11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 5 MAYIS 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CAHİLLİK de denebilirdi, ama yanlış ve eksik olurdu. Bazen, okumamış insanlara da “cahil” diyoruz. Oysa, okula gitme fırsatı bulamadığı halde çok bilen veya sağduyu sahibi olduğu için bilmediğini bilip her konuda uluorta konuşmayan bir yığın insan var bu ülkede. Yahut, çok bilmekle birlikte hiçbir şeyin bilincine varamadığı için dertsiz, amaçsız yaşayanlar da. Hayır, İnönü-Hitler benzetmesi bu kategorilerin hiçbirine girmiyor. Çünkü benzetmeyi yapan, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı; hiç okumamış ve iddiasız, amaçsız da diyemezsiniz. Peki, ne demek gerekir böyle bir söz etmiş olmasına? Belki bir dil “lapsus”ü. Yani, söylemek istemediği halde, bilinçaltından gelen bir etkiyle ağzından kaçmış bir söz. Çözümlenmesi, psikiyatri uzmanlarının konusu olabilir: Nedir bilinçaltında yatan? Çok ağır bir suçlamada bulunmak istemiş olabilir mi? “Diktatör” mü demek istedi acaba? Irkçılıkla, soykırımcılıkla suçlamak mı? Şeytanlık, kıtalar çapında ve bin yıllık düzen kurma hırsını mı kastetti? Yoksa, bugünkü CHP’yi kötülemeye çalışırken birinci simge ad yerine İnönü mü geldi dilinin ucuna? Bilmecenin yanıtı ne olursa olsun, çok kişiyi yanıltan ve sözcük seçmekte bocalatan bir konuyu bu vesileyle deşmek yararlı olabilir mi acaba: Çok kısa “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” ve “Serbest Cumhuriyet Fırkası” deneyimleri dışında yaklaşık çeyrek yüzyıl sürmüş olan “tek partililik” döneminin niteliği tam olarak nedir? Son bir-iki kuşağın yerli ya da yabancı düşünürlerince benimsendiği için artık klasikleşen en açık yanıtı Fransız siyaset bilimcisi Maurice Duverger vermişti bu soruya: Kemalist Devrim’in tek partililiği, çağdaşlaşmaya çalışan ve bugünkü deyimle “gelişmekte olan” bir toplumu özgürleştirmeye ve sonuçta demokratikleştirmeye yönelik bir otoriterliktir. Böyle bir çözümlemenin Jakobinizm ülkesi olan Fransa’dan gelmesi hiç şaşırtıcı değildir. Şu ya da bu ayrıntı ve eleştiri bir yana, bütünüyle belki de o düşünce akımının amacına ulaşmış en başarılı örneği sayılabilir Kemalist Devrim. Öyle bir dönemi basit bir “tepeden inmecilik” diye nitelemek ve İngiliz-Amerikan düşüncesinin etkisinde kalmış İslamcılığın yaklaşımıyla “diktatör”lük saymak kadar büyük yanlış olamaz. Bugünün Türkiye’sinde demokratik seçimlerle iktidara gelip özgürce konuşurken Mustafa Kemal-İsmet Paşa dönemi için Hitler benzetmesi yapmak, cahillik ya da dil sürçmesi falan değil, olsa olsa büyük bir nankörlük ve anlayışsızlık sayılabilir. [email protected] AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bilmece PENCERE Yandım Allah Korosu!.. R TE, İsmet İnö- nü’yü Hitler’e ben- zetmiş. Hitler, çok partili bir seçimle geldiği iktidarõnda Almanya’daki tüm muhalefeti susturarak tek partili bir zorba yönetim kuran ve çõkardõğõ bir dünya savaşõnda milyonlarca in- sanõn kaybõna yol açarak dün- yamõzõ acõlara sürüklemiş bir diktatör idi. William Shirer, 3 ciltlik “Nazi İmparatorluğu” adlõ kitabõnda şöyle diyor: Adalet Müşaviri Hans Frank yargõçlara görevlerini şöyle ha- tõrlatõyor: “Nasyonal sosyalizm karşı- sında hukuk bağımsızlığı yok- tur. Vereceğiniz her kararda, önce kendinize şunu sorunuz: Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verir idi?” (Sayfa 349) Yine de Alman Yüksek Mah- kemesi yargõçlarõ hukuktan vaz- geçmiyor. Bunun üzerine “Halk Mahkemesi” adlõ korkunç mah- kemeler kuruyor. Bu mahkeme- nin 9 üyesinden 4’ü hukukçu, 5 üyesi ise partililerden seçiliyor. Böylece kararlarda hukuk değil, Führer öne geçiyor. Hitlervari çağrışımlar “Ben Ergenekon savcısıyım” diyen Recep Tayyip Erdoğan’õn bu sözleri ve yargõyõ yürütmenin buyruğuna sokmayõ hedefleyen anayasa değişikliklerine kalkõş- masõ, Hitlervari çağrõşõmlara yol açmõyor mu? Türk yargõçla- rõnõ “Benim yerimde olsa R.Tayyip Erdoğan nasıl bir karar verir” tarzõnda düşün- dürmek istiyor. Peki Recep Tayyip Erdoğan’õn Hitler’e benzettiği İsmet İnönü ne yapmõş? Çok partili siyasi yaşam Ulusal Kurtuluş Savaşõ zafer- le sonuçlanõnca Mustafa Ke- mal’in ilk başbakanõ olarak ve o dâhi ile birlikte ülkeye demo- kratik yollarõ açõcõ çağdaş dev- rimlerin baş uygulayõcõsõ olmuş, Batõ emperyalizminin ülkemize düşman devletleriyle işbirliği yapan sultanlõğõ ve hilafeti son- landõrmõştõr. Aynõ İnönü, 1938’de cumhur- başkanõ seçildikten bir yõl sonra patlayan İkinci Dünya Sava- şõ’nda Hitler faşizmine karşõ Türkiye Cumhuriyeti’ni koru- muş, savaşõn bitmesi üzerine iç ve dõş herhangi bir tehdit şöyle dursun, cõlõz bir istekle bile kar- şõlaşmadõğõ halde çok partili si- yasi yaşamõ başlatmõştõr. Ken- disini bu yoldan caydõrmak is- teyenlerle yaptõğõ söyleşi an- lamlõdõr: - Paşam, iktidar Demokrat Parti’ye bõrakõlõr mõ? - Neden bõrakõlmaz? - Onlarõn yapmayacağõ şey yoktur. - Söyleyemediklerinizi ben sizlere söyleyeyim: Bana saldõ- racak, hatta küfredecekler, hep- sini göze alõyorum. Sizler de- mokratik çok partili hayatõ iste- miyor musunuz? - İstemez olur muyuz Paşam? Ama erken başlattõnõz? - Ne zaman başlatmalõydõk? İsmet İnönü, “5, 10, 15 yıl son- ra çok partili hayatı başlat- malıydınız” sözlerini şöyle ya- nõtlamõştõ: - Diyelim 50 yõl sonra başlat- malõydõk. Başlayalõ iki yõl oldu, geriye 48 yõl kaldõ, hiç başlat- masaydõk yine 50 yõlda kala- caktõk. Demek ki kazançlõyõz. Tüm caydõrma girişimlerine göğüs geren İnönü, 12 Mayõs 1950’de seçimi Demokrat Parti kazanõnca, Ankara Valisi’ni ara- mõş, “Celal Bayar’a söyleyiniz, hükümetlerini hemen kurabi- lir” demiş, iktidardan onurla ayrõlmõş ve şu sözü söylemiştir: “Benim en büyük yenilgim en büyük zaferimdir!” Ve bu iktidar değişikliği, dün- ya basõnõnda “kansız ihtilal”, “beyaz ihtilal” deyimleriyle övülmüş ve bu demokratik aşa- mada en büyük payõn İsmet İnö- nü’de olduğu kanõsõ genel kabul görmüştür. Demokratik rejime bağlılığı Dahasõ var, 1961 seçimlerin- den sonra başbakan olan İsmet İnönü, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayõs 1963 günlü iki silahlõ ayaklanmayõ yenilgiye uğratarak demokratik çok partili rejime bağlõlõğõnõ yeniden kanõtlamõştõr. İnönü’yü Hitler’e Benzetmek Şeref BAKŞIK Eski CHP Genel Sekreteri Atatürk ve İnönü, uzunca süredir açõk tartõşmalarõn dõşõnda tutuluyordu. İnönü’yü Hitler’e benzeten sözde başbakanõn zihninde Atatürk de vardõr aslõnda, bunu ertelemiş görünüyor şimdilik. Ateşle oynadõğõnõn farkõna varacaktõr pek yakõnda bu sözde başbakan. 22 Şubat ayaklanma- sõnõ bastõrõrken, karar- gâh edindiği Hava Kuvvetleri Komutan- lõğõ’nda şöyle haykõr- mõştõr: “Tek başıma kal- sam, Büyük Millet Meclisi’ne giderim, bu maceracılar be- nim ancak ölümü alabilir oradan ve sonra da bu millet onlara ne yapacağını bilir!” 22 Şubat ayaklan- masõnõn bastõrõlmasõnõ izleyen ilk Millet Mec- lisi toplantõsõnda İs- met İnönü tüm millet- vekillerince ayakta ve sürekli alkõşlarla kar- şõlanmõş, Adalet Par- tisi’nin milletvekilleri de o coşkuya katõlma kadirşinaslõğõnõ gös- termiştir, Recep Tay- yip Erdoğan’õn Hit- ler’e benzettiği İsmet İnönü’ye. Daha çok çok şeyler anlatõlabilir(**) ancak sadece bir konuya da- ha değinerek yazõmõ bitirmiş olayõm: Harp Okulu Komutanõ Kur- may Albay Talat Ay- demir’in bir avuç su- bayla tanklarõ başkent caddelerine çõkararak başlattõğõ macerasõnõ bastõrõrken İnönü, hal- kõmõzõn kurumlardan en çok güven duyduğu Silahlõ Kuvvetlerimi- zin demokrasiye olan desteğini yanõnda bul- muştur. Recep Tayyip Erdoğan fõrsat bul- dukça yõpratmak iste- diği ordumuzu halkõ- mõzõn gözünden dü- şürebileceği gafletin- dedir. “Hiç kimse kendi- ne göre bir ordu yap- maya kalkışmasın!” demişti İsmet İnönü, 2010 yõlõ başbakanõnõn böyle bir çaba göste- receğini bilmiş gibi. Bu başbakan ki, sade- ce orduyu değil, yar- gõyõ da kendine ben- zetme peşindedir. Atatürk ve İnönü, uzunca süredir açõk tartõşmalarõn dõşõnda tutuluyordu. İnönü’yü Hitler’e benzeten söz- de Başbakan’õn zih- ninde Atatürk de var- dõr aslõnda, bunu erte- lemiş görünüyor şim- dilik. Ateşle oynadõğõnõn farkõna varacaktõr pek yakõnda bu sözde Baş- bakan. İzlediğim kadarıyla son günlerde tüm basın felaket tellallığına özeniyor, köşe yazarlarının kaleminden kan damlıyor, hem de şıpır şıpır... Niçin?.. Çünkü tam bir fiyasko yaşanıyor ülkede, tuttuğun elinde kalıyor, her şey dökülüyor, kıyamet göstergeleri ortalığı sardı... • Mafya mı devletin içinde?.. Devlet mi mafyalaştı?.. • Ulaşım ve trafik rezaleti doruğuna çıktı, karayolları kanlı mezbahaya döndü, kentler tıkandı... • Terör kan içiyor... • Ekonomide ‘rantiyecilik’ aldı başını gidiyor... • Şeriatçılık iktidarda... • Ya gelir dağılımı?.. DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü), yaptığı son incelemelerde çarpıcı gerçeği ortaya koyuyor: Kocaeli’de kişi başına ulusal gelir 7 bin 349 dolar, Muş’ta 660 dolar; bölgesel adaletsizliğin yanı sıra kişisel açıdan zengin ve yoksul arasındaki uçurumun artık dibi görünmüyor. • Devlet Bütçesi yok, borç bütçesi var. Devlet, kamu hizmetlerini varlıklıdan vergi alarak değil, zenginden yüksek faizle borç para toplayarak yürütmeye çabalıyor, ama nafile... • Güneydoğu’da devlet yok, okullar kapalı, zorunlu göç köylünün canına okumuş... Bütün medya, sabah akşam bu konuları işliyor, herkes her şeyden şikâyet ediyor; sağcısı solcusu, sosyalisti, liberali, Kemalisti, ilerici ve gericisiyle ‘Yandım Allah’ korosuna dönüştük. Peki, mafya nasıl ortalığı sardı? Polis nasıl bozuldu? Kamu maliyesi nasıl çürüdü? Terör neden ortalığı sardı? Şeriatçılık nasıl gelişti? Gelir dağılımı nasıl bozuldu? Türkiye, nasıl kara para cennetine dönüştü?.. Eskiden böyle miydik?.. Son on yılda Türkiye, hızla çürüyüp kirlenerek batağın dibine saplandı. Neden?.. Medyada herkes her şeyden şikâyet ediyor; ama nedenlerini kurcalamaya kimse yanaşmıyor. Bir ülkede ekonomik düzen bozulmadan sosyal ve siyasal kurumlar yozlaşmaz. Her şeyin önü ardı ekonomidir. Türkiye 1980’lerde benimsediği ‘vahşi kapitalizm’ modelinde kokuştu; ‘köşe dönücülük’ felsefesinde benliğimizi yitirdik; ‘dolarizasyon’ politikasında eriyip bittik, yağma düzeninde boğulduk... Kökeninde kim var bu işin?.. 12 Eylül faşizmiyle birlikte yükselen ‘köşe dönücülük’ modeli canımıza okudu... Bir toplumda ne mafya kendiliğinden palazlanır, ne şeriat durup dururken yükselir, ne trafik canavarı birdenbire yollara çıkar, ne terör kırda ve kentte kan içmeye başlar, ne tefecilik ve kara para tezgâhı birdenbire kurulur, ne rantiyecilik ülke ekonomisinde birden egemenleşir, ne siyasal partiler durup dururken güçsüzleşir, ne de ülke politikası, tarikat ve cemaatlere bağlanır. Evet, 12 Eylül askeri faşizmiyle el ele ülkenin yazgısını belirleyen Özal, bugünkü durumun temellerini attı. Bugün her şeyden ve bir ağızdan yakınanlar, özelleştirmeleri yapıp, devleti küçültürsek, Türkiye’nin düzeleceğini söylüyorlar... Boş laf!.. On yılda bozulan, bir günde düzelmez. Türkiye’yi bu noktaya getiren ‘arabesk liberalizm’, namı diğer ‘liboşizm’dir. Bu tür bir kapitalizm, ne İngiltere’de var, ne Almanya’da, ne Fransa’da, ne de Amerika’da... Bizimki yağma düzeni!.. Mafya, terör, rantiyecilik, çürüme, kokuşma bu düzenin türevleridir. Düzeni eleştirmeden türevleriyle uğraşmak boşuna... (3 Eylül 1996 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle