Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 25 MAYIS 2010 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
MadenlerÖlümTuzağımı?
İlk kez Emile Zola’nın “Germinal” romanında
yaşadım. Bir maden kuyusu, yüzleri gözleri
kapkara insanlar, ellerinde, boyunlarında
fenerler, yerin dibine kadar inen insanlar... Bir
daha yeryüzüne çıkıp çıkmayacakları pek de
bilinmeyen... Bir grizudur patlayıverir ya da
öteden beri metan gazı yükselir. Bir anda
kopup gider insanlar yaşamdan...
Bunlar önceden bilinir, yaşanır.
Madencilik neredeyse yeryüzünün
varlığından beri bilinen bir şeydir. Bir uğraştır,
makineleri işleten, sıcaklık veren, bir çeşit altın,
gümüş vb...
Kaç insan gidiyor onunla birlikte hiç
düşündünüz mü?
Bir yılda kaçıncısı? Beş ordan, on burdan,
şimdi de otuz öteden... Tünellerin gerisinde
bekleşen on binler, çoluk çocuk, ana-baba...
Her şey yenileşti, modernleşti, ama
madencilik yerinde mi sayıyor? Hâlâ binlerce
yıllık gelenekler mi sürüp gitmekte... “Ben
aşçıydım iş bulamadım, madenci oldum” diyen
biri... Bir başkası üniversiteyi bitirmiş, ama iş
bulamamış, en iyisi “babadan gördüğüm”
demiş. Bir girmiş toprağın beş yüz metre altına
bir daha çıkabilecek mi yeryüzüne?..
Bu ülkede bu konularla ilgili bir makam, bir
bakanlık, bir genel müdürlük de yok mu?
Adamın biri keyfince bir kazı yapar, zamanla
derinleştikçe derinleşir, sonra insanları
sokmaya başlar, hem de kaç kuruşa!..
Sonrası gazete manşetlerinde! Falanca
madenden on kişi gitti, daha ötekinde beş kişi,
derken daha da yüksek...
Maden işçisi olmak en kolay yol! Ekmek
parası için yapılacak iş yok! Ama yerin karanlık
dibini oyarak para kazanmak!..
Tek bir kişinin acısı değil bu! Bir koskoca
aile, çoluk çocuğun yaşam boyu
unutamayacağı bir derin acı... Yoksulluğun,
açlığın, sıkıntının, umutsuzluğun acısı...
Sonra ünlü bakanlar gelir madenin kapısında
söyleşirler, hatta ağlaşırlar. Zamanında gerekli
düzeni, gerekli önlemleri almadıktan sonra,
istediğin kadar ağla!..
Beyler gelirler giderler, bir dahaki sefer daha
dikkatli olalım demezler! Madenler madenciler,
maden halkları kendi dünyalarında ekmek
parası için didinirler, yıpranırlar, hatta canından
olma çizgisinde yaşamı bırakıp giderler.
PENCERE
Uçukluğun Sonu Yok...
Aristo, İsa’dan önce 4’üncü yüzyılda
yaşamış; “Organon” adında bir yapıt ortaya
koymuş; insanın nasıl düşünmesi gerektiğini
belirlemeye çalışan bir mantık derlemesi bu;
evreni kavrama yolunda eksikleri var.
Francis Bacon 16’ncı yüzyılda doğmuş;
Aristo’nun tümdengelimli mantığı yerine,
tümevarımlı deneysel mantığın geçerli olmasını
“Novum Organum”la savunmuş.
İkisi arasında 2000 yıl var.
Aristo mantığını aşma belirtileri, Türkiye’de
ancak 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında uç
veriyor; bu yolda ilk yapıt İtalyancadan bir
çeviri: Miftah Al Fünun...
Bacon’dan 250 yıl sonra...
Medrese öğretiminin yıkılış süreci Avrupa’da
15’inci yüzyılda başlıyor; Türkiye’de 20’nci
yüzyılın ilk çeyreğinde Atatürk devrimine değin
medrese öğretimi sürüyor.
Matbaa ülkemize 250 yıl sonra giriyor...
Tıpta insan bedeninin incelenmesi amacıyla
kadavraların kesilip biçilmesi yöntemlerini
içeren “teşrih” Avrupa’da kullanılmaya
başlandığı tarihten 150 yıl sonra Türkiye’nin
kapılarını aralayabiliyor.
Peki, bugün öyle mi?..
Geçmiş dünyada zamanlar ve uzamlar
arasında Çin Seddi gibi duvarlar vardı; her
toplum kendi dünyasında yaşayabiliyordu.
Bugün küreselleşmenin iyi yanı, yeryüzünün
her köşesini birbirine bağlamasıdır. Bütün
dünya komşu kapısı oldu. Dünyanın öteki
ucundaki üniversitede ne okunuyorsa,
dakikasında yeryüzünün tüm enlem ve
boylamlarında duyulabiliyor. İletişim devriminin
derinlemesine etkileri 21’inci yüzyılda insanlığı
daha çok saracak...
İnsanların duygularında, düşüncelerinde,
göreneklerinde, geleneklerinde, yasalarında,
hukuklarında bütünleşmeye doğru gidilecek...
Kuzey yarımküresinde zenginlerin, güney
yarımküresinde yoksulların yaşadığı bir
dünyaya hangi çağdaş insanın yüreği
katlanabilir?..
Zaman ve uzam arasında iletişim tam
anlamında geçerli olduğu gün, insanlık tam
aydınlanacak; bu gidişi hiçbir güç
durduramayacak...
Peki, bu durumda devletler, ülkeler,
toplumlar, kişiler ne olacak?.. Zaman içinde bir
dönüşüm gerçekleşecek; ama, aklını peynir
ekmekle yemiş uçuklar daha şimdiden
görünmeyen köyün kılavuzluğunu yapıyorlar;
tam Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, PKK vesaire ile
çatışma sürecinde bizim aymazların alafranga
korosu alaturka ahenge başlıyor:
- Devlet mi, boşver..
- Ulusal sınırların artık anlamı yok..
- Ulus devlet bitti...
- Vatanseverlik ne demek..
- Bağımsızlık aşıldı..
Zaman ve uzam konusunda soyutlanmış
lafların bizim medyada kanat çırpması, dünya
ve ülke gerçeklerinden habersiz uçukluğun
türetimidir. Ayakları yerden kesilmiş entellerin
yazılı ya da görsel yayınlarda atıp tutmaları
toplumu yanıltmaktan başka neye yarar?..
Şimdiden uyuşturucu almış gibi konuşanlara
göre devlet, vatan, bağımsızlık, ordu
gereksiz...
Keşke öyle olsaydı, yeryüzünde uygarca
bütünleşme, insanlığı birbiriyle
kucaklaştırsaydı.
Ne yazık ki bütün bunlar, güncel gerçeklerin
delinmiş balon gibi söndürdüğü hayaller...
Ya gelecek?..
Geleceği kavramak için önce yaşadığımız
dünyanın gerçeklerini kavramak gerek...
(6 Ekim 1998 tarihli yazısı)
İ
ster çoğulcu demokratik toplumlar
olsun, isterse diktatörlükler, liderler ha-
yatõn hemen her alanõnda yer alan, ol-
mazsa olmaz kabul ettiğimiz kişiler.
Toplumsal hayatta kimi küçük insan
gruplarõnõn, kimi zaman da büyük kitlele-
rin, liderlerin sarsõlmaz ve inançlõ takipçi-
leri olabildiğini sõklõkla görüyoruz.
Yüzyõlõmõzda liderlere gerçekten bu den-
li ihtiyaç var mõ? Ya da liderliği algõlama
biçimimizi, liderlik paradigmamõzõ değiş-
tirmemiz gerekiyor mu?
Demokratik bir toplumda lider, özgürce
oluşmuş bireylerin yönetiminde geçici ola-
rak görev üstlenen kişi olmalõdõr. Lider bir
anlamda orkestra şefidir. Grubun birlikte ha-
reketini kolaylaştõran, görev ve işlevi bitti-
ğinde yerini bir başkasõna doğallõk içinde bõ-
rakan yöneticiden başka biri değildir. Li-
derlik bu anlamda kullanõlacaksa bunun
eleştirilecek bir yanõ yok. Bu son derece de-
mokratik bir yaklaşõm.
Ancak toplumumuza baktõğõmõzda, li-
derler; ne söyleyecek diye ağõzlarõnõn içi-
ne bakõlan, dediğim dedik, peşlerinden
sorgusuz sualsiz gidilen kişiler olma özel-
liğinde. Bu tür bir liderlik yapõsal özelliği
açõsõndan antidemokratik bir tutum sergi-
lemektedir. Eline gücü geçiren, işlevi sona
erse bile bunu bõrakmak istemiyor ve hâ-
kimiyet alanõnõ genişlettikçe genişletiyor.
Otoriter liderliğin en uç örneği aşõrõ mu-
hafazakâr gruplarda görülmekte. Dinsel
gelenekten de desteklenen böyle bir lider-
lik anlayõşõ müridin; şeyh, hoca ya da gu-
ruya doğrudan biat etmesi esasõna dayan-
maktadõr. Bu yaklaşõmõn ne denli mahzur-
lu olduğu toplumun birçok kesimi tarafõn-
dan kabul edilmekte ve eleştirilmektedir.
Ancak bu denli yoğun olmasa da biat kül-
türünün daha õlõmlõ ve gizlenmiş şekilleri-
nin toplumun modern kesimleri dahil, de-
ğişik katmanlarõnda yaşandõğõ da bir ger-
çektir.
Kökeni insanlõk tarihi kadar eski olan güç-
lü lider arayõşõ günümüzde hâlâ etkisini gös-
termektedir. Liderlik, kendisine çok büyük
görevler atfedilen niteliğini çağõmõzda da
sürdürmekte, bir anlamda tanrõsallaştõrõl-
maktadõr. Aslõnda bu arayõş, biraz da top-
lumlarõn zafiyetidir.
Demokratik bir ortamda kolayca organi-
ze olamayan, anlaşma zeminini yakalaya-
mayan topluluklar hemen güçlü bir lider ara-
yõşõna girmektedirler. En çağdaş gruplar bi-
le, tek bir ses olmaktan ve güçlü bir lider-
lik etrafõnda birleşmekten gurur ve mutlu-
luk duyduklarõnõ ifade etmekten kendileri-
ni alamamaktadõrlar. Farklõ bir düşünce he-
men çatlak bir ses olarak yaftalanabilmek-
tedir. Hani farklõlõklar, değişik sesler bizim
zenginliğimiz idi. Bu konuda dürüst ve iç-
ten olmadõğõmõzõ düşünüyorum. Güçlü li-
derlik arayõşõ biraz da farklõ sesleri kontrol
altõnda tutabilmenin supabõ gibi işlev gör-
mektedir. Uyum içinde farklõlõklarõ sürdü-
remeyen gruplar, güçlü lider arayõşõna gir-
mektedirler.
Bilirsiniz çocuklar kişiliklerinin oluş-
masõ, motivasyon, disiplin ve hayatta ken-
dilerine yön bulabilmek için öncülere gerek
duyarlar. Hayatõn ilk yõllarõnda kişilikleri-
nin oluşumundaki en önemli etmen anne ve
baba yönlendirmesidir. Ebeveynlerin ön-
derliği çocuklar için çok önemlidir. Çocuklar
için ihtiyaç olan böyle güçlü bir önderlik,
yetişkin dönemde de aranõyorsa bu patolo-
jiktir. Çocuk kalmõş, özgüvenleri düşük top-
lumlar kendilerini biçimlendirip yönlendi-
recek güçlü liderlere ihtiyaç duyarlar.
Toplumlar geliştikçe liderlerin etkinlik ala-
nõ daralmakla birlikte lider hâkimiyeti var-
lõğõnõ devam ettirmektedir. Batõ toplumla-
rõnda sembol niteliğinde de olsa tarihsel mis-
yonunu çağõmõza taşõyan krallõklar, prens-
likler bunun tipik örnekleri. Bir simge ara-
yõşõ, bunun etrafõnda kenetlenme, birleşme
isteği günümüz insan õrkõnõn adeta genle-
rinde şifreli. Bu, çağõmõz toplumlarõnõn
bir zayõflõğõ aslõnda.
Liderlik etrafõnda öylesine bir metafor
oluşturulmuş ve iş o denli çõğrõndan çõkar-
tõlmõş ki toplumsal özelliği olan bu kavram,
kişisel gelişimin bir unsuru olarak kullanõ-
labilmektedir. Bazõ kişisel gelişim uzman-
larõ, başarõ ve mutluluk için içimizdeki li-
derliğin ortaya çõkarõlmasõnõ savunmakta-
dõrlar. Oysa kişinin mutluluğu için liderlik
gibi toplumsal bir kavramõ kullanmak ye-
rine, bireyin yaratõcõlõğõnõ geliştirici ve
özerkliğini sağlayõcõ unsurlarõn öne çõka-
rõlmasõ gerekmez mi? Bana sorarsanõz, ‘li-
derlik’ gibi toplumsal bir terimin bireysel
gelişimin unsuru olarak kullanõlmasõ bile,
modern hayatta da hükmeden birilerini
arayan, adeta eşitsizliği kutsayan ruh hali-
ni yansõtmaktadõr.
Ne yazõk ki çağõmõzda liderlik kolaylõk-
la antidemokratik yöne kayabilen ince bir
çizgide gidiyor. Kişilerin özgürlüklerini
kõsõtlamaya, onlarõ susturmaya çok uygun
bir yönetim unsuru olma özelliğini içinde
barõndõrõyor. İşte bu nedenle liderlik kav-
ramõnõ yeniden yorumlayõp kitleleri sürü du-
rumundan kurtaracak ve liderliği uzmanlõk
ve süreli görev alanlarõyla sõnõrlayacak de-
mokratik bir paradigma değişikliğine ihti-
yacõmõz var.
GüçlüLiderlikArayõşõToplumsalZayõflõktõr
Prof. Dr. Coşkun TECİMER
Ne yazõk ki çağõmõzda liderlik kolaylõkla antidemokratik yöne kayabilen ince
bir çizgide gidiyor. Kişilerin özgürlüklerini kõsõtlamaya, onlarõ susturmaya çok
uygun bir yönetim unsuru olma özelliğini içinde barõndõrõyor.
İ
zmir Osmanlõ’dan evvel, Cum-
huriyetten sonra yõllarca Ege,
Güney Marmara, İç Ana-
dolu ve Akdeniz Bölgesi’nin zi-
yaret merkeziydi. Buna Ege Böl-
gesi’ndeki sayõsõz adalar da da-
hildi. Karadeniz insanõ, Doğu
Anadolu Bölgesi insanlarõ da mut-
laka İzmir’e giderler ve İzmir’de
gördükleriyle iftihar ederlerdi.
Hele hele 20 Ağustos-20 Eylül ta-
rihlerinde açõlan ve 1 ay süren İz-
mir fuarõ, 35 il insanõnõn turistik
gezi ve alõşveriş merkezi olmuş-
tu. Her çeşit tiyatrolar, yüzlerce sa-
natçõnõn katõldõğõ irili ufaklõ kon-
serler, eğlence bahçeleri, gazi-
nolar, tõklõm tõklõm dolardõ. Bin-
lerce fakir yurttaş da, İzmir fua-
rõnõn kõr bahçelerine yayõlõr, pik-
nik yapar ve yemeklerini orada
yerdi. Gecenin geç vakitlerine
kadar fuar ağzõna kadar dolardõ.
Otellerde, hanlarda yer bulmak
mümkün değildi. Birçoklarõ hem-
şerilerinin evlerinde kalõrdõ.
Fuarõ ziyaret eden binlerce, on
binlerce insan İzmir’e uzak semt-
lere bile yürüye yürüye gider ge-
lirdi. Taksilere kimse yanaşmaz,
dolmuşlar ardõna kadar dolar ve
faytonlara binilirdi.
TCDD’nin yapmõş olduğu ban-
liyö trenleri, yakõn şehirlere yap-
tõğõ ilave seferler, irili ufaklõ de-
niz araçlarõ, insanõmõzõ İzmir’e gö-
türürdü. İzmir böyle yaşamõ yõl-
larca sürdürdü. Ticari alõşveriş
merkeziydi. Kendisine yakõn şe-
hirlerin insanlarõ, düğün ve ev eş-
yalarõnõ İzmir’den düzerlerdi. Bir-
çok şehirde olmayan hastaneler
daima dolardõ. Yakõn şehirlerde li-
seler olmadõğõ için, çok sayõda il
ve ilçenin öğrencisi lise tahsili için
İzmir’e giderdi.
İzmir böyleydi, yõllarca sürüp
gitti. Gelişmesi hep devam etti
ama Bursa’lar, Antalya’lar, Eşki-
şehir’ler, hatta Denizli’lerin artõk
ekonomik, turizm gelişmeleri,
öğrencilerin İzmir’de okumalarõ
gibi çok çeşitli konularõ kendi
bünyelerinde halledilmeye ve İz-
mir’in etrafõnõ saran çok sayõda il-
ler büyük patlamalar yaparak bu
sorunlarõnõ kendi illerinde çöz-
meye başladõlar.
İzmir büyüdü doğrudur, İz-
mir’in nüfusu arttı, İzmir’in
sanatı, ticareti gelişti, İzmir’in
kültür etkinlikleri çok gelişti
bu da doğrudur. Ama aynı et-
kinlikler İzmir’in etrafını saran
il ve ilçelerde de görülmeye
başlandı. Büyük büyük il mer-
kezleri oluştu, büyük büyük şe-
hirler oluştu, oralarda da üniver-
siteler, havaalanlarõ kuruldu. İzmir
ilgi alanõ olmaktan, ziyaret mer-
kezi olmaktan, sağlõk ve eğitim
merkezi olmaktan yavaş yavaş çõ-
kar oldu. Hele hele Türkiye’nin
dört bucağõnõ saran yüzlerce üni-
versiteden sonra.
Şimdi İzmirlilere, bu ülkeyi yö-
netenlere ciddi görevler düşmek-
tedir. İzmir sadece Ege Bölgesi
ağırlıklı bir merkez olmaktan
derhal kurtulmalı, derhal çõka-
rõlmalõ; hem ülkemizin, hem de
uluslararasõ komşu ülkelerin, Mõ-
sõr’dan Arap ülkelerine kadar,
Türki devletlerine kadar, komşu
Yunan’a ve Ege adalarõnõn, Bal-
kan devletlerinin, Orta Avrupa’ya
kadar çok sayõda yabancõ devlet-
lerin tercih ettiği bir merkez ol-
malõdõr, üniversiteler şehri olma-
lõdõr. İki yüz bin nüfuslu Kuzey
Kıbrıs’ta beş üniversite varken
üç-beş milyon nüfuslu İzmir’de
50-60 üniversite olmalı.
Özel sektör çok ciddi ve başa-
rõlõ sonuçlar alan üniversiteleri bir-
biri ardõna eğitime sokmalõdõr.
İzmir yaz-kõş çok modern yazlõk-
kõşlõk eğlence merkezleriyle, ti-
yatro ve konservatuvarlarla dol-
durulmalõdõr. On binlerce İzmir-
li buralarõn yapõmcõ ve takipçisi ol-
malõdõr. İzmir tarihi konum iti-
barıyla kültür şehri olmasının
yanı sıra, tarihi şehir, sanat
şehri ve çok sayıda modern tu-
ristik tesisleriyle turizm sitesi,
kaplıca siteleri ve her türlü
sportif tesislerin yapılabileceği
spor dünyası merkezi haline
getirilmelidir.
Süratle Dünya Kenti İzmir’e Doğru!..
Av. Turgut İNAL
K
õsa bir süre önce basõnda,
bir Yunanlõ gazetecinin
Başbakanõmõz için “2.
Atatürk” değerlendirmesi yapmõş
olduğu yolunda haberler çõkmõş-
tõ. Bu haber bana yaşamõm bo-
yunca tanõk olduğum veya duy-
duğum bazõ Atatürk’e benzeme,
benzetme ve hatta birilerini
O’nunla karşõlaştõrma olaylarõnõ
anõmsattõ.
Benzemek veya benzetmek
daha çok fiziksel görüntüye, ki-
şilik değerlendirmesi veya kar-
şõlaştõrmasõ ise bazen duygusal
güdülere, ama çoğu zaman ben-
zetilmek istenen kişiye yaranmak
çabasõndan, daha doğrusu yaygõn
deyimle yalakalõktan kaynakla-
nõr.
Benim tanõk olduğum olay şu:
Lisede kalõn ve uçlarõ hafifçe yu-
karõya kalkõk kaşlarõ olan bir öğ-
retmenimiz arada sõrada kaşlarõ-
nõ parmaklarõnõn ucuyla sõvazlõ-
yarak “Rahmetlinin kaşları be-
nimkine benzerdi” derdi. Bu
masum benzetme bizler için uzun
süre alay konusu olmuştu. Ara-
mõzda kaşlarõmõzõ sõvazlar gibi ya-
par, benimki de benziyor mu di-
yerek şakalaşõrdõk.
Buna benzer bir benzetmeyi
de Demokrat Parti’nin kurucula-
rõndan, zamanõn Meclis Başkanõ
rahmetli Refik Koraltan için
duymuştum. Onun da Atatürk’ün
kaşlarõ kendisininkine benzerdi di-
ye övündüğü söylenirdi. Hatta
halk arasõnda bu daha da abartõ-
larak “kendini Atatürk sanı-
yor” söylentisi dolaşõrdõ. Söylenti
sanõrõm Koraltan’õn halk arasõn-
da babacan davranõşlarõnõn “kaş
benzetmesiyle” sulandõrõlõp alay
konusu yapõlmak istenmesinden
kaynaklanõyordu.
İlginç bir benzetme, daha doğ-
rusu kişilik karşõlaştõrmasõ rah-
metli Adnan Menderes için de
yapõlmõştõr.
Olayõ 1955 yõlõnda milletvekili
de olan tanõnmõş bir yazardan
dinlemiştim. Menderes’in Yu-
nanistan ziyareti dönüşünde,
seyahatin yapõldõğõ geminin gü-
vertesinde birkaç milletvekili bir
araya gelmiş dereden tepeden ko-
nuşurlarken güverteye açõlan ka-
põdan Menderes çõkar ve gruba
dönerek “Merhaba arkadaş-
lar, ne konuşuyordunuz” diye
sorar, gruptan bir milletvekili
diğerlerinden önce davranarak
“Efendim Atatürk’le sizi kar-
şılaştırıyorduk, sizi daha üstün
bulduk” demiş. Bu cevap üze-
rine Menderes “Ya öyle mi” di-
yerek oradan uzaklaşmõş.
Olaya çok üzülen milletvekili
daha sonra içeride Menderes’le
karşõlaşõnca kendisine, güverte-
deki grup sohbetinde Atatürk’le
karşõlaştõrma gibi bir konuşma
geçmediğini, milletvekili arka-
daşõnõn işgüzarlõk yaptõğõnõ söy-
lemiş. Menderes’in cevabõ ise
“Neden olmasın” olmuş.
Bir başka yakõştõrma ise rah-
metli Turgut Özal’la ilgili.
Özal’õn aldõğõ meşhur 24 Ocak ka-
rarlarõndan sonra, herhalde bu
kararlarõn alõnmasõnõn “büyük
cesaret istediği!” düşüncesiyle ol-
sa gerek, kendisine “2. Atatürk”
yakõştõrmasõ yapõlmõştõ. Bu ya-
kõştõrmayõ yapanlar, kuşkusuz,
her dönemde ortaya çõkan, ölçü-
yü, daha doğrusu ölçüsüzlüğü
bir hayli kaçõran yalakalardõ.
Böyle bir yakõştõrma yapõlmak
istendiğinde düşünülebilecek kim-
se olsa olsa Atatürk’ün silah ve
kader arkadaşõ, Cumhuriyetimizin
kuruluşunun her aşamasõnda ya-
şamsal görevler üstlenen, Ata-
türk’ün sağlõğõnda çok arzuladõ-
ğõ, fakat çeşitli nedenlerle ger-
çekleştiremediği çok partili düzeni
1946 yõlõnda ülkeye kazandõran
büyük asker ve devlet adamõmõz
İsmete İnönü olabilirdi. O ise bu
tür yaklaşõmlara: “Beni O’nun-
la kıyaslamayın, O başkadır”
diyordu.
Birilerini Atatürk’le karşõlaş-
tõrmak isteyebilecekler, O’nun
ölümünden sonra, Anõtkabir du-
varlarõna da işlenmiş olan İsmet
Paşa’nõn şu sözlerini anõmsama-
lõdõr:
“Devletimizin banisi ve mil-
letimizin fedakâr hadimi”
“İnsanlık idealinin âşık ve
mümtaz siması, eşsiz kahra-
man Atatürk”
“Vatan sana minnettardır”
Yunanlõ gazetecinin Başbaka-
nõmõzõ “2. Atatürk” olarak de-
ğerlendirmesi bir yabancõdan ge-
len değerli bir iltifat olarak görü-
lebilir. Ancak, Atatürk’ün baş-
kalarõyla karşõlaştõrõlmasõnõ içine
sindiremeyen bizler için gazete-
cinin bu iltifatõnõ benimsemek
pek mümkün olamazdõ. Nitekim,
basõndan öğrendiğime göre, Baş-
bakanõmõz da bu iltifat karşõsõnda
“Haddimiz değildir” diyerek
gereken tevazuu gösterip bizlerin
beklentimizde pek de haksõz ol-
madõğõmõzõ göstermiştir.
Atatürk’e Benzemek...
Tevfik ÜNAYDIN Emekli Büyükelçi