22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Geçen ay sonunda üzücü bir gelişme oldu. Viyana’da yaşamakta olan Kamer Erkan bu dünyadan göçüp gitti. Şayet radyoda bir anons yapõlacak olsaydõ, herhalde “Garp cephesinde yeni bir şey yok” biçiminde bir haber geçerlerdi diye düşündüm. Kim tanõrdõ ki Kamer Erkan’õ? Her ölümlü gibi doğmuş, büyümüş, yaşamõş ve göçüp gitmişti bu dünyadan… Kamer Erkan ismini duyduğumda, farklõ olarak, benim aklõma bir film gelir: Scorpion (Akrep), başrollerini Burt Lancester ile Alain Delon’un paylaştõklarõ ve yarõsõndan çoğunun Viyana’da geçtiği güzel bir casusluk filmi. Bu filmin çekimleri Orta Avrupa’nõn bu şirin kentinin karakteristik yerlerinin yanõ sõra, dar sokaklar, eski fakat bakõmlõ binalar ve kent merkezindeki bir şantiyede yapõlmõştõr. Bu, 70’li yõllarõn başõnda kentin kalbi olarak kabul edilen Karlsplatz’daki (Karl Meydanõ) metro inşaatõdõr. Kent içindeki yolculuklarõnõzda aktarma yapmanõz gerektiğinde yolunuz sõkça düşer artõk bu 3 hattõn kesiştiği metro istasyonuna. Viyana ormanlarõnõn başladõğõ kentin batõ yakasõndan doğu kõsmõnda, Tuna’nõn kõyõsõna yakõn bir yerde bulunan Emekli Sandõğõ’na yapmõş olduğumuz birkaç yolculukta biz de Karlsplatz’da aktarma yapmõştõk Erkan ile. Yeraltõna doğru kat kat inen istasyonun en alt katõndaydõ gitmemiz gereken metro durağõ. Kamer Erkan her defasõnda, yukarõya çõkmakta olan oldukça uzun yürüyen merdivene bakmõş ve bana dönerek anlatmaya başlamõştõ, “Bak delikanlı, bunların hepsini biz yaptık!” Erkan, kendi anlatmõş olduğu kadarõyla ilk nüfus cüzdanõnõ Yozgat’tan almõş, kayõtlara göre 1938 doğumlu bir vatandaştõ. Aslen Tunceli doğumluydu. Çocukluk yõllarõndan bahsettiğinde, annesinin küçükken kulağõna kaçmõş olan kurtlarõ çivi gibi bir cisimle dõşarõya çõkarttõğõnõ, o zamandan beri de çok ağõr işittiğini anlatõrdõ... Kamer amca, askerliğini yaptõktan sonra memleketinden çõkõp, İstanbul’a gitmiş, 70’lerin başõna kadar Kadõköy’de yaşamõştõ. Güçlü kuvvetliydi, yõllarõnõ elinde kefesi Salõpazarõ ve çarşõda hamallõk yaparak geçirmişti. Birçok Kadõköylü gibi o da Fenerbahçe taraftarõydõ. Artõk oranõn bir parçasõ olmuşken birçok insanõn yaptõğõ gibi o da yurtdõşõna çõkmaya karar vermişti. Çok bilenler kendisine akõl vermişler ve orada başka bir kimlikle çalõşmanõn daha doğru olacağõnõ söylemişlerdi. “Böylesi daha iyidir ha!” biçimindeki nasihat kendisini Viyana’ya “Hasan Sağol” olarak getirmiş, neredeyse 40 yõl önce Viyana’daki metro inşaatõnda çalõşmaya başlatmõştõ. Bu arada, bir taraftan Hasan olarak çalõşõrken diğer taraftan da Kamer’i unutmamaya çalõşmõş, açmõş olduğu yaş tashihi davasõ ile doğum tarihini düzelttirmişti. Doğum tarihi artõk 1938 değil, 1925 olmuştu. Zaten eskiden aile büyükleri de ne zaman doğmuş olduğunu kendisine aktarõrlarken o yõlõn kõş ve ilkbaharõnõn nasõl geçmiş olduğundan yola çõkarak bir hesaplama yapmõşlardõ. Viyana’da uzun yõllar bu şekilde yaşamõş ve çalõşmõştõ. Kentin bir sürü yerindeki temellerde eti, tõrnağõ, kanõ ve teri olan binlerce göçmen emekçiden biriydi… Günün birinde, Hasan kimliğinin doğru olmadõğõ ortaya çõkmõş, yasal bir süreç yaşanmõştõ. Bu dönemde kendisine çeviri ve hukuki konularda desteği veren de tesadüfen, Yozgat kökenli bir aydõn olan Sedat Bey olmuş, onun çabalarõ olumlu bir akõşa katkõ sağlamõştõ. Anlatõldõğõ kadarõyla, mahkeme başkanõ hâkim hanõm, Kamer amcaya bir soru yöneltmiş, bu da tercüme edilerek kendisine iletilmişti: “Sayın Erkan, neden böyle bir şey yaptınız?” Kamer amca o her zamanki aydõnlõk yüzüyle hâkime bakmõş ve “Hâkim kızım, ben kötü bir şey yapmadım ki! Açtım ve karnımı doyurmak için çalışmam gerekiyordu. Bana böyle yapmamı söylediler, yaptım ve yıllarca çalıştım. Vallahi başka bir şey yapmadım, bütün mesele budur” demişti. Hâkim, Kamer amcanõn çalõşmõş olduğu şirketlerdeki “hal ve gidiş”ini sordurtmuş, olumlu cevaplar sonrasõnda da kararõ onun lehine vermişti. Viyana’da yaşayan Türkiye kökenli insanlarõn çok sevdiği biri olan Kamer amca, kaderin bir cilvesi olarak, hep farklõ isimlerle anõlmõştõ. Bu kesimlerin bir araya geldikleri bazõ yerlerde “pala”, bazõ yerlerde ise “Kamber emmi” olarak bilinirdi. Ama sonuç olarak, herkes bahsedilenin kim olduğunu hemen anlardõ. Zamanõnda, iş dünyasõnda Hasan Sağol olarak mevcutken, maaşõnõ almak ya da benzeri işlemler için imza atmak zorunda olduğundan, okuryazar olmamasõna karşõn, adõnõ soyadõnõ yazarak imza atmayõ öğrenmişti. Ama kendi gerçek adõ ile hiç böyle bir gereksinimi olmamõştõ ki! Dolayõsõyla, kendi adõna imza atamadõğõ için, adõnõ soyadõnõ belirtebileceği bir kaşe yaptõrmayõ uygun bulmuştu. Herhalde, resmi makamlar da artõk pes etmişler ve “bu insan zararsız, kendi halinde ve -nedendir bilemeyiz- kafasına göre takılan bir insan, bırakalım öyle devam etsin” şeklinde bir yaklaşõm göstermekteydiler. Kamer amca bir dönem de Tunceli’de kalmaya karar vermiş ve bunun için gerekli işlemleri yaptõktan sonra da yola çõkmõştõ. Emekli maaşõ artõk Tunceli’de bir bankaya havale edilecekti. Gel gelelim, Kamer Amca birkaç hafta sonra kararõndan vazgeçmiş, Viyana’ya geri dönmüştü. Başvurularõ da işleme konulup, paracõklarõ memleketindeki hesabõna yatõrõlmõş olduğundan biz de durumu düzelttirmek için yeniden Emekli Sandõğõ’na gitmiştik... Sevimli çehresi ve hareketleriyle bir dönemin ve göçmen çevrenin belki de sembolü olmuş olan Kamer amca artõk yok. Viyana’dan bir yõldõz daha kayõyor. Kamer amca, iyi, doğru, emeğe saygõsõ olan apaydõnlõk bir insandõ. Işõk içinde yatsõn. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 MAYIS 2010 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr Breugel tablosunun içinde oynamak “Oyuncak evrensel. Belçika’da çocukların odaları minyatür otomobillerle doluyken Afrikalı çocuklar telden kendi yaptıkları oyuncaklarla yetinmek durumunda. Peki, oyuncaktan en fazla zevki hangisi alıyor?” diye tanõtmaya başlõyor Mechelen Oyuncak Müzesi kendini. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de Doğa Koleji Uluslararasõ Tiyatro Festivali kapsamõnda İstanbul’da da 2 kez sahnelenen “Saint Nicolas, Nasrettin Hoca ve Gülmeyen Kız” adlõ çocuk oyunumun Gülmeyen Kız’õ Selin bakõn bu konuda ne düşünüyor: “En pahalı ve lüks Barbie bebekler alacağına, sen de anneannemin sana yaptığı gibi, benim için bez bebek dikseydin ya anne. Uzaktan kumandalı uçaklar almak yerine, babamla kâğıttan uçak yapmayı ya da birlikte uçurtma yapıp uçurtmayı yeğlerdim. Babama büyükbabam şeker pancarından araba yaparmış. Babam bana bir kez olsun, kendi oyuncak yapmadı... Babam bana en son çıkan bilgisayar oyunlarını aldı. Playstation ve oyun CD’si doldu odam. Halbuki ben arkadaşlarımla saklambaç, elim sende veya güldürmece oynamak istiyordum... Hatırlıyor musun anne, hani bana bir şapka dikmiştin ben 5 yaşındayken... Bana verdiğiniz hiçbir hediye onun yerini alamadı.” Oyundaki Nasrettin Hoca da anõnda tespiti yapõyor: “Bilmem ne marka oyuncak değil, anne- baba marka sevgi istiyor çocuklar.” Eskinin oyuncaklarõ ve oyunlarõ tarihe karõşõrken bazõ girişimler tarihi günümüze taşõyor. Belçika’da biri Mechelen kentinde ve biri de Brüksel’de olmak üzere 2 tane oyuncak müzesi var. Pieter Breugel’in “Çocuk Oyunları” adlõ tablosunda (Kinderspelen 1559-1560) zamanõn 84 çocuk oyununu resimlediğini hatta bazõ oyunlarõn hâlâ oynandõğõnõ söylüyor uzmanlar. Belçika’da Mechelen Oyuncak Müzesi’nde bu resmin içine girip zamanda yolculuk yapabiliyorsunuz. Resim 3 boyutlu olarak canlandõrõlmõş ve çocuklara eskiden oynanan oyunlar anlatõlõyor. Düzenlenen çalõşma atölyelerinde ise oyunlar rehber eşliğinde oynatõlõyor. Resmin içine girip o günleri yaşõyorsunuz adeta. 7 bin metrekarelik alanda her türlü oyuncağõ bulmak mümkün. Çocuklar babaanne ve büyükbabalarõnõn oyuncaklarõnõ ve oynadõklarõ oyunlarõnõ tanõma fõrsatõ bulurken anne ve babalarõ da çocukluk günlerine geri dönüyorlar. Brüksel’deki Oyuncak Müzesi ise 1000 metre karelik sergileme alanõ ile daha küçük bir müze konumunda. Oyuncaklarõn dünyasõnda günümüzden 1830 yõlõna doğru bir yolculuk yapõyorsunuz Brüksel’deki müzede. Maalesef askerler ve savaşlar da unutulmamõş. Hatta savaş düzeni almõş yüzlerce minik askeri bir arada görmek mümkün. Kukla tiyatrosu gösterileri ise müzenin önemli bir parçasõ. Dokunma ekranlõ sõnõf tahtalarõ ile eğitim verilen günümüz çocularõnõn kara tahtalõ sõnõf görmesi ilginç bir deneyim oluyor. Anne babalarõn çocuklarõ ile birlikte eski zamanlarõn oyuncaklarõ ile oynarken zamanõ unutmasõ ise sõk rastlanan durumlardan. Eğer yanõnõzda çocuğunuzla gittiyseniz bu müzelerden oyuncak satõn almadan çõkmanõz imkânsõz. Oğluma aldõğõm ahşap oymadan yapõlmõş yem yiyen kuşlar ahşap, ip ve el emeğinden imal edilmiş. Kõzõmõn seçtiği minik robot ise mekanik düzenekle, kurularak çalõşõyor. Müzeleri interaktif hale getiren Belçikalõlar, oyuncak müzesinde çeşitli çalõşma atölyelerinde, gezici sergiler ve özel etkinlikler düzenliyorlar. Doğum günü kutlamalarõnõ arkadaşlarõ ile birlikte burada yapabiliyor çocuklar. Brüksel’deki müze yöneticisi Türk olduğumuzu söyleyince İstanbul’da da Oyuncak Müzesi olduğunu anõmsattõ bize. Hem de “Oyuncak” sözcüğünü Türkçe söyleyerek. Sunay Akın’õn 17 yõllõk kişisel çabasõ sonucu Göztepe’de ata yadigârõ köşkte oluşturduğu müzeden bahsediyordu yönetici. Mechelen’deki oyuncak müzesi bize Breugel’in resminde eski zaman oyunlarõ oynatõrken Sunay Akõn da Türkiye’de oyuncaklarõ şiirlere ve öykülere sokuyor. İstanbul Oyuncak Müzesi’ni İsranbul’a geldiğimde gezilecek yerler arasõnda ilk sõraya koydum bile! erdincutku@binfikir.be Grand rue de Pera, 414 Birkaç yõldõr Odesa’da bir madende çalõşmakta olan İsveçli Guillaume Berggren, bir başka ülkeye gitme vaktinin geldiğini düşündü. Limandaki şileplerden birinde bir iş buldu. Akdeniz kõyõsõndaki ülkelerden birinde inip birkaç yõl da orada çalõşabilirdi. Belki İsveç’e dönerdi. Kararsõzdõ. Serüvenden hoşlanõyordu. Seyyah ruhluydu. Becerikliydi. Bugüne kadar şansõ da yaver gitmişti. İsveç’te çok iyi bir ustanõn yanõnda ince marangoz olarak yetiştiğinden gittiği her yerde iş bulmuştu. Yirmi yaşõndan beri ülkeden ülkeye dolaşõyordu. İlk durağõ Hamburg’da bir süre çalõştõktan sonra Berlin’e geçmişti. Berlin’de de hemen iş bulmuştu. Marangoza ihtiyacõ olan bir kadõnõn işlerini görmüştü. Kadõn kõsa bir süre önce ölen kocasõnõn işini üstlenmiş, fotoğraf stüdyosunu çalõştõrõyordu. Guillaume’õn becerikli olduğunu görünce fotoğraf stüdyosunda kendisine yardõmcõ olarak çalõşmasõnõ önerdi. Genç İsveçli öneriyi kabul etti. Kõsa sürede fotoğraf çekmek bir yana karanlõk odada film banyolarõnõn hazõrlanõşõndan baskõ tekniğine kadar bütün incelikleri öğreniverdi. Guillaume stüdyoyu yalnõz başõna evirip çevirecek kadar ustalaştõğõnda patronu kadõn kõsa süren bir hastalõktan sonra öldü. Kadõn her şeyini İsveçli yardõmcõsõna bõrakmõştõ. Guillaume stüdyoyu bir süre daha işlettikten sonra sattõ ve Dresden’e bir süre sonra da Lubliyana’ya geçti. Seyyah ruhlu İsveçli gittiği yeri mekân tutamõyordu. Lubliyana’dan da Bükreş’e göç etti. Aslõnda kalmak üzere gitmediğinden göç etti demek doğru değil. İsveçli genç yeni yerler tanõmayõ seviyordu. Bükreş’i de bir süre sonra terk etti. Bu kez durak Odesa’ydõ. Bir madende ustabaşõ olarak çalõşõyordu. Odesa macerasõ da iki yõl sürdü. Ülkesinden ayrõlõşõnõn on birinci yõlõnda 1866’da Odesa limanõndan bindiği ve aynõ zamanda çalõştõğõ şileple Akdeniz’e doğru yola çõktõ. Ancak şilebin Akdeniz’e çõkabilmesi için taşõdõğõ mallar nedeniyle Osmanlõ Devleti’ne gümrük verilmesi gerekiyordu. Kaptan bu yüzden İstanbul’da durdu. Gümrük işlemleri tamamlanõncaya kadar Guillaume de karaya çõkõp İstanbul’da bir tur atmak istedi. Çõktõ ve çõkõş o çõkõş, bir daha gemiye dönmedi. İstanbul’a vurulmuştu. Bu kent bugüne kadar gördüğü kentlere, hele hele o sõrada Avrupa’nõn en bakõmsõz ve yoksul kentlerinden biri olan doğduğu Stockholm’e hiç benzemiyordu. Guillaume İstanbul’a yerleşmeye karar verdi. Beyoğlu semtini gözüne kestirdi. İsveç ve daha birçok ülkenin büyükelçilikleri o bölgedeydi. Fotoğraf stüdyosu için orasõ uygun olacaktõ. Ve Santa Maria Draperi Kilisesi’nin karşõsõna denk düşen 414 numarada fotoğraf stüdyosunu açtõ. Stüdyo fotoğrafçõlõğõnõn yanõ sõra başta Boğaziçi olmak üzere İstanbul’un semtlerini kartpostal olarak basõp çoğaltõyordu. Kõsa sürede adõnõ duyurmayõ başarmõştõ. Bir süre sonra zengin bir ailenin kõzõ olan Amelie Manopoulo ile evlendi. Guillaume İstanbul’da mutluydu. İsveç’i ayrõlõşõndan 28 yõl sonra ziyaret etti. İstanbul’a dönerken kardeşinin kõzõ da onunla geldi. Bir aylõk gezi için İstanbul’a gelen 22 yaşõndaki Hilda İsveç’e kõrk yõl sonra döndü. Guillaume Berggren 1920’de ölünce Feriköy’deki Protestan mezarlõğõna gömüldü. Berggren’in çektiği fotoğraflarõn negatifleri yõllar sonra bulundu. Bulunan fotoğraflardan 1985 yõlõnda bir sergi açõlmõştõ. İstanbul’un Kültür Başkenti olmasõ nedeniyle Berggren’in İstanbul fotoğraflarõ Stockholm Akdeniz Müzesi’nde tekrar sergileniyor. Birkaç yüz metre ileride Nobel Müzesi’nde de Lütfi Özkök’ün ödül kazanmõş yazar portrelerinin sergisi açõldõ.Yaşam serüvenleri birçok bakõmdan benzerlikler taşõyan iki fotoğraf sanatçõsõnõn eserleri Stockholm’de buluştu. osman.ikiz@tele2.se BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU STOCKHOLM OSMAN İKİZ VİYANA NAMIK BERKTAY Masallar diyarõ ülkesinin yaldõzlarõ dökülmeye başladõ Çocukluğumuzda bir tekerlememiz vardõ, “İsveç, Norveç, Danimarka...” Bu ülkeler hiç de alõşõk olmadõğõmõz güzelliklere sahip olmalõlardõ ki, bu tekerleme çocuk yaşõmõzda bile beynimize işlemişti. Yõllar sonra bu ülkeye gelirken de hâlâ kafamda o tekerleme vardõ ve Andersen’in ülkesine gidiyordum. Kopenhag’õ yavaş yavaş tanõmaya başladõktan sonra Danimarka krallõğõ ve devlet yapõsõ hakkõndaki düşüncelerim değişmeye başladõ dersem yanlõş olmaz. Birçok özelliği ile hâlâ masallar diyarõ olan kuzeyin beş buçuk milyonluk bu küçücük ülkesinin yaldõzlarõnõn dökülmeye başladõğõna tanõklõk ediyorum. Ülkemizin her zaman ulaşmasõnõ istediğimiz o sosyal refah sisteminin gitgide törpülendiğini benimle birlikte birçok Danimarkalõ da kaygõyla izliyor. Çok tuhaf bir ülke, dõşardan bakõlõnca anlaşõlmasõ oldukça zor. Bu kadar sevecen ve eğitim düzeyi oldukça yüksek bir halka sahip olan ülkede nasõl olur da böyle bir yönetim işbaşõnda olur, geldiğimden beri kafamõ kurcalõyor. Diğer Kuzey Avrupa ülkelerinde olmayan bir yabancõlar yasasõna sahip olan ülkede, öteki olmak oldukça zor. Bu ülke artõk Andersen’in masallarõ ya da küçük deniz kõzõ ile değil peygamber karikatürleri krizi ve katõ göçmen politikalarõ ile tanõnmakta. Yüksek lisanssõz yeşil kartõn (eğitimliler için oturma ve çalõşma izni) alõnamadõğõ, aile birleşimi için başvuranlarõn aylarca kendi ülkelerinde kalõp eşleri ile Danimarka’da yaşayabilmek için verdikleri psikolojik- bürokratik mücadele her geçen gün daha da artõyor. Bu satõrlarõn yazarõ da her iki sürece tanõklõk etmiş ve yaklaşõk 135 gün İstanbul’da bekledikten sonra Kopenhag sõnõrlarõndan içeri girebilmiştir. Yukarõda çizdiğim tablo ne kadar karanlõk olsa da Danimarka halkõ, bu tür bir yönetim tarzõnõ hak etmediğini ve de istemediğini günlük yaşamõna yansõtmaya başladõ. Hâlâ sosyal refah sisteminin özlemini çeken ve sistemin geri getirilmesi için mücadele eden insan sayõsõ giderek artõyor. Ekonomik krize ve artan işsizliğe rağmen halk eski alõşkanlõklarõndan vazgeçmek ve bu yaşam tarzõndan tavizde bulunmak istemiyor. İşte bazõ istatistiki bilgiler: Bugün hâlâ Danimarka’da yõlda 3 milyon kişi tiyatroya gidebiliyor, 13- 14 milyon sinema bileti ve ortalama 30 milyon kitap satõlõyor, 10 milyonun üzerinde insan müze ziyaretinde bulunuyor ve en can alõcõsõ da ülkede 3-4 milyon kişi bu iletişim çağõnda hâlâ yazõlõ basõnõ takip ediyor. Danimarka halkõnõn bir kõsmõ, yabancõlarõn yaşadõklarõ sõkõntõlar karşõsõnda da duyarlõlõklarõnõ gösteriyorlar. Hükümetin yabancõ karşõtõ Danimarka Halk Partisi’nin desteği ile uyguladõğõ yabancõlar politikasõna da kendi çaplarõnda tepki vermekteler. Geçtiğimiz günlerde yürütülen bir proje kapsamõnda bir oyun oynandõ. Bu oyunda hükümetin uyguladõğõ yabancõlar politikasõnõ Türkiye uygulamõş olsaydõ Danimarkalõlar nasõl tepki verirlerdi sorusu yöneltildi. Aralarõnda gazeteci, politikacõ, sinema oyuncusu, iş dünyasõ ve öğrencilerin olduğu birçok alandan temsilci, Türkiye’ye ekonomik nedenlerden dolayõ göç etmek zorunda kalmõş Danimarkalõlarõ canlandõrdõlar ve göçmenlerin bire bir yaşadõklarõ sõkõntõlarõ kendi zihinlerinde yaşayarak anladõlar. Danimarka’ya geldiğimde her ne kadar hayallerimdeki ülkeyi bulamadõysam da bu ülkenin hâlâ yaşanabilecek güzel bir yer olduğuna ve halkõnõn da tekerlemedeki umudun tekrar yeşermesi için çaba gösterdiğine inanõyorum. Breugel’in ‘Çocuk Oyunları’ tablosundan bir detay. KOPENHAG BERK ÇOKER Kamer Amca’nõn ardõndan...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle