19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 TEMMUZ 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR [email protected] CMYB C M Y B SELAM OLSUN ÜLKÜ TAMER Kitapta Her Şeye İzin Var Edebiyat dergilerinde, gazetelerin kültür- sanat sayfalarında, kitap eklerinde “roman enflasyonu”yla ilgili yazılar boy gösteriyor. Bu konuda bir savaş açıldığını bile düşünebiliriz. Roman yazmak nasıl moda olduysa, bu tür yazı yazmak da moda oldu. Televizyondaki cep telefonu reklamından yola çıkarak söyleyeyim: “Şimdi önüne gelen roman yazıyor.” “Evet.” “Yazarlar neredeyse aylık dergi gibi roman çıkarıyorlar.” “İyi.” “Hafta geçmiyor ki, yeni bir roman yazarı belirsin.” “Güzel. Herkes kendine göre bir şey yazsın. Bunda gocunacak bir şey yok ki. Gayet normal.” Burada bir parantez açıp Şilili şair Nicanor Parra’ya bırakayım sözü. Yapıt üretmekten çok laf üretmeyi sevenleri gördükçe hep onun bir şiiri gelir aklıma. Roman bolluğunu eleştiren kimi yazarlara bakıyorum da, “bir şeylerle dolan boş sayfalar”ın çokluğuna sevinesim geliyor. İşte Parra’nın “Genç Şairler” şiiri: “Nasıl isterseniz öyle yazın / Nasıl anlatırsanız anlatın / Öyle çok kan aktı ki köprülerin altından / İnanmak yerinde değil / Tek yolun doğru yol olduğuna. “Şiirde her şeye izin var. “Ama unutmayın temel koşulu: / Bir şeylerle dolmalı boş sayfalar.” Okuduğum kitaplar arasında sevmediklerim oldu elbet. Sayıları, sevdiklerimden kat kat çok. Ama hiçbirinin arkasındaki çabayı küçümsemedim. Onların bir bütün içindeki paylarını, yerlerini hep önemsedim, değerlendirmeye çalıştım. Çağdaş Amerikan edebiyatını düşünüyorum. William Faulkner gibi (özellikle tırnak içinde yazıyorum) “nitelikli” sanatçıların yanı sıra Robbins’ler, Wallace’lar, Hailey’lerle renklenmişti. Edebiyat derken, kendi sınırlarımın içinde kalmıyorum. Neyin edebiyat olup neyin edebiyat olmadığı yargısı kişiden kişiye değişiyor. Sözgelimi, Erskine Caldwell benim için edebiyatçıdır, bir başkası için iyi bir magazin öykücüsüdür. (Zaten konumuz edebiyat değil, roman yazarlığı.) Her tür romana açık olmalıyız. Batıda James Joyce’a da yer var, Agatha Christie’ye de. Ulysses hayranları Hercule Poirot yazarına da, okurlarına da kızmıyor. Biz ise, sevineceğimize, çok roman yazılıyor, önüne gelen roman yazıyor diye küplere biniyoruz. Bizi bu kadar öfkelendiren o yapıtlar, edebiyatın payandalarıdır aslında. Tanıdıklarım arasında okuma keyfini Margaret Mitchell’in Rüzgâr Gibi Geçti’siyle, A.J. Cronin’in Şahika’sıyla yakalayıp Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sına, Albert Camus’nün Veba’sına uzananlar oldu. Ben, kendi adıma, o keyfi bugün birçok kişi tarafından küçümsenen Kemalettin Tuğcu’nun romanlarıyla yakalamış, Reşat Nuri Güntekin’in, O’Henry’nin kitaplarıyla geliştirmiştim. Bir şey daha var: Okur gibi, yazar da kendini geliştirebilir. Peride Celâl, Sönen Alev’le, Kızıl Vazo’yla başlayıp Üç Yirmidört Saat, Bir Hanımefendinin Ölümü gibi usta işi romanlara ulaşmadı mı? Günümüz edebiyatının yüzaklarından biri olarak belirmedi mi? Nostaljiye kılıf uydurup Kerime Nadir’lerde, Muazzez Tahsin’lerde inci avcılığına çıkanlar, bu kadar çok kişinin roman yazmasına neden sinirleniyorlar? Hem kitap okunmuyor diye yakınacağız, hem kitap yazılıyor diye. Bırakınız yazsınlar. “Kötü” kitap “iyi” kitabın değerini düşürmez ki. Edebiyatın yozlaşması mı diyeceksiniz? Homeros’tan bu yana edebiyatı kim yozlaştırabildi? Shakespeare’i bunca yüzyıl içinde kim silebildi? Yaşayan Türk romancıları içinde en çok Yaşar Kemal’i seviyorum. Ama sadece Yaşar Kemal’in romanlarıyla var olan bir kitap dünyası benim için ne kadar sıkıcı, ne kadar renksiz olurdu. CEREN ÇIPLAK M ichael Nyman‘õ pek çoğumuz 1992’de gösterime giren “Piya- no” filmine yaptõğõ müzikle ta- nõrõz. Nyman’a bakõlõrsa, bu film onun popüler müzik bestecisi olarak tanõnmasõna yol açmõş, filmin getirdiği ün biraz da klasik müzikte- ki besteci kimliğine zarar vermiş. İstancool Festivali’nin konuğu olarak İs- tanbul’a gelen Nyman, festival kapsamõnda film ve fotoğraf çalõşmalarõ üzerine bir söy- leşi gerçekleştirdi. “Teoriden sonsuza kadar konuşulabilir ama bunu kısa kesmek la- zım” diyen 66 yaşõndaki Nyman’la besteci- liğinin yanõ sõra öteki ilgi alanlarõnõ da ko- nuştuk. - Orkestra şefi, piyanist, yazar, müziko- log, şimdi de fotoğrafçı ve sinemacı. Bu ka- dar farklı alanlarla olan ilişkiniz sizi mü- ziğinizde nereye getirdi? Hayatõmõn bir döneminde sadece müzik var- dõ. Şimdi ise mesela film ve fotoğrafçõlõk var. Bu farklõ sanat dallarõyla gözüm ve beynim doluyor. Artõk müziğe bağlõ değilim! Evet, müziğin yine önemi var ama artõk ona tama- men bağlõ değilim.. - Yaklaşık 20 yıldır elinizde kamerayla geziyorsunuz, besteci kimliğinizin yanı sı- ra film yapımcısı niteliğiniz de var. Öyleyse film yapmakla müzik yapmak arasındaki benzerlikten konuşarak sürdürelim soh- betimizi. Müzik yazmaya başlarken sõfõrdan başlõ- yorum. Elimde boş bir sayfayla. Filmin mal- zemesi hazõrdõr, yani çekeceğim görüntünün malzemesi zaten var. Bir müziği sõfõrdan ya- ratmayõ çok seviyorum, tamamen hayal gü- cüme dayalõ olarak yaratõyorum. Müzik ya- parken imaj yok, fotoğraf yok, ben yaratõ- yorum. Filmde ise görüntü var, ses var, ben birleştiriyorum yaratmõyorum. Her fotoğ- rafçõnõn içinde bir röntgenci vardõr. Görsel malzeme: beyine bir davet. Ben belli şekilleri başka şekillerde görüyorum. Bir kamera- manõn bir eseri senaryo doğrultusunda çeke- bileceğine inanmõyorum. Gittiğim her yerde film çekiyorum. Bu seferki İstanbul ziyare- timde görsel malzeme toplayamadõm, çünkü hem kõsa kaldõm hem de resepsiyon, müze ge- zileri ve trafikte geçti zamanõm. - Bir filmin başarısında müzik ne kadar etkilidir ya da müzik bir filmi ne kadar et- kiler? Film müziklerinde müzik, filmin konusu- nun bir katmanõdõr. Filmin her sahnesindeki müziğin ayrõ bir görevi vardõr. “Piyano” fil- minde müziğim, konuşmalarõ aşõyor yani müzik daha baskõn. Filmdeki müzik Holly Hunter karakterinin duygularõnõ yansõtmak- la beraber aynõ zamanda filmin bütün duy- gusal yapõsõnõ da yansõtõyor. Kõsacasõ “Pi- yano” filmi bir ekstremdi. Filme bir müzik duygu katabilir, filmde ol- mayan bir enerjiyi verir müzik. Ufak detay- larõ bağlayõp bir iskelet yaratabilir. Yaptõğõm müzikle filmdeki dilsel anlatõmõn müziksel yansõmasõnõ vermeye çalõşõyorum. - Müzik, 20. yüzyıldan farklı olarak 21. yüzyılda hangi yolda gidiyor? 21. yüzyõl içinde herhangi özel bir şey gör- müyorum. Her şeyin bir döngüsü var. Sana- tõn da. Belli dönemlerde sanata ilgi azalõyor ya da artõyor, müzik de öyle bir şey. Diğer sa- nat dallarõ arasõnda müzik en ağõr değişendir. Pop müzik modadan etkilenir ve değişir, ama benim yaptõğõm müzik yani klasik müzik da- ha ağõr değişir, az etkilenir. - Piyanoyu perküsyon olarak kullanı- yordunuz. Hâlâ piyanonuzun karakteri bu yolda mı gidiyor? “Michael Nyman Band” adlõ grubumla çaldõğõm zaman evet bu şekilde çalõyorum. Grupta ritim çalgõlarõ yok. Onun yerini dol- durmak için bu şekilde çalõyorum. Piya- nomla bu ritmi yakalamaya çalõşõyorum. Ama solo yaptõğõm zaman ise klasik çalõşõ- yorum, ses gibi... Bu sanki kendi sesim gibi. Kendimi şiirsel müzik yazan bir adam olarak görmüyorum. ‘Piyano’nun bestecisi Michael Nyman, artõk yalnõzca müziğe bağlõ değil, farklõ alanlara yöneliyor ‘Fotoğrafçõ biraz röntgencidir’ İstancool Festivali’nin konuğu olarak İstanbul’a gelen Nyman, müziğin yanõ sõra film yapõyor, fotoğraf çekiyor, yazõyor, artõk tümüyle müziğe bağlõ olmadõğõnõ söylüyor. ZÜLAL KALKANDELEN U luslararasõ İstanbul Caz Fes- tivali, bu yõl “Yeni Ozan- lar” serisinde sõra dõşõ bir is- mi konuk ediyor. Folk ve elektronik müziği birleştiren çalõşmalarõyla ba- şarõ kazanan İngiliz müzisyen Imo- gen Heap, bugün İstanbul Mo- dern’de bir konser verecek. Teknolo- jiyi çok etkin kullanõp bir internet fe- nomeni haline gelen sanatçõyla ilginç bir söyleşi yaptõk. - Albümlerinizi film gibi düşün- sek, yönetmen, senarist, yapımcı ve başrol oyuncusu da siz olurdu- nuz. Mükemmeliyetçi misiniz, yoksa tamamen özgür olmak mı istiyorsunuz? - Başka müzisyenlerle işbirliği yapmayõ seviyorum. Ama iş kendi albümümü hazõrlamaya gelince, bu- nu ben yaptõm, hedefim buydu diye- bilmeyi istiyorum. Çünkü böylece kafamdakini gerçekleştirmeye daha çok yaklaşõyorum. Asla en mükem- melini ben yaptõm demiyorum ama kendi aklõmdaki özgünlüğü yakala- maya çalõşõyorum. - Ben elektronik müziğin geleceğe bakmakla ilgili olduğunu düşünü- yorum. Bu tür müziği küçümseyen- lere sizin bir yanıtınız var mı? - Elektronik öğeleri kullanõyorum ama müziğim çok fazla elektronik de- ğil. Elbette elektronik müzik yapmak için buna uygun aletler kullanmak la- zõm. Pek çok insan bu tür müziği so- ğuk bulduğunu söyler. Ben buna katõl- mõyorum. Günlük yaşantõmõza bakõn. Araba ya da cep telefonu kullanan herkes teknolojiyle ilişki içinde. Ne- den bu müzikte farklõ olsun ki? Bu da teknolojinin bize sağladõğõ bir olanak. - Bilgisayar hâlâ en yakın arkada- şınız mı? - Evet, hâlâ öyle. - Brian Eno, yıllar önce “Müzis- yenler bilgisayarlardan daha eğlen- celi. Çünkü bilgisayarlar belli bir gelişim düzeyinin altında” demişti. - Öyle mi dedi? Doğru, insanlar da- ha eğlenceli... Bilgisayarlarõn aklõmõz- dan geçeni tam olarak bilebilecek du- rumda olmasõnõ isterdim. Düşünün; bir tuşa basõyorsunuz, bilgisayar iste- diğinizi aynen anlayõp uyguluyor. Bu, bugün bir hedef aslõnda. Bu nedenle insanlara daha çok uyum gösterecek bilgisayarlar geliştirilmeye çalõşõlõyor. - İstanbul konseriniz nasıl ola- cak? Sahnede size yine bas kutusu, papağan ve bilgisayar mı eşlik ede- cek? Yoksa sizin tarifinizle “uzay gemisinde uçup şarkı söyleyen bir kadın” mı göreceğiz? - Piyanom var, bilgisayarõm ve baş- ka aletlerim de var. Albüm kayõt süre- cinde çok sayõda farklõ ses kullandõk. Bunlarõ sahnede seslendirmek için kullandõğõm ekipman da olacak. Bana eşlik eden bir perküsyoncu ile, bas gi- tar, keman ve viyola çalan arkadaşla- rõm var. Önceden kaydedilmiş olan- lardan daha çok, konserde doğrudan aletleri çalarak müzik yapmak istiyo- rum. Güzel şeyler oluyor sahnede... (www.zulalkalkandelen.com) Imogen Heap, Uluslararasõ İstanbul Caz Festivali kapsamõnda bu akşam İstanbul Modern’de bir konser veriyor En yakın dostu bilgisayar Kültür Servisi - Televizyon dünyasõnõn Oscar- larõ kabul edilen, ABD’de televizyon yapõm- larõna verilen “62. Emmy Ödülleri”nin adaylarõ açõklandõ. Emmy Ödülleri’nin bu seneki en büyük adayõ Steven Spielberg ve Tom Hanks’in yapõmõnõ üstlendiği 200 mil- yon dolarlõk bütçeyle “The Pacific”. II. Dünya Savaşõ’nõn Pasifik cephesini anlatan 10 bölümlük bu mini dizi tam 24 dalda aday gösterildi. Ödüle doymayan “Mad Men” ise 17 dalda Emmy’e aday oldu. Müzikal kome- di “Glee” 19 dalda Emmy adayõ olarak dik- katleri üstüne çekti. “Glee”, lisedeki uyum- suz tipler ve onlara rehberlik eden öğretmen- lerin hikâyesini anlatan bir komedi dizisi. “Glee”nin yanõ sõra bu yõl ilk kez Emmy adaylõğõ kazanan diziler arasõnda “Modern Family” ve “The Good Wife” da dikkat çe- kiyor. “Lost”un final sezonu en iyi dram da- lõnda aday olurken Matthew Fox en iyi er- kek oyuncu, Terry O’Quinn ve Michael Emerson da yardõmcõ oyuncu dallarõnda adaylõk kazandõlar. Komedi şovu “Saturday Night Live” Emmy ödüllerinde değişik ka- tegorilerde toplam 126 kez aday gösterilerek “ER” adlõ dizinin 124 kez aday olma reko- runu kõrmõş oldu. ‘Pacific’ten aday çõkarmasõ EMMY ÖDÜLLERİ’NİN ADAYLARI AÇIKLANDI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle