10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 25 MAYIS 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL MadenlerÖlümTuzağımı? İlk kez Emile Zola’nın “Germinal” romanında yaşadım. Bir maden kuyusu, yüzleri gözleri kapkara insanlar, ellerinde, boyunlarında fenerler, yerin dibine kadar inen insanlar... Bir daha yeryüzüne çıkıp çıkmayacakları pek de bilinmeyen... Bir grizudur patlayıverir ya da öteden beri metan gazı yükselir. Bir anda kopup gider insanlar yaşamdan... Bunlar önceden bilinir, yaşanır. Madencilik neredeyse yeryüzünün varlığından beri bilinen bir şeydir. Bir uğraştır, makineleri işleten, sıcaklık veren, bir çeşit altın, gümüş vb... Kaç insan gidiyor onunla birlikte hiç düşündünüz mü? Bir yılda kaçıncısı? Beş ordan, on burdan, şimdi de otuz öteden... Tünellerin gerisinde bekleşen on binler, çoluk çocuk, ana-baba... Her şey yenileşti, modernleşti, ama madencilik yerinde mi sayıyor? Hâlâ binlerce yıllık gelenekler mi sürüp gitmekte... “Ben aşçıydım iş bulamadım, madenci oldum” diyen biri... Bir başkası üniversiteyi bitirmiş, ama iş bulamamış, en iyisi “babadan gördüğüm” demiş. Bir girmiş toprağın beş yüz metre altına bir daha çıkabilecek mi yeryüzüne?.. Bu ülkede bu konularla ilgili bir makam, bir bakanlık, bir genel müdürlük de yok mu? Adamın biri keyfince bir kazı yapar, zamanla derinleştikçe derinleşir, sonra insanları sokmaya başlar, hem de kaç kuruşa!.. Sonrası gazete manşetlerinde! Falanca madenden on kişi gitti, daha ötekinde beş kişi, derken daha da yüksek... Maden işçisi olmak en kolay yol! Ekmek parası için yapılacak iş yok! Ama yerin karanlık dibini oyarak para kazanmak!.. Tek bir kişinin acısı değil bu! Bir koskoca aile, çoluk çocuğun yaşam boyu unutamayacağı bir derin acı... Yoksulluğun, açlığın, sıkıntının, umutsuzluğun acısı... Sonra ünlü bakanlar gelir madenin kapısında söyleşirler, hatta ağlaşırlar. Zamanında gerekli düzeni, gerekli önlemleri almadıktan sonra, istediğin kadar ağla!.. Beyler gelirler giderler, bir dahaki sefer daha dikkatli olalım demezler! Madenler madenciler, maden halkları kendi dünyalarında ekmek parası için didinirler, yıpranırlar, hatta canından olma çizgisinde yaşamı bırakıp giderler. PENCERE Uçukluğun Sonu Yok... Aristo, İsa’dan önce 4’üncü yüzyılda yaşamış; “Organon” adında bir yapıt ortaya koymuş; insanın nasıl düşünmesi gerektiğini belirlemeye çalışan bir mantık derlemesi bu; evreni kavrama yolunda eksikleri var. Francis Bacon 16’ncı yüzyılda doğmuş; Aristo’nun tümdengelimli mantığı yerine, tümevarımlı deneysel mantığın geçerli olmasını “Novum Organum”la savunmuş. İkisi arasında 2000 yıl var. Aristo mantığını aşma belirtileri, Türkiye’de ancak 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında uç veriyor; bu yolda ilk yapıt İtalyancadan bir çeviri: Miftah Al Fünun... Bacon’dan 250 yıl sonra... Medrese öğretiminin yıkılış süreci Avrupa’da 15’inci yüzyılda başlıyor; Türkiye’de 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde Atatürk devrimine değin medrese öğretimi sürüyor. Matbaa ülkemize 250 yıl sonra giriyor... Tıpta insan bedeninin incelenmesi amacıyla kadavraların kesilip biçilmesi yöntemlerini içeren “teşrih” Avrupa’da kullanılmaya başlandığı tarihten 150 yıl sonra Türkiye’nin kapılarını aralayabiliyor. Peki, bugün öyle mi?.. Geçmiş dünyada zamanlar ve uzamlar arasında Çin Seddi gibi duvarlar vardı; her toplum kendi dünyasında yaşayabiliyordu. Bugün küreselleşmenin iyi yanı, yeryüzünün her köşesini birbirine bağlamasıdır. Bütün dünya komşu kapısı oldu. Dünyanın öteki ucundaki üniversitede ne okunuyorsa, dakikasında yeryüzünün tüm enlem ve boylamlarında duyulabiliyor. İletişim devriminin derinlemesine etkileri 21’inci yüzyılda insanlığı daha çok saracak... İnsanların duygularında, düşüncelerinde, göreneklerinde, geleneklerinde, yasalarında, hukuklarında bütünleşmeye doğru gidilecek... Kuzey yarımküresinde zenginlerin, güney yarımküresinde yoksulların yaşadığı bir dünyaya hangi çağdaş insanın yüreği katlanabilir?.. Zaman ve uzam arasında iletişim tam anlamında geçerli olduğu gün, insanlık tam aydınlanacak; bu gidişi hiçbir güç durduramayacak... Peki, bu durumda devletler, ülkeler, toplumlar, kişiler ne olacak?.. Zaman içinde bir dönüşüm gerçekleşecek; ama, aklını peynir ekmekle yemiş uçuklar daha şimdiden görünmeyen köyün kılavuzluğunu yapıyorlar; tam Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, PKK vesaire ile çatışma sürecinde bizim aymazların alafranga korosu alaturka ahenge başlıyor: - Devlet mi, boşver.. - Ulusal sınırların artık anlamı yok.. - Ulus devlet bitti... - Vatanseverlik ne demek.. - Bağımsızlık aşıldı.. Zaman ve uzam konusunda soyutlanmış lafların bizim medyada kanat çırpması, dünya ve ülke gerçeklerinden habersiz uçukluğun türetimidir. Ayakları yerden kesilmiş entellerin yazılı ya da görsel yayınlarda atıp tutmaları toplumu yanıltmaktan başka neye yarar?.. Şimdiden uyuşturucu almış gibi konuşanlara göre devlet, vatan, bağımsızlık, ordu gereksiz... Keşke öyle olsaydı, yeryüzünde uygarca bütünleşme, insanlığı birbiriyle kucaklaştırsaydı. Ne yazık ki bütün bunlar, güncel gerçeklerin delinmiş balon gibi söndürdüğü hayaller... Ya gelecek?.. Geleceği kavramak için önce yaşadığımız dünyanın gerçeklerini kavramak gerek... (6 Ekim 1998 tarihli yazısı) İ ster çoğulcu demokratik toplumlar olsun, isterse diktatörlükler, liderler ha- yatõn hemen her alanõnda yer alan, ol- mazsa olmaz kabul ettiğimiz kişiler. Toplumsal hayatta kimi küçük insan gruplarõnõn, kimi zaman da büyük kitlele- rin, liderlerin sarsõlmaz ve inançlõ takipçi- leri olabildiğini sõklõkla görüyoruz. Yüzyõlõmõzda liderlere gerçekten bu den- li ihtiyaç var mõ? Ya da liderliği algõlama biçimimizi, liderlik paradigmamõzõ değiş- tirmemiz gerekiyor mu? Demokratik bir toplumda lider, özgürce oluşmuş bireylerin yönetiminde geçici ola- rak görev üstlenen kişi olmalõdõr. Lider bir anlamda orkestra şefidir. Grubun birlikte ha- reketini kolaylaştõran, görev ve işlevi bitti- ğinde yerini bir başkasõna doğallõk içinde bõ- rakan yöneticiden başka biri değildir. Li- derlik bu anlamda kullanõlacaksa bunun eleştirilecek bir yanõ yok. Bu son derece de- mokratik bir yaklaşõm. Ancak toplumumuza baktõğõmõzda, li- derler; ne söyleyecek diye ağõzlarõnõn içi- ne bakõlan, dediğim dedik, peşlerinden sorgusuz sualsiz gidilen kişiler olma özel- liğinde. Bu tür bir liderlik yapõsal özelliği açõsõndan antidemokratik bir tutum sergi- lemektedir. Eline gücü geçiren, işlevi sona erse bile bunu bõrakmak istemiyor ve hâ- kimiyet alanõnõ genişlettikçe genişletiyor. Otoriter liderliğin en uç örneği aşõrõ mu- hafazakâr gruplarda görülmekte. Dinsel gelenekten de desteklenen böyle bir lider- lik anlayõşõ müridin; şeyh, hoca ya da gu- ruya doğrudan biat etmesi esasõna dayan- maktadõr. Bu yaklaşõmõn ne denli mahzur- lu olduğu toplumun birçok kesimi tarafõn- dan kabul edilmekte ve eleştirilmektedir. Ancak bu denli yoğun olmasa da biat kül- türünün daha õlõmlõ ve gizlenmiş şekilleri- nin toplumun modern kesimleri dahil, de- ğişik katmanlarõnda yaşandõğõ da bir ger- çektir. Kökeni insanlõk tarihi kadar eski olan güç- lü lider arayõşõ günümüzde hâlâ etkisini gös- termektedir. Liderlik, kendisine çok büyük görevler atfedilen niteliğini çağõmõzda da sürdürmekte, bir anlamda tanrõsallaştõrõl- maktadõr. Aslõnda bu arayõş, biraz da top- lumlarõn zafiyetidir. Demokratik bir ortamda kolayca organi- ze olamayan, anlaşma zeminini yakalaya- mayan topluluklar hemen güçlü bir lider ara- yõşõna girmektedirler. En çağdaş gruplar bi- le, tek bir ses olmaktan ve güçlü bir lider- lik etrafõnda birleşmekten gurur ve mutlu- luk duyduklarõnõ ifade etmekten kendileri- ni alamamaktadõrlar. Farklõ bir düşünce he- men çatlak bir ses olarak yaftalanabilmek- tedir. Hani farklõlõklar, değişik sesler bizim zenginliğimiz idi. Bu konuda dürüst ve iç- ten olmadõğõmõzõ düşünüyorum. Güçlü li- derlik arayõşõ biraz da farklõ sesleri kontrol altõnda tutabilmenin supabõ gibi işlev gör- mektedir. Uyum içinde farklõlõklarõ sürdü- remeyen gruplar, güçlü lider arayõşõna gir- mektedirler. Bilirsiniz çocuklar kişiliklerinin oluş- masõ, motivasyon, disiplin ve hayatta ken- dilerine yön bulabilmek için öncülere gerek duyarlar. Hayatõn ilk yõllarõnda kişilikleri- nin oluşumundaki en önemli etmen anne ve baba yönlendirmesidir. Ebeveynlerin ön- derliği çocuklar için çok önemlidir. Çocuklar için ihtiyaç olan böyle güçlü bir önderlik, yetişkin dönemde de aranõyorsa bu patolo- jiktir. Çocuk kalmõş, özgüvenleri düşük top- lumlar kendilerini biçimlendirip yönlendi- recek güçlü liderlere ihtiyaç duyarlar. Toplumlar geliştikçe liderlerin etkinlik ala- nõ daralmakla birlikte lider hâkimiyeti var- lõğõnõ devam ettirmektedir. Batõ toplumla- rõnda sembol niteliğinde de olsa tarihsel mis- yonunu çağõmõza taşõyan krallõklar, prens- likler bunun tipik örnekleri. Bir simge ara- yõşõ, bunun etrafõnda kenetlenme, birleşme isteği günümüz insan õrkõnõn adeta genle- rinde şifreli. Bu, çağõmõz toplumlarõnõn bir zayõflõğõ aslõnda. Liderlik etrafõnda öylesine bir metafor oluşturulmuş ve iş o denli çõğrõndan çõkar- tõlmõş ki toplumsal özelliği olan bu kavram, kişisel gelişimin bir unsuru olarak kullanõ- labilmektedir. Bazõ kişisel gelişim uzman- larõ, başarõ ve mutluluk için içimizdeki li- derliğin ortaya çõkarõlmasõnõ savunmakta- dõrlar. Oysa kişinin mutluluğu için liderlik gibi toplumsal bir kavramõ kullanmak ye- rine, bireyin yaratõcõlõğõnõ geliştirici ve özerkliğini sağlayõcõ unsurlarõn öne çõka- rõlmasõ gerekmez mi? Bana sorarsanõz, ‘li- derlik’ gibi toplumsal bir terimin bireysel gelişimin unsuru olarak kullanõlmasõ bile, modern hayatta da hükmeden birilerini arayan, adeta eşitsizliği kutsayan ruh hali- ni yansõtmaktadõr. Ne yazõk ki çağõmõzda liderlik kolaylõk- la antidemokratik yöne kayabilen ince bir çizgide gidiyor. Kişilerin özgürlüklerini kõsõtlamaya, onlarõ susturmaya çok uygun bir yönetim unsuru olma özelliğini içinde barõndõrõyor. İşte bu nedenle liderlik kav- ramõnõ yeniden yorumlayõp kitleleri sürü du- rumundan kurtaracak ve liderliği uzmanlõk ve süreli görev alanlarõyla sõnõrlayacak de- mokratik bir paradigma değişikliğine ihti- yacõmõz var. GüçlüLiderlikArayõşõToplumsalZayõflõktõr Prof. Dr. Coşkun TECİMER Ne yazõk ki çağõmõzda liderlik kolaylõkla antidemokratik yöne kayabilen ince bir çizgide gidiyor. Kişilerin özgürlüklerini kõsõtlamaya, onlarõ susturmaya çok uygun bir yönetim unsuru olma özelliğini içinde barõndõrõyor. İ zmir Osmanlõ’dan evvel, Cum- huriyetten sonra yõllarca Ege, Güney Marmara, İç Ana- dolu ve Akdeniz Bölgesi’nin zi- yaret merkeziydi. Buna Ege Böl- gesi’ndeki sayõsõz adalar da da- hildi. Karadeniz insanõ, Doğu Anadolu Bölgesi insanlarõ da mut- laka İzmir’e giderler ve İzmir’de gördükleriyle iftihar ederlerdi. Hele hele 20 Ağustos-20 Eylül ta- rihlerinde açõlan ve 1 ay süren İz- mir fuarõ, 35 il insanõnõn turistik gezi ve alõşveriş merkezi olmuş- tu. Her çeşit tiyatrolar, yüzlerce sa- natçõnõn katõldõğõ irili ufaklõ kon- serler, eğlence bahçeleri, gazi- nolar, tõklõm tõklõm dolardõ. Bin- lerce fakir yurttaş da, İzmir fua- rõnõn kõr bahçelerine yayõlõr, pik- nik yapar ve yemeklerini orada yerdi. Gecenin geç vakitlerine kadar fuar ağzõna kadar dolardõ. Otellerde, hanlarda yer bulmak mümkün değildi. Birçoklarõ hem- şerilerinin evlerinde kalõrdõ. Fuarõ ziyaret eden binlerce, on binlerce insan İzmir’e uzak semt- lere bile yürüye yürüye gider ge- lirdi. Taksilere kimse yanaşmaz, dolmuşlar ardõna kadar dolar ve faytonlara binilirdi. TCDD’nin yapmõş olduğu ban- liyö trenleri, yakõn şehirlere yap- tõğõ ilave seferler, irili ufaklõ de- niz araçlarõ, insanõmõzõ İzmir’e gö- türürdü. İzmir böyle yaşamõ yõl- larca sürdürdü. Ticari alõşveriş merkeziydi. Kendisine yakõn şe- hirlerin insanlarõ, düğün ve ev eş- yalarõnõ İzmir’den düzerlerdi. Bir- çok şehirde olmayan hastaneler daima dolardõ. Yakõn şehirlerde li- seler olmadõğõ için, çok sayõda il ve ilçenin öğrencisi lise tahsili için İzmir’e giderdi. İzmir böyleydi, yõllarca sürüp gitti. Gelişmesi hep devam etti ama Bursa’lar, Antalya’lar, Eşki- şehir’ler, hatta Denizli’lerin artõk ekonomik, turizm gelişmeleri, öğrencilerin İzmir’de okumalarõ gibi çok çeşitli konularõ kendi bünyelerinde halledilmeye ve İz- mir’in etrafõnõ saran çok sayõda il- ler büyük patlamalar yaparak bu sorunlarõnõ kendi illerinde çöz- meye başladõlar. İzmir büyüdü doğrudur, İz- mir’in nüfusu arttı, İzmir’in sanatı, ticareti gelişti, İzmir’in kültür etkinlikleri çok gelişti bu da doğrudur. Ama aynı et- kinlikler İzmir’in etrafını saran il ve ilçelerde de görülmeye başlandı. Büyük büyük il mer- kezleri oluştu, büyük büyük şe- hirler oluştu, oralarda da üniver- siteler, havaalanlarõ kuruldu. İzmir ilgi alanõ olmaktan, ziyaret mer- kezi olmaktan, sağlõk ve eğitim merkezi olmaktan yavaş yavaş çõ- kar oldu. Hele hele Türkiye’nin dört bucağõnõ saran yüzlerce üni- versiteden sonra. Şimdi İzmirlilere, bu ülkeyi yö- netenlere ciddi görevler düşmek- tedir. İzmir sadece Ege Bölgesi ağırlıklı bir merkez olmaktan derhal kurtulmalı, derhal çõka- rõlmalõ; hem ülkemizin, hem de uluslararasõ komşu ülkelerin, Mõ- sõr’dan Arap ülkelerine kadar, Türki devletlerine kadar, komşu Yunan’a ve Ege adalarõnõn, Bal- kan devletlerinin, Orta Avrupa’ya kadar çok sayõda yabancõ devlet- lerin tercih ettiği bir merkez ol- malõdõr, üniversiteler şehri olma- lõdõr. İki yüz bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs’ta beş üniversite varken üç-beş milyon nüfuslu İzmir’de 50-60 üniversite olmalı. Özel sektör çok ciddi ve başa- rõlõ sonuçlar alan üniversiteleri bir- biri ardõna eğitime sokmalõdõr. İzmir yaz-kõş çok modern yazlõk- kõşlõk eğlence merkezleriyle, ti- yatro ve konservatuvarlarla dol- durulmalõdõr. On binlerce İzmir- li buralarõn yapõmcõ ve takipçisi ol- malõdõr. İzmir tarihi konum iti- barıyla kültür şehri olmasının yanı sıra, tarihi şehir, sanat şehri ve çok sayıda modern tu- ristik tesisleriyle turizm sitesi, kaplıca siteleri ve her türlü sportif tesislerin yapılabileceği spor dünyası merkezi haline getirilmelidir. Süratle Dünya Kenti İzmir’e Doğru!.. Av. Turgut İNAL K õsa bir süre önce basõnda, bir Yunanlõ gazetecinin Başbakanõmõz için “2. Atatürk” değerlendirmesi yapmõş olduğu yolunda haberler çõkmõş- tõ. Bu haber bana yaşamõm bo- yunca tanõk olduğum veya duy- duğum bazõ Atatürk’e benzeme, benzetme ve hatta birilerini O’nunla karşõlaştõrma olaylarõnõ anõmsattõ. Benzemek veya benzetmek daha çok fiziksel görüntüye, ki- şilik değerlendirmesi veya kar- şõlaştõrmasõ ise bazen duygusal güdülere, ama çoğu zaman ben- zetilmek istenen kişiye yaranmak çabasõndan, daha doğrusu yaygõn deyimle yalakalõktan kaynakla- nõr. Benim tanõk olduğum olay şu: Lisede kalõn ve uçlarõ hafifçe yu- karõya kalkõk kaşlarõ olan bir öğ- retmenimiz arada sõrada kaşlarõ- nõ parmaklarõnõn ucuyla sõvazlõ- yarak “Rahmetlinin kaşları be- nimkine benzerdi” derdi. Bu masum benzetme bizler için uzun süre alay konusu olmuştu. Ara- mõzda kaşlarõmõzõ sõvazlar gibi ya- par, benimki de benziyor mu di- yerek şakalaşõrdõk. Buna benzer bir benzetmeyi de Demokrat Parti’nin kurucula- rõndan, zamanõn Meclis Başkanõ rahmetli Refik Koraltan için duymuştum. Onun da Atatürk’ün kaşlarõ kendisininkine benzerdi di- ye övündüğü söylenirdi. Hatta halk arasõnda bu daha da abartõ- larak “kendini Atatürk sanı- yor” söylentisi dolaşõrdõ. Söylenti sanõrõm Koraltan’õn halk arasõn- da babacan davranõşlarõnõn “kaş benzetmesiyle” sulandõrõlõp alay konusu yapõlmak istenmesinden kaynaklanõyordu. İlginç bir benzetme, daha doğ- rusu kişilik karşõlaştõrmasõ rah- metli Adnan Menderes için de yapõlmõştõr. Olayõ 1955 yõlõnda milletvekili de olan tanõnmõş bir yazardan dinlemiştim. Menderes’in Yu- nanistan ziyareti dönüşünde, seyahatin yapõldõğõ geminin gü- vertesinde birkaç milletvekili bir araya gelmiş dereden tepeden ko- nuşurlarken güverteye açõlan ka- põdan Menderes çõkar ve gruba dönerek “Merhaba arkadaş- lar, ne konuşuyordunuz” diye sorar, gruptan bir milletvekili diğerlerinden önce davranarak “Efendim Atatürk’le sizi kar- şılaştırıyorduk, sizi daha üstün bulduk” demiş. Bu cevap üze- rine Menderes “Ya öyle mi” di- yerek oradan uzaklaşmõş. Olaya çok üzülen milletvekili daha sonra içeride Menderes’le karşõlaşõnca kendisine, güverte- deki grup sohbetinde Atatürk’le karşõlaştõrma gibi bir konuşma geçmediğini, milletvekili arka- daşõnõn işgüzarlõk yaptõğõnõ söy- lemiş. Menderes’in cevabõ ise “Neden olmasın” olmuş. Bir başka yakõştõrma ise rah- metli Turgut Özal’la ilgili. Özal’õn aldõğõ meşhur 24 Ocak ka- rarlarõndan sonra, herhalde bu kararlarõn alõnmasõnõn “büyük cesaret istediği!” düşüncesiyle ol- sa gerek, kendisine “2. Atatürk” yakõştõrmasõ yapõlmõştõ. Bu ya- kõştõrmayõ yapanlar, kuşkusuz, her dönemde ortaya çõkan, ölçü- yü, daha doğrusu ölçüsüzlüğü bir hayli kaçõran yalakalardõ. Böyle bir yakõştõrma yapõlmak istendiğinde düşünülebilecek kim- se olsa olsa Atatürk’ün silah ve kader arkadaşõ, Cumhuriyetimizin kuruluşunun her aşamasõnda ya- şamsal görevler üstlenen, Ata- türk’ün sağlõğõnda çok arzuladõ- ğõ, fakat çeşitli nedenlerle ger- çekleştiremediği çok partili düzeni 1946 yõlõnda ülkeye kazandõran büyük asker ve devlet adamõmõz İsmete İnönü olabilirdi. O ise bu tür yaklaşõmlara: “Beni O’nun- la kıyaslamayın, O başkadır” diyordu. Birilerini Atatürk’le karşõlaş- tõrmak isteyebilecekler, O’nun ölümünden sonra, Anõtkabir du- varlarõna da işlenmiş olan İsmet Paşa’nõn şu sözlerini anõmsama- lõdõr: “Devletimizin banisi ve mil- letimizin fedakâr hadimi” “İnsanlık idealinin âşık ve mümtaz siması, eşsiz kahra- man Atatürk” “Vatan sana minnettardır” Yunanlõ gazetecinin Başbaka- nõmõzõ “2. Atatürk” olarak de- ğerlendirmesi bir yabancõdan ge- len değerli bir iltifat olarak görü- lebilir. Ancak, Atatürk’ün baş- kalarõyla karşõlaştõrõlmasõnõ içine sindiremeyen bizler için gazete- cinin bu iltifatõnõ benimsemek pek mümkün olamazdõ. Nitekim, basõndan öğrendiğime göre, Baş- bakanõmõz da bu iltifat karşõsõnda “Haddimiz değildir” diyerek gereken tevazuu gösterip bizlerin beklentimizde pek de haksõz ol- madõğõmõzõ göstermiştir. Atatürk’e Benzemek... Tevfik ÜNAYDIN Emekli Büyükelçi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle