22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HÜKÜMET SÖZCÜSÜ ORHAN BİRGİT ANLATIYOR CMYB C M Y B SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Ezberler Bozuluyor, Bozulacak Ezberler bozuluyor artık. Hiç endişe etmeyin, daha da bozulacak. Ezber bozuldukça iktidarın sinirleri de bozulacak. Ve hiç kuşkusuz, referandum sonuçları da, aşağı gidişin ilk durağı olacak. Nitekim korkunun ecele faydası olmadığını ve çok yakında “keserin de, sapın da döneceğini” bildikleri için, siyasette, hukukta, ne kadar kural, değer varsa tümünü hiçbir kaygı duymadan çiğnemeye başladılar. Başbakan’ın, 7 vatan evladının şehit olduğu gün, onlardan hiç söz etmeden, 30 yıl önce idam edilen ve bugüne kadar hiç sözünü bile etmediği mağdur kişiler için “ağlamasını” mı istersiniz... TOKİ konutunun mutfağını hizmete açarken, Başbakan’ın arkadaşlarına yaptığı konuşmanın tarafsız(!) haber kanallarından naklen yayımlanmasını mı... Bekir Bozdağ’ın daha devam eden bir yargılama için, “Mehmet Haberal demokrasiye kastettiği için tutukludur” demesini mi... Görev başındakilerin neredeyse yarısı da dahil olmak üzere toplam 102 subayın bir gecede yakalanması ve ilk duruşmanın (sıkı durun!) tam 5 ay sonraya atılması kararını mı... Daha da yapacaklar. Sözüm ona ordunun neredeyse tümü darbe yapmak için, hem de gizli değil, açık açık toplanıyormuş, o dönemde onların başındaki Genelkurmay Başkanı ise kendisine bağlı subayların neredeyse tümünün ne yaptığını bilmiyormuş, merak bile etmiyormuş, çünkü “kasaptaki ete soğan doğramazmış”. Bu muhteşem (!) iddiaya bizleri inandırmaya çalışıyorlar. İkna etmeye uğraşıyorlar. Aynı dosya ile, aynı belge ve kanıtlarla, ordunun neredeyse yarısını bir tutuklayıp bir serbest bırakmanın, hukukun olağan gelişmelerinden biri olduğuna; bu yakalama ve “5 ay sonraya atma” kararının ne referandumla, ne sinirlerin bozulmasıyla, bir ilgisi olduğuna ve Tuncay Özkan’a, Mustafa Balbay’a, Mehmet Haberal’a ve diğerlerine yapılan tüm hukuk dışılıkların, sözüm ona hukuka uygun olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar. Evet 12 Eylül ve de kaçınılmaz son yaklaştıkça, tüm kural ve ilkeler kaygısızca çiğneniyor. Amaca ulaşmak için her şey mübah... Ama bu arada, ne yaparlarsa yapsınlar, iktidarın “kural tanımazlığının” ve “baskıcı bir rejim kurma yönündeki çabalarının”, sonuçta nafile çabalar olduğunun ortaya çıkması da, iktidar temsilcilerinin ve yandaşların sinir katsayılarını arttırıyor. Neden mi “nafile çabalar” diyorum? Çünkü son gelişmeler, bunu gösteriyor. AKP’nin ne yaparsa yapsın, yokuşun iniş kısmına geçtiğini açıkça gösteriyor. Siz sakın bakmayın, bazı gazetecilerin(!) ya da aydınların yorumlarına(!), tahminlerine. Sözüm ona yaptıkları anketlere. Artık yavaş yavaş yolun sonuna gelindiğini, tüm bu, ilke ve değer tanımaz davranışların, “nafile” olduğunu, açıkça ortaya çıkaran gelişmelerden biri, Sonar Araştırma Şirketi’nin yaptığı araştırmanın sonuçları oldu. Bu sonuçlara göre, CHP, AKP’nin önünde yer alıyor. Üstelik “İstanbul’da 2-3 puan, Ankara’da 7-8 puan, Adana’da yaklaşık 12 puan önünde yer alıyor”. Şimdi bu sonuçlar, AKP temsilcilerinin sinir katsayılarını arttırmasın da, ne olsun yani? Üstelik Sonar ciddi bir kuruluş; Hakan Bayrakçı da ciddi ve güvenilir bir yönetici. Yani bazı diğerleri gibi değil... Yani 2009 yerel seçimleri öncesinde “AKP yüzde 50 oy alıyor” diyen, yani yüzde 12 yanılan ve Avrupa’da ya da diğer ciddi ülkelerde olsa, bırakın anket yapmayı, araştırma şirketi diye anılmayı, sokağa bile çıkamayacak kuruluşlardan ve kişilerden değil. Ama burası Türkiye. Ve AKP Türkiyesi. Üstelik AKP temsilcilerinin sinir katsayılarını arttıran sonuçlar, bu anket sonucuyla da sınırlı değil. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2010/11 sayılı 8 Haziran tarihli kararı da, bu örneklerden bir başkası. Nitekim, bu kararda, Yargıtay, “Mehmet Haberal’ı tutuklayan ve Türk hukukunun olduğu kadar, uluslararası hukukun da tüm kurallarını, tüm ilkelerini zorlayarak, bu tutukluluğu devam ettiren yargıçlar hakkında” tazminata hükmetti. Yani Türkiye’de bir kısım hukukçular(!) eli ile, bizlere zorla kabul ettirilmek istenen “ezberi bozdu”. Açıkça karşı çıktı. Dediğim gibi, Türkiye’de 2000’li yılların başı ile oynanmaya başlanan oyun, artık son perdesine geldi. “Birkaç kişiyi ömür boyu kandırırsınız, bir milleti belli bir dönem kandırırsınız, ama tüm bir milleti ömür boyu kandıramazsınız” sözü, Türkiye’de yavaş yavaş hükmünü icra etmeye başladı. Tabiri caizse, herkes “uyanmaya başladı”. İşçiler de, memurlar da, öğrenciler de, kadınlar da, engelliler de, emekliler de, eczacılar da, küçük esnaf da, çiftçiler de, Aleviler de, Kürt kökenli vatandaşlarımız da, oğullarına bu kadar yıldır bir gemicik bile alamayanlar da. Herkes... Ama hiç kuşkusuz, sinir katsayısı arttıkça, yolun sonuna doğru gelindikçe, karşı saldırılar geliyor. Ve daha da gelecek. İşte “tüm yargı benim olacak” diye yapılan anayasa değişikliği... Daha ağırlarını da bekleyin. Ama korkunun ecele faydası yok. Birileri artık yolun sonuna geliyor. Ama ileride, bu yapılanların hesabı sorulmalı. Ve mutlaka sorulacak. Sorumluları kim olursa olsun, hangi makamda olursa olsun... 26 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Girne’ye doğru tanklarla A lbay Bora ile daha önceleri sık sık Kıb- rıs’a gittiğimde ta- nışmıştım. Şimdi general, tankların yanında yürüyor, sağdan soldan gelen mermileri, mermilerin parçaladığı sağda solda uçuşan kaya parçalarını umursamıyor- du. Savaşa katılanların ruh- sal durumu bir başka, nor- mal güncel yaşamlarından çok farklı. Savaşmıyorlar, sanki savaş alanında ge- zintiye çıkmış gibi davranı- yorlar. Aynı duygulara kapılma- mak olanaksızdı. Serseri bir kurşunla oracıkta ölebi- lirsin. Ne umuruna! Asker silahıyla sen fotoğraf maki- nenle… Hiç akla gelmiyor. Neden ateş ettiniz? Birden büyük bir gürültü koptu. Tank sallandı, düş- tüm. Yavaşça kalktım. Kırık dökük yoktu. Bora Paşa koştu geldi. Askerlere “Emir verilmedikçe ateş etmeyecektiniz! Neden emre uymadınız, neden ateş ettiniz?” diye bağırı- yordu. Askerler susuyor. Sol yanımızda, ileride toz bulutu yükseliyordu. Üzerinde bulunduğum tank, oradaki bir binayı yerle bir etmişti. Tank erlerinin daha önce aralarında “Ya’vu buraya ateş etmeyecek, savaş- mayacaksak neden gel- dik” diye konuştuklarını anımsadım. Susuzluk Askerlere baktım, gülüm- sedim. Onlar da gülümsedi- ler.. Tank ilerledi, Girne içine girdik. Askerler bir büfeye koştu, içecek ne bulurlarsa… ga- zoz, kola ve benzeri ne bu- lurlarsa, içiyorlardı. Çıkarma her yönüyle iyi hazırlanmıştı. Askere paket- ler halinde tuzlu zeytin, pey- nir vs. yiyecek dağıtılmıştı. Su hariç. Sıcağa kar da- yanmaz derler, mataralarda- ki su kısa sürede tükenmişti. Girne’den çıktık, Bo- ğaz’a, Girne ile Lefkoşa ara- sındaki kilit noktaya doğru ilerledik. Komutanlar burada düş- man gözünden ve ateşin- den korunaklı bir yerdeydi- ler. Nasıl döneceğim? Benim aklım sürekli Tür- kiye’ye nasıl döneceğime takılı. O kadar renkli, siyah-be- yaz resim cebimde. Bunu diğer gazeteler Ada’ya ge- tirilmeden gazeteye ulaştır- maktı amacım. Bir pist yapılmış. Tek bir helikopter duru- yordu pistte. Girne’ye doğru tanklarla G eceyi sanki mõşõl mõşõl uyuyarak geçirmiş gi- bi görünen Semih San- car’õn ilk sözü “Sayın bakan, Cumhuriyet hükümeti, bize ba- şımızı dimdik tutmamızı sağla- yacak çok onurlu bir görev yap- mamızı sağladı. O hükümetin temsilcisi olarak aramızda bu- lunuyorsunuz” dedi ve o ana kadar nelerin yapõldõğõnõ özetle- meye başladõ. Bir çay içimlik sohbetimiz sürerken, Genelkurmay Başkanõ, hiç beklemediğim bir sürprizi gerçekleştirdi. İstersem Sa- vaş Harekât Merkezi’ni görebile- cek ve görevlilerden çõkarma ile il- gili bilgileri de öğrenebilecektim. Bir albay o görevi yerine getirdi. Merkezin girişi ve nasõl çalõştõğõ- nõ başka hiç kimseye nakletme- mem istenmişti. Bugün de o sorumluluğun ge- reğini yerine getiriyorum. Yalnõz “çıkarma bölgesinin belirlenmesi için üç bölgenin düşünülmüş olduğu”nu, bunlar- dan ilkinin adanõn batõsõnda bu- lunan Magosa kõyõsõ olduğunu, ku- zeydoğu sahilin- deki Güzelyurt bölgesinin de ak- la gelebileceğini, ayrõca güneydo- ğudaki Larnaka bölgesi ile ilgili harita ve bilgile- rin de değerlen- dirildiğinin “as- keri sır” olma- dõğõnõ biliyorum. Üç günlük çok kõsa zaman dilimi içinde, Rum sa- vunmasõnõn hiç aklõna gelmeyecek olan bir böl- gede, kuzey sahilindeki Girne’de karar kõlõnmõştõ. Çõkarma mevkii, Girne kentine beş mil uzaktaki kumsal olarak saptandõ. Bilgilendirme Bu bilgileri de aldõktan sonra Sancar Paşa’nõn belirlemiş oldu- ğu General Suat İlhan TSK adõ- na bana sürekli bilgi aktaracağõ- nõ bildirdi. Ayrõca bir albay da ha- rekât süresince aynõ amaçla Basõn Yayõn Genel Müdürlüğü’nde bulunacaktõ. Ne ki, daha ilk gün ve ilk saatlerden baş- layarak edindi- ğim izlenim as- kerin bu konu- da, bütün iddia- lara karşõn ace- milik çektiğini ortaya koya- caktõ. Bombardõ- man uçaklarõmõ- zõn kanatlarõ altõndaki kameralar çalõşmasõna çalõşõyordu ama içle- rindeki filmler, o zamana kadar hiç kullanõlmadõğõ için bayatlayarak bozulmuştu ve bu nedenle de TSK’nin tarihindeki ilk ve en bü- yük denizaşõrõ seferinde hava bombardõmanlarõnõn yanõ sõra ha- yatlarõnda ilk kez uzun uçak yol- culuğu yapan ve yine ilk kez pa- raşütle atlamanõn ne olduğunu o savaş atmosferinde deneyerek uy- gulayan subay ve askerimizin çok başarõlõ inişleri de tespit edileme- yecekti. Neyin askeri sõr olduğu ve top- lanan bilgilerin ne zaman ka- muoyu ile paylaşõlõrsa haber değeri taşõyacağõnõ da ilgililere anlat- mak mümkün olmadõ. Olmayõnca da kendi inisiyatifimi kullanarak kamuoyunun beklentilerine yanõt verebilmenin yöntemlerini ara- yõp belirlemek zorunda kaldõm. Toplu mezarlar Ancak çõkarmanõn ikinci gü- nünden sonra adaya gidebilen Ba- sõn Yayõn Genel Müdürlüğü fo- toğrafçõlarõnõn yanõ sõra bu görevi yapmakta olan meslektaşlarõmõn özverili çalõşmalarõ imdadõmõza yetişti. Kadõn erkek, bebek demeden hunharca katledilip Atlõlar ve San- dallar’daki toplu mezarlara gö- mülen soydaşlarõmõzõn durumu, bir Amerikan dergisi adõna adaya git- mesine yardõm ettiğimiz değerli fo- to muhabiri arkadaşõm Mehmet Biber’in deneyimi sayesinde dõş dünyaya taşõnabildi. K õbrõs’a daha önceleri sõk gitmiştim. Kõbrõs’õ iyi bilirdim. 1950’nin ikinci yarõsõndan sonra as- kerden döndüğümde işsizdim. Basõna öyle korku salmõştõ ki Başbakan Menderes, ters düşenlere, örneğin emriyle hapse düşen bana iş veren yoktu. O kadar bunalmõştõm ki Ankara’da askerliğini ya- parken -o sõrada ben Ulus gazetesinde muhabirdim- ar- kadaş olduğumuz Hürriyet’in iki sahibinden biri, Erol Simavi’ye gittim. Dinledi beni. Zaten “meslekteki durumu” benden de iyi biliyordu. Sordu: “Paran ve borcun var mı?” “Yok” dedim. Borçlarõ ödeyebilmem ve bir süre ge- çinmemi sağlamak için ne kadar paraya gereksindiği- mi sordu. Söyledim. Müessese Müdürü Feridun Er- yılmaz’õ çağõrdõ. “Kasadan üç bin lira getir” dedi. O zamanõn büyük parasõydõ üç bin lira.. “Al bunu. Ödemek için kendini sıkma” dedi. Hürriyet’te “malum nedenlerle” çalõşamayacağõmõ dokunduruyordu. Aldõm parayõ. Sonralarõ ne ödememi istedi Erol Simavi ne de ödemeye kalkõştõm. Gazetelerde iş yoktu bana. (Bugün de aynõ koşullar geçerli değil mi? Saldõğõ korku ve diğer kimi medya- tik nedenlerle RTE’ye karşõ yazan Silivri’de soluğu alõ- yor ama bir başka gazete de çalõşmasõ olanaksõz gibi.) Kıbrıs Saati Basõn Yayõn Genel Müdürlüğü’nde Genel Müdür Muavini Münir Müeyyet Bekman “dayının” aracõlõ- ğõyla her gün Ankara Radyosu’nda saat 20.00’de ya- yõmlanan Kõbrõs Saati’ni yazmaya başladõm. Emekli öğretmen maaşõ ile geçindiğimiz anneme mad- di yardõmda bulunduğum için mutluydum. Dõşişleri Bakanlõğõ Sözcüsü Büyükelçi İsmail Soysal ile hemen her gün son Kõbrõs haberlerini görüşüyor, hü- kümet politikasõna uygun telkinlerine göre programõ ha- zõrlõyordum. “Denetçim” de usta radyocu, yazar değerli insan Hikmet Münir Ebcioğlu idi. Bir gün Soysal, “Bakan” dedi Fatin Rüştü Zorlu “Kıbrıs Saati’ni kim yazıyor? (Yunan) Dışişleri Bakanı Averof bana bu saatte ve hükümetime öyle saldırılıyor ki diye yakındı.” Ulus’ta Bendderesi Yokuşu’nun sol başõndaki Basõn Yayõn Genel Müdürlüğü’nde küçük bir odada çalõşõ- yorum. Ankara’ya hükümetle görüşmek için geldikle- rinde Türk Cemaati Başkanõ Dr. Fazõl Küçük ile genç yardõmcõsõ, başarõlõ avukat Rauf Denktaş o odada beni ziyaret ederlerdi, konuşurduk. Ölünceye dek Dr. Küçük ile içten ilişkimiz sürdü. Cemaat başkanõ olduktan son- ra Rauf Denktaş’õn mücadele yõllarõnda birlikte olduk dostluğumuz, arkadaşlõğõmõz aralõksõz o günlerden bu- günlere dek sürdü, sürüyor. Uzun lafõn kõsasõ, Kõbrõs harekâtõna dönelim: Y A R I N : B İ R K O Ş U T Ü R K İ Y E Genelkurmay Başkanõ Sancar: Hükümet başımızın dimdik durmasını sağladı YARIN:BAKANLARKURULU’NDAİLKÇATLAK S ahile iyice yaklaştõk. Yan ya- na dizildi çõkarma tekneleri, kapak attõlar. Boynumda iki fotoğraf makinesi, teknelerin karaya kapak atmalarõnõn, askerin muntazam biçimde karaya çõkõşõnõn, tanklarõn, askeri araçlarõn indirişlerinin resimle- rini çekiyordum. Sonra karaya ayak bastõm. Dar as- falt yola tanklar dizilmişti. Hareket emri bekliyorlardõ. Yukarõ- dan, dağ eteklerinden Rumlar ya ha- van ya da uçaksavar toplarõyla aşağõ- ya ateş ediyorlardõ. Kayalar parçala- nõyor, askerlerin üstüne üstüne... 114 Cüneyt Askerlerin arasõnda gezen, emirler veren subaylara inanõlmaz bir soğuk- kanlõlõk egemendi. Yamaçta komutanlar toplantõdaydõ. Resimlerini çekmek için oraya gitti- ğimde “114 Cüneyt” diye biri ses- lendi. Bu numara yedek subay oku- lundaki numaramdõ ve birden bana seslenen ses karşõmda belirdi. 8. Bölük komutanõm Yüzbaşõ Sü- leyman’dõ ve general olmuş, harekâ- ta komuta edenler arasõndaydõ. Sonra tanklar harekete geçti. Tank personeli aralarõnda ateş edilmesinin yasaklanmasõnõ tartõşõyordu ve ben tank üze- rinde resim çekmeye devam ediyordum. Bir ara, bir yerde otuz kõrk kadar Rum ellerini havaya kaldõrmõş birden önümü- ze çõktõ. Resimledim. 1950yõllarõnõnikinciyarõsõndansonraAnkaraRadyosu’ndaKõbrõsSaati’niyazmayabaşlamõştõm Anılar rahat bırakmıyor Türk askeri Kõbrõs’ta
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle