Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Geçen ay sonunda üzücü bir gelişme oldu.
Viyana’da yaşamakta olan Kamer Erkan
bu dünyadan göçüp gitti. Şayet radyoda bir
anons yapõlacak olsaydõ, herhalde “Garp
cephesinde yeni bir şey yok” biçiminde bir
haber geçerlerdi diye düşündüm. Kim tanõrdõ
ki Kamer Erkan’õ? Her ölümlü gibi doğmuş,
büyümüş, yaşamõş ve göçüp gitmişti bu
dünyadan… Kamer Erkan ismini
duyduğumda, farklõ olarak, benim aklõma bir
film gelir: Scorpion (Akrep), başrollerini
Burt Lancester ile Alain Delon’un
paylaştõklarõ ve yarõsõndan çoğunun Viyana’da
geçtiği güzel bir casusluk filmi. Bu filmin
çekimleri Orta Avrupa’nõn bu şirin kentinin
karakteristik yerlerinin yanõ sõra, dar sokaklar,
eski fakat bakõmlõ binalar ve kent
merkezindeki bir şantiyede yapõlmõştõr. Bu,
70’li yõllarõn başõnda kentin kalbi olarak kabul
edilen Karlsplatz’daki (Karl Meydanõ) metro
inşaatõdõr. Kent içindeki yolculuklarõnõzda
aktarma yapmanõz gerektiğinde yolunuz sõkça
düşer artõk bu 3 hattõn kesiştiği metro
istasyonuna. Viyana ormanlarõnõn başladõğõ
kentin batõ yakasõndan doğu kõsmõnda,
Tuna’nõn kõyõsõna yakõn bir yerde bulunan
Emekli Sandõğõ’na yapmõş olduğumuz birkaç
yolculukta biz de Karlsplatz’da aktarma
yapmõştõk Erkan ile. Yeraltõna doğru kat kat
inen istasyonun en alt katõndaydõ gitmemiz
gereken metro durağõ. Kamer Erkan her
defasõnda, yukarõya çõkmakta olan oldukça
uzun yürüyen merdivene bakmõş ve bana
dönerek anlatmaya başlamõştõ, “Bak delikanlı,
bunların hepsini biz yaptık!” Erkan, kendi
anlatmõş olduğu kadarõyla ilk nüfus cüzdanõnõ
Yozgat’tan almõş, kayõtlara göre 1938
doğumlu bir vatandaştõ. Aslen Tunceli
doğumluydu. Çocukluk yõllarõndan
bahsettiğinde, annesinin küçükken kulağõna
kaçmõş olan kurtlarõ çivi gibi bir cisimle
dõşarõya çõkarttõğõnõ, o zamandan beri de çok
ağõr işittiğini anlatõrdõ... Kamer amca,
askerliğini yaptõktan sonra memleketinden
çõkõp, İstanbul’a gitmiş, 70’lerin başõna kadar
Kadõköy’de yaşamõştõ. Güçlü kuvvetliydi,
yõllarõnõ elinde kefesi Salõpazarõ ve
çarşõda hamallõk yaparak
geçirmişti. Birçok Kadõköylü gibi o
da Fenerbahçe taraftarõydõ. Artõk
oranõn bir parçasõ olmuşken birçok
insanõn yaptõğõ gibi o da yurtdõşõna
çõkmaya karar vermişti. Çok
bilenler kendisine akõl vermişler ve
orada başka bir kimlikle
çalõşmanõn daha doğru olacağõnõ
söylemişlerdi. “Böylesi daha
iyidir ha!” biçimindeki nasihat kendisini
Viyana’ya “Hasan Sağol” olarak getirmiş,
neredeyse 40 yõl önce Viyana’daki metro
inşaatõnda çalõşmaya başlatmõştõ. Bu arada, bir
taraftan Hasan olarak çalõşõrken diğer taraftan
da Kamer’i unutmamaya çalõşmõş, açmõş
olduğu yaş tashihi davasõ ile doğum tarihini
düzelttirmişti. Doğum tarihi artõk 1938 değil,
1925 olmuştu. Zaten eskiden aile büyükleri de
ne zaman doğmuş olduğunu kendisine
aktarõrlarken o yõlõn kõş ve ilkbaharõnõn nasõl
geçmiş olduğundan yola çõkarak bir hesaplama
yapmõşlardõ. Viyana’da uzun yõllar bu şekilde
yaşamõş ve çalõşmõştõ. Kentin bir sürü
yerindeki temellerde eti, tõrnağõ, kanõ ve teri
olan binlerce göçmen emekçiden biriydi…
Günün birinde, Hasan kimliğinin doğru
olmadõğõ ortaya çõkmõş, yasal bir süreç
yaşanmõştõ. Bu dönemde kendisine çeviri ve
hukuki konularda desteği veren de tesadüfen,
Yozgat kökenli bir aydõn olan Sedat Bey
olmuş, onun çabalarõ olumlu bir akõşa katkõ
sağlamõştõ. Anlatõldõğõ kadarõyla, mahkeme
başkanõ hâkim hanõm, Kamer
amcaya bir soru yöneltmiş, bu da
tercüme edilerek kendisine
iletilmişti: “Sayın Erkan, neden
böyle bir şey yaptınız?” Kamer
amca o her zamanki aydõnlõk
yüzüyle hâkime bakmõş ve “Hâkim
kızım, ben kötü bir şey yapmadım
ki! Açtım ve karnımı doyurmak
için çalışmam gerekiyordu. Bana
böyle yapmamı söylediler, yaptım
ve yıllarca çalıştım. Vallahi başka bir şey
yapmadım, bütün mesele budur” demişti.
Hâkim, Kamer amcanõn çalõşmõş olduğu
şirketlerdeki “hal ve gidiş”ini sordurtmuş,
olumlu cevaplar sonrasõnda da kararõ onun
lehine vermişti. Viyana’da yaşayan Türkiye
kökenli insanlarõn çok sevdiği biri olan Kamer
amca, kaderin bir cilvesi olarak, hep farklõ
isimlerle anõlmõştõ.
Bu kesimlerin bir araya geldikleri bazõ
yerlerde “pala”, bazõ yerlerde ise “Kamber
emmi” olarak bilinirdi. Ama sonuç olarak,
herkes bahsedilenin kim olduğunu hemen
anlardõ. Zamanõnda, iş dünyasõnda Hasan
Sağol olarak mevcutken, maaşõnõ almak ya da
benzeri işlemler için imza atmak zorunda
olduğundan, okuryazar olmamasõna karşõn,
adõnõ soyadõnõ yazarak imza atmayõ
öğrenmişti.
Ama kendi gerçek adõ ile hiç böyle bir
gereksinimi olmamõştõ ki! Dolayõsõyla, kendi
adõna imza atamadõğõ için, adõnõ soyadõnõ
belirtebileceği bir kaşe yaptõrmayõ uygun
bulmuştu. Herhalde, resmi makamlar da artõk
pes etmişler ve “bu insan zararsız, kendi
halinde ve -nedendir bilemeyiz- kafasına
göre takılan bir insan, bırakalım öyle
devam etsin” şeklinde bir yaklaşõm
göstermekteydiler.
Kamer amca bir dönem de Tunceli’de
kalmaya karar vermiş ve bunun için gerekli
işlemleri yaptõktan sonra da yola çõkmõştõ.
Emekli maaşõ artõk Tunceli’de bir bankaya
havale edilecekti. Gel gelelim, Kamer Amca
birkaç hafta sonra kararõndan vazgeçmiş,
Viyana’ya geri dönmüştü. Başvurularõ da
işleme konulup, paracõklarõ memleketindeki
hesabõna yatõrõlmõş olduğundan biz de durumu
düzelttirmek için yeniden Emekli Sandõğõ’na
gitmiştik... Sevimli çehresi ve hareketleriyle
bir dönemin ve göçmen çevrenin belki de
sembolü olmuş olan Kamer amca artõk yok.
Viyana’dan bir yõldõz daha kayõyor.
Kamer amca, iyi, doğru, emeğe saygõsõ olan
apaydõnlõk bir insandõ. Işõk içinde yatsõn.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 30 MAYIS 2010 PAZAR
12 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Breugel tablosunun içinde oynamak
“Oyuncak evrensel. Belçika’da
çocukların odaları minyatür
otomobillerle doluyken Afrikalı çocuklar
telden kendi yaptıkları oyuncaklarla
yetinmek durumunda. Peki, oyuncaktan en
fazla zevki hangisi alıyor?” diye tanõtmaya
başlõyor Mechelen Oyuncak Müzesi kendini.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de Doğa Koleji
Uluslararasõ Tiyatro Festivali kapsamõnda
İstanbul’da da 2 kez sahnelenen “Saint Nicolas,
Nasrettin Hoca ve Gülmeyen Kız” adlõ çocuk
oyunumun Gülmeyen Kız’õ Selin bakõn bu
konuda ne düşünüyor: “En pahalı ve lüks
Barbie bebekler alacağına, sen de
anneannemin sana yaptığı gibi, benim için
bez bebek dikseydin ya anne.
Uzaktan kumandalı uçaklar almak yerine,
babamla kâğıttan uçak yapmayı ya da
birlikte uçurtma yapıp uçurtmayı yeğlerdim.
Babama büyükbabam şeker pancarından
araba yaparmış. Babam bana bir kez olsun,
kendi oyuncak yapmadı... Babam bana en
son çıkan bilgisayar oyunlarını aldı.
Playstation ve oyun CD’si doldu odam.
Halbuki ben arkadaşlarımla saklambaç, elim
sende veya güldürmece oynamak
istiyordum... Hatırlıyor musun anne, hani
bana bir şapka dikmiştin ben 5
yaşındayken... Bana verdiğiniz
hiçbir hediye onun yerini
alamadı.” Oyundaki Nasrettin Hoca
da anõnda tespiti yapõyor: “Bilmem
ne marka oyuncak değil, anne-
baba marka sevgi istiyor
çocuklar.” Eskinin oyuncaklarõ ve
oyunlarõ tarihe karõşõrken bazõ
girişimler tarihi günümüze taşõyor.
Belçika’da biri Mechelen kentinde ve biri de
Brüksel’de olmak üzere 2 tane oyuncak müzesi
var. Pieter Breugel’in
“Çocuk Oyunları” adlõ
tablosunda (Kinderspelen
1559-1560) zamanõn 84
çocuk oyununu resimlediğini
hatta bazõ oyunlarõn hâlâ
oynandõğõnõ söylüyor
uzmanlar. Belçika’da
Mechelen Oyuncak
Müzesi’nde bu resmin içine
girip zamanda yolculuk
yapabiliyorsunuz. Resim 3 boyutlu olarak
canlandõrõlmõş ve çocuklara eskiden oynanan
oyunlar anlatõlõyor. Düzenlenen çalõşma
atölyelerinde ise oyunlar rehber eşliğinde
oynatõlõyor. Resmin içine girip o
günleri yaşõyorsunuz adeta. 7 bin
metrekarelik alanda her türlü
oyuncağõ bulmak mümkün. Çocuklar
babaanne ve büyükbabalarõnõn
oyuncaklarõnõ ve oynadõklarõ
oyunlarõnõ tanõma fõrsatõ bulurken
anne ve babalarõ da çocukluk
günlerine geri dönüyorlar.
Brüksel’deki Oyuncak Müzesi ise
1000 metre karelik sergileme alanõ ile daha
küçük bir müze konumunda. Oyuncaklarõn
dünyasõnda günümüzden
1830 yõlõna doğru bir
yolculuk yapõyorsunuz
Brüksel’deki müzede.
Maalesef askerler ve savaşlar
da unutulmamõş. Hatta savaş
düzeni almõş yüzlerce minik
askeri bir arada görmek
mümkün. Kukla tiyatrosu
gösterileri ise müzenin
önemli bir parçasõ. Dokunma
ekranlõ sõnõf tahtalarõ ile eğitim verilen günümüz
çocularõnõn kara tahtalõ sõnõf görmesi ilginç bir
deneyim oluyor. Anne babalarõn çocuklarõ ile
birlikte eski zamanlarõn oyuncaklarõ ile oynarken
zamanõ unutmasõ ise sõk rastlanan durumlardan.
Eğer yanõnõzda çocuğunuzla gittiyseniz bu
müzelerden oyuncak satõn almadan çõkmanõz
imkânsõz. Oğluma aldõğõm ahşap oymadan
yapõlmõş yem yiyen kuşlar ahşap, ip ve el
emeğinden imal edilmiş. Kõzõmõn seçtiği minik
robot ise mekanik düzenekle, kurularak
çalõşõyor. Müzeleri interaktif hale getiren
Belçikalõlar, oyuncak müzesinde çeşitli çalõşma
atölyelerinde, gezici sergiler ve özel etkinlikler
düzenliyorlar. Doğum günü kutlamalarõnõ
arkadaşlarõ ile birlikte burada yapabiliyor
çocuklar. Brüksel’deki müze yöneticisi Türk
olduğumuzu söyleyince İstanbul’da da
Oyuncak Müzesi olduğunu anõmsattõ bize. Hem
de “Oyuncak” sözcüğünü Türkçe söyleyerek.
Sunay Akın’õn 17 yõllõk kişisel çabasõ sonucu
Göztepe’de ata yadigârõ köşkte oluşturduğu
müzeden bahsediyordu yönetici.
Mechelen’deki oyuncak müzesi bize Breugel’in
resminde eski zaman oyunlarõ oynatõrken
Sunay Akõn da Türkiye’de oyuncaklarõ şiirlere
ve öykülere sokuyor. İstanbul Oyuncak
Müzesi’ni İsranbul’a geldiğimde gezilecek
yerler arasõnda ilk sõraya koydum bile!
erdincutku@binfikir.be
Grand
rue de
Pera, 414
Birkaç yõldõr Odesa’da bir
madende çalõşmakta olan İsveçli
Guillaume Berggren, bir başka
ülkeye gitme vaktinin geldiğini
düşündü. Limandaki şileplerden
birinde bir iş buldu. Akdeniz
kõyõsõndaki ülkelerden birinde inip
birkaç yõl da orada çalõşabilirdi. Belki
İsveç’e dönerdi. Kararsõzdõ.
Serüvenden hoşlanõyordu. Seyyah
ruhluydu. Becerikliydi. Bugüne kadar
şansõ da yaver gitmişti. İsveç’te çok
iyi bir ustanõn yanõnda ince marangoz
olarak yetiştiğinden gittiği her yerde
iş bulmuştu. Yirmi yaşõndan beri
ülkeden ülkeye dolaşõyordu. İlk
durağõ Hamburg’da bir süre
çalõştõktan sonra Berlin’e geçmişti.
Berlin’de de hemen iş bulmuştu.
Marangoza ihtiyacõ olan bir kadõnõn
işlerini görmüştü. Kadõn kõsa bir süre
önce ölen kocasõnõn işini üstlenmiş,
fotoğraf stüdyosunu çalõştõrõyordu.
Guillaume’õn becerikli olduğunu
görünce fotoğraf stüdyosunda
kendisine yardõmcõ olarak çalõşmasõnõ
önerdi. Genç İsveçli öneriyi kabul
etti. Kõsa sürede fotoğraf çekmek bir
yana karanlõk odada film
banyolarõnõn hazõrlanõşõndan baskõ
tekniğine kadar bütün incelikleri
öğreniverdi. Guillaume stüdyoyu
yalnõz başõna evirip çevirecek kadar
ustalaştõğõnda patronu kadõn kõsa
süren bir hastalõktan sonra öldü.
Kadõn her şeyini İsveçli yardõmcõsõna
bõrakmõştõ. Guillaume stüdyoyu bir
süre daha işlettikten sonra sattõ ve
Dresden’e bir süre sonra da
Lubliyana’ya geçti. Seyyah ruhlu
İsveçli gittiği yeri mekân
tutamõyordu. Lubliyana’dan da
Bükreş’e göç etti. Aslõnda kalmak
üzere gitmediğinden göç etti demek
doğru değil. İsveçli genç yeni yerler
tanõmayõ seviyordu. Bükreş’i de bir
süre sonra terk etti. Bu kez durak
Odesa’ydõ. Bir madende ustabaşõ
olarak çalõşõyordu. Odesa macerasõ da
iki yõl sürdü. Ülkesinden ayrõlõşõnõn
on birinci yõlõnda 1866’da Odesa
limanõndan bindiği ve aynõ zamanda
çalõştõğõ şileple Akdeniz’e doğru yola
çõktõ. Ancak şilebin Akdeniz’e
çõkabilmesi için taşõdõğõ mallar
nedeniyle Osmanlõ Devleti’ne
gümrük verilmesi gerekiyordu.
Kaptan bu yüzden İstanbul’da durdu.
Gümrük işlemleri tamamlanõncaya
kadar Guillaume de karaya çõkõp
İstanbul’da bir
tur atmak
istedi. Çõktõ ve
çõkõş o çõkõş,
bir daha
gemiye
dönmedi.
İstanbul’a
vurulmuştu. Bu
kent bugüne
kadar gördüğü kentlere, hele hele o
sõrada Avrupa’nõn en bakõmsõz ve
yoksul kentlerinden biri olan
doğduğu Stockholm’e hiç
benzemiyordu. Guillaume İstanbul’a
yerleşmeye karar verdi. Beyoğlu
semtini gözüne kestirdi. İsveç ve daha
birçok ülkenin büyükelçilikleri o
bölgedeydi. Fotoğraf stüdyosu için
orasõ uygun olacaktõ. Ve Santa Maria
Draperi Kilisesi’nin karşõsõna denk
düşen 414 numarada fotoğraf
stüdyosunu açtõ. Stüdyo
fotoğrafçõlõğõnõn yanõ sõra başta
Boğaziçi olmak üzere İstanbul’un
semtlerini kartpostal olarak basõp
çoğaltõyordu. Kõsa sürede adõnõ
duyurmayõ başarmõştõ. Bir süre sonra
zengin bir ailenin kõzõ olan Amelie
Manopoulo ile evlendi. Guillaume
İstanbul’da mutluydu. İsveç’i
ayrõlõşõndan 28 yõl sonra ziyaret etti.
İstanbul’a dönerken kardeşinin kõzõ
da onunla geldi. Bir aylõk gezi için
İstanbul’a gelen 22 yaşõndaki Hilda
İsveç’e kõrk yõl sonra döndü.
Guillaume Berggren 1920’de ölünce
Feriköy’deki Protestan mezarlõğõna
gömüldü. Berggren’in çektiği
fotoğraflarõn negatifleri yõllar sonra
bulundu. Bulunan fotoğraflardan
1985 yõlõnda bir sergi açõlmõştõ.
İstanbul’un Kültür Başkenti olmasõ
nedeniyle Berggren’in İstanbul
fotoğraflarõ Stockholm Akdeniz
Müzesi’nde tekrar sergileniyor.
Birkaç yüz metre ileride Nobel
Müzesi’nde de Lütfi Özkök’ün ödül
kazanmõş yazar portrelerinin sergisi
açõldõ.Yaşam serüvenleri birçok
bakõmdan benzerlikler taşõyan iki
fotoğraf sanatçõsõnõn eserleri
Stockholm’de buluştu.
osman.ikiz@tele2.se
BRÜKSEL
ERDİNÇ UTKU
STOCKHOLM
OSMAN İKİZ
VİYANA
NAMIK
BERKTAY
Masallar diyarõ ülkesinin
yaldõzlarõ dökülmeye başladõ
Çocukluğumuzda bir
tekerlememiz vardõ,
“İsveç, Norveç,
Danimarka...” Bu ülkeler hiç
de alõşõk olmadõğõmõz
güzelliklere sahip olmalõlardõ
ki, bu tekerleme çocuk
yaşõmõzda bile beynimize
işlemişti. Yõllar sonra bu
ülkeye gelirken de hâlâ
kafamda o tekerleme vardõ ve
Andersen’in ülkesine
gidiyordum. Kopenhag’õ yavaş
yavaş tanõmaya başladõktan
sonra Danimarka krallõğõ ve
devlet yapõsõ hakkõndaki
düşüncelerim
değişmeye başladõ
dersem yanlõş olmaz.
Birçok özelliği ile hâlâ
masallar diyarõ olan
kuzeyin beş buçuk
milyonluk bu küçücük
ülkesinin yaldõzlarõnõn
dökülmeye başladõğõna
tanõklõk ediyorum.
Ülkemizin her zaman
ulaşmasõnõ istediğimiz o sosyal
refah sisteminin gitgide
törpülendiğini benimle birlikte
birçok Danimarkalõ da
kaygõyla izliyor. Çok tuhaf bir
ülke, dõşardan bakõlõnca
anlaşõlmasõ oldukça zor. Bu
kadar sevecen ve eğitim
düzeyi oldukça yüksek bir
halka sahip olan ülkede nasõl
olur da böyle bir yönetim
işbaşõnda olur, geldiğimden
beri kafamõ kurcalõyor. Diğer
Kuzey Avrupa ülkelerinde
olmayan bir yabancõlar
yasasõna sahip olan ülkede,
öteki olmak oldukça zor. Bu
ülke artõk Andersen’in
masallarõ ya da küçük deniz
kõzõ ile değil peygamber
karikatürleri krizi ve katõ
göçmen politikalarõ ile
tanõnmakta. Yüksek lisanssõz
yeşil kartõn (eğitimliler için
oturma ve çalõşma izni)
alõnamadõğõ, aile birleşimi için
başvuranlarõn aylarca kendi
ülkelerinde kalõp eşleri ile
Danimarka’da yaşayabilmek
için verdikleri psikolojik-
bürokratik mücadele her geçen
gün daha da artõyor. Bu
satõrlarõn yazarõ da her iki
sürece tanõklõk etmiş ve
yaklaşõk 135
gün İstanbul’da
bekledikten
sonra
Kopenhag
sõnõrlarõndan
içeri
girebilmiştir.
Yukarõda
çizdiğim tablo
ne kadar karanlõk olsa da
Danimarka halkõ, bu tür bir
yönetim tarzõnõ hak etmediğini
ve de istemediğini günlük
yaşamõna yansõtmaya başladõ.
Hâlâ sosyal refah sisteminin
özlemini çeken ve sistemin
geri getirilmesi için mücadele
eden insan sayõsõ giderek
artõyor. Ekonomik krize ve
artan işsizliğe rağmen halk
eski alõşkanlõklarõndan
vazgeçmek ve bu yaşam
tarzõndan tavizde bulunmak
istemiyor. İşte bazõ istatistiki
bilgiler: Bugün hâlâ
Danimarka’da yõlda 3 milyon
kişi tiyatroya gidebiliyor, 13-
14 milyon sinema bileti ve
ortalama 30 milyon kitap
satõlõyor, 10 milyonun
üzerinde insan müze
ziyaretinde bulunuyor ve en
can alõcõsõ da ülkede 3-4
milyon kişi bu iletişim çağõnda
hâlâ yazõlõ basõnõ takip ediyor.
Danimarka halkõnõn bir kõsmõ,
yabancõlarõn yaşadõklarõ
sõkõntõlar karşõsõnda da
duyarlõlõklarõnõ gösteriyorlar.
Hükümetin yabancõ karşõtõ
Danimarka Halk Partisi’nin
desteği ile uyguladõğõ
yabancõlar politikasõna da
kendi çaplarõnda tepki
vermekteler. Geçtiğimiz
günlerde yürütülen bir proje
kapsamõnda bir oyun oynandõ.
Bu oyunda hükümetin
uyguladõğõ yabancõlar
politikasõnõ Türkiye uygulamõş
olsaydõ Danimarkalõlar nasõl
tepki verirlerdi sorusu
yöneltildi. Aralarõnda gazeteci,
politikacõ, sinema oyuncusu, iş
dünyasõ ve öğrencilerin olduğu
birçok alandan temsilci,
Türkiye’ye ekonomik
nedenlerden dolayõ göç etmek
zorunda kalmõş
Danimarkalõlarõ canlandõrdõlar
ve göçmenlerin bire bir
yaşadõklarõ sõkõntõlarõ kendi
zihinlerinde yaşayarak
anladõlar. Danimarka’ya
geldiğimde her ne kadar
hayallerimdeki ülkeyi
bulamadõysam da bu ülkenin
hâlâ yaşanabilecek güzel bir
yer olduğuna ve halkõnõn da
tekerlemedeki umudun tekrar
yeşermesi için çaba
gösterdiğine inanõyorum.
Breugel’in ‘Çocuk Oyunları’
tablosundan bir detay.
KOPENHAG
BERK ÇOKER
Kamer Amca’nõn ardõndan...