19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 TEMMUZ 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Kandökücülere Karşı... Savaş gibi terör de bir siyaset aracıdır; kanlı bir araç... Çağımızda terör yöntemi -savaş gibi- dışlanıyor; mahkûm ediliyor; anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümü yeğleniyor; ama, yine çağımızda, çoğu devletin kökeninde terör sayılabilecek eylemlerin bulunduğu da bir gerçek... İsrail’in kurucuları arasında ünlü teröristler vardır. Kıbrıs Rum kesiminde, sonradan siyaset ve devlet adamı rolüne çıkan teröristler yok mu!.. Örnekler çoğaltılabilir. Başlangıçta “eşkıyalık” diye nitelenen nice eylem, sonradan bir devletin mayasına katkı sayılmıştır. Ama nice eylem de terör çerçevesinin dışına taşamamış, kanlı bir anı gibi tarihin sayfaları arasında kuruyup kalmıştır. PKK’nin Güneydoğu’daki ya da Batının büyük kentlerindeki eylemlerine biz “terör” diyoruz... Kimine göre bu terör değil... Bağırıyorlar: “Vur gerilla vur Kürdistan’ı kur..” Kimileri de -içlerinde politikacılar, yazarlar ve gazeteciler de var- YÜKSEK mahkeme, üstüne düşeni iyi kötü yaptı ve sıra seçmene geldi. Müjde verecek olan sabırsızdır, fazla beklemez. Mahkeme başkanı, Rona Aybay’ın da belirttiği gibi görülmedik bir yola başvurup iktidarın özlediği sonucu basın toplantısıyla açıklayarak halkoylamasının önünü açmış oldu. Mahkeme tarafsızlığını ispatlamak için iktidarı ve muhalefeti eşit ölçüde memnuniyetsiz gözüktürecek bir denge hesabı düşünmüş de olabilir. Kimi futbol hakemlerinin yaptığı gibi: Bir penaltı birine, bir penaltı da öbürüne. Herkes hesaplı davranacak da yargı davranmayacak mı? Herhalde son yıllardaki kötü gidişlerin en kötüsü bu olmalı: güvenilen dağlara karın yağması. Uzaktan seyredince üşür gibi olur insan, kış ortasında gök gürültüsü duyduğunuzu zannedersiniz. Oysa, devletin çatısı ve temelleri çatırdamaktadır. Kuruluş yıllarının coşkusundan sonra çocuklarınıza bırakacağınız Cumhuriyet bu mu olmalıydı? Artık kime ve neye güveneceksiniz? Çapsızlık yarışına dönüşen demokrasiye mi? Birilerinin sahipliğine mi? Aldatıcı rakamlarla rekor kırma iddiası taşıyan dipsiz ekonomiye mi? On beş yıllık cumhurbaşkanlığı boyuncu yurtdışına tek adım bile atmadan Lozan’ın eksiklerini giderip Montreux’ü ve Hatay’ı halletmiş bir Mustafa Kemal’in Türkiyesi’nde, gidilmedik yeryüzü ülkesi bırakmamış devlet ve hükümet başkanlarıyla varılan dağınık dış politikanın geleceğine mi? İkinci yılı bile tamamlanmadan “Öğretim Birliği”ni getirmiş bir Cumhuriyetin işsiz imam-hatipler yetiştiren, liseleri gereksiz bırakıp dershaneler furyasına teslim olan, özerklik reformunun derin anlamanı kavramaksızın rasgele açılmış üniversite sayılarıyla yüksek öğrenim başarısını ölçen bir ulusal eğitim politikasının yetiştirdiği genç kuşaklara mı? Nereye baksanız, güvenebileceğiniz bir geleceğin yaratılması için ciddi ve sağlam temellere dayalı bir ulusal seferberlik toparlanmasının akılcı disiplinini özler gibi olmuyor musunuz? Hep ütopya olarak kalmamalı bu özlem. Bir ucundan mutlaka başlanmalı onu gerçekleştirici adımlara. Örneğin, hiç değiştirilemeyecek bir üçüncü AKP iktidarı için planlanmış 2011 seçiminin peşrevi olarak getirilen referandumda “hayır”la o planı bozarak. Sunulan metin hiç önemli değil. Çünkü çelişkilerle dolu: Bir yanda yargı bağımsızlığının, anayasal denetimin canına okuyan hükümler, bir yanda da onların üstünü örtmek ve demeti şirinleştirmek için sosyal güvenlikle, sendikal haklarla ilgili sözde iyileştirmeler. Hepsi gelecek iktidarın niyetine bağlı. Böyle olduğu içindir ki bu peşrevi beğenip beğenmemek, sonrasında gelecek fasıl heyetinin şimdikinden de yüksek perdeden okuyacağı makama razı olup olmamak demektir. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Peşrev ve Fasıl [email protected] devletin PKK ile bir masaya oturup konuşmasını ve pazarlık yapmasını istiyorlar. Kavramlar birbirine dolanıp sap ile saman da birbirine karıştığı için, elbet kafalar da bulanacaktır; ama, serinkanlılıkla düşünüldüğünde ak ile kara birbirinden ayrılır. Devlet “eşkıya” ile konuşur mu? Konuşur.. Osmanlı döneminde devletin ileri gelen görevlileri ünlü eşkıya ile konuşup çoğunu dağdan indirmiştir. Bugün en ileri ülkelerde de kullanılan yöntem budur. Karşısındaki ister eşkıya olsun, ister gangster ya da gerilla, devletin görevlisi “teslim ol” çağrısını bir görüşme çerçevesi içinde yürütür; yasaların verebildiği olanaklar içinde kan dökmeden işi bitirmek ister... Ama devlet, eşkıya, terörist ya da gerilla -adına ne dersen de- yasadışı eylemleri benimsemiş ve yürütmüş olanlarla bir masanın başına eşit olarak oturamaz; çünkü bu durumda devletin devletliği kalmaz.. İktidarını paylaşmış olur... Egemenlik parçalanamaz... Başlangıçta eşkıyalık, terör, isyan niteliğinde başlayıp sonradan meşrulaşan çok hareket var. Filistin Kurtuluş Örgütü böyle kurulmadı mı? Bugün sanırım -İsrail’den gayrı- bütün dünya FKÖ’yü “Filistin halkının meşru temsilcisi” sayar. Ama bu çok değişik ve başka kapsamda gelişmiş bir olgudur. Kuzey Irak’ta kurulan Kürt yönetiminin temsilcileri de Ankara’yı, Batı’ya her gidiş gelişlerinde konaklama yeri yaptılar, ceplerine Türk pasaportu bile koydular, ABD’nin güçlü şemsiyesi altında 36’ncı enlemin üstünde Kürt devletinin çekirdeğini kurdular; ama, terörle değil.. Siyasetle.. Peki, PKK’nin durumu ne? Bu soruyu HEP’li kardeşlerimize sormak gerekir; çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde halk, temsilcilerini Büyük Millet Meclisi’ne gönderir... Dağa çıkarmaz... Meclis’te halkın haklarını savunmak yolunda bütün kapılar kapanıp da bütün olanaklar tükenmeden, dağa çıkmak eşkıyalıktır. Meclis kürsüsünden her şeyi söyleyebiliyorsan, demokratik ortamda barış içinde halkın dileklerini hayata geçirme yöntemleri tıkanmamış demektir. Daha açıkçası, Meclis’teki milletvekili PKK’nin değil, halkın temsilcisidir. HEP’i halk Meclis’e yolladı.. Hem de SHP şemsiyesiyle... Ama denebilir ki: “- PKK bu gidişle Güneydoğu’da halkın meşru temsilcisi olacak. Gidiş o gidiş!.. Vur gerilla vur, Kürdistan’ı kur...” Hayır, benim bildiğim HEP’liler böyle demiyorlar. Yapılacak iş, Türkiye’de demokrasinin eksiksiz koşullarını yaratarak tüm partilere özgür bir ortam yaratmak, Güneydoğu halkının parlamentoya katılımını sağlamaktır. Anadolu halkı, ister güneydoğusunda olsun, ister güneybatısında, bütün enlem ve boylamlarında kandökücülüğe elbirliğiyle karşı çıkacak kadar deneyimli ve sağduyuludur. (24 Eylül 1992 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle