22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bilanço S on iki haftadõr Ortadoğu’da önemli olaylar oluyor. Ge- lişmeler Ankara, Tahran, Tel Aviv ve Washington dörtgeninde yer alõyor. İsrail’in komando birlikleri, Gaz- ze’ye yardõm malzemesi taşõyan ge- milere açõk denizde müdahale etti, 9 kişi İsrail komandolarõ tarafõndan öldürüldü. Birçok yaralõ var. Konu Birleşmiş Milletler’e götürüldü. ABD İsrail’e karşõ sert yaptõrõmlardan ka- çõnõrken, Başbakan Erdoğan konu- yu giderek sertleştiriyor... “Gaz- ze’nin kaderi Ankara’dan ayrı de- ğil” diyerek konuyu adeta “Ulusal ve milli bir dava” düzeyine yükseltti. Böylece bir anda İsrail ve Gazze olayõ bütün dünyanõn birinci gün- dem maddesine yükseldi. Gazze mi - İran mı? Konu sadece İHH’nin gönderdiği yardõm malzemelerinin Gazze’ye ula- şõp ulaşmamasõ ya da İsrail’in Filis- tin’deki ambargosunun delinmesi ola- rak değerlendirilirse büyük bir hata ya- põlõr. Konunun derinlerinde, 17 Ma- yõs 2010’da Tahran’da imzalanan “Nükleer Takas Anlaşması” vardõr. Bilindiği gibi, İran’õn sahip olduğu uranyumun Türkiye’de takas edil- mesi konusunda Brezilya Cumhur- başkanõ Lula da Silva, İran Cum- hurbaşkanõ Ahmedinejad ve Başba- kan Erdoğan’õn kotardõğõ anlaşma Tahran’da imzalandõ (17 Mayõs 2010). Bu anlaşmaya göre İran bir hafta içinde Uluslararasõ Atom Enerjisi Kurumu’na bildirimde bulunacak, bir ay içinde de 1200 kg. düşük düzeydeki uranyumu Türkiye’ye emanet edecek, buna karşõlõk da bir yõl içinde Tah- ran’daki tõbbi araştõrma reaktöründe kullanõlmak üzere Batõ’nõn vereceği nükleer çubuklarõ alacaktõ. Bu anlaşma açõklanõr açõklanmaz, ABD’den itirazlar yükseldi. Dõşişle- ri Bakanõ Davutoğlu, yapõlan anlaş- madan ABD’nin bilgi sahibi olduğu- nu, Obama’nõn Nisan 2010’da Baş- bakan Erdoğan’a gönderdiği mek- tupta belirlenen çerçevenin bu anlaş- mayla karşõlandõğõnõ belirtti. Öte yandan Obama yönetimi Tah- ran anlaşmasõnõn imzasõndan bir gün sonra hemen harekete geçerek, BM Güvenlik Konseyi’ne yeni bir yaptõ- rõm tasarõsõ sundu. Gerekçe olarak Tahran’õn zenginleştirdiği uranyum miktarõnõn eksik gösterildiği, İran’õn elinde 1200 kg. değil iki misline ya- kõn, 2300 kg. zenginleştirilmiş uran- yum bulunduğunu belirtti. Ayrõca di- ğer teknik konularõ da ileriye sürdü. Bu noktada Brezilya, Obama’nõn 20 Nisan’da Da Silva’ya yazdõğõ iki bu- çuk sayfalõk mektubu basõna sõzdõrdõ. Bu mektubunda Obama, Brezilya ve Türkiye’nin yaptõğõ girişimleri des- teklediğini belirtiyordu. Bu çerçevede Washington tarafõn- dan desteklenen girişimin bir anlaşma ile sonuçlanmasõ- na karşõn Washington’õn bir anda sert tavõr takõn- masõ herkesi şaşõrtõyor- du... New York Times, “Brezilya’nın ABD’ye kızdığı için Obama’nın mektubunu açığa çı- kardığını” belirtiyor, Washington Post da mektubun “Lula ve Erdoğan tarafından tılsımlı bir rehber olarak kullanıldığı- nı” vurguluyordu. Bu arada diplomatik ikili görüş- meler de hõzla sürüyor, 24 Mayõs 2010’da yani anlaşmadan bir hafta sonra Obama, Erdoğan’õ telefonla arayarak kendisiyle epeyce uzun bir görüşme yapõyordu. Washington Post bu görüşme için; “Obama’nın, an- laşmanın ABD politikalarıyla uyuş- madığını Erdoğan’a anlatmak için bir saatten fazla dil döktüğünü” ya- zõyordu. Böylece İran - Türkiye - Brezilya üçgeninde kotarõlan ve imzalanan “Nükleer Takas Anlaşması”nõn özellikle Ankara-Washington hattõn- da ciddi sorunlar yaratacağõ yönünde siyasal yorumlar dünya gazete ve TV’lerinde yer alõyordu. New York Times açõkça, “Brezil- ya ve Ankara’nın Tahran tarafın- dan oyuna getirildiğini” ileriye sü- rüyordu. Türk basõnõ bu konuda ikiye bö- lünmüş görünüyordu. Başbakan Er- doğan’õ dünya politikasõnõn etkin bir aktörü olarak görenler kendisini şid- detle alkõşlarlarken Sami Kohen, Se- dat Ergin ve Semih Ediz gibi yo- rumcular konuya daha dikkatli yak- laşõyorlardõ. Amberin Zaman, “ABD ile yeni bir krize doğru” yol alõndõğõnõ be- lirtiyor, Ceyda Karan ise “Türkiye ve Brezilya’nın soktuğu çomak”tan söz ediyordu. ABD’de stratejik yorumlar yapan bir kurumda görevli Ömer Taşpınar, “ABD ile zor bir dönemin başladı- ğını”, Soli Özel “İran meselesinin kıvrımlarına” girmek gerektiğini, Kadri Gürsel de “Nükleerde iki seviyeli satrancın son bulduğunu” belirtiyorlardõ. Böylece Amerikan basõnõnõn “Tür- kiye’nin son İran girişimiyle Ba- tı’dan daha uzaklaştığını” belirtmesi ve Obama’nõn Erdoğan’la yaptõğõ bir saatlik telefon görüşmesinin durumu düzeltmeye yarayacak bir sonuca ula- şamamasõ karşõsõnda iç ve dõş yo- rumcular “ABD - Türkiye ilişkileri- nin daha da bozulma ihtimalin- den” söz etmeye başladõlar. Adeta, İran satrancõ bir poker oyununa dö- nüşmüştü. İngiliz Financial Times gazetesi, “Yükselen güçler Batı’nın kuralla- rına göre oynamak istemiyor” baş- lõklõ makaleyi Türk, Brezilya ve İran liderlerinin karikatürleriyle birlikte yayõmladõ. Karikatürde, Başbakan Erdoğan, İran C. Başkanõ Ahmedinejad ve Bre- zilya C. Başkanõ Silva, nükleer yakõ- tõn simgesi şeklindeki bir topla futbol oynarken, hakem pozisyo- nundaki ABD Başkanõ Obama kõzgõn bir ifadeyle düdük çalarak “durun” işareti yapõyor. ABD’nin bu tutumunun arka planõnda ne vardõr? Geçen hafta İstanbula gelen eski Vermont Va- lisi, 2004’te DP başkan adayõ, halen Obama’nõn yakõn arkadaşõ ve danõş- manõ Howard Dean’in açõklamasõ Obama’nõn pozisyonunu gerçekçi bir biçimde ortaya ko- yuyor. Dean şöyle di- yor: “Sorun şu, Amerika tam Çin’i BM’de İran’a yaptırım konusunda ikna etmişken Türkiye bu anlaşmayı kotardı. Bu da ABD’nin oyun planını zorlaştır- dı.” (E. Can, Hürriyet, 29.05.2010) Bu sözler açõkça “Türkiye’nin pişmiş aşa su kattığını” belirtiyordu. Tüm bu gelişmelerden sonra, gerek Batõ basõnõndan gerekse iç yorumlar- dan esinlenerek ortaya çõkan tablo, Or- tadoğu’daki devinimin aslõnda Gazze Körfezi’nde değil, İran’a yönelik ol- duğunu ortaya koymaya yeterlidir. Basra Körfezi’nde durum Nitekim, dõş haberler ve yorumlar- dan elde edilen bilgiler, geçen hafta Alman yapõmõ üç İsrail süper nükle- er denizaltõsõnõn Basra Körfezi’ne ulaştõğõnõ gösteriyor. Denizaltõlar 1400 km. menzilli füzeler taşõyor. Bu- nun anlamõ, İran’õn en uzak noktala- rõna atõş yapacak güçte olduklarõdõr. Ne kadar ilginçtir ki, İsrail’in süper nükleer denizaltõlarõ İran’õn güneyin- deki Basra Körfezi’ne ulaştõğõ gün- lerde, ya da belki de aynõ saatlerde, İs- kenderun Deniz İkmal Üssü’ne PKK saldõrõsõ gerçekleşiyordu. Aynõ gün Mavi Marmara gemisin- deki büyük Türk bayrağõ ile Türki- ye’nin başõnõ çektiği izlenimi verilen ve Gazze’ye yardõm götüren gemiler açõk denizde İsrail’in saldõrõsõna uğ- ruyordu. Bütün bu gelişmeler Ortadoğu’da yaşanan gerilimin asõl hedefinin İran olduğunu apaçõk ortaya koymaktadõr. İran’õn nükleer gücüne karşõn ABD ve İsrail’in birlikte hareket ettikleri gö- rülmektedir. Başbakan Erdoğan’õn Gazze’nin Ankara’yla, Filistin’in İstanbul’la eşit olduğunu söylemesi acaba Türki- ye’yi ileride zor duruma sokar mõ? Or- tadoğu’da yaşanacak bir nükleer ça- tõşmada Türkiye ne yapacaktõr? Böylesi bir savaşta yanlõş bir po- zisyon almak öteden beri konuşulan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) uygulanmasõnõ masanõn üzerine geti- rebilir mi? Son yõllarda kitaplaştõrõlan, haritalarla desteklenip görselleştirilen büyük Ermenistan ve büyük Kürdis- tan projeleri unutulmamalõdõr. Ortadoğu’da çõkacak bir nükleer ça- tõşma acaba bu projelerin de gerçek- leşmesine olanak tanõr mõ? Böylesi bir savaşta bütün Arap ül- kelerinin (belki Suriye hariç) ABD’nin yanõnda yer alacağõ hemen hemen bi- linmektedir. İsrail’in bu konuda rahat olduğu da bütün uluslararasõ göz- lemciler tarafõndan kabul ediliyor... Gazze açõklarõnda İsrail komando- larõ tarafõndan planlõ bir biçimde ger- çekleştirilen hareket “muhtemelen” Türkiye’ye bir işarettir. Ya da Türki- ye ile ABD’nin arasõnõ açmaya yö- nelik bir girişimdir... Bugünler, duygulardan arõnmõş, “sağduyu, itidal” ve “akõlcõ politika” kavramlarõna son derece gereksinim duyacağõmõz günlerdir. Alev COŞKUN İ nsanõn geleneğinde var; baskõ-korku arttõ mõ sinizm yaygõnlaşõr. Herkeste bir nemela- zõmcõlõk gelişir. Her şeye alay ederek bakan, överken her şeyi iğneleyen, en ciddi konularõ hafife alan sinikler ortaya çõkar. Sinike sormuşlar: “Demokrasi neye yarar?” - Demokratõ hapiste tutmaya, halkõ korkuyla yönetmeye. “Demokrat iktidar nedir?” - Halkõn tepesinde Demokles’in kõlõcõnõ, yani her an gerçekleşecek tehlikeyi canlõ tutma, kor- kuyu sürekli kõlma işi… Amerikalõ Rick Bayan’õn hazõrladõğõ bir sinik sözlük vardõ. Aklõmda kaldõğõ kadarõyla, kapitalist için, “Bütün topluma yemek vaat eden, ama en büyük lokmayı kendisine ayıran kişi” ya- zõyordu. Türkiye’de olaylara böyle bakmak bile artõk yü- rek işi değil mi? Levent Kırca olmasa, siyasal güldürü ölürdü çoktan. Lokmanõn büyüğünü ka- panlar, artõk her şeyi istiyorlar. Stein Ringen’in “Demokrasi neye yarar? Özgürlük ve Ahlaki Yönetim Üzerine” adlõ ki- tabõnõ okurken aklõma geldi. “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diyor anayasa. Anadolu insanõ yapõlmayacak, yapõlamayacak şeyleri söyleyenler için: - “Derler derler…” der. Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir, derler… Elin ağzõ torba değil ki büzesin. Adam der. Peki, gerçek ne? Onu nerede kaybettiysek orada bulmak zo- rundayõz. Yani seçim sandõğõnda; 2002 seçim san- dõğõnda gerçeği ve ulusal bilinci yitirdik, önü- müzdeki seçim sandõğõnda bulup çõkaracağõz. De- mokrasi, sefaleti, sömürüyü, otokrasiyi, insanlõk onurunu yok eden cehaleti örten bir perde midir? Demokrasi aslõnda, “özgürlük ve ahlaki bir yönetim” arayõşõ değil midir? Elbette özgürlük ve ahlaki yönetim arayõşõdõr. Ringen, yoksulluk ve ekonomik paylaşõm nok- tasõndaki farklõlõklarõn demokrasi anlayõşõnõ da farklõlaştõrdõğõnõ tekrarlõyor. Ve diyor ki, “Benim sorum demokrasilerin ne kadar demokratik oldukları değil, ne kadar iyi olduklarıdır. Re- jime elbette bakmalıyız. Ama rejimin altında yaşayan insanlara da bakmalıyız. Orada ne- yi arayacağımızı bilmemiz gerekir. Neleri nerede arayacağımızı kesinleştirene kadar, hiçbir bilgi demokratikliğin, hiçbir veri yığı- nı bizi demokrasilerin ne kadar iyi olduğu so- rusuna ikna edici bir yanıt bulmaya götüre- mez.” Irak’da, Afganistan’da seçim yapõlõyor diye de- mokrasiyle yönetiliyor olduklarõna dair binler- ce sayfa yazõlabilir. Ama her iki ülkede son 10 yõlda ölen 5 milyon insanõn ruhunu, acõlarõnõ ve halen ölmekte olanlarõ nereye yazacağõz? Onla- rõ demokratikleştirmek için öldüren demokrat Ba- tõ’nõn tarihine mi? Bunun demokrasiye katkõsõ ne? Demokrasi, bu çelişkileri nedeniyle insanlõğõn gö- zünde en değersiz noktadadõr. Çünkü demokra- si denen ikiyüzlü siyaseti insanlar reddetmekte- dir. Türkiye demokrasi ise otokrasi ne demektir? Seçimleri şaibeli, kamu hizmeti iktidar parti- sinin militan kadrolarõnca işgal edilmiş, iktidar partisine mensupluk referans olmuş, siyasal muhaliflik ise suç sayõlõyor. Ülke yönetimine ka- tõlõmda yarõş ortadan kalkmõş. Yoksulluk, açlõk, siyasi malzeme; yolsuzluk zenginleşme aracõ ol- muş. Demokratik ekonomi, yandaş kalkõnmasõ haline gelmiş. Kamu maliyesi arpalõk olmuş. - Türkiye, demokratik, laik, sosyal… Derler, derler. İnanan kim? Halk buna inanõyor mu? Halk ne- resinde bu rejimin? Türkiye’de özgürlük ve ahlaki yönetim ara- yõşõnda olanlarõ yok etmeye güdümlü bir iktidar var. Liberal faşistler, dün dündür bugün bugün, diyor ve semiriyor diye halk bunca acõya ve zul- me maruz mu kalacak? Neyin doğru, gerçek olduğu liberal faşistlerin umurunda mõ? Onlar beslendiği sürece fark ediyor mu iktidarda olanõn ne yaptõğõ, kim ol- duğu? Hükümetteki başõbozukluklarõ ve yetersiz- likleri keşfetmek birileri için cesaret kõrõcõ, üzüntü verici olabilir. Ama bunlarõ görmezden gelmek, saklamak, üzerini örtmek kimin işine ya- rõyor? Bindikleri dalõ kesenler, ağacõ kurutmaya ça- lõşanlar, Türkiye’de cehaletin cüreti karşõsõnda suspus olanlara sesleniyorum: Demokrasi: “Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir.” Demokrat: “Demokrasi yani halk yanlısı olandır.” Otokrasi: “Hükümdarın bütün kudreti elin- de bulundurduğu yönetim biçimidir.” Türkiye’de, 2010 yõlõnda kendine demokrat di- yenlere, aydõn diyenlere Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarõ için üç vakit eda ile hep bir ağõz- dan cülusiye bekleyen yeniçeri gibi, “Padişahım çok yaşa” diye bağõrmak yakõşõyor mu? Halkõn gözü önünde yaşanan bu düzen, ilk se- çimde “Mağrurlanma padişah, senden büyük halk var” diyen Türkiye ulusunca yõkõldõğõnda, kimse ağlamasõn. Demokrasi halkõn egemenli- ğidir. Halk en büyük demokrattõr, halk unutmaz. Demokrat... Tuncay ÖZKAN Yeni Parti Genel Başkanõ Financial Times’tan Erdoğan karikatürlü makale. Türkiye-İran-İsrail Üçgeni KOMPLO teorileri iki türlüdür. Bir türü, siyasette nelerin, niçin, nasıl olacağını tahmin etmeye yönelik bir falcılık gibidir. Bir türü ise, olanı açıklamaya ve kimin, neyi, niçin, nasıl yaptığını açıklamaya çalışır. Son bir hafta boyunca Türkiye-İsrail ilişkileri açısından neyin, niçin öyle olduğunu, yaşananların gerisinde hangi niyetlerin yattığını ve hangi tarafın kârlı çıktığını kestirmek zordur. Geçen gün, ciddi bir sosyal bilimci bütün olayın Başbakan Erdoğan’ı son çıkışları ve özellikle İran konusundaki tutumu yüzünden zaten “çizmiş” olan ABD yönetimince ayarlandığını ve amacın böylece İsrail karşısında küçük düşecek AKP liderine unutamayacağı bir ders vermek olduğunu söylemişti. Ona göre, bu işte “cemaat”e biçilen rol Pennsylvania’daki “merkez”in himmetiyle sağlanmıştı ve her şey bittikten sonra oradan yapılan hafif itiraz kokulu açıklama kamuflajdan başka bir şey değildi. Olayın bu denli esrarengiz olup olmadığını anlamak için sonuca bakmak gerekir. Mavi Marmara’yı ve çevresindeki küçük filoyu düzenleyip Gazze’ye yollamaktaki asıl niyetin, “insani yardım” malzemesi taşımaktan daha çok, ambargo delmek ve en azından dünya kamuoyunu etkilemek olduğu İHH’ce de yadsınmıyor. Bu açıdan bakılır ve ambargo eziyetinin yankılanışı düşünülürse, girişim başarılı sayılabilir elbet. İsrail şiddetinin de buna katkıda bulunduğunu unutmamak ve ölenleri “şehit”, kalanları “gazi” mertebesine erişmiş sayanların tesellisini paylaşmak kaydıyla, tabii. Ama, İsrail de, tutumunu sürdürmekte ne ölçüde kararlı davranabildiğini ve kendi davası söz konusu olunca hiç engel tanımaz bir devlet sayılması gerektiğini herkese bir kez daha ispatlamış olmadı m? Peki, ya Türkiye? Girişimi ve sonrasını düzenleyenler, ABD’nin oyununa gelmiş olma olasılığı bir yana, Türkiye’nin yavaş yavaş makas değiştirip bir İslam cumhuriyeti olmaya yöneldiği biçimindeki genel kanıya katkıda bulunmuş olmuyorlar mı? Afrika’nın doğu kıyısıyla Madagaskar arasına serpiştirilmiş bir adacıklar devleti olan Komorlar Federasyonu İslam Cumhuriyeti’ne tescilli, ama bordasına ayyıldızlı bayrak boyanmış bir Mavi Marmara’yı “Saldım hayıra, Mevlam kayıra” diye hayır işi için Akdeniz’e salmış olmanın vebalinden bu iktidar kolay sıyrılamaz. Girişim başarılı olsaydı, bu “açılım”dan puan toplamaya kalkışılmayacak mıydı? Başarı eksik kalsa bile, Başbakan “Ortadoğu’nun kalkanı” saymaya başlamştır kendini. Dağlık Karabağ’ı, Doğu Türkistan’ı, Kerkük’ü ve hele Kuzey Kıbrıs’ı unutmuş gibidir. Başı dönen bütün liderler gibi üslubu gitgide fütursuzlaşmakta, sözcük seçiminde sık sık ölçüyü kaçırmaktadır. Bu tarz efelenmenin Arap dünyasındaki şanına şan getireceği kesindir de, Türkiye’nin başına neler getirebileceği pek belli değildir. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle