19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ ABD Irak’tan ‘Gerçekten’ Çekilecek mi? Konuyla ilgili yorumlara bakılırsa Başkan Barack Obama bazen verdiği sözleri tutmak için ciddi riskler almaktadır. Nitekim 2 Ağustos’ta Atlanta kentinde eski muharipler kongresinde Beyaz Saray’daki başkanlık koltuğuna oturmasının hemen ardından “Amerika’nın Irak savaşı misyonu 31 Aralık 2010’da sona ermiş olacaktır” demiştir. Başkana göre 2010 Eylül’ünden 2011 Aralık ayına kadar Amerikan güçleri Irak’tan tamamen çekilmiş olacak. Senato ve temsilciler meclisi seçimlerine üç ay kala işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunlarla başı dertte olan başkanın asker çekme girişimiyle eni konu örselenen kamuoyu desteğini ne oranda düzeltebileceği bilinmiyor, başkan ayrıca ABD’nin Irak’ın topraklarına ve toprakaltı zenginliklerine de ihtiyacı olmadığının önemle altını çizmektedir. Başkanın bu yargısı, ne denli içtenlikli olsa da gerçeklerle bağdaşmamaktadır. En azından selefi W. Bush ve seçimlerdeki rakibi cumhuriyetçi aday McCain’in başkanla bu konuda hemfikir olmadığı bilinmektedir. Gerçekten de McCain Amerikan askerinin Irak’tan bütünüyle çekilmesinin “soykırımı” tetikleyeceğinden söz etmekte ve Amerikan askerlerinin bu ülkede 50 yıl daha kalması gerektiğini savunmaktadır. Amerikan askerinin Irak’tan çekilmesinin soykırımı tetikleyeceği söylenemese de bu ülkedeki halihazır durumun böylesi bir çekilmeye pek de elverişli olmadığını teslim etmek gerekmektedir. Nitekim Irak’ın kayıpları temmuz ayında tavan yapmıştır. Üstelik ülkenin siyasal sorumluları yasama seçimlerinden bu yana geçen beş ayda bir hükümet kurmayı bile başaramamışlardır. Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından Irak’taki durumun daha da karışarak Şii-Sünni Arap, Türkmen-Arap ve Kürtler arasında üçe bölünerek işin iç savaş kadar gidebileceğinden endişe edilmektedir. Öte yanda “çekilmeye” Irak silahlı kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Zebari de sıcak bakmamakta, ordusunun ülkenin güvenliğini sağlayacak duruma gelmesi için on yıl daha gerekli olduğunu ileri sürmektedir. W. Bush’un Saddam’ın komşularını tehdit eden “kitle imha” silahlarına sahip olduğu, El-Kaide ile de bağlantısı bulunduğu yalanı üzerine temellenen bahane ile Irak’a saldırdığı 20 Mart 2003’ün ardından 9 Nisan’da Bağdat’ın düşmesiyle başlayan Irak işgali, Amerikan başkanının zafer çığlıklarına karşın sonraki gelişmelere bakıldığında zaferden çok hezimete benzemektedir. Ancak savaşın faturası salt işgal edilen ülkeye değil, işgali gerçekleştiren saldırgan ülke için de ağır olmuştur. W.Bush’un yalanı üzerine temellenen işgal beş yılda dört bini aşkın Amerikan gencinin yaşamına mal olmuştur. Irak’ın can kaybı ise bir milyon dolayındadır. Ülke baştan sona tarihi ile birlikte yıkılmış, tüm toprakaltı zenginliklerine el konulmuştur. Dünyanın en zengin ikinci petrol rezervine sahip ülke kısa sürede bir litre benzine, insanları temel gıdaya muhtaç hale düşürülmüştür. Saddam döneminde sorunlu da olsa bir arada yaşayabilen insanlar, müstevlinin mezhep ve etnik ayrımcılığı kışkırtmasıyla ülke iç savaşın eşiğine getirilmiştir. Irak savaşı Nobel ekonomi ödüllü Joseph Stiglitz’in işgalin beşinci yılında yaptığı araştırmaya göre, üç trilyon dolar gibi devasa bir maliyetle tarihin en pahalı savaşıdır. Söz konusu devasa harcamalar devlet içinde devlet sayılan ünlü askersel sanayinin patronlarının ceplerini doldurduğundan kuşku yok. Ancak bu harcamaların faturasının Amerikan halkına çıkarıldığı da kimse için sır değil. Ama asıl fatura işgale uğrayan Irak halkının sırtına yüklenmiştir. Bu açıdan yaklaşıldığında on bin milyar dolara mal olan Irak savaşı harcamalarının faizi ve kârıyla geri alınmadan Amerika’nın Irak’tan çekip gitmesi pek mümkün görünmemektedir. Ayrıca daha birkaç gün önce, ABD Savunma Bakanı Robert Gates bu konuda kapıyı açık bırakarak “Eğer orada bir hükümet kurulur ve bizimle 2011 sonrası için konuşmak isterse tabii ki biz de tartışmaya açığız” diyerek niyetini ortaya koymuştur. Başkan Obama, kuşkusuz içtenlikle bizim Irak’ın topraklarına ve rezervlerine ihtiyacımız yok dese de kazın ayağı çok öncesinden, ne yazık ki, pek öyle değil. Gerçek şu ki, Birleşik Devletler Irak’ı işgal ederek dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerini ele geçirmiştir. Bunun için çok kayıp vermiş, trilyonlarca dolar harcamıştır. Bu temel nedenle de arkasına bakmadan çekip gitmeye hiç ama hiç niyeti yoktur. Ayrıca uzun zamandan bu yana bunun önlemlerini de almıştır. Washington tarafından hazırlanan ve Irak parlamentosunca onaylanan petrol anlaşmasına göre, ülkenin petrol gelirlerinin yüzde 75’i, otuz beş yıl süreyle Amerikan şirketleri ağırlıklı olmak üzere yabancı petrol devlerine verilmiştir. Bu anlaşmayı güvence altına alan altyapı da yine çok öncesinden hazırdır. Ülkenin stratejik yerlerinde 50’ye yakın Amerikan üssü inşa edilmiştir. Bunları en az dördü uzun yıllar ihtiyacı karşılayacak kapasitededir. Kısaca Cumhuriyetçi aday McCain’in dediği gibi ABD Irak petrolünden 50 yılda olmasa da 35 yılda gelecek trilyonlarca doları gözden çıkararak Irak’tan çekilmesi uzak bir olasılıktır. Telaşa gerek yok! VALERIO BISPURI “Bizi her şeyin yolunda gittiğine inandırdılar ama şimdi aniden beş parasız kaldık. Balık fiyatları sürekli tırmanırken bizim fiyatlarda bir artışa gitmeden dayanabilmemiz çok güç!” diye yakõnõyor Antonio, masalardaki son tabaklarõ toplarken. Antonio ve eşi, Lizbon’un merkezindeki küçük restoranõ devam ettirebilmek için her sabah saat 06.00’da kalkõyor ve ekonomik krizin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Portekiz’in 55 yaşõndaki sosyalist başbakanõ mühendis Josè Sòcrates’in farkõnda olduğu gibi bugün Portekiz’de tek sorun, ekonomi değil. Başbakan Sòcrates, Portekiz’in yeni bir Yunanistan’a dönüşmesini önlemek için mücadele ederken ülkesinin İtalya’ya benzer bir noktada bulunduğunu fark etmedi ve İtalya’daki siyasi kaos ortamõnõ çağrõştõran politik krizi göğüslemek zorunda kaldõ. Sòcrates’in dümeninde olduğu hükümet, çok hõzlõ bir biçimde iflas edebilecek eğreti bir siyasi denge üzerinde var olmaya çalõşõyor. Sòcrates hükümeti 2009 seçimleri sonrasõnda bir azõnlõk hükümetine dönüştü, başlangõçta da yeterli yürütme gücüne sahip değillerdi. Şimdi ekonomik krize karşõ sürdürdüğü politika, ismi sosyal demokrat parti olsa da, gerçekte merkez sağ partinin desteğiyle, hayatta. Ancak araştõrmalar muhalefetin güç kazandõğõna işaret ediyor. (Rakamlar birkaç ay içinde muhalefetin yüzde 38’den yüzde 47’ye çõktõğõna işaret ederken sosyalistlerin oylarõnõn yüzde 24’lere kadar gerilediğini yansõtõyor). Merkez sağõn sosyalist hükümeti halen ülkede tartõşma konusu olan otoyol ücretlerine zam yapmak gibi kararlar almaya zorlayacağõ tahmin ediliyor. Bir sonraki hedef ise sosyalist hükümeti düşürmek. Krizin olasõ senaryolarõndan bir başkasõ da, merkez sağõn istediği gibi anayasal bir reforma gidilmesi. Avrupa Birliği’nin mayõs ayõnda Portekiz’e attõğõ can simidine sarõlan sosyalist hükümet, ilk aşamada vergileri arttõrdõ ve kamu harcamalarõnõ, bu yõl yüzde 9.4 olarak açõklanan bütçe açõğõnõ yüzde 7.3’e çekebilmek amacõyla kesti. Bir sonraki hedef, bütçe açõğõnõ 2011’e kadar yüzde 4.6’ya getirmek. Yine geçen mayõs ayõnda Standard&Poors’un verilerinde finansal yatõrõmlar açõsõndan en riskli ülkeler sõralamasõnda 8. sõraya oturan Portekiz’de işsizlik oranõ da 2006’da yüzde 7.7 iken bugün yüzde 10.6 düzeyine tõrmandõ. Ülkedeki en büyük sendika Cgtp, eylül ayõnda yeni bir protesto takvimini gündemine alõrken Portekizliler ne düşünüyor? Vatandaş bir yandan protesto ediyor ve oldukça kõzgõn, öte yandan eski alõşkanlõklarõndan vazgeçmiyor. Brezilya ve Venezüella’dan maddi destek Portekiz, yaşlõlar ve farklõ beklentiler içindeki gençlerin ülkesi. Gün ikiye bölünmüş gibi Portekiz’de: Sabah saatleri kafelerde zaman geçiren, sokaklarda turlayan yaşlõlarõn, öğleden sonra ve geceleyin ise şehirler seyahat etmeyi düşleseler de paralarõ olmadõğõ için bu lüksten yoksun kalan, çok düşük ücretlere geçici işler yapmak zorunda bõrakõlan gençlerin istilasõna uğruyor. Lula’nõn yönetimindeki Brezilya ile Chavez’in başkanõ olduğu Venezüella’dan parasal destek istemek zorunda kalan Sòcrates hükümetinin ekonomik uygulamalarõna en başta karşõ çõkanlar, işte bu gençler. Tüm ülke çapõnda sosyalist hükümetin kemer sõkma politikasõ sürekli protesto ediliyor. Ücretler ancak hayatta kalmayõ sağlayacak düzeyde donmuşken fiyatlar sürekli artõyor. İşçi ve memur maaşlarõ 1000 Avro’ya ulaşmõyor. İhracat gerilerken, işsizlik sürekli artõyor. Bu ekonomik tabloda Portekiz borsasõ da sermayesini yüzde 50 düzeyinde indirmek zorunda kaldõ. 2010’un ilk aylarõnda ekonomide 1.1 gibi çok küçük bir büyüme gözlense de Portekiz’de Ulusal Banka bu yõlõn ikinci yarõsõnda ekonomide yeniden bir kötüye gidiş öngörürken, 2011 için de iyimser bir açõklamada bulunmuyor. Ekonomik koşullar kötülese de Portekiz halkõ geleneklerine son derece bağlõ ve yitirmek istemiyor. Örneğin halk Azizler’e adanan yortularõ kutlamaktan vazgeçmiyor. Geçen 12 Haziran evliliklerin koruyucusu olarak bilinen Aziz Antonio yortusunda Lizbon, müzik gruplarõ ile ilkyazõn geleneksel tabaklarõndan biri olarak tanõnan õzgarada sardalya pişiren seyyar satõcõlarca doldu taştõ. Bir başka Portekiz geleneği de âşõk olanlarõn aşklarõnõ fesleğen ve bir şiirle sevdiklerine ifade etmeleri. Oporto’da 23-24 Haziran günleri kutlanan Aziz Joao yortusu ise bütünüyle bir çõlgõnlõğa dönüştü: Her türden taşkõnlõğa göz yuman Aziz, aşk şiirleri yerine eline bir sap põrasa alõp yanõndaki kişinin başõna vurarak eğlenmeye çalõşanlara sesini çõkarmadõ. Ronaldo’nun ‘ihaneti’ 2010 Portekiz açõsõndan önemli bir yõl: Ülke 5 Ekim’de Cumhuriyet yönetiminin kuruluşunun 100. yõldönümünü kutlayacak. Avrupa’da San Marino’yu bir yana bõrakacak olursak İsviçre ve Fransa’nõn ardõndan en köklü cumhuriyetlerden biri. Cumhuriyet kutlamalarõ için hazõrlõklar şimdiden başlasa da Christian Ronaldo’nun Portekizli taraftarlarõna ihanet ederek İngiltere deneyiminden sonra Real Madrid’e gidişi de konuşuluyor. “Daha çok para kazanmak için bizi terk etti. Ronaldo, güzel arabalar ve kadınlardan hoşlanıyor” diye konuşuyor bardaki bir Portekizli. Pencerelerin ardõndaki yaşlõ kadõnlar yoldan gelip geçen turistlere bakõyor. Daha çok yokuşlarda tercih edilen sarõ tramvaylarõn geçtiği tarihi Alfama mahallesinin yollarõndaki evlerin balkonlarõnda çamaşõrlar kuruyor. Turistler Portekiz’deki zamanõn ritmine hemen uyum sağlõyor. Lizbon’un tarihi pastanesi Belem’deki eşsiz Portekiz’in geleneksel tatlõsõ “pastel”in tadõna varmak için yarõm saat beklemekten çekinmiyorlar. Son birkaç yõldõr Portekiz’e gelen turist sayõsõnda önemli bir artõş gözlense de şimdilik yeterli bir ekonomik gelir sağlamõyor turizm. “Sabah erken saatte eşim sebze alırken ben de limana taze ve daha ucuz sardalya balığı almak için gidiyorum. Geçen yıla oranla ne değişti?” diye soruyorum. Hüzünlü bir biçimde gülümseyen Antonio, “Baccalà (tuza yatõrõlmõş mezgit) satışı artttı” diyor. Antonio’nun krize çare olarak önerdiği antik bir reçete, “Biz Portekizliler nasıl dayanacağımızı biliyoruz. Yola devam” diyor özetle ve sosyalist başkanõn uygulamalarõnõn etkili olmasõnõ diliyor. İtalyancadan çeviren: Aslı Kayabal (Venerdi, La Repubblica’nın Cuma eki, 13 Ağustos 2010) Birlikte bölünmekEBEN HARREL LEO CENDROWICZ Yeni Flaman Birliği N-VA’nõn parti başkanõ ve büyük bir olasõlõkla Belçika’nõn da en güçlü siyasetçisi olan Bart De Wever, şehir merkezindeki bürosunda, Belçika siyasetinin karmaşõklõğõnõ anlatmak için bir saatini harcadõ. Pes etmek üzereyken, “Belli bir düzeyde bir absürdlük var. Biz sürrealizmin ülkesiyiz. Buna alışkınız. Herkesin bize güldüğünü biliyoruz. Biz de gülüyoruz. Tabii ki komik bir durum” dedi. Belçika 1830 yõlõndaki kuruluşundan bu yana riskli bir yapõ olma özelliğini koruyor. Halkõnõn başka diller konuştuğu ve hiç durmadan atõştõğõ iki yarõmdan, Flanders (Flaman Bölgesi) ve Vallonya’dan oluşan bir ülke. Ülkede bir tane bile ulusal bir parti yok. Yani Fransõzca konuşan Valonlar sadece Valonya’daki politikacõlara, Flamanca konuşan Flemenkler ise sadece Flanders’teki partilere oy verebiliyorlar. Ulusal hükümetler birbirinden büyük ölçüde farklõ görüşler benimsemiş bu bölgesel partilerin kurduğu bir koalisyon hükümeti olmak zorunda. Yine de son iki yüzyõlda işler bu şekilde yürüyor. Asõl merak edilen ise şu: Daha ne kadar böyle gidecek? Ülkenin bölünmesini savunan De Wever’in N-VA’sõ, 13 Haziran’da yapõlan seçimlerde toplam oyun yüzde 17’sini alarak birinci parti olmayõ başardõ. Flanders’te, o ve diğer ayrõlõkçõ partiler toplamda nüfusun yaklaşõk yarõsõnõn desteğini aldõlar. N-VA’nõn popülaritesindeki artõşõn liderliğini kendisini “Flaman Yurtsever” olarak tanõmlayan ve eski bir tarihçi olan 39 yaşõndaki karizmatik siyasetçi De Wever yaptõ. De Wever’in sağ politikalarõ göçün kontrolü ve ceza yasalarõnda daha katõ uygulamalarõ başaramayan geleneksel partilerin usanmõş seçmenlerine cazip geldi. Ama gitgide büyüyen etnik gerilime de vurgu yapõyor. Özellikle Flamanca öğrenmeye zahmet etmeyen Fransõzcacõlar (Fransõzca konuşanlara) ve ülkenin güneyindeki daha yoksul olan Valon bölgesine Flamanlar tarafõndan verilen sübvansiyonlar yüzünden Flamanlarõn duyduğu kõzgõnlõğa dikkat çekiyor. Valonlarõn da kendi şikâyetleri var. Onlara göre de örneğin bazõ Flaman belediyelerin çocuk parklarõnda çocuklarõn Fransõzca konuşmalarõ yasak ve Flamanca bilmeyen birinin ev satõn almasõ mümkün değil. Güneydekiler sosyal ve ekonomik konularda Flamanlardan daha fazla sol eğilimli. Belçika GSMH’sinin yüzde 100’üne yakõn bir borca sahip olduğu halde en büyük sosyalist parti olan Valon Partisi PS devlet harcamalarõnõn arttõrõlmasõndan yana. Ama burada başka bir Belçika paradoksu daha yaşanõyor. Ülkenin 180 yõllõk birliği siyasi düzeyde her geçen gün daha büyük gerilimlere sahne olsa da ülkenin her iki yarõsõ da evliliğin sürmesinden yana. Kõsa bir süre önce yapõlan bir kamuoyu araştõrmasõ Flaman bölgesinde bile nüfusun yüzde 85’inin federal devletin çözülmesini desteklemediğini ortaya çõkardõ. Kamuoyunun bölünmeden yana destek vermediği göz önünde bulundurulduğunda De Wever’in var olmasõnõn bile gerekliliğine inanmadõğõ ulusal bir hükümeti kurtarmak adõna, çok az siyasi ortak yanõ bulunan PS ile bir koalisyon ortaklõğõ oluşturmaya çalõşmak zorunda olmak gibi nasõl kafa karõştõrõcõ bir pozisyonda kendini bulduğu anlaşõlabilir. “Gazeteler ‘Bir hükümet kurup ülkemizi kurtaracağõnõ umuyoruz’ diyorlar. Ama benim parti programımda ‘buranõn kurtarõlmaya değecek bir ülke olmadõğõ’ yazılı” diyor De Wever. En iyi ihtimalle ekim ayõndan önce uyumsuz partiler arasõnda bir anlaşmaya ulaşõlmasõ beklenmiyor. Gecikmenin bir sorun yaratacağõ ise düşünülmüyor. 2007’de yapõlan bir önceki seçimlerde çok sayõda siyasi partinin bir araya gelerek bir koalisyon oluşturmasõ 9 ay almõştõ. (...) De Wever, stratejisinin “PS’ye birçok ödün teklifi ile gitmek” olduğunu söylüyor. Hatta PS lideri Elio Di Rupo’ya başbakanlõk pozisyonunu vermek bile mümkün. Bunun karşõlõğõnda kurumsal reformlarla, örneğin, vergilendirme ve sosyal güvenlik konularõnda yönetimi federal hükümetten alõp bölgelere vermek istiyor. N- VA aynõ zamanda partinin devleti daha da “hükümsüz” hale getirme amacõna hizmet edecek şekilde, örneğin savunma konusunda olduğu gibi daha güçlü bir AB’nin federal hükümetin üzerinden daha da fazla sorumluluk almasõ gerektiği görüşünü destekliyor. “Bir gün uyandığımızda birden bire Avrupa ile bölgeler arasında Belçika’nın buhar olduğunu fark etmeyi umuyorum” diyor De Wever. (...) De Wever ortada bir Avrupa olmasaydõ bir Flaman bağõmsõzlõğõndan söz etmesinin asla söz konusu olamayacağõnõ itiraf ediyor. Bazõ yorumculara göre, Belçika önümüzdeki altõ ay boyunca AB dönem başkanlõğõnõ yürütürken, ülkenin içinde bulunduğu durum Avrupa’daki farklõ etnisite ve uluslarõn daha fazla yakõnlaştõrõlmasõnõn mümkün olmadõğõnõ gösteren bir kanõt. Cambridge Üniversitesi’nde Avrupa politikasõ hocasõ olan John Loughlin şöyle diyor: “Belçika’nın Avrupa’nın ne olduğunu gösteren bir model olması gerekirdi. Bu ortak bir çerçevede farklılıkları birleştirip, insanları bir arada tutmaktır. Eğer kendisi bir bütün olarak kalmayı başaramıyorsa Avrupa projesinin bütünü için de sorunlar olduğunu ortaya çıkarıyor.” Flander’in Valonya’ya sübvansiyon yollamaktan rahatsõzlõk duymasõnõn Avrupa’nõn her yerinde tanõdõk bir şikâyet haline gelebileceğini gösteren can sõkõcõ işaretler var. Almanya’nõn başõ çektiği tutumlu Kuzey Avrupa ülkeleri güneydeki daha az verimli ekonomilere destek vermek zorunda kalmaktan duyduklarõ memnuniyetsizliği çoktan ifade ettiler. (...) Belçika’yõ niye ve nasõl bölmek istediğini bir saat boyunca anlattõktan sonra, De Wever her şeye rağmen şimdilik Belçikalõ olduğunu gösteriyor. “Çünkü her şey o kadar karamsar ki, ben iyimserleşiyorum.” Belçikalõ politikacõnõn buradaki çelişkiyi görmüyormuş gibi bir hali var... İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp, (Time dergisi, ABD, 2 Ağustos.) AB’nin mayõs ayõnda Portekiz’e attõğõ can simidine sarõlan sosyalist hükümet, ilk aşamada vergileri arttõrdõ ve kamu harcamalarõnõ kesti... Tüm ülke çapõnda sosyalist hükümetin kemer sõkma politikasõ sürekli protesto ediliyor. Ücretler ancak hayatta kalmayõ sağlayacak düzeyde donmuşken fiyatlar sürekli artõyor. Portekiz’in korkusu ‘yeni Yunanistan’ olmaktõ... Hükümet, çok hızlı biçimde iflas edebilecek eğreti bir siyasi denge üzerinde var olmaya çalışıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle