010
günü aynõ yer ve saatte 2. arttõrma yapõlarak satõlacağõ, şu kadar ki arttõrma bedelinin malõn tahmin edilen kõymetin % 40’õnõ bulmasõnõn ve satõş isteye-
nin alacağõna rüçhanõ olan alacaklarõn toplamõndan fazla olmasõnõn ve bundan başka paraya çevirme ve paylarõnõ paylaştõrma masraflarõnõn geçmesinin
şart olduğu, mahcuzun satõş bedeli üzerinden damga vergisinin alõcõya ait olacağõ ve tellaliye ve aynõndan doğan vergi borcunun (trafik para cezasõ ha-
riç) satõş bedelinden ödeneceği, satõş şartnamesinin icra dosyasõnda görülebileceği, ihaleye katõlan ve kazanan gerçek/tüzel kişilerin ihale bedeli üzerin-
den KDV ödememesine, masrafõ verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerin yukarda yazõlõ dos-
ya numarasõyla Dairemize başvurmalarõ ilan olunur. 06.08.2010 Not: Satõşa iştirak edeceklerin muhammen bedelin %20’si nispetinde nakit veya milli
bir bankanõn kesin ve süresiz teminat mektubunu teminat olarak yatõrmalarõ gerekmektedir. Not: İşbu ilan borçluya ve diğer ilgililere tebliğ yerine ka-
im olmak üzere ilanen tebliğ olunur. LİRA: 13.000,00 TL ADET: 1 CİNSİ: 34 ER 3493 plakalõ, Kullanõm Amacõ: Hususi, Markasõ: SKODA, Tipi:
FABİA CLASSIC 1.2 Modeli: 2007, Cinsi: Otomobil, Renk: Gri (Metalik gümüş), Motor No: BME291040, Şase No: TMBPY16Y374152318, Silindir
Hacmi: l198 cm3, Yakõt Cinsi: BENZİNLİ, Kullanõm Şekli: Yolcu Nakli. ARAÇ (Aracõn iç döşemesi yõpranmõş, sağ ön kapõda orta kõsõmda yaklaşõk
25 cm uzunluğunda ezik ve boya dökülmesi mevcut, sağ arka ve ön sol tekeri patlak, ön camda çatlaklar mevcut, sol ön sis farõ yok, sol ön tampon ke-
narõ çizik, arka silecek yok, muhtelif çizikler mevcut, aracõn bagajõ açõlamadõğõndan stepnesinin olup olmadõğõ tespit edilemedi, aracõn anahtarõ mevcut
değil.) (Basõn: 56299)