11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 29 MAYIS 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 19 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Yeni CHP Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki lider (ve takım) değişikliğinin, yıllardır içinde yaşadığımız muhalefet eksikliğinin giderilmesi yönünde etkili olmasını diliyoruz. Yoksulluk, yolsuzluklar, işsizlik, kayıt dışı çalışma yaygınlığı, küçük işletmeler, eşit gelir dağılımı gibi ilk söylemlerle, ekonomik konulara öncelik vereceğini belirten yeni liderin, bu alandaki görüşlerinin, bu alanlarda gerçekten büyük eksikleri olan ekonomik yaşantımızda egemen olmasını da çok istiyoruz. Olanaksızlıklar içindeki 1920-1940 döneminde, aynı söylemlerle halka büyük hizmetler yapmış CHP’nin, yeniden küçük ve dar gelirliler de dahil hepimizin partisi olabilmesi ve hizmetlerine bu özelliklerle devam edebilmesi, hepimiz için çok yararlı olacaktır. Bununla birlikte CHP, kurucusunu yitirdikten sonra, bu özelliklerini ve daha da önemli olarak ülke ekonomisini yoktan var etme, yeniden yaratma misyonundan sapmış ve ilk yıllardaki başarılarıyla elde ettiği toplum güvenini 1950’de hemen tümüyle yitirmişti. Partinin yeni seçilen lider ve takımının, partiye başlangıçta duyulan bu büyük toplum güveninin nasıl yitirildiğini ve yitirilmesinin nedenlerini bilimsel yöntemlerle araştırmaları zorunlu görünmektedir. Bize göre bu büyük güven kaybının sık söylenen nedenlerinden çoğu, artık geçerli değildir; şimdi CHP, aslına dönmenin yollarını araştırmalı ve bulabilmelidir. Güvenin kaybedilmesinde, kuşkusuz kurucu liderin yitirilmesinin, 2. Dünya Savaşı’nın ve çok partili siyasal yapılanmanın da payları vardır. Ama sanıyoruz ki en büyük neden, sonraki liderlerin, partinin temel ilkelerini ikinci plana itmiş olmalarıdır. Sonraki liderler, bu partiye başlangıçta hiç düşünülmemiş ülkü ve görevleri vermeye çalışmışlar ve bunu başaramamışlardır. Son 60 yılda misyon sapması içindeki bu parti, daha tek siyasal parti iken, kendi ilkelerinden çoğunu kendi kararıyla çiğnemiştir: Kurduğu Köy Enstitülerini kendi eliyle kaldırmış, öğretim birliği (Tevhidi Tedrisat) uygulamasının simgesi olan eğitimcileri görevden uzaklaştırmış, “Varlık Vergisi” mali faciasını yaratmış, ekonomik tarihimizin en hızlı enflasyonunu ve devalüasyonlarından birini halkın sırtına yüklemiş, kendi hazırladığı Toprak Reformu Kanunu’nu rafa kaldırmış, orduyla sivil siyasal yaşamı birbirinden ayrı tutmamış, dini tekke ve zaviyeleri kapatan yasakları kaldırmıştır. Çok partili yaşam içinde, dinsel simgeleri aşırı biçimde kullanan siyasal parti ile siyasal tarihimizin ilk koalisyon hükümetini de bu parti kurmuştur. Son elli yıl içinde en çok güç kazandığı dönemde, 1970’lerde kurulan çok sayıda hükümetler içinde en hızlı enflasyonları gerçekleştirmiş ve 1970-1980 döneminin bir ekonomik kargaşa dönemi biçimine dönüşmesi olgusuna katkıda bulunmuştur. CHP’nin kendi ilklerine aykırı yukarıdaki uygulamalar, saymakla bitirilemeyecek kadar fazladır; ama yukarıdaki örnekler, partinin kuruluş misyonundan ne kadar uzaklaştığını göstermektedir. Öyle sanıyorum ki, bu partinin 60 yıldır iktidar yüzü görememiş olmasında bu misyon sapmasının önemli payı vardır; bu misyon sapması düzeltilmedikçe de iktidar olmasının yolu bulunamayacaktır; geçmiş altmış yıllık uygulamalar içinde bu yargının önemli kanıtları vardır. CHP’nin yüzyıllar boyu bize ışıklar tutabilecek temel ilkeleri vardır; bu ilkeler, kurucular tarafından tartışılamayacak kadar iyi tanımlanmış ve örneklerle kanıtlanmıştır. Yeni lider ve takımı, CHP’nin ünlü “altı ok”unu iyi incelemeli ve zaman içinde ortaya çıkmış olan sapmaları düzeltici kararları cesaretle verebilmelidir. Geçmiş 70 yıllık çok partili uygulamalar içinde, bu partiyi zayıflatan misyon sapmasının bu partiye çok şey kaybettirdiğini, yeni yöneticiler görebilmelidirler. Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki gibi iyi uygulanırlarsa, ünlü “altı ok”un hâlâ geçerli olduğu görülecektir. 2009’da, ABD ve Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan olaylar, CHP’nin son iki lideri gibi, serbest pazar ekonomisi önderlerince de şiddetle eleştirilen “alt ok”un “devletçilik” ilkesinin bile, 21. yüzyılda insanlığa gerekli olduğunu açıkça göstermiş olmalıdır. [email protected] [email protected] Solduyuluların Girişimi Güncel gelişmelerin kimi yanları çoğu kez örtük kalır. Oysa asıl gerçek ayrıntıda gizlidir. Birkaç ayrıntı: Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP liderliğine aday olma sürecinde bir avuç solduyulu CHP’li büyük işlev üstlendi. İstifa etmiş olan Deniz Baykal’ın geri dönüşü için altyapı hazırlayan parti yönetimindekilere, böyle bir dönüşün partinin burun üstü çakılışı olacağını, sivil diktanın çatısını örtmekte olan AKP’ye karşı toplumun yine seçeneksiz kalacağını aktaran onlardı. Büyük yara almış Deniz Baykal ile seçimlere girmenin, yine seçim yitirme anlamına geleceğini ifade eden onlardı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, halkta sempati ile karşılandığını, yoksullarla, umarsızlarla yakınlık kurduğunu, kökeni, ilkeleri, geçmişteki deneyimleri ve söylemleri ile simgesel anlamda Doğu- Batı kardeşliğini yeniden canlandırabileceğini söyleyenler de onlardı. Bu uyarılar üzerinedir ki, başta Önder Sav olmak üzere, partinin örgütü de etkileyen kanadı gözlerini, aday olma konusunda kararsız Kılıçdaroğlu’na çevirdi. Baykal’ı yeniden liderliğe taşımakta kararlı olanlar, il başkanları toplantısını -bir başka aday çıkmayacağı için il başkanları çaresiz Baykal’ı önerecekti- beklerken o pazar günü -16 Mayıs- olan oldu. Önder Sav, Ankara dışına çıkacağını belirterek Kılıçdaroğlu ile buluştu. Uzun bir görüşme yaptılar. Aynı saatlerde Grup Başkanvekilleri Hakkı Süha Okay ile Kemal Anadol Meclis’teydiler ve milletvekillerini olası gelişmelere hazırlıyorlardı. 17 Mayıs Pazartesi sabahı Kılıçdaroğlu adaylığını açıkladığında, dönmeye her an istekli Baykal için her şey bitmişti. Baykal, altını boşaltanlara çok kızgındı. Hiddeti, il başkanlarına gönderdiği bildirinin satır aralarında çok belliydi: “Bu ortamda üzüntü verici gelişmelerin yaşandığı, bazı acı siyaset tablolarının kendini gösterdiği, siyasi ve ahlaki ibret manzaralarının ortaya çıktığı açıktır.” İbret manzaralarını algılamadaki ayrımları bir yana bırakırsak... Partilerinin tarihsel, kurumsal kimliğinin bilincindeki bir avuç solduyulu CHP’linin vicdanları o gün çok rahattı. Merkez Bir yanda; Kemal Derviş’in yakın mesai arkadaşı, eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, liberal yazıları ile tanınan Hurşit Güneş, yine Dervişçi bir programla geçmişte genel başkanlığa aday olmuş Umut Oran... Öbür yanda; örgütlerinde ve yaşamlarında hep emeğin sesi olmuş Seyhan Erdoğdu, Gökhan Günaydın, İzzet Çetin... Kılıçdaroğlu’nun 6 gün içinde kavga dövüş, paldır küldür, yönlendirmelere çok açık biçimde hızla oluşturmak zorunda kaldığı blok listesi, bu haliyle önümüzdeki seçimlere CHP’nin “merkez parti” olarak gireceğinin ipuçlarını gösteriyor. Neden? CHP’de her şey bir kasetle başladı. Tartışma, montaj mı değil mi üzerinden yürürken... Kasetin nerede, nasıl ve ne için çekildiği üzerinde duran var mı? Hayır. Kasetin hangi uluslararası paylaşım siteleri tarafından servise konulduğunu, bu sitelerin hangi uluslararası çevrelerce kullanıldığını inceleyen var mı? Hayır. Kaseti Türkiye’de yayımlayanlar hakkında derin bir soruşturma yapıldığına tanık olundu mu? Hayır. Kasetin yöneldiği kişi, kasetin gizinin çözülmesi için soruşturmayı yürütenlere yardımcı oluyor mu? Hayır. Son soru: Neden? Gidici Geçmişte bürokraside üst düzeyde önemli görevler üstlenmiş bir bilim insanı, siyasette son yaşanan altüst oluşu bambaşka bir açıdan irdeledi: “Rusya ile Akkuyu’da nükleer santral yapılması için imza atılması, aynı zamanda Ruslara bir liman olanağı verilmesi demek. Mersin örneğin. Üstüne İran’ın uranyumunun Türkiye’de takasına ilişkin anlaşmayı ekleyin. Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan İsrail ve ABD’deki kimi lobiler, AKP’ye ‘van minut’ diyor olmasın sakın.” CHP’yi yakından izleyen bir eski parlamenterin deyimiyle: “Recep Bey’i, CHP’deki değişiklikle terbiye mi ediyorlar, tasfiye mi?” Önce terbiye galiba. Terbiye olmazsa, tasfiye aşamasına geçilecek. Bu siyaset çok garip bir davranış biçimi. Deniz Baykal “meslek değil” diyor ya, doğru. Onun için davranış biçimi diyoruz zaten. Yalnızca partiden partiye değişmiyor bu davranış kalıbı, kişiden kişiye de değişebiliyor. Hele bizim gibi, şıhtan, şeyhten, dededen medet ummaya devam eden toplumlarda siyaset, tapınmaya benzer bir bağlılık, kişisel onuru bilerek ve isteyerek örseleyen bir tutuma da dönüşebiliyor. Örneğin, daha birkaç güne kadar Deniz Baykal’ı yere göğe sığdıramayan bir dudak, hemen ertesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun elini zorla kavrayıp herkesin ortasında şakkadak öpebiliyor. Deniz Baykal’ın istifası sırasında hüngür hüngür ağlayan, onun yeniden genel başkan seçilmesi için çabalayan bir MYK üyesi, aynı günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun önünde ceket ilikleyip baş önde “Emrinizdeyim” diyebiliyor. Ya da; televizyonlarda üç-beş kez boy gösterip ne dediğini kendisinin bile anlamadığı, çeşitli kitaplardan gelişigüzel alıntılanmış birtakım şeyler mırıldanan birisi “umudumuz” kadrosuna girebiliyor. Siyaset Lüferin Soyu Tükeniyor SADIK ÇELİK İstanbul’un simgesi, Boğaz’ın incisi lüfer yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Başta zamansız, yanlış avlanma, Karadeniz’deki aşırı kirlenme, mevzuat ve kotalar lüferin soyunu kuruttu. Dünya çapında örgütlü, ülkemizde de faaliyetleri olan yavaş yeme(Slow Food) gıda akımı, iyi temiz ve adil gıdanın peşinde, Boğaz’ın incisi lüfere sahip çıkıyor. Bu sahiplenme, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen duyarlı STK’lerin çabasıyla ortaklaşa yürütülmeye çalışılmaktadır. Son yıllarda özellikle lüferin yok olmasıyla, sembolleşen deniz ürünlerindeki çeşit ve miktar kaybına sebep başta ülkemizi son otuz yıldır yöneten siyasi kadroların konuya miyop gözle bakmalarıdır. Bugün gelinen noktada lüfer stokları, 2002- 2008 arasında 5’te biri oranında bir başka deyişle 25 bin tondan 5 bin tona düşmüştür. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk’ün yaptığımız görüşmedeki açıklamaları meseleyi daha net görmemizi sağlamaktadır: “Lüfer stoklarındaki azalmanın sebebi lüfer balığının aşırı, bilinçsiz avlanmasıdır, boyu 14 cm olan balık avlanmaktadır. Oysa bu balık ancak 20 cm boya geldiğinde, 3 yaşından sonra yumurta verebilmektedir. Yani bir defa bile yumurta vermeyen balığın yönetmelikteki düzenlemeyle avlanması yasallaştırılmıştır. Bir başka deyişle, yumurtlamamış genç balığın avlanmasına izin verilmektedir.” 19 sene yaşayabilen lüferi biz maalesef daha “defne, sarıkanat, çinekop” evrelerindeyken yok etmekteyiz. 2000 yılından sonra politik baskılarla düzenlemede değişiklik yapıldığını, bunun da lüferin yok olmasına ortam hazırladığını belirten Öztürk, toplumsal sorumluluğuyla düzenlemelerin değiştirilmesini istiyor. Öztürk, avlanma dışında Karadeniz’deki aşırı kirlenmeye de işaret ediyor. “Lüfer temiz suları seven bir balık, kirlenme de stoklarda azalmaya neden olabilir, ama soyun tükenmesinde aşırı avcılık esas nedendir ve bu avcılığın önlenmesi gerekmektedir.” Balığın avlanma koşulları ile ilgili açıklaması da şöyle: “Lüfer, gırgır ile avlanmaktadır. Esasen 2006-2009 yıllarında Su Ürünleri Fakültesi Dekanlığı da yaptım ve balıkçılığın, denizin içinden gelen biriyim. Biz balıkçı düşmanı değiliz, ben hiç değilim. Sadece sürdürülebilir bir balıkçılık yapılmasını istiyoruz.” Öztürk, kolyosda, uskumruda, kalkanda, mersinde yapılan hataların lüferde yapılmasını istemediklerini ve önlem alınması için Fikir Sahibi Damaklar Oluşumu ile ortak kampanya yürüttüklerini belirtiyor. Evet lüfere veda etmek üzereyiz. Eskilerin bolluğunu anlattıkları, Roma imparatorlarına bile İstanbul’dan giden, bir dönem dünyanın en zengini Yunanlı armatör Onasis için dünyanın öteki ucuna gönderilen bu şehrin balığı. Narin bedenli, ağızda dağılan lezzetiyle damak çatlatan, İstanbul Boğazı’nın medarı iftiharı lüferi aymazlığa dur denilmezse, artık maalesef tarih kitaplarında okuyacağız. İstanbul’un balığı lüferi yok eden yine İstanbullular. Onu sarıkanat veya çinekop gibi vaktinden önce yakalayan tekne sahibi, onu o ufacık haliyle tezgâhında satan balıkçı, onu satın alan restoranlar, restoranda ya da evinde pişirip yiyenler. Sorumsuzca, bilinçsizce bugüne kadar çinekopu, sarıkanatı tüketenler… Şimdi bu acımasız katliamın seyircisiyiz. Doğanın, denizlerin bize bahşettiği nimetleri hoyratça, geleceği hiç düşünmeden, şuursuzca tükettik. Çok değil 20-25 yıl içinde göz açıp kapayıncaya kadar oldu tüm bunlar. Bu durumun bedelini ne yazık ki 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde ya daha az ve pahalı yerli balık tüketmek şeklinde ya da sofralarımıza lezzetsiz, kalitesiz, şoklanmış, okyanus ithal balıkların yer almasıyla ödüyoruz... Sonuç, daha az balık tüketimi, daha sağlıksız bir toplum. Bu soruna, STK’lerin, bilim adamlarımızın, restoran işletmecilerimizin sahip çıkması sevindirici. Ancak üzücü tarafı bütün bu olup bitenlerde yönetenlerin gerekli tedbirleri almamasıdır. Aslına bakarsanız güzel şeyler de olmuyor değil; her yıl 15 Nisan 30 Haziran tarihleri arasında üremek için esas yaşam alanı Van Gölü’nü terk edip akarsulara göç eden inci kefalinin yolculuğu boyunca avlanmaması için av yasağı uygulanıyor. Kaçak avcılığın önlenmesi için de Jandarma ekipleri karakollar kurup gece-gündüz nöbet tutarak önlem alıyor. “inci kefali yok olmasın” projesine önderlik yapan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Bölüm Başkanı ve Doğa Gözcüleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın uzun yıllardır sürdürdüğü inançlı, kararlı, sabırlı mücadelesi Türkiye’ye örnek olsun. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Lübnan ve Suri- ye’de yaygõn olan dinsel bir topluluk. 2/ Sõkõntõ verme, üzme... Güneyden esen yel. 3/ Tavlada “iki” sayõsõ... Ko- caeli’nin Körfez il- çesine bağlõ, halõ- sõyla tanõnmõş bel- de. 4/ Kişinin ken- disini başkasõnõn yerine koyarak onun duygularõnõ ve is- teklerini anlayabilme ye- teneği.... Rütbesiz asker. 5/ Yüce, yüksek... Soyun- dan gelinen kimse. 6/ Üze- rine yapõşkan bir madde sürülen ve kuş yakala- makta kullanõlan değnek... Dolma yapmak için ha- zõrlanan karõşõm. 7/ Güzel kokulu çiçekleri olan bir ağaççõk... Ateş. 8/ Japon lirik dramõ... Mozart’õn, Türk mü- ziğinden esinlenerek bestelediği ilk operasõ. 9/ Memeli- lerde asalak olarak yaşayan ve “şerit” de denilen solucan... Azerbaycan ve Kars yöresinde yaygõn telli bir çalgõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Akdeniz Bölgesi’nin Göller Yöresi’nde bir dağ. 2/ Bir meyve... “Sakırga” da denilen asalak böcek. 3/ Eski Mõ- sõr’da güneş tanrõsõ... Müzikte, Hz. İsa’nõn çektiği acõlarõ konu alan bestelere verilen ad. 4/ Bozma, bozukluk. 5/ Bil- dirme yazõsõ... Üye. 6/ Bir papağan cinsi... Yapma, etme. 7/ Büyük erkek kardeş... Yiyecek bulamayan, yoksul kim- se... Köpek. 8/ Bir tür füze... Serbest meslek adamlarõnõ içinde toplayan resmi birlik. 9/ Doğu Karadeniz yöresine özgü, ahşap ayaklar üzerine kurulan ve tarõm ürünlerini sak- lamaya yarayan yapõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P İ K O L A A Ç A D A P A Z A R I T E M A A R A K R A L A M A I İ L K D E M E O A L A T İ N İ T U V A L S İ S R U L E T R O K A T E T E R T 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle