10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 25 MAYIS 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 KÖY ENSTİTÜLERİ HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Halkoyu Zaten Meclis’te Değil mi? Hazırlanan anayasa paketinin halkoyuna sunulması demokratik bir arayış mı, yoksa aslında Meclis’te yer alan iktidar dışındaki partilerin temsil yetenekleri olmadığını düşünmek mi? Önümüze gelen yeni anayasa paketinin daha fazla demokratikleşme yolunda bir adım olup olmadığını tartışmak için fazla ayrıntıya girmeye gerek yok bence. Bu anayasa paketinde eğer dokunulmazlıkların kaldırılması olsaydı geri kalan değişiklikleri fazla önemsemezdim. Yargıyla ilgili düzenlemelere gelince; orada da eğer bir tek değişiklik olsaydı yine aynı düşüncede olacaktım. O da, devlet güvenlik mahkemelerinin yerine geçen özel yetkili mahkemelerin kaldırılması... Baştan söyleyeyim, Türkiye’de özel yetkili olan her kurum ve kişi bana göre bir tehlike... Bu yalnız devletle ilgili değil, özel kurumlar için bile böyle. Birine denetlenemez ve karışılamaz yetkiler verdiğiniz pek çok durumda yaşanan sorunları herhalde tek tek saymaya yerimiz yetmez. Güneydoğu’da olağanüstü hal dönemlerinde yaşanan sorunların bugün yalnızca içeride değil yurtdışında bile başımıza neler açtığını bilmiyor muyuz? Şimdi madem ki demokratikleşme, normalleşme, bütün kurumların geçmişte her tür tehdit bahanesiyle sahip olduğu yetkilerin geri çekilmesi söz konusu, o zaman neden bu değişiklikler yapılmıyor? Bu iki önemli değişiklik yapılmadığına ve bir de bunlara seçim sistemi, özellikle de baraj konusunda hiçbir şey eklenmediğine göre bunun demokratikleşme, çağdaşlaşma değil, iktidarın, gücünü tümüyle denetimsiz kılarak kesinleştirme çabası olduğu görüşü haklılık kazanıyor. Özellikle yüksek yargıyla ilgili düzenlemelerin tümüyle demokratik ve Avrupa ülkelerindekine benzer yapıldığı savı da, hükümetin, geldiği günden beri yüksek yargıyla yaptığı kavga düşünüldüğünde pek inandırıcı olmuyor. Meclis’te çoğunluk elbette önemli ama temsil de çok önemli. Bugün Meclis’teki öteki üç parti bu pakete karşı çıkıyor. O zaman iktidarın kendisi gibi düşünenlerden başka herkesi uzlaşmazlıkla suçlaması biraz garip oluyor. Bu durumda referanduma gitmek, bu üç partinin de temsil yeteneği olmadığını düşünmek anlamına gelmiyor mu? [email protected] ‘Atatürk’ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik’ F alih Rıfkı Atay’ın “Ata- türk’ten Sonra Bugünle- re Nasıl Geldik” adlı ki- tabımda da yayımladığım dikkat çekici bir yazısını buraya alıyorum. Okuduğunuzda göreceksi- niz.Yazı karşı devrimin başladığı günlere ışık tutuyor: Genelkurmay’dan Cumhur- başkanlığı’na haber getiren yük- sek rütbeli subay, İnönü’nün ça- lışma odasına girdi. Masanın üs- tünde bir gazete vardı. İnönü: - Havadisi nasıl buluyorsun? di- ye birinci sayfadaki altı sütunluk başlığı gösterdi. Başlık imam ha- tip okullarının açıldığını haber vermekte idi. Subay: - Korkarım, Paşam! dedi. - Neden korkuyorsun? Millet böyle istiyor. Subay tekrarladı: - Korkarım, Paşam! - Korkma, dedi İnönü. “Üç beş gün içinde evirir çevirir, bir yo- luna koyarız.” Ne var ki imam hatip okulları lise öğretimi verecek, felsefe öğ- retecek, yeni din adamlarını me- deni kanun eğitimi ile yetiştirecek bir programla açılmış meslek okulları değildi. Doğrudan doğruya eski medre- se adamlarına bırakılmıştı. Fı- kıh okutulacaktı. Fıkıh şeriatçı ye- tiştirir. Öğrenciler okulda takunya ile dolaşıyorlardı. Bir yandan da Ku- ran kursları ilkokul yaşındaki ço- cuklara sağdan yazı öğretiyordu. Daha sonra İslam Enstitüleri ile medrese teşkilatlanması tamam- landı. Demokrasinin ilk kurbanı eği- tim birliği idi ki laisizm ile birlik- te bütün devrimlerin temel taşıdır. Gerçekte o gün 31 Mart’ların te- meli atılmıştı. Grup toplantılarında ilmihal tartışması yapıyorduk. Bizler is- teyenin çocuğuna ilmihal dersi ve- rilmesi taraflısı idik. Muhafaza- kârlar, seçimi din ve mukaddesat tavizleri vermeksizin kazanama- yacaklarını öne sürüyordu. İmam hatip okullarında dur- maksızın, kendi kendini yetişti- renler müstesna, şeriatçı, Kuran kurslarından köy hocası çıkıyor- du. Bunlar ilmin de, medeniyetin de, Atatürk’ün de düşmanı idiler. Camilerimizi kaplıyorlardı. Yüz- ler, binler, on binlere ulaştı. Men- deres’ten sonraki ilk İnönü kabi- nesinde bakanlık alan bir genç, gazetemize gelmiş, Bedii’ye (Fa- ik): - Ağabey, hani Menderes’in kullandığı 50 bin hoca yok mu, onları şimdi biz kullanacağız, de- mişti. Kuran kurslarını anayasaya ay- kırı bulduğu için kapatan Amas- ya Valisi, İnönü hükümeti tara- fından yerinden kaldırılmıştır. Böylece din ve mukaddesatçılık pek az farkla bütün iktidarların malı olmuştur. Eğitim birliği de hiçbir muhalefet tarafından be- nimsenmemiştir. Bir ölünün namazını kılma- mak ilk defa olmamaktadır: Ya ikinci ya üçüncü olaydır. Daha bi- rinci olayda Diyanet İşleri Baş- kanlığı sert tedbirler almalı idi. Ta- bii görevlerini yerine getirmeyen imamlar bir daha alınmamak üzere din adamları kadrolarından atılmalı idi. Allahsızım demeyen bir Müs- lümanın Allahsızlığını hiç kimse ileri süremez. Ömrü baştan başa günah dolu bir kul da son nefe- sinde ahrete imanlı gidebilir. Bu yalnız Allah’la kulu arasında bir meseledir. Bu imamlar her gün kaç hırsı- zın, kaç dolandırıcının, kaç ana baba katilinin namazını kılmak- tadırlar? Gerçekte Ankara olayı si- yasi bir olaydır. Rahmetli Öktem laisizmin savunucusu idi. Gerici- ler bunu protesto etmek için ca- miye gelmişler, imamların na- maz kılmasına engel olmuşlardır. Bu kapkara bir cehalet yığını- dır. Halk vicdanının pençesine ge- çirmiştir. Sıkı dayanışma hain- dedirler. Aydın hocalara da kar- şıdırlar. İnönü’nün ektiği tohum ülke boyunca mahsulünü ver- miştir. O kalabalık içindeki acık- lı resmini görünce hatırıma bir şarkının mısraı geldi: “Bir perişan halini gördüm unuttum halimi!” İlk hesap verecek odur. Kimdir o eski Buhara başlıklı kesme sakal ızbandut? Ankara’da Kıyafet Kanunu ki, anayasanın korurluluğu altındadır, yürür- lükten kalkmış mıdır? Yeniden şarklı ve geri, garplı ve ileri iki millete mi bölünüyoruz? Garplı ve ileri takımın üstüne al- dığı görev şarklı ve geri sürüyü sö- mürmek midir? Sol gazetelere bakınız. Aynı ce- naze alayında hükümetin, Adalet Bakanının çelenklerini geri at- mışlardır. Cumhurbaşkanı’nın çelengi güç kurtulmuştur. Bu da kızıl 31 Mart’tır. Ama sol gazete- lerde yan çizilmiştir. Bir cenaze onlar tarafından da siyasi maksatla kullanılmıştır. Hiçbir bildiride bu çelenk işi ele alınmamıştır. Niçin? Gericilerin gösterisini hükümete mal etmek için! Demek ki komünistlerin göste- risini de bütün bildirici ve söyle- yiciler benimsemektedirler. EĞİTİMDE BİR DEVRİM: K öy Enstitülerinin ku- ruluşu sosyal, kültürel ve eğitim açõsõndan bir devrimdi. Köy Enstitüleri- nin kapatõlmasõ sosyal, kültürel ve eğitim alanlardaki olasõ ge- lişmelere vurulan bir darbedir. Köy Enstitüleri kuruluşun- dan bugünlere kadar uzanabil- seydi köylerden kentlere göç hareketleri başlamayacak, köy- lü kentleşecekti. İsmet İnönü’nün Köy Ensti- tülerinin kuruluşuna, gelişme- sine katkõsõ ne kadar önemliy- se, Köy Enstitülerinin kurulu- şunu gelişmesini hazõrlayõp sağlayan Hasan Âli Yücel’i Milli Eğitim Balkanlõğõndan yaratõcõsõ İsmail Hakkı Ton- guç “babayı” görevden almasõ bir o kadar olumsuz, sindiril- mesi zor birer olaydõ. Kurdurduğu, genişlemesi, yurt düzeyine yayõlmasõnõ iste- diği Köy Enstitülerinin başlarõnõ İnönü kopardõ; 1950’de tek ba- şõna iktidara gelen Adnan Men- deres hükümeti; CHP’nin sessiz kaldõğõ, hatta partili Reşat Şem- settin Sirer gibi milletvekilleri- nin katõlõmõyla enstitülerin yaşa- mõna son verdi. Kimi irdelemelere göre Köy Enstitüleri soğuk savaşõn kur- banõdõr. Sovyet komünizmine karşõ ABD… Enstitülerin kapatõlma- sõnda ABD’nin etkisi olduğunu öne süren olasõlõklarõ yabana at- mamak gerekiyor. Rezil iftiralar; örneğin enstitü- leri karalamak için kõzlõ erkekli öğrencilerin eğitim gördüğü enstitülerde öğretmenlerin öğ- rencilerine “Zevkine payan yoktur bu işin / Sevişin yavru- larım sevişin” diyorlarmõş. İnönü projeyi destekledi 1953’te DP iktidarõnõn ka- pattõğõ Köy Enstitüle- rinin doğuşunu, gelişmesini ve dra- matik biçimde ortadan kaldõrõlõş öy- küsünü özetleyelim: Köy çocuklarõnõn eğitilmesi için köy öğretmenleri yetiştirme sorunu; Ata- türk zamanõnda Öğrenim Birliği ya- sasõnõn bir gereği olarak, Milli Eğitim Bakanõ olan Dr. Reşit Galip Bey za- manõnda ele alõndõ. Gerekçe: “Öyle bir köy öğretme- ni tipi yaratmalıyız ki o, yalnız köylünün inançlarını işlemek, top- lumsal kurumlarını etkilemekle kalmasın; köyün yüzünü ve eko- nomik hayatını da değiştirsen.” Saffet Arıkan’õn Milli Eğitim Bakanlõğõ sõrasõnda İlköğretim Ge- nel Müdürlüğü’ne atanan İsmail Hakkõ Tonguç’un çabalarõyla Köy Eğitmenleri Projesi uygulanmaya ve ilk aşamada kõsa sürede yetiştirile- cek eğiticilerle işe başlamaya karar verildi. Burada eğitmenler yetişti- rilecekti. İLK KURS ESKİŞEHİR’DE İlk eğitim kursu 1936’da Eskişe- hir’de açõldõ. Bir yõl sonra Köy Eğit- menleri Kanunu çõkarõldõ. Eğitim kurslarõ köy öğretmen okullarõna dön- üştürüldü. Köy Öğretmen Okullarõ Köy Ens- titülerinin temeli oldu. İnönü’nün Cumhurbaşkanõ seçil- mesinden bir buçuk ay sonra (Aralõk 1938’de) Milli Eğitim Bakanlõğõ’na Hasan Âli Yücel getirildi ve: Köylerdeki eğitim ve öğrenim so- rununu hõzla çözebilecek bir program hazõrlayan İsmail Hakkõ Tonguç’un projesi uygulanmaya başlandõ. İnönü projeyi destekledi. Sistem Köy Enstitüleri adõnõ aldõ. Köy Enstitüleri yasasõnõn görüşül- mesine 1940 Nisanõ’nda başlandõ. Durum şuydu: Köylerdeki ilkokul sayõsõ 5.080, öğretmen sayõsõ 6.001, öğrenci sayõsõ 370.370 idi. Yasa ge- rekçesinde öğretmen açõğõnõ kapata- bilmek için 15 yõlda 20 bin köy öğ- retmeni yetiştirmenin hedef alõndõğõ belirtiliyordu. Yasaya göre mevcut köy öğret- men okullarõ enstitüye dönüştürülecek ve 16 enstitü daha açõlacaktõ. Köy Enstitülerine köy okullarõnõ bi- tiren çocuklar seçilerek alõnacak, ens- titüde beş yõl öğrenim görerek öğret- men olacaklardõ. Yasanõn Meclis’te görüşülmesi sõ- rasõnda Kâzım Karabekir ve bir iki milletvekili daha muhalefet ettiler. Kâzõm Karabekir ve arkadaşlarõnõn önerisi reddedildi ve Köy Enstitüleri ya- sasõ 17 Nisan 1940 günü kabul edildi. SAYILARI ARTTI Köy Enstitülerinin sayõsõ giderek arttõ. İki yõl sonra Köy Enstitüleri ve okullarõnõn kuruluş yasasõ (1942’de) çõkarõldõ. Enstitülerde 44 saatlik ders programõ 3 grup üzerinde, örneğin kül- tür, tarõm dersleri uygulanõyordu. “Okul işlerliğinden köylüleri ya- rarlandırmak, öğrencilerin sağlık- larını koruyucu önlemler almak, köy halkının ulusal kültürünü yük- seltmek, köyün ekonomik yaşamı geliştirmek için tarım, sanat ve teknik alanlarda örnek olacak işler yapmak” öğretmenlerin görevleri arasõna alõndõ. Kendi bünyesinin gereksindiği öğ- retmenleri yetiştirmesi amacõyla, 1943’te Ankara yakõnlarõndaki Ha- sanoğlan köyünde Yüksek Köy Ens- titüsü açõldõ. 1944’lerde Köy Enstitülerindeki öğrenci sayõsõ 16.400’leri bulmuştu. Enstitüler civarõndaki 15 bin dönüm toprak öğrenciler tarafõndan işlen- miş, 1.200 dönüm bağ, 41.500 dönüm orman yetiştirilmişti. Köyün ve köylünün çehresinin de- ğişmesinden Cumhurbaşkanõ İsmet İnönü memnun kalmõş; İzmir’deki Kõzõlçullu Köy Enstitüsü’nü ziyare- tinde öğrencilere yaptõğõ konuşmada memnuniyetine açõklamõştõ: “Çalış- malarınızdan çok memnun kal- dım… Sizlere güveniyorum… Köy- lerimiz sizleri bekliyor…” diyordu. Cumhurbaşkanõ duygularõnõ TBMM’yi (1940) açõş konuşma- sõnda da belirtti. 1944’de İlköğretim dergisine yazdõğõ yazõda da “Köy ve kent ilkokulları ayırımı yapmak- sızın eğitim sorunu bir bütün ola- rak ele alınmıştı.”S Ü R E C E K Sendikalardan cezaevine ziyaret DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) - DİSK Genel Başkanõ Süleyman Çelebi, KESK Genel Baş- kanõ Sami Evren, TTB Başkanõ Gençay Gürsoy ve Genel-İş Genel Başkanõ Erol Ekici, terör örgütü PKK’nin kent yapõlanmasõ KCK’ye yönelik soruş- turmada tutuklanan BDP’li belediye başkanlarõnõ ce- zaevinde ziyaret etti. Sendika başkanlarõ ve Genel-İş Örgütlenme Dai- re Başkanõ Remzi Çalışkan, BDP’li Viranşehir Be- lediye Başkanõ Leyla Güven’i Diyarbakõr E Tipi Ka- palõ Cezaevi’nde ziyaret etti. Görüşmenin ardõndan açõklama yapan Çelebi, “Gönül arzu ederdi ki ço- cuk tutukluları da ziyaret edelim. Tutukluluk sü- resi 1 yılı aşkın, 6 ayı aşkın arkadaşlar var. Or- tada henüz iddianame yok. Cezaevi koşulları ko- nusunda, zaten çok ağır şartlar var. Diyarbakır Cezaevi’nin özel, ayrı sıkıntıları var” dedi. Gür- soy da en kõsa zamanda çocuk tutuklularla görüşmek için başvuru yapacaklarõnõ söyledi. Operasyonlarda tutuklanan 104 kişi ile ilgili dos- ya, geçen hafta AIHM’ye taşõndõ. Diyarbakõr Baro Başkanõ Emin Aktar, “Tutuklanma tedbirden çık- tı, cezaya dönüştü ” dedi. Tutuklanan belediye başkanlarõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle