Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 10 AĞUSTOS 2010 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
PENCERE
Süpermen
Masal hayal ürünüdür, doğaüstü yaratıkları
anlatır; cin, ejderha, peri padişahının kızı ve
cadı karı, inanılmadık işler yaparlar; iyilerle
kötüler çarpışır; sonunda iyiler kazanır;
dinleyen “oh” çeker; onlar erer muradına, biz
çıkalım kerevetine...
Masalların çoğu eski zamanlarda
uydurulmuş, kuşaktan kuşağa aktarılmış,
günümüze ulaşmıştır; ama bir de çağımızın
masalları var. Eski masallar çocukları uyutmak
içindi, yenileri koca adamları uyutuyor;
televizyonda ve sinemada üretilen öykülerin
çoğunluğu masal masal matitas...
Süpermen bunlardan biri.
Süpermen ne zaman ortaya çıktı? Yıl 1939.
Amerika’da “Büyük Buhran” ortalığı kırıp
geçiriyor; işsiz, ezik, aç, yıkık ve umutsuzlara
bir masal gerekiyor; oyalayacak, uyutacak,
hayal dünyalarını süsleyecek...
Joe Shuster’ın çizgileriyle bir günlük
gazetede yayımlanmaya başlayan ‘Süpermen’
büyük ilgi görüyor. Gerçekte Shuster’ın
çizgileri ahım şahım değil; ama, tutuyor. Çünkü
toplum yaşanan haksızlıklara karşı çıkacak bir
kahramanın özlemini yaşıyor. Kim olabilir bu?..
Doğaüstü gücüyle kötülere ders verecek
Süpermen, değil mi?.. Kahramanımız
bebekken ‘Kripton’ gezegeninden dünyaya
gönderilir; büyüdükçe güçlerinin ayırdına varır.
Sıradan insan rüyalarında uçmaz mı?..
Süpermen sokaktaki adamın özlemlerini
çektiği tüm yetilere sahiptir; ‘Metropolis’te
çıkan ‘Daily Planet’ gazetesinde çalışırken
hiçbirini dışavurmaz; çalışma arkadaşı Lois’e
âşıktır, kimliğini belli etmez; sevgilisine uzak
durup gerçek adalet için savaşır; ‘Amerikan
yaşam biçimi’nin en iyisi olduğunu kitlelere
kanıtlamak için ne gerekiyorsa yapar.
Süpermen’in filmi çekildi; arandı, tarandı,
olağanüstü yapıda bir oyuncu bulundu:
Christopher Reeve!..
Yakışıklı, güçlü, çarpıcı, çekici Christopher
Reeve, Hollywood serüveninde başarı kazandı;
Süpermen filmini TV ekranlarında milyarlarca
kişi izledi; 21’inci yüzyılın eşiğine ayak basmış
insanlığın masallarla oyalanması ya da
uyutulması gerekiyordu; peri padişahının oğlu
artık Süpermen’di; yani Christopher Reeve...
Ne var ki talihsiz bir rastlantıyla gerçeğin
acımasız yasası dişlerini zamansız gösterdi;
uzaydaki yıldızlar arasında mekik dokuyan
Süpermen, günlük yaşamda attan düşüp
boynunu kırdı, tekerlekli bir sandalyede
yaşayan felçliye dönüştü.
İnsanlar olaydan etkilendiler mi?..
İnsan masala, yalana, üçkâğıda ve gerçek
dışı gösterişli yaşama alabildiğine tutkulu...
İnsan masallara koşullanmış...
Eytişim -diyalektik- sıradan kişiye uzak bir
düşünme biçimi! Bir ‘an’ın ‘doğru’sunu, ‘süreç’
kavramını da aşarak tüm zamanlara yaymak
eğilimi, yeryüzü nüfusunun büyük
çoğunluğunu kavrayıp köleleştirmiş. İmgelerin
cangılında yolunu yitirmenin tadı, gerçeğin
çıplak yüzüne yeğleniyor; güzelliğin, gücün,
sağlığın ve ünün yaşamın çok kısa bir
süresinde geçerliliğini koruyabileceğini insan
unutmak istiyor; ‘an’ı yaşarken sürecin
bilincine varmak, yaşananın tadını
kaçırdığından kişi zaman kavramını dışlıyor,
gerçeklikten kaçıyor; masallara bağlanıyor.
Eskiden masal evde çocukları uyutmak için
yatak odalarında söylenirdi; küreselleşen
dünyanın tüm enlem ve boylamlarında, çağdaş
yalanların masalları televizyon ekranlarıyla
salonlarımıza giriyor; büyükleri sürükleyip
büyülüyor.
Christopher Reeve tekerlekli sandalyeye
çakılmış, kimin umrunda! Biz TV’de
Süpermen’i izliyoruz.
(1 Aralık 1996 tarihli yazısı)
D
iyarbakõr Belediye
Başkanõ Osman Bay-
demir’in “Türk bay-
rağının yanına Kürt
bayrağını da çeksek
ne olur?” sözleri, bu konulara iliş-
kin tartõşmalarõ yeni bir aşamaya ge-
tirmiş gibi görünüyor. Daha doğru-
su, Baydemir’in çõkõşõ, çoktandõr
içinde yaşamakta olduğumuz aşa-
manõn niteliğini daha belirgin hale
getirmiş oldu. Baydemir’in dile ge-
tirdiği istek, sõnõrlõ bir özerklikle ye-
tinmeyip, bir federasyona gitme he-
defini dile getiriyor, sanõrõm. Nite-
kim, basõnda yer alan yorumlar da
bu sözlerin federasyona yönelik ola-
rak anlaşõldõğõnõ gösteriyor.
Durum buysa, bunca yõldõr, nasõl
adlandõrõlacağõnda bile anlaşama-
dõğõmõz “Güneydoğu Sorunu” ya
da “Kürt Sorunu”nun çözümü,
T.C’nin tekil (üniter) yapõsõnõn de-
ğiştirilmesine ve bir federasyona
gidilmesine bağlanmõş oluyor.
Bu durum, “Kürt diye bir şey
yok; Kürt, o yörelerin kışında ku-
ru karlar üzerinde yürüyen Dağ
Türklerinin ayaklarından çıkan
‘kart - kurt, kart - kurt, kart - kurt’
seslerinden kaynaklanan bir de-
yimdir” gibi, ilköğrenim çocukla-
rõnõ bile güldürecek bilimsel(!) açõk-
lamalardan nerelere geldiğimizi
gösteriyor. Geldiğimiz yerin, hiç
kuşkusuz, çok daha sağlõklõ bir tar-
tõşma zemini oluşturduğunu söyle-
mek gerekir.
Ancak “federasyon”u çözüm ola-
rak gösterenlerin, savlarõnõ ku-
laktan dolma bilgilerin ötesinde
ciddi verilere dayandõrmasõ da zo-
runludur. Çünkü benzeri başka kav-
ramlar gibi, “federasyon” da so-
runlarõ hemen ve bütünüyle çözü-
me kavuşturacak bir “sihirli değ-
nek” değil; enine boyuna tartõşõlmasõ
gereken, karmaşõk yönleri olan bir
kavramdõr.
Böyle aldatõcõ “sihirli değnek” ör-
nekleri siyasal tarihimizde görül-
müştür. Örneğin, 1908 İkinci Meş-
rutiyet (İlân-õ Hürriyet) döneminin
başlarõnda “hürriyet” sözü, böyle
sihirli bir anlam kazanmõş; ama kõ-
sa bir süre sonra kimsenin bu konuda
doğru dürüst bir fikri olmadõğõ or-
taya çõkmõştõr.
1945 yõlõnda başlayan sola kapa-
lõ “sınırlı” çok parti dönemine de
(demagog politikacõlarõn ağzõnda
çoğu zaman “demokraaasi” diye
söylenen) demokrasi deyimine bel
bağlanmõş, her sorunun çözümü
için bu kavrama başvurulmuş; ama
demokrasinin asgari koşullarõ ko-
nusundaki bilgi ve birikim eksikli-
ği nedeniyle sonuç yine hüsran ol-
muştur.
Yargının özel konumu
1960 sonrasõnda da “anayasa”ya
“her derdin devası” gözüyle ba-
kõldõğõ zamanlar olmuş, gelgelelim
10 yõl kadar sonra anayasa “suçlu”
ilan edilmiş; onu her kötülüğün kö-
keni sayanlar görülmüştür.
“Federasyon”un çözüm olup ol-
mayacağõ tartõşõlõrken üzerinde du-
rulmasõ gereken pek çok soru vardõr.
Bunlar, ciddi ve sağlõklõ biçimde tar-
tõşõlmadan; “federasyondan yana”
ya da “federasyona karşı” olmak,
pek de anlamlõ değildir. Bu yazõmõz,
başka önemli noktalarõ dõşarõda bõ-
rakarak, sadece federasyonlarda
yargõnõn özel konumunu belirtmeyi
amaçlamaktadõr.
Federasyonlarda
‘yargı’nın önemi
Çağdaş devlet anlayõşõnda güçlü
ve bağõmsõz bir yargõnõn ne denli
önemli olduğu herkesçe bilinmesi
gereken bir gerçektir. Yargõnõn, ba-
ğõmsõzlõğõnõ yitirip, siyasal erkin
güdümüne girdiği ülkelerde; hu-
kuk devleti, insan haklarõ ve de-
mokrasi gibi kavramlar, içi boş bi-
rer kalõp haline gelmektedir.
Bağõmsõz ve güçlü yargõnõn öne-
mi, federal yapõlõ devletlerde daha
özel boyutlar kazanõr. Çünkü bu tür
devletlerde, yasama organõ, “ikili”
bir oluşuma bağlanmõştõr. Bazõ ko-
nularõn yasa yoluyla düzenlenmesi
federal yasama organõnõn, bazõlarõ-
nõn ise federe devlet yasama or-
ganlarõnõn yetkisindedir. Ayrõca
vergi salõnmasõ gibi her iki yasama
organõnõn yetkisine giren konular da
vardõr. ABD Anayasasõ’na göre
anayasayla federal devlete veril-
miş olanlar dõşõndaki yetkiler, ya-
saklayõcõ özel bir hüküm yoksa
‘State’lere (Eyaletlere) aittir (1795
yõlõnda kabul edilen 10. Ek). Böy-
lece, asõl yetkinin eyaletlerde oldu-
ğu belirtilmiştir.
Federal devletlerde yürütme or-
ganlarõ da, federal ve federe olma
üzere “ikili” bir yapõdadõr. Federal
yasalar federal yürütme organõ, fe-
dere devlet yasalarõ da federe yü-
rütme organõ (seçilmiş valiler, yerel
başbakanlar) eliyle uygulanõr. Bu
emniyet örgütlerine kadar uzanan so-
nuçlar doğurur. Holivut filmlerin-
de ve TV dizilerinde görülen FBI
ile eyalet polisleri arasõndaki yetki
çekişmeleri, bundan kaynaklan-
maktadõr.
Hangi organõn neyi yapmaya, ne
ölçüde yetkili olduğu konusunda
uyuşmazlõklar, kaçõnõlmaz biçimde
ortaya çõkar. Hangi konunun hangi
organõn yetkisinde olduğu, sonuç
olarak, yargõ organõnca belirlenir.
Federal yapõlõ devletlerde mah-
kemeler de, doğal olarak federal dev-
letin mahkemeleri ve federe dev-
letlerin mahkemeleri olarak “ikili”
bir yapõdadõr. Uyuşmazlõklardan ve
çatõşmalardan kaçõnmak için her
bir yargõ türünün görev alanlarõ
olabildiğince net biçimde belirlenir.
Federal yapõlõ devletlerde mah-
kemelerin ve özellikle ABD Yük-
sek Mahkemesi, Alman Anayasa
Mahkemesi gibi en üst düzey yargõ
organlarõnõn başlõca görevi şu so-
rulara yanõt bulmaktõr: Hangi ko-
nunun düzenlemesi federal devletin
yetkisi içindedir? Hangi konularda
ise federe devletler yetkilidir? Han-
gi hallerde her ikisi de yetkili ola-
bilir? Bunlar saptanmadan, davala-
rõn esasõ incelenmez.
Öte yandan, federasyonlarda her-
kesin federal devlet yurttaşlõğõ ya-
nõnda bir de “federe devlet yurt-
taşlığı” vardõr. Bunun sonucu ola-
rak, yargõ organlarõnõn, insan haklarõ
alanõndaki genel görevleri de yeni bir
boyut kazanmõştõr: Federasyonu
oluşturan birimlerden birinin yurt-
taşõ olanlarõn, öteki federe devletteki
haklarõnõn ve özgürlüklerinin ko-
runmasõ.
Sonuç
Federasyonu bir çözüm olarak
görenlerin; ABD, Federal Almanya,
İsviçre Konfederasyonu gibi, de-
ğişik adlarla anõlsalar da “başarı-
lı federasyon” örneği olarak kabul
edilmiş devletlerin iki özelliği üze-
rinde düşünmeleri gerekir.
Birincisi, bu ülkelerde federas-
yon, var olan üniter yapõnõn çözül-
mesi yoluyla değil, zaten var olan
devletlerin birleşmesi sonucunda
ortaya çõkmõştõr. Yani federe dev-
letler, zaten var olan devlet örgüt-
lenmeleriyle federasyona katõlmõş-
lardõr.
Var olan üniter yapõ içinden fe-
derasyon çõkarmayõ istemek “fe-
deralizm”den çok “ayrılıkçılık”
kavramõnõ akla getirir.
İkinci nokta ise federal yapõnõn
sağlõklõ işlemesi için, gerek federal
gerek federe düzeylerde çok güçlü,
bağõmsõz ve saygõn yargõ organlarõna
duyulan kesin gereksinimdir. Or-
ganlar arasõndaki yetki uyuşmaz-
lõklarõ ancak toplumda saygõnlõk
kazanmõş, güvenilir yargõ organla-
rõnca uygun çözümlere bağlanabilir.
Doğum yeri ve memleketi federas-
yonun Doğu’daki biriminde olan
ama kendini “Kürt” saymayanlarõn
ya da o bölgede işi olan öteki biri-
min yurttaşlarõnõn haklarõ ve öz-
gürlükleri de ancak saygõn ve etki-
li yargõ organlarõnca korunabilir.
Kuşkusuz, aynõ durum Doğu’daki
birimin yurttaşlarõnõn Batõ’daki hak-
larõ ve özgürlükleri için de söz ko-
nusudur. Kõsacasõ, bağõmsõz ve güç-
lü bir yargõ olmadan demokrasi ol-
madõğõ gibi, federalizm de olmaz!
Federalizmin başarõlõ örnekleri
sayõlan ülkelerde yargõ organlarõnõn
saygõnlõğõ, federal sistemin en sağ-
lam güvencesidir.
Yargõ organõnõn siyasal iktidarõn
denetimine alõnmasõ için türlü ma-
nevralarõn yapõldõğõ günümüz Tür-
kiye’sinde, üstelik “federal” hukuk
uygulamasõ konularõnda hiçbir bi-
rikimi ve deneyimi olmayan hu-
kukçularla, federal yapõnõn başarõ-
lõ olmasõnõ beklemek değil, çok teh-
likeli sonuçlara yol açmasõndan
korkmak daha gerçekçidir.
Federasyon Çözüm mü?..
Prof. Dr. Rona AYBAY
Yargõ organõnõn siyasal iktidarõn denetimine alõnmasõ için türlü manevralarõn yapõldõğõ
günümüz Türkiye’sinde, üstelik “federal” hukuk uygulamasõ konularõnda hiçbir birikimi ve
deneyimi olmayan hukukçularla, federal yapõnõn başarõlõ olmasõnõ beklemek değil, çok
tehlikeli sonuçlara yol açmasõndan korkmak daha gerçekçidir.
“Siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı,
sonuç olarak da yaşam hakkımızı yadsıyan ve yok
saymayı amaçlayan Sevr Antlaşması bizce yoktur.”
Atatürk
G
eçmiş zamanõ, olaylarõ ve kişileri unu-
tursak yanlõşlara düşmemiz kaçõnõl-
mazdõr. Dünü iyi bilmeyenin, bugünü an-
lamasõna ve değerlendirebilmesine olanak yok-
tur. Bu gerçeklerin õşõğõnda ve Sevr gerçeğine
ulaşabilmek için Osmanlõ İmparatorluğu’nun ve
Avrupa siyasetinin önde gelenlerinin bölgemi-
ze ve Ortadoğu’ya bakõş açõlarõnõ bilmekte ya-
rar vardõr. Dünya savaşõ öncesinde Bağdat Me-
busu Babanzade İsmail Hakkı Bey, 14 Şubat
1908’de “Kerkük taraflarında öyle petrol ma-
denleri vardır ki, Bakû madenlerine ve Ame-
rika’daki madenlere eşdeğerdir. Çünkü akı-
yor, nehir gibi akıyor” değerlendirmesinde bu-
lunurken İngiliz Dõşişleri Bakanõ Sir Edward
Grey 27 Mart 1911’de, adeta bölgeyi sahiple-
niyor ve “Temel hedefimizi daima hatırda tut-
mamızın önemli olduğuna inanıyorum. Bu da,
Basra Körfezi’ndeki ve onu tamamlar nite-
likteki Mezopotamya’da İngiliz çıkarlarını ko-
rumaktır” buyuruyordu.
İttihat ve Terakki döneminde Sadrazam
Mahmut Şevket Paşa ise bölgeye gayet yü-
zeysel bakõyor ve “Kuveyt ve Katar gibi çöl-
den ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ih-
tilaf çıkarmayız. Bu ehemmiyetsiz toprak-
lardan ne gibi faydamız olabilir ki” diyerek
hafif ve ciddiyetten yoksun sözler sarf edebi-
liyordu. İngiliz Dõşişleri Bakanõ James Balfour
da 13 Ağustos 1918’de, bölgenin önemini kav-
rayan bir anlayõşla “…ne Başkan Wilson, ne
de bir başkası, Dicle ve Fırat’ın çevresindeki
geniş toprakları Osmanlıların denetimine bı-
rakmak isteyecektir. Bu durumda sormak
isterim?.. Mezopotamya’daki Küçük Zap
suyuna kadar ve yeterli derecede zengin su
kaynaklarını denetim altına alacak şekilde,
ordularımızla ilerlememizin büyük yararı
yok mudur? Bunu başardığımızda, petrol
yataklarının büyük çoğunluğu da elimize
geçmiş olacaktır” sözleriyle konuya eğili-
yordu. İngiliz Amirali Philip Dumas Şubat
1920’de “Bu, geniş ölçüde petrole yönelik bir
savaştı. Geleceğin harpleri, o amaca yöne-
lik olacaktır. Bismarck’ın ‘kan ve demir’ öz-
deyişi, artık ‘kan ve petrol’ şeklinde ifade edi-
lecektir” diyordu. İngiltere Donanma Bakanõ
Walter Long 23 Mart 1920 günü yaptõğõ bir
konuşmada şunlarõ dile getirmiştir: “Dünya-
daki bilinen petrol yataklarını ele geçirebi-
lirsek, dilediğimiz gibi kullanabiliriz. Olağan
dışı fırsatların eşiğindeyiz; ya biz bu kapı-
dan girmek için gerekeni yapacağız veya baş-
kaları girecek ve geleceğin anahtarına sahip
olacaklardır.” Görüldüğü gibi Osmanlõ yö-
neticileri işin farkõnda bile değilken, dönemin
büyük emperyal gücü İngiliz devlet adamlarõ
Osmanlõ’nõn elinde bulanan Ortadoğu coğraf-
yasõnõn önemini çoktan fark etmişlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu’na
son verildi
Fransa Kralõ 15. Louis ve gözdesi Madam de
Pompadour’un 1756 da Sevr’de kurduğu por-
selen fabrikasõnõn “sergi salonlarından birin-
de” yapõlan “Barış Görüşmelerinde” birbiriy-
le ilişkisi olan 5 ayrõ anlaşma imzalandõ. Ana an-
laşmaya da Türk anlaşmasõ denildi. İşte burada,
Birinci Dünya Savaşõ’nõn galipleri 10 Ağustos
1920’de Paris’in Sevr banliyösünde toplanarak
Osmanlõ İmparatorluğu’na fiilen son verdiler.
Sevr, 19. yüzyõldan beri uluslararasõ ilişkilerde
yaşanan “Doğu Sorunu” diye anõlan soruna, Av-
rupa’nõn getirdiği çözümü temsil eder. Buna gö-
re Osmanlõ İmparatorluğu, 19. yüzyõl emper-
yalizmi çerçevesinde paylaşõlmasõ gereken bir
devlet ve ülkedir. Eşine az rastlanan, göz ka-
maştõrõcõ bir çalõşma ve akõl almaz bir araştõr-
macõlõk sonucu ortaya çõkan Sevr, 19. yüzyõl sö-
mürgeciliğini simgeleyen, sinsi ve acõmasõz
bir çözümdü.
Topraklarõ elinden alõnmõş ve düşmanlarõ ta-
rafõndan kuşatõlmõş bir Türkiye vardõr artõk. Baş-
kenti işgal edilmiş bir ülke ve kamp ateşinin çev-
resinde açgözlerle fõrsat kollayan kurtlar gibi bü-
yük devletler... Çünkü Osmanlõ Devleti’nin
kaynaklarõnõn zenginliği, obur emperyalizmin iş-
tahõnõ kabartõyordu. Adõ barõş anlaşmasõ olsa da
Sevr’e göre, Rumeli’den kovulan Türkler artõk
Anadolu’dan da kovulacaklardõ. Bu, yüz yõllõk
bir Avrupa siyasetinin son aşamasõ olarak dik-
te edilmiş olan bir siyasal projeydi. Sevr, basit
bir yenilgi belgesi değildir, o zamanki Avrupa
emperyalizminin sadece kendisinin avlanma sa-
hasõ saydõğõ Avrupa kõtasõndan atmaya kararlõ
olduğu Türkiye’ye karşõ girişilmiş yağmanõn da
son aşamasõdõr. “Türklerin artık diğer ulus-
lar üzerindeki egemenliklerine son vermenin
ve onları uygarlaştırmanın zamanı gelmiştir”
diye düşünülen Sevr’e göre, Türkiye neredey-
se savaşõn tek suçlusudur.
Anlaşmanõn imzalandõğõnõ Ziraat Mekte-
bi’ndeki karargâhõnda akşamõn geç saatlerinde
haber alan ve bu zilleti asla kabul edilemez bu-
lan o eşsiz Mustafa Kemal “Halkın ve ülke-
nin kaderi yabancıların insafına terk edile-
mez” şeklinde isyanõnõ dile getirdi. Sevr, Mus-
tafa Kemal’in önderliğindeki Kurtuluş Savaşõ’yla
geçersiz kõlõnmõş ve uygulama alanõ bulmamõştõr.
Sevr, Türk ulusunda bir yeis ve teslimiyet ya-
ratmamõş, aksine ulusun vicdanõnda Milli Mü-
cadele ruhunu ateşleyen itici bir güç olarak di-
renme heyecanõ ve şevkini kamçõlamõştõr.
Sevr’den sonra Türkiye’nin öldüğü sanõlmõş,
Sevr imzalanacağõ sõralarda “Türkiye artık yok-
tur” diyen L. George ile “Türkler için, as-
kerlik mesleği tümüyle kapanmıştır... Artık
Türkler Fransız lejyonuna gidebilir” diyen
Lord Curzon’un bütün çabalarõna, kullandõklarõ
her türlü zorbalõğa ve entrikaya karşõn Türkler-
deki yaşama isteği üstün gelmiş ve Mustafa Ke-
mal’in liderliğindeki Milli Mücadele başarõya
ulaşmõştõr.
Sevr’den çõkarõlacak ciddi dersler vardõr.
Çünkü şimdi Sevr’i yaşama döndürmek iste-
yenlerle, buna karşõ çõkan, Cumhuriyete kanat
gerenlerin mücadelesini yeniden yaşamaktayõz.
Genç kuşaklar Sevr olayõnõ ve o çirkin anlayõş-
la mücadele etme gereğini hiç unutmamalõdõr.
Özellikle gençler, Lozan kadar Sevr’i de bilmeli
ve öğrenmelidirler.
‘Sevr’ kapanmış dosya değildir
Türkiye için Sevr “kapanmış bir dosya” de-
ğildir. Birçok hükmü, 19. yüzyõlda uluslarara-
sõ siyasetin kavgalarõna yön vermiştir. Özellik-
le Ortadoğu’nun bugünkü tehlikelerle dolu
coğrafyasõ bu anlaşma hükümlerinden kaynak-
lanmõştõr denilebilir. Oysa Türkiye Misakõ Mil-
li ve Lozan ile Sevr’in kendisini ilgilendiren hü-
kümlerini reddetmiş ve karşõ taraflara da bun-
larõ kabul ettirmiştir. Acaba gerçek böyle midir?
Batõ, Türkiye üzerindeki ezeli emel ve niyetle-
rinden vaz mõ geçmiştir?
Sevr’in Türkiye hakkõndaki hükümleri Batõ-
lõlarca unutulmuş veya vazgeçilmiş hükümler mi-
dir? Tarih bir değerler savaşõ ise, Cumhuriyetin
ilkelerini oluşturan değerlere karşõ, Sevr hü-
kümlerine yansõyan Batõ değerleri mücadele et-
mekten vazgeçmiş olabilirler mi? Bundan baş-
ka içimizde gerçekleri bilmeyen, göremeyen ve-
ya gerçekleri çarpõtmaya çalõşan insanlar da var-
dõr. Şayet Sevr uygulama alanõ bulabilseydi, o
büyük adamõn liderliğini yaptõğõ Kurtuluş Savaşõ
yapõlmasaydõ ve Laik Cumhuriyet kurulmasaydõ,
Türkiye bugün Ortadoğu mozayiğinin bir kö-
şesine itilmiş, Batõlõ efendilerine hizmet eden
kukla bir yönetimin emrinde, zavallõ, küçük bir
devlet olarak devam ediyor olacaktõ.
Türkiye’nin Kanõna Ekmek Doğrayan Sevr...
Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Üniv. Tõp Fakültesi / Üroloji Kliniği
Ü
niversite deyince
sokaktaki insanõn aklõna
genelde bilim
insanlarõndan ve öğrencilerden
oluşan, bilimsel veriler õşõğõnda
araştõrma yapõlan ve bu nedenle
güvenilir olduklarõ varsayõlan
eğitim kurumlarõ gelir. Bu
nedenle sokaktaki insana göre
bilim insanlarõnõn her konudaki
görüşü kesinlik ve doğruluk
taşõr. Ancak bu olgu günümüz
Türkiye’sinde üniversitelerin ve
bilim insanlarõnõn misyonu
açõsõndan tartõşma
götürmektedir.
Üniversiteler her şeyden önce
toplumsal misyonu olan eğitim
kurumlarõdõr. Bilim insanlarõ da
üniversitelerle bir bütün
oluştururlar ve dolayõsõyla
onlarõn da topluma karşõ belli
yükümlülükleri, görevleri,
sorumluluklarõ vardõr.
Üniversiteler, içinde sadece
bilimin üretildiği, toplumdan
uzak, fildişi kuleler değildir.
Ayrõca toplumla senkronize
kurumlar hiç değildirler. Eğer
üniversiteler toplumla
senkronize olursa asla öncü,
yenilikçi, ilerici ve çağdaş
olamazlar. Üniversitelerin görevi
topluma uyum sağlamak değil,
toplumun her zaman bir adõm
ötesinde olmaktõr. Çünkü
üniversiteler her türlü
dogmatizmden uzakta, bilimsel
ve çağdaş veriler õşõğõnda bilim
üretmesi gereken kurumlardõr.
Günümüz Türkiye’sine
baktõğõmõzda üniversitelerimiz
ve bilim insanlarõmõz toplumsal
sorumluluklarõnõ ne ölçüde
yerine getiriyorlar? Daha da
acõsõ acaba toplumsal
sorumluluklarõnõn bilincinde
midirler? Türkiye’de bilim
insanlarõ ne ölçüde toplumsal
sorumluluklarõnõn farkõndalar?
Bilim insanõ olmanõn nesnel ve
çağdaş koşullarõ vardõr. Bilim
insanõ hümanist, ilerici ve
toplumcu olmak zorundadõr.
Çünkü bilgi, toplum için üretilir.
Bilim de sanat gibi evrenseldir
ve evrensel yasalara göre işler.
Siz istediğiniz kadar profesör,
doçent unvanõ taşõyõn, bilimin
evrensel yasalarõna karşõ
çõktõğõnõz sürece asla çağdaş bir
bilim insanõ olamazsõnõz.
Örneğin kadõn eli sõkmaktan
kaçõnarak, çocuğun ana karnõnda
biçimlenmesini dinsel dogmalara
yaslanarak açõklamaya
çalõşõyorsanõz, cinsiyetçi ve
õrkçõysanõz evrensel düzeyde
bilim insanõ unvanõnõ hak ediyor
olmazsõnõz. Ya da çok iyi bir
fizikçi olabilirsiniz ama
Nagazaki’ye, Hiroşima’ya
bomba atarken elleriniz bile
titremez. Ne yazõk ki günümüz
Türkiye’sinde bu tip örnekler
çoğalmakta ve bunlarõn çoğu da
önemli mevkiler elde etmektedir.
Burada can alõcõ nokta ise bu
sözde bilim insanlarõnõn
toplumda kanaat önderi olarak
boy göstermesidir. Bu tip sözde
aydõnlar toplum için büyük bir
tehlike oluşturmaktadõr. Çünkü
sokaktaki insanõn görüşlerini,
adlarõnõn önündeki 3-5 harfli
unvanlara sõğõnarak etkilemeye
çalõşmaktadõrlar.
Örneklerini her gün TV
ekranlarõnda, gazete köşelerinde
görmekteyiz. Ne yazõk ki
özellikle devlet üniversitelerinde
bu tip örneklere sõkça
rastlanõlmaktadõr. Bu bakõmdan
üniversiteler de bir ayrõşma
içindedir. Bu durum ise
ülkemizin en çok õşõğa,
aydõnlanmaya gereksinim
duyduğu bir dönemde karanlõğa
bilimsel bir kõlõf uydurmaktan
başka bir şey değildir.
Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY Marmara Üniversitesi
Üniversiteler ve Toplum..