23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 MAYIS 2010/ SAYI 1262 PAZARI Flzik mühendisi bir kuklacı İskender Giray. Eğitimini ve mesleğini bir kenara bırakarak, kendini ilgi alanı kuklaya adamış. Kukla yapıyor, onlarla yaşıyor, onları yaşatıyor tıpkı Pinokyo'nun babası Gephetto gibi. ZUHALAYTOLUN Kuklaların efendisi• skender Giray, bir kukla tasanmcısı. Türkiye'nin yer- I li Gephetto'su olarak anılıyor. Ancak o, bu tanım- I lamanın iddialı olduğunun farkında. Çünkü tek der- di kuklaların dünyasında sanatını en iyi şekilde yapa- bilmek. Gelecek hayalleri içinde özgürce üretebileceği, içinde ayrı ayrı ahşap, metal, seramik, resim atölyele- rinin olduğu doğaya entegre bir butik otel açabilmek yeralıyor. Şimdilerde Beşiktaş'taki atölyesinde sipariş üzerine ipli, benzetme kuklalar yapıyor. Fotoğraflara ba- karak modellemeler yapıyor, gerçek veya sentetik saç- lı, kişinin giyim tarzına uygun kıyafetler diktigi, ek me- kanizmalarla desteklediği kuklalar hazırlıyor. O kadar kişiselleştirilmiş kuklalar hazırlıyor ki aralarında kız ar- kadaşının saçlarını kuklaya eklettirmek isteyen bir sev- gili de var, Kubrick hayranı kocasına Dr. Strangelove filminin son sahnesinin modellemesini yaptırmak is- teyen de. Giray'ın ilgi çekici kuklalannın yanı sıra ilginç hikâyesini de dinledik. Bakın anlattıklarına. İskender Giray'ın hikâyesi, insanların "normal mes- lek" dedikleri cinsten bir üniversite eğitimi alarak baş- lıyor. İTÜ'de fizik mühendisliği okumaya başlıyor. Giray, "Sonrasında ise hayatımın yedide beşini sade- ce "haftasonu efendisi 1 olabilmek için daha fazla har- camak istemedim. Kurumsal bir işte çalışmak bana gö- re değildi, mutlu değildim" diyerek başlıyor kukla ma- cerasını anlatmaya. Çocukluğundan bu yana en büyük tatmini bir obje yarattığında ya da bir resmi bitirdiğin- de almış. "En önemlisi" diyor Giray, "Yumruklanmızı sı- karak, koştura koştura yaşamaya alıştığımız kısa ha- yatı, yumruklanmı biraz gevşeterek, tatmin olduğum işi yaparak yaşamak istedim." Ve 3 yıl önce sonuçlarını göze alarak ilk hamlesini yapıyor. Herşeyi bırakıp hayatını plastik sanatlar üze- rinden kazanmaya karar veren Giray, tekrar bir eğitim için bütçe ayıramayacağından atölyelere gidip dene- ye göre ögrenme yolunu seçiyor. Elbette zor bir geçiş dönemi bu. Giray, önceleri karakalem portre çalışmalan yaparken, hayatını kukla ile kazanan arkadaşlannın yön- lendirmesiyle ayna karşısında kendini modellemeye başlıyor. Kısa süre sonra atölye çalışmalarıyla kendi- ni bu alanda yetiştiriyor. Sonra da atölyesini açıyor. Giray, profesyonel olarak iki yıldır kukla yapıyor. Yerli Gephetto usta olarak yazılıp çiziliyor. Hafif gururu ok- şansa da iddialı bir tanımlama olduğunun farkında. "İşimi dürüstçe ve en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum" diyor. Giray, kuklalanyla çok mutlu. "Onların yaşadık- larını düşünüyorum. Başkaları tarafından oynatılabili- yor olması kimisinin egosunu zedeleyebiliyor mesela. Bazı oynatan insanlar arasında da aynı anlamı yükle- yip haz duyanlar olmuştur. Benim için insanın kendi- nin oynatılamayacagını bilmesi yeterli." EN BÜYÜK İLGİ KADINLARDAN Kukla yapımı, Giray'ın gününün çoğunu alıyor. Onlarla kimi zaman konuşuyor, kızıyor, bazen iş biti- minde atölyesinden ayrılırken "iyi geceler" bile diliyor kuklasına. Bu da biranlamda oyunun parçası onun için. Genellikle sipariş üzerine ipli benzetme kuklalar yapıyor Giray. Seramik çamurundan fotoğraflara bakarak mo- delliyor ve aldığı kalıpla polyester olarak tekrar çıkar- tıyor. Gerçek ya da sentetik saç ekiyor. Kıyafetlerini de kişinin giyinme tarzına uygun olarak dikiyor. Sipariş sahiplerinin büyük kısmı, sevdiklerine, özel bir günde hediye etmek üzere ulaşıyor Giray'a. En bü- yük ilgi de kadınlardan. Gelen ilginç talepler de var. ; Anlatıyor Giray: "Bir hanımefendi benden eşinin kuk- lasını sipariş etti. Beyefendi Kubrick hayranı. Kubrick'in Dr. Strangelove filminin sonundaki sahneyi istedi. Bu sahnede kovboy şapkalı Amerikalı subay, uçaktan atı- lan atom bombasının üstünde rodeo yapar edasıyla aşağı düşüyor. Biraz sonra ölecek olmasına rağmen dünyanın en mutlu insanı gibi şapkasını sallayarak çığ- lıklar atıyor. Kuklaya, ona göre kostüm dikip altına ne- redeyse kukladan daha maliyetli bir atom bombası fi- gürü yaptım." Yeni evlenecek çiftlerin verdiği gelin da- mat siparişinin yanı sıra, bir buçuk yaşındaki kızının kuk- lasını büyüdüğünde ona hediye etmek üzere hazırla- tanlar da var. Diğer yandan elinde kız arkadaşının saç- lanyla gelip, "Bunu ekelim beyefendi" diyerek onu şa- şırtanlar da var. Şaşırmayı seviyor Giray, böylece işi da- ha da renkleniyor belli ki. Kuklalar için bir fiyat aralığı yok. istenilen detaylara göre değişiyor. Giray'ın kısa vadeli planlarından biri de tiyatrolarla iş- birliği halinde çalışmak. Bir de Efe Işıldaksoy'la bera- ber "Dekoratif Propaganda" adı altında topladıkları bir seri çıkarıyorlar. Savaş karşıtı bu ticari proje ile mo- delledikleri objeleri, yanlannda kilapçığıyla beraberyurt- dışı ve yurtiçinde satışa sunacaklar. Bu, nükleer bom- ba ile onun etkilerini gösterecek bir obje ya da İkinci Dünya Savaşı'ndan kalan bir asker kaskıyla yapılan aba- jur olabilir. Uzun vadede ise özgürce üretebileceği bir tesis kurma hayali var Giray'ın. Ege veya Akdeniz'de, içinde ahşap, metal, seramik, resim ve müzik atölye- lerinin olduğu, sanatçılara hizmet edecek, yapılann ah- şap olduğu doğaya entegre bir butik otel açmak isti- yor. "Ben sanat için meslegimi bıraktım. Hedefim, ha- yallerimi özgürce hayata geçirmek" diycr. • zuhala@cumhuriyetcom.tr Ç Çocuklar sanat sever nADNANIBİNYAZAR Korku patlaması 1 / orku, beyne önce sözel ı\bağlamda yerleşir, giderek somutlaşıp saplantıya dönüşür. Kavramlann beyne nasıl yerleştiğini bilemeyiz, ama onun kişiliğimizdeki yansımalarını her an yaşarız. Gazetelerde, ekranlarda, tartışmalarda, ayaküstü sohbetlerde sıkça kullanıldıgına bakılırsa, korku artık bir ruhbilimi terimi olmaktan çıkmış, yaşamsal düzeni kökünden sarsan bir duygu olarak algılanıyor. Korkunun, sonradan öğrenildiği biliniyor. Çocuk, elini dokundurup irkildikten sonra ateşin korku nesnesi olduğunu kavrar. Büyüdükçe, başta yakın çevresi, toplumsal dengesizligin ona öğretmediği korku kalmaz! Korkunun saplantıya dönüşmesi, kişiyi eylemsizliğe sürükler. Eylemsizlik ise, kişiye korkuyu yenme yolunu tümüyle kapar. Ruhbilimciler, kişinin korkuyla doğmadığını söylüyor, ama eylemsiz kalıp korkuyu yenmeyenin, korkular içinde ölecegi kesindir. Korkunun insanda yarattığı en büyük yıkım, kendini ruhsal dengesizliklerde belli eder. Ondan da kötüsü, giderek toplumsallaşmasıdır. Korku bu bağlamda bireysellikten çıkar, bedeni kurutan kanser hücresi gibi, toplumu dayanışma bilincinden eder. Şafak baskınlarıyla, gerekçesiz tutuklamalarla, uzun süren yargılamalarla, komplolarla, haksız suçlamalarla... kişiye bir tür korku virüsü şırıngalanıyor. Korku nasıl toplumsallaşır? Yöneticilerin, yetkilerini kötüye kullandığı toplumlarda önce karşılıklı güven duygusu sarsıntıya uğrar. Korku, korkuttuğuyla kalmaz, en başta insanı ruhsal ezikliğe uğratır. Eziklik, kişiyi kimlik aşınmasına uğratır. Korkulacak işler yapmadığını bilse de, kendini içinin tutsağı kılarak eylemsizleşir. Güvensizliğin özünde yatan budur. Korkutan, üzerinde korku yarattığından ne daha cesur, ne de daha özgürdür. Onun iç düzeni, en az korkuttuğununki kadar sağlıksızdır. Sürekli can kaygısı duyar, ele geçirdiği erki kaçırmamak için etrafına insandan, betondan, taştan, demirden duvarlar ördürür. Güçlünün zararının bedelini her çagda güçsüz ödemiştir. Ama Nâzım'ın deyimiyle, "vakt erişince", acı çekenler onları ezenlere dünyayı zindan etmiştir. Korkutan, onunla dalaşanlardan çok, sessiz kitlelerden korksun! Güçsüz gibi görünür, ama dipten akan ırmaktır sessizlik; çağıldaması dışarıdan duyulmaz. Otobüstedir o, vapurdadır, et almak için para denkleştirmektedir, pazarda pazarlık etmektedir, kovulduğu işyerinin kapısının önündedir... Acı, varoluşun en şiddetli yansımasıdır; eziyet çeke çeke yumruk kadar kalmış yaşlı bir kadın sessizce yakınıyordu otobüsten inerken. Onun sessizliği, yer gök sarsılıyormuş gibi gelmişti bana. Dolmabahçe dolaylarında, erk sahibi birini korumak amaçıyla kapatılan ara yollarda tutmaz dizleriyle, uzaklara atılmış otobüs durağına doğru yürümeye çalışırken söylediği şuydu: "Bütün bunlar, bir kişinin huzuru için mi; peki, bizlerin huzuru nolacak?.." Yakınmasını bilen, korkuyu yenmiş sayılır; artık o özgürdür! Ses çıkmaya başladı; kadını erkeğiyle, yaşlısı genciyle, herkes o yaşlı kadın; patladı patlayacak... Korku, erksel baskıların doğurduğu iç volkandır; korkuyla sarsılan yürek patlamaya görsün, deniz diplerinden püsküren İzlanda'daki volkan gibi, yer gök kapkara külden görünmez olur. Öyle kara bir kül ki, gökte uçan kuşun kanadını çürütür, uçakları havaalanlarında hurda metale döndürür... • binyazar@gmail.com FİGEN ATALAY Çocuklarımız, piyanist olmasalar da müziğin dilinden anlasınlar, iyi dinleyici olsunlar; ressam olmasalar da güzel bir resme bakmasını bilsinler, bundan zevk alsınlar isteriz. Ama bunun için pek bir şey de yapmayız. Dokuz Eylül Mimarlık Fakültesi'nde tasanm dersleri veren Yard. Doç. Zehra Ersoy, iki kızı büyürken bu konuda kendi önlemini almak ve onlara çok sayıdaki sanat kursunda sunulandan farklı bir paylaşım sağlayabilmek amaçıyla araştırmaya başlamış. İdeali şuymuş: "Birileri bu çocuklara tarihi ve sanatı öyle bir A tacan Eğitim Kurumları'nda düzenlenen "10. Öykü r \ Anlatı Yanşmasfna katılan 22 küçük çocuk, anlattıkları öykülerle izleyenleri büyülediler. Öyküleri, kimisi şarkılar, kimlsi yardımcı oyuncular eşliğinde canlandıran 5 ve 6 yaşındaki çocuklar, medeni oesaretleri ile __ de çok alkış aldılar. Yarışma sonunda birinciliği, "Etekleri Zil Çalan Kız" adlı öyküyle Lara Tuncel, ikinciliği "Aynadaki kız" adlı öyküyle Azra Palabıyık, üçüncülüğü de "Elma Kurdu" adlı öyküyle Güney Tan Boğa kazandılar. • anlatsın ki, en başından sevsinler. Öğrendikleri de, ilgileri de kalıcı olsun. Öyle bir program ve düzen olsun ki, sanatın tüm dallarında gezinsin, farklı boyutları görsünler, seçme şansları olsun. Bir kronoloji takip etsin ki öncelikle işin mantığını kurabilsinler. Bilgiler havada asılı kalmasın. Ve sanatın yaşamdan ayrı olmadığını anlatmak için mutlaka toplumsal ve kültürel bir arka plan verilsin. Daha da önemlisi özel bir yöntemi olsun. Amaç sevdirmekse, uygun bir anlatım yöntemi bulunsun." Ersoy bu amaçla, önce kültür-sanat bilgisi ve tarihi üzerine seçtiği bazı temalar üzerine içerikler ve egzersizler tasarlamaya ve atölye programları uygulamaya başlamış. Adına yaş gurubunu belirtmek amaçıyla 9/12 demiş. Önceleri birtakım deneysel çalışmalarla başlayan bu denemeler, daha sonra sistemli, özgün bir metodu, felsefesi, ilkeleri ve içeriği olan bir eğitim destek programına dönüşmüş. Sonuçta, "9/12 Çocuk Kültür-Sanat Tarihi Eğitimi" adıyla, bu yaş grubunun beceri ve beklentilerine yönelik özel bir model ortaya çıkmış. Bu eğitim programı halen, Özel Izmir SEV İlköğretim Okulu'nda uygulanıyor. Haftada ikişer saatlik seminer- atölye çalışması şeklinde, tüm 5. sınıf öğrencilerine yönelik olarak uygulanan dersin adı "TarihSEV-Kültür ve Sanat Bilgisi Programı". Derslerin bu ayın sonunda tamamlanacağını söyleyen Zehra Ersoy, "Alınan sonuçlar çok umut vaat 1 + edici ve gözle görülebilir hızlı kazanımlar var. Geri bildirim anketleri ve gözlemlerim sonucu, öğrencilerin, ders dışında konuları kendi aldıkları kitaplar, yayınlar ve belgesellerle takip ettikleri ortaya çıktı. Okul kitaplığında birTarihSEV bölümü oluşturma fikri de öğrencilerden geldi" dedi. Bu uygulamada, her ders bir "senaryo" gibi ele alınıyor. Bir "anlatıcısı" ve eşlik eden bir "9/12 ekibi" (sanal karakterleri) var. Anlatıcının sözlerini destekleyen görsel karşılıkların yoğunluğu, bunun bir kurgu dahilinde anlatılması ve hatta oynanması, semineri dikkat çekici, uyarıcı ve kalıcı hale getiriyor. Bir başka önemli özelliği, tüm sanat dallarını içine alıyor olması. •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle