Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 7 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Bilanço
S
on iki haftadõr Ortadoğu’da
önemli olaylar oluyor. Ge-
lişmeler Ankara, Tahran,
Tel Aviv ve Washington
dörtgeninde yer alõyor.
İsrail’in komando birlikleri, Gaz-
ze’ye yardõm malzemesi taşõyan ge-
milere açõk denizde müdahale etti, 9
kişi İsrail komandolarõ tarafõndan
öldürüldü. Birçok yaralõ var. Konu
Birleşmiş Milletler’e götürüldü. ABD
İsrail’e karşõ sert yaptõrõmlardan ka-
çõnõrken, Başbakan Erdoğan konu-
yu giderek sertleştiriyor... “Gaz-
ze’nin kaderi Ankara’dan ayrı de-
ğil” diyerek konuyu adeta “Ulusal ve
milli bir dava” düzeyine yükseltti.
Böylece bir anda İsrail ve Gazze
olayõ bütün dünyanõn birinci gün-
dem maddesine yükseldi.
Gazze mi - İran mı?
Konu sadece İHH’nin gönderdiği
yardõm malzemelerinin Gazze’ye ula-
şõp ulaşmamasõ ya da İsrail’in Filis-
tin’deki ambargosunun delinmesi ola-
rak değerlendirilirse büyük bir hata ya-
põlõr. Konunun derinlerinde, 17 Ma-
yõs 2010’da Tahran’da imzalanan
“Nükleer Takas Anlaşması” vardõr.
Bilindiği gibi, İran’õn sahip olduğu
uranyumun Türkiye’de takas edil-
mesi konusunda Brezilya Cumhur-
başkanõ Lula da Silva, İran Cum-
hurbaşkanõ Ahmedinejad ve Başba-
kan Erdoğan’õn kotardõğõ anlaşma
Tahran’da imzalandõ (17 Mayõs 2010).
Bu anlaşmaya göre İran bir hafta
içinde Uluslararasõ Atom Enerjisi
Kurumu’na bildirimde bulunacak, bir
ay içinde de 1200 kg. düşük düzeydeki
uranyumu Türkiye’ye emanet edecek,
buna karşõlõk da bir yõl içinde Tah-
ran’daki tõbbi araştõrma reaktöründe
kullanõlmak üzere Batõ’nõn vereceği
nükleer çubuklarõ alacaktõ.
Bu anlaşma açõklanõr açõklanmaz,
ABD’den itirazlar yükseldi. Dõşişle-
ri Bakanõ Davutoğlu, yapõlan anlaş-
madan ABD’nin bilgi sahibi olduğu-
nu, Obama’nõn Nisan 2010’da Baş-
bakan Erdoğan’a gönderdiği mek-
tupta belirlenen çerçevenin bu anlaş-
mayla karşõlandõğõnõ belirtti.
Öte yandan Obama yönetimi Tah-
ran anlaşmasõnõn imzasõndan bir gün
sonra hemen harekete geçerek, BM
Güvenlik Konseyi’ne yeni bir yaptõ-
rõm tasarõsõ sundu. Gerekçe olarak
Tahran’õn zenginleştirdiği uranyum
miktarõnõn eksik gösterildiği, İran’õn
elinde 1200 kg. değil iki misline ya-
kõn, 2300 kg. zenginleştirilmiş uran-
yum bulunduğunu belirtti. Ayrõca di-
ğer teknik konularõ da ileriye sürdü.
Bu noktada Brezilya, Obama’nõn 20
Nisan’da Da Silva’ya yazdõğõ iki bu-
çuk sayfalõk mektubu basõna sõzdõrdõ.
Bu mektubunda Obama, Brezilya ve
Türkiye’nin yaptõğõ girişimleri des-
teklediğini belirtiyordu.
Bu çerçevede Washington tarafõn-
dan desteklenen girişimin bir
anlaşma ile sonuçlanmasõ-
na karşõn Washington’õn
bir anda sert tavõr takõn-
masõ herkesi şaşõrtõyor-
du... New York Times,
“Brezilya’nın ABD’ye
kızdığı için Obama’nın
mektubunu açığa çı-
kardığını” belirtiyor,
Washington Post da
mektubun “Lula ve
Erdoğan tarafından
tılsımlı bir rehber
olarak kullanıldığı-
nı” vurguluyordu.
Bu arada diplomatik ikili görüş-
meler de hõzla sürüyor, 24 Mayõs
2010’da yani anlaşmadan bir hafta
sonra Obama, Erdoğan’õ telefonla
arayarak kendisiyle epeyce uzun bir
görüşme yapõyordu. Washington Post
bu görüşme için; “Obama’nın, an-
laşmanın ABD politikalarıyla uyuş-
madığını Erdoğan’a anlatmak için
bir saatten fazla dil döktüğünü” ya-
zõyordu.
Böylece İran - Türkiye - Brezilya
üçgeninde kotarõlan ve imzalanan
“Nükleer Takas Anlaşması”nõn
özellikle Ankara-Washington hattõn-
da ciddi sorunlar yaratacağõ yönünde
siyasal yorumlar dünya gazete ve
TV’lerinde yer alõyordu.
New York Times açõkça, “Brezil-
ya ve Ankara’nın Tahran tarafın-
dan oyuna getirildiğini” ileriye sü-
rüyordu.
Türk basõnõ bu konuda ikiye bö-
lünmüş görünüyordu. Başbakan Er-
doğan’õ dünya politikasõnõn etkin bir
aktörü olarak görenler kendisini şid-
detle alkõşlarlarken Sami Kohen, Se-
dat Ergin ve Semih Ediz gibi yo-
rumcular konuya daha dikkatli yak-
laşõyorlardõ.
Amberin Zaman, “ABD ile yeni
bir krize doğru” yol alõndõğõnõ be-
lirtiyor, Ceyda Karan ise “Türkiye
ve Brezilya’nın
soktuğu çomak”tan söz ediyordu.
ABD’de stratejik yorumlar yapan bir
kurumda görevli Ömer Taşpınar,
“ABD ile zor bir dönemin başladı-
ğını”, Soli Özel “İran meselesinin
kıvrımlarına” girmek gerektiğini,
Kadri Gürsel de “Nükleerde iki
seviyeli satrancın son bulduğunu”
belirtiyorlardõ.
Böylece Amerikan basõnõnõn “Tür-
kiye’nin son İran girişimiyle Ba-
tı’dan daha uzaklaştığını” belirtmesi
ve Obama’nõn Erdoğan’la yaptõğõ bir
saatlik telefon görüşmesinin durumu
düzeltmeye yarayacak bir sonuca ula-
şamamasõ karşõsõnda iç ve dõş yo-
rumcular “ABD - Türkiye ilişkileri-
nin daha da bozulma ihtimalin-
den” söz etmeye başladõlar. Adeta,
İran satrancõ bir poker oyununa dö-
nüşmüştü.
İngiliz Financial Times gazetesi,
“Yükselen güçler Batı’nın kuralla-
rına göre oynamak istemiyor” baş-
lõklõ makaleyi Türk, Brezilya ve İran
liderlerinin karikatürleriyle birlikte
yayõmladõ.
Karikatürde, Başbakan Erdoğan,
İran C. Başkanõ Ahmedinejad ve Bre-
zilya C. Başkanõ Silva, nükleer yakõ-
tõn simgesi şeklindeki bir topla futbol
oynarken, hakem pozisyo-
nundaki ABD Başkanõ
Obama kõzgõn bir ifadeyle
düdük çalarak “durun”
işareti yapõyor.
ABD’nin bu tutumunun
arka planõnda ne vardõr?
Geçen hafta İstanbula
gelen eski Vermont Va-
lisi, 2004’te DP başkan
adayõ, halen Obama’nõn
yakõn arkadaşõ ve danõş-
manõ Howard Dean’in
açõklamasõ Obama’nõn
pozisyonunu gerçekçi
bir biçimde ortaya ko-
yuyor. Dean şöyle di-
yor:
“Sorun şu, Amerika
tam Çin’i BM’de İran’a yaptırım
konusunda ikna etmişken Türkiye
bu anlaşmayı kotardı. Bu da
ABD’nin oyun planını zorlaştır-
dı.” (E. Can, Hürriyet, 29.05.2010)
Bu sözler açõkça “Türkiye’nin
pişmiş aşa su kattığını” belirtiyordu.
Tüm bu gelişmelerden sonra, gerek
Batõ basõnõndan gerekse iç yorumlar-
dan esinlenerek ortaya çõkan tablo, Or-
tadoğu’daki devinimin aslõnda Gazze
Körfezi’nde değil, İran’a yönelik ol-
duğunu ortaya koymaya yeterlidir.
Basra Körfezi’nde durum
Nitekim, dõş haberler ve yorumlar-
dan elde edilen bilgiler, geçen hafta
Alman yapõmõ üç İsrail süper nükle-
er denizaltõsõnõn Basra Körfezi’ne
ulaştõğõnõ gösteriyor. Denizaltõlar
1400 km. menzilli füzeler taşõyor. Bu-
nun anlamõ, İran’õn en uzak noktala-
rõna atõş yapacak güçte olduklarõdõr.
Ne kadar ilginçtir ki, İsrail’in süper
nükleer denizaltõlarõ İran’õn güneyin-
deki Basra Körfezi’ne ulaştõğõ gün-
lerde, ya da belki de aynõ saatlerde, İs-
kenderun Deniz İkmal Üssü’ne PKK
saldõrõsõ gerçekleşiyordu.
Aynõ gün Mavi Marmara gemisin-
deki büyük Türk bayrağõ ile Türki-
ye’nin başõnõ çektiği izlenimi verilen
ve Gazze’ye yardõm götüren gemiler
açõk denizde İsrail’in saldõrõsõna uğ-
ruyordu.
Bütün bu gelişmeler Ortadoğu’da
yaşanan gerilimin asõl hedefinin İran
olduğunu apaçõk ortaya koymaktadõr.
İran’õn nükleer gücüne karşõn ABD ve
İsrail’in birlikte hareket ettikleri gö-
rülmektedir.
Başbakan Erdoğan’õn Gazze’nin
Ankara’yla, Filistin’in İstanbul’la eşit
olduğunu söylemesi acaba Türki-
ye’yi ileride zor duruma sokar mõ? Or-
tadoğu’da yaşanacak bir nükleer ça-
tõşmada Türkiye ne yapacaktõr?
Böylesi bir savaşta yanlõş bir po-
zisyon almak öteden beri konuşulan
Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP)
uygulanmasõnõ masanõn üzerine geti-
rebilir mi? Son yõllarda kitaplaştõrõlan,
haritalarla desteklenip görselleştirilen
büyük Ermenistan ve büyük Kürdis-
tan projeleri unutulmamalõdõr.
Ortadoğu’da çõkacak bir nükleer ça-
tõşma acaba bu projelerin de gerçek-
leşmesine olanak tanõr mõ?
Böylesi bir savaşta bütün Arap ül-
kelerinin (belki Suriye hariç) ABD’nin
yanõnda yer alacağõ hemen hemen bi-
linmektedir. İsrail’in bu konuda rahat
olduğu da bütün uluslararasõ göz-
lemciler tarafõndan kabul ediliyor...
Gazze açõklarõnda İsrail komando-
larõ tarafõndan planlõ bir biçimde ger-
çekleştirilen hareket “muhtemelen”
Türkiye’ye bir işarettir. Ya da Türki-
ye ile ABD’nin arasõnõ açmaya yö-
nelik bir girişimdir...
Bugünler, duygulardan arõnmõş,
“sağduyu, itidal” ve “akõlcõ politika”
kavramlarõna son derece gereksinim
duyacağõmõz günlerdir.
Alev COŞKUN
İ
nsanõn geleneğinde var; baskõ-korku arttõ mõ
sinizm yaygõnlaşõr. Herkeste bir nemela-
zõmcõlõk gelişir. Her şeye alay ederek bakan,
överken her şeyi iğneleyen, en ciddi konularõ
hafife alan sinikler ortaya çõkar.
Sinike sormuşlar: “Demokrasi neye yarar?”
- Demokratõ hapiste tutmaya, halkõ korkuyla
yönetmeye.
“Demokrat iktidar nedir?”
- Halkõn tepesinde Demokles’in kõlõcõnõ, yani
her an gerçekleşecek tehlikeyi canlõ tutma, kor-
kuyu sürekli kõlma işi…
Amerikalõ Rick Bayan’õn hazõrladõğõ bir sinik
sözlük vardõ. Aklõmda kaldõğõ kadarõyla, kapitalist
için, “Bütün topluma yemek vaat eden, ama
en büyük lokmayı kendisine ayıran kişi” ya-
zõyordu.
Türkiye’de olaylara böyle bakmak bile artõk yü-
rek işi değil mi? Levent Kırca olmasa, siyasal
güldürü ölürdü çoktan. Lokmanõn büyüğünü ka-
panlar, artõk her şeyi istiyorlar.
Stein Ringen’in “Demokrasi neye yarar?
Özgürlük ve Ahlaki Yönetim Üzerine” adlõ ki-
tabõnõ okurken aklõma geldi.
“Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devletidir” diyor anayasa.
Anadolu insanõ yapõlmayacak, yapõlamayacak
şeyleri söyleyenler için:
- “Derler derler…” der.
Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir, derler…
Elin ağzõ torba değil ki büzesin. Adam der.
Peki, gerçek ne?
Onu nerede kaybettiysek orada bulmak zo-
rundayõz. Yani seçim sandõğõnda; 2002 seçim san-
dõğõnda gerçeği ve ulusal bilinci yitirdik, önü-
müzdeki seçim sandõğõnda bulup çõkaracağõz. De-
mokrasi, sefaleti, sömürüyü, otokrasiyi, insanlõk
onurunu yok eden cehaleti örten bir perde midir?
Demokrasi aslõnda, “özgürlük ve ahlaki bir
yönetim” arayõşõ değil midir?
Elbette özgürlük ve ahlaki yönetim arayõşõdõr.
Ringen, yoksulluk ve ekonomik paylaşõm nok-
tasõndaki farklõlõklarõn demokrasi anlayõşõnõ da
farklõlaştõrdõğõnõ tekrarlõyor. Ve diyor ki, “Benim
sorum demokrasilerin ne kadar demokratik
oldukları değil, ne kadar iyi olduklarıdır. Re-
jime elbette bakmalıyız. Ama rejimin altında
yaşayan insanlara da bakmalıyız. Orada ne-
yi arayacağımızı bilmemiz gerekir. Neleri
nerede arayacağımızı kesinleştirene kadar,
hiçbir bilgi demokratikliğin, hiçbir veri yığı-
nı bizi demokrasilerin ne kadar iyi olduğu so-
rusuna ikna edici bir yanıt bulmaya götüre-
mez.”
Irak’da, Afganistan’da seçim yapõlõyor diye de-
mokrasiyle yönetiliyor olduklarõna dair binler-
ce sayfa yazõlabilir. Ama her iki ülkede son 10
yõlda ölen 5 milyon insanõn ruhunu, acõlarõnõ ve
halen ölmekte olanlarõ nereye yazacağõz? Onla-
rõ demokratikleştirmek için öldüren demokrat Ba-
tõ’nõn tarihine mi? Bunun demokrasiye katkõsõ ne?
Demokrasi, bu çelişkileri nedeniyle insanlõğõn gö-
zünde en değersiz noktadadõr. Çünkü demokra-
si denen ikiyüzlü siyaseti insanlar reddetmekte-
dir.
Türkiye demokrasi ise otokrasi ne demektir?
Seçimleri şaibeli, kamu hizmeti iktidar parti-
sinin militan kadrolarõnca işgal edilmiş, iktidar
partisine mensupluk referans olmuş, siyasal
muhaliflik ise suç sayõlõyor. Ülke yönetimine ka-
tõlõmda yarõş ortadan kalkmõş. Yoksulluk, açlõk,
siyasi malzeme; yolsuzluk zenginleşme aracõ ol-
muş. Demokratik ekonomi, yandaş kalkõnmasõ
haline gelmiş. Kamu maliyesi arpalõk olmuş.
- Türkiye, demokratik, laik, sosyal…
Derler, derler.
İnanan kim? Halk buna inanõyor mu? Halk ne-
resinde bu rejimin?
Türkiye’de özgürlük ve ahlaki yönetim ara-
yõşõnda olanlarõ yok etmeye güdümlü bir iktidar
var. Liberal faşistler, dün dündür bugün bugün,
diyor ve semiriyor diye halk bunca acõya ve zul-
me maruz mu kalacak?
Neyin doğru, gerçek olduğu liberal faşistlerin
umurunda mõ? Onlar beslendiği sürece fark
ediyor mu iktidarda olanõn ne yaptõğõ, kim ol-
duğu?
Hükümetteki başõbozukluklarõ ve yetersiz-
likleri keşfetmek birileri için cesaret kõrõcõ,
üzüntü verici olabilir. Ama bunlarõ görmezden
gelmek, saklamak, üzerini örtmek kimin işine ya-
rõyor?
Bindikleri dalõ kesenler, ağacõ kurutmaya ça-
lõşanlar, Türkiye’de cehaletin cüreti karşõsõnda
suspus olanlara sesleniyorum:
Demokrasi: “Halkın egemenliği temeline
dayanan yönetim biçimidir.”
Demokrat: “Demokrasi yani halk yanlısı
olandır.”
Otokrasi: “Hükümdarın bütün kudreti elin-
de bulundurduğu yönetim biçimidir.”
Türkiye’de, 2010 yõlõnda kendine demokrat di-
yenlere, aydõn diyenlere Recep Tayyip Erdoğan
ve AKP iktidarõ için üç vakit eda ile hep bir ağõz-
dan cülusiye bekleyen yeniçeri gibi, “Padişahım
çok yaşa” diye bağõrmak yakõşõyor mu?
Halkõn gözü önünde yaşanan bu düzen, ilk se-
çimde “Mağrurlanma padişah, senden büyük
halk var” diyen Türkiye ulusunca yõkõldõğõnda,
kimse ağlamasõn. Demokrasi halkõn egemenli-
ğidir. Halk en büyük demokrattõr, halk unutmaz.
Demokrat...
Tuncay ÖZKAN Yeni Parti Genel Başkanõ
Financial Times’tan Erdoğan karikatürlü makale.
Türkiye-İran-İsrail Üçgeni
KOMPLO teorileri iki türlüdür. Bir türü,
siyasette nelerin, niçin, nasıl olacağını tahmin
etmeye yönelik bir falcılık gibidir. Bir türü ise, olanı
açıklamaya ve kimin, neyi, niçin, nasıl yaptığını
açıklamaya çalışır.
Son bir hafta boyunca Türkiye-İsrail ilişkileri
açısından neyin, niçin öyle olduğunu,
yaşananların gerisinde hangi niyetlerin yattığını ve
hangi tarafın kârlı çıktığını kestirmek zordur.
Geçen gün, ciddi bir sosyal bilimci bütün olayın
Başbakan Erdoğan’ı son çıkışları ve özellikle İran
konusundaki tutumu yüzünden zaten “çizmiş”
olan ABD yönetimince ayarlandığını ve amacın
böylece İsrail karşısında küçük düşecek AKP
liderine unutamayacağı bir ders vermek
olduğunu söylemişti. Ona göre, bu işte “cemaat”e
biçilen rol Pennsylvania’daki “merkez”in
himmetiyle sağlanmıştı ve her şey bittikten sonra
oradan yapılan hafif itiraz kokulu açıklama
kamuflajdan başka bir şey değildi.
Olayın bu denli esrarengiz olup olmadığını
anlamak için sonuca bakmak gerekir. Mavi
Marmara’yı ve çevresindeki küçük filoyu
düzenleyip Gazze’ye yollamaktaki asıl niyetin,
“insani yardım” malzemesi taşımaktan daha çok,
ambargo delmek ve en azından dünya
kamuoyunu etkilemek olduğu İHH’ce de
yadsınmıyor. Bu açıdan bakılır ve ambargo
eziyetinin yankılanışı düşünülürse, girişim başarılı
sayılabilir elbet. İsrail şiddetinin de buna katkıda
bulunduğunu unutmamak ve ölenleri “şehit”,
kalanları “gazi” mertebesine erişmiş sayanların
tesellisini paylaşmak kaydıyla, tabii.
Ama, İsrail de, tutumunu sürdürmekte ne
ölçüde kararlı davranabildiğini ve kendi davası
söz konusu olunca hiç engel tanımaz bir devlet
sayılması gerektiğini herkese bir kez daha
ispatlamış olmadı m?
Peki, ya Türkiye? Girişimi ve sonrasını
düzenleyenler, ABD’nin oyununa gelmiş olma
olasılığı bir yana, Türkiye’nin yavaş yavaş makas
değiştirip bir İslam cumhuriyeti olmaya yöneldiği
biçimindeki genel kanıya katkıda bulunmuş
olmuyorlar mı? Afrika’nın doğu kıyısıyla
Madagaskar arasına serpiştirilmiş bir adacıklar
devleti olan Komorlar Federasyonu İslam
Cumhuriyeti’ne tescilli, ama bordasına ayyıldızlı
bayrak boyanmış bir Mavi Marmara’yı “Saldım
hayıra, Mevlam kayıra” diye hayır işi için Akdeniz’e
salmış olmanın vebalinden bu iktidar kolay
sıyrılamaz. Girişim başarılı olsaydı, bu “açılım”dan
puan toplamaya kalkışılmayacak mıydı?
Başarı eksik kalsa bile, Başbakan
“Ortadoğu’nun kalkanı” saymaya başlamştır
kendini. Dağlık Karabağ’ı, Doğu Türkistan’ı,
Kerkük’ü ve hele Kuzey Kıbrıs’ı unutmuş gibidir.
Başı dönen bütün liderler gibi üslubu gitgide
fütursuzlaşmakta, sözcük seçiminde sık sık
ölçüyü kaçırmaktadır.
Bu tarz efelenmenin Arap dünyasındaki şanına
şan getireceği kesindir de, Türkiye’nin başına
neler getirebileceği pek belli değildir.
mumtazsoysal@gmail.com