12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Beriki “Asimilasyon insanlık suçudur”, diye çõğõrõp cemaatçilik propagandasõ yaparken öteki “En has cumhuriyetçilik” demagojisiyle õrkçõlõk tohumlarõ ekiyor. Buralardakinin keskin “popülizm”i kendi tabanõna zarar verirken oralardakinin derin “muhafazakârlık”õ sünnetli bõyõklarõndan sõrõtõyor. Sarko-Tayyoyizm neo-liberalizmin dünya ölçeğindeki ulusal çeşitlemelerinden iki yaratõcõ örnek oluşturuyor. Benzerlerini bulmak için büyüteçle bakmak gerekenlerden bir “Nadir” arkadaş da kendi çapõnda “Neoliberal Toplum-Modern Muhafazakâr Cemaat” işbirlikçiliğine panzehir olmaya çalõşõyor. Hoş raslantõlar zinciri bizi geçen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramõ’nõ Fransa’nõn doğusundaki Vesoul kentinde yaşayan kardeşlerimizle kutlamaya götürdü. Yurtdõşõnda, daha da özelde Fransa’daki Türk göçmen dernekleri arasõnda, Vesoul’deki tören bildik kutlamalardan bazõ farklõlõklar içeriyordu. Bu durum biraz da Nadir kardeşimiz ve arkadaşlarõndan kaynaklanõyordu. Nadir Uğurlu Fransa’ya 22 yõl önce bir çocukluk aşkõ rüzgârõyla, “ithal damat” olarak gelmişti. Zorlu geçen ilk yõllardan sonra, birinci nesil Türklerde ender rastlanõr düzeyde bir Fransõzca öğrenmişti. Bunu kuşkusuz öncelikle Fransa’da büyümüş sevgili eşi, hastabakõcõ ve yeminli tercüman Aysel’in özverisi ve de huylarõ, eğitimleri kendileri gibi güzel 3 kõzõ Derya, Deniz, Bilge ve küçük oğlu Tolgahan’a borçluydu. Hayatõnõ ağõr vasõta sürücüsü olarak yoğun bir alõnteriyle kazanan Nadir de borcunu onlara, yine az rastlanõr bir örnekle, temiz bir Türkçe, Türkiye sevgisi öğreterek ödemişti. Nadir ve canlarõnõn “nadirelikleri” yalnõzca mutlu ve başarõlõ birer eş, ebeveyn, öğrenci ve bireylikle bitmiyordu. Teslim etmek gerekir ki, Vesoul ve çevresindeki Gray, Herricourt, Lure, Luxeuil gibi küçük kentlerde yaşayan 2500 civarõndaki Türk ve Türkiyelinin büyük çoğunluğu henüz “Liberal Muhafazakâr” tarikatlar veya “Orta Asya postlu” ocaklarõn ağõna düşmemiş. Ayrõca bu topraklardan, hikâyesi şimdiden kitaplara değer çocuklar çõkõyor. Örneğin, 1981 Vesoul doğumlu, Nancy Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Maliye müfettişliğine yükselen Ramazan François Kaymak 2008 Belediye Başkanlõğõ seçimlerinde Sosyalist Parti listesinin başõnda yer alõyordu. Fransa’nõn en genç belediye başkanõ adayõna karşõ, Vesoul’ün eski başkanõnõ desteklemek üzere kente, bilin bakalõm kim geliyordu? Nicolas Sarkozy. Sosyalist bir lider cumhurbaşkanõ seçildi diye, François Mitterrand’õn devletin başõna geçmesinden birkaç gün sonra doğan oğluna François adõnõ veren baba da nadir bir kişilikti kuşkusuz. Türk kökenli genç politikacõyla dayanõşma için de Sosyalist Partisi lideri François Hollande Vesoul’de konuşuyordu. Seçilme şansõ pek olmasa da Ramazan François’nõn ardõnda duran aydõnlõk güçleri seferber eden, gerçek, candan güç, Sarko-Tayyoyizm’e karşõ kendi sezgileriyle mücadele veren ender insansa bir kez daha, Vesoul Türk- Fransõz Kültür ve Spor Derneği başkanõ Nadir Uğurlu’ydu. Yöredeki başarõda ilk bakõşta gözükmeyen, ancak önde gelen neferlerden, bir başka ikinci nesil kişilik, dernek başkanõ Abbas Yıldız veya Cavit Arslan, Ortadoğu’ya lüks tekstil ürünleri ihraç eden genç işadamõ-sanayici Turgut Erdem, babasõ bölgede göçün miladõ kabul edilen, 1970’te 14 yaşõnda Fransa’ya göçmüş, yakõnda emekliye ayrõlacak cam üfleme ustasõ Salim Selçuk’u da zikretmeden geçmeyelim. Babasõ buralara 1966’da Ermeni arkadaşlarõnõn aracõlõğõyla orman işçisi olarak gelirken Salim Usta’nõn Fransa’da yaşama iznini koparan, Cumhurbaşkanõ General De Gaulle’e doğrudan mektup yazan eski İstanbullu bir Rum kadõn oluyordu. Vesoul’de 1978’de ilk kurulan Türk derneği, Fransõz-Türk Kültür Derneği belki kâğõt üstünde kültürlerin buluşmasõnõ istiyordu. Fakat bu hedefin ete kemiğe bürünmesi için bir çeyrek yüzyõl geçmesi, “nadir insanlar”õn gelmesi beklenecekti. 23 Nisan için kurulan sahnenin ortasõna, iki yanõnda Türk ve Fransõz bayraklarõ bulunan Mustafa Kemal Atatürk resmi yerleştirilmişti. Yörede 5 yõllõk görev süresini başarõyla tamamlayan, yorgun ama mutlu öğretmen Zübeyir Aladağ, 4 yaşõndan 14 yaşõna yetiştirdiği 100’ün üstünde öğrencisiyle aralarõnda belediye, okul ve değişik kesim temsilcileri, Fransõz yerel basõnõ ve de en önemlisi sõradan Fransõzlarõn yer aldõğõ 300 kişilik bir topluluk önünde herkese anlamlõ, keyifli anlar yaşattõ. İki halkõn ulusal marşlarõyla başlayan ve Fransõzca- Türkçe olarak sunulan bütün faaliyetlerde kõz çocuklarõ bir kez daha niteliksel ve niceliksel olarak öndeydi. Elbetteki, “Türk bayrağını niye sol başa koymadın?” veya “Kadınlar- erkekler niye yan yana oturuyorlar?” diye fõsõldayanlar da vardõ. Cevap, Sarko-Tayyoyizmin panzehiri, Nadir’in sade ama gür sözlerinde şöyle özetleniyordu: “Ben önce insan, sonra Türk ve Fransızım.” [email protected] PARİS UĞUR HÜKÜM CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 MAYIS 2010 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI [email protected] Emine Erdoğan’õn Brüksel çõkartamamasõ Hayat bayram olsa...Gurbette yaşayan bilir, Türkiye’nin bayramlarõ yabancõ ülkelerde azõcõk buruk ama yine de yürekten bir coşkuyla kutlanõr. Çünkü o bayramlara vatan hasreti, Anadolu’nun özlemi, aile ve dostlarõn eksikliği karõşõr. O bayramlar uzakta yaşayanlar için Türkiye’nin soluğu, rengi ve sesi olur. Tõpkõ ABD’nin Washington eyaletindeki Seattle kentinde bu yõl ilk defa yapõlan 23 Nisan kutlamalarõnda olduğu gibi. Seattle kentinde Türkiye’nin Fahri Başkonsolosu Ufuk Gökçen gibiler dünyanõn bir ucunda olsalar bile ne yapar eder, Türk halkõnõ ve diğer topluluklarõ bayramlarla kaynaştõrmayõ becerirler. 23 Nisan Çocuk Bayramõ dolasõyla Seattle Birinci Uluslararasõ Çocuk Dostluk Festivali 9 ülkeyi temsil eden çocuk gruplarõnõn katõlõmõyla 25 Nisan Pazar günü başarõyla düzenlendi. Bizzat gidememenin verdiği dürtüyle telefona yapõşõp Ufuk Gökçen’le konuşuyorum. Sesi iyi bir iş çõkarmõş olmanõn tatlõ dinginliği ile dolu. Türk Minikler ve Çocuk Korolarõ, Zamane Rock Grubu, Anadolu Çocuk Folk Grubu gibi Türk çocuk gruplarõnõn yanõ sõra o bölgede yaşayan Amerikalõ, Perulu, İrlandalõ, Meksikalõ, Bosna-Hersekli, Rus, Japon ve Özbek çocuklar dans ve müzik ekipleriyle harikalar yaratmõş. 2 ile 13 yaş arasõ 220’den fazla çocuk sahneye çõkõp hünerlerini sergilerken 600 kişi de izlemiş. Üstelik programõn tümünü yürüten, sunan, dans eden, şarkõlar söyleyen sadece ve sadece çocuklar olmuş. Yetişkinler hiçbir şeye karõşmamõş. Festivalin en anlamlõ ve duygulu anlarõndan birisi de ABD çocuk korosunun Şenay’õn “Hayat Bayram Olsa” isimli şarkõsõnõ Türkçe söylemesiymiş. Koronun ana solisti 6 yaşõndaki Doğa ise şarkõyõ su gibi biliyormuş. Festivale katõlan tüm çocuklara Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün İngilizce olarak basõldõğõ tişörtler, Türk usulü kurabiye, kek ve poğaçalar ile Türk bayrağõ ve katõlan ülkelerin bayraklarõnõn işlendiği kurabiyeler de dağõtõlmõş. Ufuk Gökçen’in önderliğinde Washington Türk-Amerikan Kültür Derneği’nin (TACAWA) ve Türk Kültür Vakfõ’nõn destekleriyle 5 hafta gibi kõsa bir sürede düzenlenen festival için o bölgede yaşayan ve çalõşan 13 Türk de gönüllü çalõşmõş. Önümüzdeki yõl festivale katõlan ülkelerin sayõsõnõ 30’a çõkarmayõ hedefleyen Gökçen, 19 Mayõs Gençlik Bayramõ için de projelere başlamõş bile. “Yeni kuşaklara kendimizi iyi tanıtırsak, geleceğimizi ipotek altından kurtarırız” diyen Gökçen, Türkiye’ye karşõ kötü propagandanõn yapõldõğõ şu sõralarda ABD’de Türk dostlarõ oluşturmanõn çabasõ içinde. Güzel şeyler için bir avuç insan, iyi niyet ve umut yetiyormuş demek. [email protected] Birazdan Emine Erdoğan gelip Avrupa Parlamentosu’ndaki sayõsõz salondan biri olan 280 kişilik salonda “Avrupa yolunda Türk kadını” başlõklõ panelin açõlõş konuşmasõnõ yapacak. Beklerken düşünüyorum, merak ediyorum; sayõlarõ 150’yi bulan onca iş kadõnõ, sanatçõ, medyatik isim niye bir gece için 1950 Avro ödeyerek, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin (ABGS) kendilerine sunduğu program uyarõnca, aynõ uçakta buluşmak için önce Ankara’ya gidip, sonra da Emine Erdoğan’õn peşine takõlõp buralara geliyor? Bir destektir lafõ dolaşõyor ortalõkta... Kime, neye destek? Bu akõllõ hanõmlar çoktandõr tõkanmõş AB sürecine mi destek veriyorlar, tõkanõklõğa bir hal çaresi kalmadõğõnõ herkesten çok farkõna varmõş olmasõ beklenen başmüzakereci Egemen Bağış’a mõ, yoksa Brüksel’deki bu toplantõdan da siyasi kazanç sağlama peşindeki AKP’ye mi? Belki farkõndalar, belki değiller ama AP’deki, konusu şurasõndan burasõndan Türkiye’ye değen toplantõlara AP parlamenterleri hiç ilgi göstermezler. Ne yazõk ki alayõvala ile hazõrlanan bu toplantõlardan genellikle aynõ buruk cümleyle ayrõlõnõr: “Biz bizeydik gene. Körler sağırlar birbirini ağırladı...” Bu yüzden de Türkiye’de, “Brüksel çıkartması” diye lanse edilen toplantõlarõn büyük bir kõsmõnõ izlerken eski bir tiyatrocu gözüyle, bir tiyatro sahnesinde kabaca sahnelenmiş birer oyun izlediğim duygusuna kapõlõrõm hep. Aslõnda konuşulan mekân AP’deki onlarca salondan biridir, ama bütün olay öyle bir hikâye edilir ki, Türkiye’den duyan AP’nin yüzlerce milletvekiline hitap edildiği yanõlgõsõna kapõlabilir kolaylõkla. Genellikle konuşmacõlar özene bezene İngilizce konuşmalar hazõrlarlar. Ne var ki AP’de konuşma yapacak olmanõn heyecanõ içinde, salondaki izleyicilerin ezici çoğunluğunun aslõnda Türk olduğunu ve pek çoğunun İngilizce bilmediklerini, bu yüzden de konuşmanõn bir tercümesini dinlediklerini hemen fark edemezler. Oysa salona kuşbakõşõ biraz dikkatlice bakan biri oradakilerin, en iyi durumda, en az yüzde 75’inin kulaklarõnda siyah kulaklõklar olduğunu görür. Asõl kara mizahõn oyunun son perdesine saklandõğõ da olur; bu toplantõlar bazen sürelerini aşar. Haliyle tercüme kabinlerindeki simültane tercümanlar mesai saatleri bitince kulaklõklarõnõ masaya koyup evlerine giderler. Salonda sadece İngilizce bir konuşma yapabilmek için ter döken konuşmacõ Türklerle, tercüme kesildiği için, bu İngilizce konuşmadan hiçbir şey anlamayan, kürsüye boş gözlerle bakan Türkler kalõr. O zaman işte körler ve sağõrlar tam ağõrlarlar birbirlerini. Parlamentodaki milletvekillerinden herhangi birini sponsor olmaya ikna etmeyi başarabilen pek çok sivil inisiyatif geçmiştir bu salonlardan. Batõ Trakya’daki Romanlardan tutun da, Dersim olaylarõnõ “lanetle anmak” için sahneye çõkan PKK sempatizanlarõna kadar pek çok konuşmacõyõ dinleme şansõ bulunabilir AP’de. Medyada geniş yer bulan “Emine Erdoğan ve Türk kadınının Brüksel çıkartması” da işte böyle, körlerle sağõrlarõn birbirini ağõrladõğõ bir AP macerasõndan öteye geçemedi. Ne yazõk ki 280 kişilik salonda çoğu parlamenter asistanõ olan 10-15’ten fazla yabancõ dinleyici yoktu. Oysa nasõl da havalõ bir giriş yapmõştõ Emine Erdoğan. İki yanõnda iki siyasi rakip; sağõnda Hollandalõ Türkiye raportörü Hõristiyan Demokrat Ria Oomen Ruijten, solunda Hollanda Sosyalist milletvekili Emine Bozkurt, arkasõnda Egemen Bağõş, sayõsõz koruma, karşõsõnda kameramanlar, õşõkçõlar, fotoğrafçõlar... Yabancõ dinleyici yoktu ama ne gam... Basõn bültenlerinde iddia edildiği gibi “Türk kadını AB’ye pek tanıtılamadı.” Diplomatlarsa diyorlar ki: “Olsun, Türk kadını AB’ye tanıtılamadı ama AB Türk kadınına tanıtıldı. Buraya gelenler arasında ömründe hiç Brüksel’e gelmemiş, AP’ye girmemiş pek çok kadın var.” Üstüne üstlük biribirinden şõk, hoş, bakõmlõ kadõn bu görkemli “antrenin” önünden ve ardõndan salona doluştuktan sonra yer bulamayan yaklaşõk bir 20-25 kişi de ayakta dinledi Başbakan’õn eşini... Türkiye’nin en güçlü başõ açõk kadõnlarõnõ karşõsõna dizmenin keyfiyle, hem de AP’de, tatlõ tatlõ gülümseyerek, son derece teatral ve iyi eğitilmiş bir sesle rolünü güzel oynadõ Emine Erdoğan. Bana öyle geliyor ki bu ülkeye cumhuriyetin en büyük hediyesi olan bu modern kadõnlara AKP’nin işi düştü... Sermayenin siyasi desteğini yine AB ipine halkalamak için 150 güçlü kadõna AB’nin nimetlerini anlatmak hiç fena bir fikir gibi görünmüyor... [email protected] WASHINGTON ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL ÇİMEN TURUNÇ BATURALP Sarko-Tayyoyizmin panzehiri ‘Nadir’ Çamur yüklü bulutlar İzlanda’daki Eyyafyallayöküll Yanardağõ’nõn kül bulutlarõ, birkaç günlük gecikmeyle İsveç’in güney sahillerinden de gelip geçti. Doğrusu, bu gecikmenin nedenini pek anlayamadõk. Avrupa’da hava sahalarõnõn kapanarak uçak seferlerinin iptal edildiği o ilk günlerde, İsveç’in güney sahilleri güllük gülistanlõktõ. Havalar yeni yeni õsõnmaya başlamõş, bademler çiçek açõyordu. Uzun yol yorgunu göçmen kuşlar, geçen yõldan kalma yuvalarõnõ onarmanõn telaşõ içindeydi. Toz bulutlarõ üzerine yapõlan açõklamalarõ, domuz gribine benzer bir abartõ içinde buluyorduk. Tam bulutlar bizi teğet geçti diyerek sevinmeye hazõrlanõrken bir sabah erkenden çõkõp geldiler. Gökyüzüne yayõlmõş toprak yõğõnõ halindeydiler. Onlar görünür görünmez havalar birden soğudu. Gökyüzünde, çok uzaklardan gelen bir yanõk kokusu vardõ sanki. Nefes almakta zorlanõyorduk. Gazeteler, o günlerde, solunum rahatsõzlõğõ nedeniyle hastanelere başvuranlarõn sayõsõnõn arttõğõnõ yazdõ. Uzmanlar, yanardağõn henüz sönmediğini, yeni toz bulutlarõna hazõrlõklõ olmamõz gerektiğini söylüyor. Bulutlarõn içerdiği kimyasal ve biyolojik maddelerin uzun erimde sağlõğõmõzõ nasõl etkileyeceği henüz yeterince bilinmiyor. Birden soğuyan havalar nedeniyle yeni yeni açmaya başlayan çiçekler büzülüp kaldõ. Kuşlarõn o eski yuva kurma telaşlarõ yok. Çiftçiler, toz bulutlarõnõn neden olduğu güneşsiz ve soğuk havanõn tarõm ürünlerini olumsuz etkilemesinden endişe ediyor. Yanardağ bulutlarõ, turizmi de derinden etkiliyor. Bu aylar, özellikle Akdeniz ülkelerine tatil rezervasyonlarõnõn en çok yapõldõğõ aylardõ. Şaşkõnlõk içindeki turizm acenteleri ne yapacaklarõnõ bilemiyorlar. Önceden yapõlmõş bazõ rezervasyonlar iptal ediliyor. Bu kirli, boğucu ve de kurşun gibi ağõr bulutlar, bizim tanõdõğõmõz yağmur yüklü bulutlara benzemiyor hiç. Çocukluğumun geçtiği Binboğalar’õn doruklarõnda pare pare duman olurdu hep. Duman eksilmezdi, kar olmayõnca. Top top, yağmur yüklü halleriyle gelip dağ yamaçlarõna konarlardõ. Elimi uzatsam, tutabilecek yakõnlõkta olurlardõ. Koşardõm, onlara dokunmak, başõmõ bulutlara değdirmek isterdim. Çoban aldatan kuşlarõ gibi; ben yaklaştõkça onlar kaçardõ. Yakalamak için derelerden, azgõn sulardan geçerdim. Bir de bakardõm ki, köyün saatlerce dõşõna çõkmõşõm. Ter basmõş her yanõmõ. Çoraplarõm su içinde kalmõş. Geceleri ateşim yükselir, hastalanõr, yataklara düşerdim. Bektaş Dayõ’yõ çağõrõrlardõ, iyileştirici muska yazmasõ için; “Bu çocuk aklını cıvıtacak, Bektaş Dayı. İşi gücü, bulutları, gökkuşağını kovalamak; bir muska yaz da aklı başına gelsin” derlerdi. Bektaş Dayõ’nõn, her zaman koltuğunun altõnda tuttuğu yapraklarõ lime lime Arapça bir kitabõ vardõ. Kitabõn sayfalarõndan birini rastgele açar, oradaki Arapça yazõlarõ önündeki boş kâğõda kopya ederdi. Böylece yazdõğõ muskayõ yastõğõmõn altõna koyarlardõ. Birkaç gün geçip iyileştikten sonra, Bektaş Dayõ’nõn muskasõnõ açar, yazõlarõ başka kâğõtlara kopya eder, köyün çocuklarõna dağõtõrdõm. O yõllarda, bulutlar bizi korkutmazdõ. Yağmur yüklüydüler; bazen sellere, sulara neden olsalar da köylünün bereketiydiler. Yağmur sonrasõ topraktan çiğdemler, nevruzlar, sümbüller fõşkõrõrdõ; koyunlarõn, keçilerin sütü kekik kokardõ... Bu yanardağ bulutlarõ, benim tanõdõğõm bulutlara benzemiyor hiç... Küreselleşmenin sõrtõndan vurduğu İzlanda’da patlayan küreselleşme bulutlarõydõlar sanki... Rengine, kokusuna alõşõk olmadõğõm bu bulutlardan kaçõp dağlara, ormanlara gitmek, avazõm çõktõğõ kadar bağõrmak istiyorum: Sıla ne yana düşer usta, gurbet ne yana Hasret hep bana, bana mı düşer usta... [email protected] MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle