Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Beriki “Asimilasyon insanlık
suçudur”, diye çõğõrõp cemaatçilik
propagandasõ yaparken öteki “En has
cumhuriyetçilik” demagojisiyle õrkçõlõk
tohumlarõ ekiyor. Buralardakinin keskin
“popülizm”i kendi tabanõna zarar
verirken oralardakinin derin
“muhafazakârlık”õ sünnetli
bõyõklarõndan sõrõtõyor. Sarko-Tayyoyizm
neo-liberalizmin dünya ölçeğindeki ulusal
çeşitlemelerinden iki yaratõcõ örnek
oluşturuyor. Benzerlerini bulmak için
büyüteçle bakmak gerekenlerden bir
“Nadir” arkadaş da kendi çapõnda
“Neoliberal Toplum-Modern
Muhafazakâr Cemaat” işbirlikçiliğine
panzehir olmaya çalõşõyor.
Hoş raslantõlar zinciri bizi
geçen 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk
Bayramõ’nõ Fransa’nõn
doğusundaki Vesoul kentinde
yaşayan kardeşlerimizle
kutlamaya götürdü.
Yurtdõşõnda, daha da özelde
Fransa’daki Türk göçmen
dernekleri arasõnda, Vesoul’deki tören
bildik kutlamalardan bazõ farklõlõklar
içeriyordu. Bu durum biraz da Nadir
kardeşimiz ve arkadaşlarõndan
kaynaklanõyordu.
Nadir Uğurlu Fransa’ya 22 yõl önce bir
çocukluk aşkõ rüzgârõyla, “ithal damat”
olarak gelmişti. Zorlu geçen ilk yõllardan
sonra, birinci nesil Türklerde ender
rastlanõr düzeyde bir Fransõzca öğrenmişti.
Bunu kuşkusuz öncelikle Fransa’da
büyümüş sevgili eşi, hastabakõcõ ve
yeminli tercüman Aysel’in özverisi ve de
huylarõ, eğitimleri kendileri gibi güzel 3
kõzõ Derya, Deniz, Bilge ve küçük oğlu
Tolgahan’a borçluydu. Hayatõnõ ağõr
vasõta sürücüsü olarak yoğun bir
alõnteriyle kazanan Nadir de borcunu
onlara, yine az rastlanõr bir örnekle, temiz
bir Türkçe, Türkiye sevgisi öğreterek
ödemişti. Nadir ve canlarõnõn
“nadirelikleri” yalnõzca mutlu ve başarõlõ
birer eş, ebeveyn, öğrenci ve bireylikle
bitmiyordu. Teslim etmek gerekir ki,
Vesoul ve çevresindeki Gray, Herricourt,
Lure, Luxeuil gibi küçük kentlerde
yaşayan 2500 civarõndaki Türk ve
Türkiyelinin büyük çoğunluğu henüz
“Liberal Muhafazakâr” tarikatlar veya
“Orta Asya postlu” ocaklarõn ağõna
düşmemiş. Ayrõca bu topraklardan,
hikâyesi şimdiden kitaplara değer çocuklar
çõkõyor. Örneğin, 1981 Vesoul doğumlu,
Nancy Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten
sonra, Maliye müfettişliğine yükselen
Ramazan François Kaymak 2008
Belediye Başkanlõğõ seçimlerinde
Sosyalist Parti listesinin başõnda yer
alõyordu. Fransa’nõn en genç belediye
başkanõ adayõna karşõ, Vesoul’ün
eski başkanõnõ desteklemek üzere
kente, bilin bakalõm kim
geliyordu? Nicolas Sarkozy.
Sosyalist bir lider cumhurbaşkanõ
seçildi diye, François
Mitterrand’õn devletin başõna
geçmesinden birkaç gün sonra
doğan oğluna François adõnõ
veren baba da nadir bir kişilikti
kuşkusuz. Türk kökenli genç
politikacõyla dayanõşma için de Sosyalist
Partisi lideri François Hollande
Vesoul’de konuşuyordu. Seçilme şansõ pek
olmasa da Ramazan François’nõn ardõnda
duran aydõnlõk güçleri seferber eden,
gerçek, candan güç, Sarko-Tayyoyizm’e
karşõ kendi sezgileriyle mücadele veren
ender insansa bir kez daha, Vesoul Türk-
Fransõz Kültür ve Spor Derneği başkanõ
Nadir Uğurlu’ydu. Yöredeki başarõda ilk
bakõşta gözükmeyen, ancak önde gelen
neferlerden, bir başka ikinci nesil kişilik,
dernek başkanõ Abbas Yıldız veya Cavit
Arslan, Ortadoğu’ya lüks tekstil ürünleri
ihraç eden genç işadamõ-sanayici Turgut
Erdem, babasõ bölgede göçün miladõ
kabul edilen, 1970’te 14 yaşõnda Fransa’ya
göçmüş, yakõnda emekliye ayrõlacak cam
üfleme ustasõ Salim Selçuk’u da
zikretmeden geçmeyelim. Babasõ buralara
1966’da Ermeni arkadaşlarõnõn aracõlõğõyla
orman işçisi olarak gelirken Salim
Usta’nõn Fransa’da yaşama iznini
koparan, Cumhurbaşkanõ General De
Gaulle’e doğrudan mektup yazan eski
İstanbullu bir Rum kadõn oluyordu.
Vesoul’de 1978’de ilk kurulan Türk
derneği, Fransõz-Türk Kültür Derneği
belki kâğõt üstünde kültürlerin
buluşmasõnõ istiyordu. Fakat bu
hedefin ete kemiğe bürünmesi için bir
çeyrek yüzyõl geçmesi, “nadir
insanlar”õn gelmesi beklenecekti. 23
Nisan için kurulan sahnenin ortasõna,
iki yanõnda Türk ve Fransõz bayraklarõ
bulunan Mustafa Kemal Atatürk
resmi yerleştirilmişti. Yörede 5 yõllõk
görev süresini başarõyla tamamlayan,
yorgun ama mutlu öğretmen Zübeyir
Aladağ, 4 yaşõndan 14 yaşõna
yetiştirdiği 100’ün üstünde
öğrencisiyle aralarõnda belediye, okul
ve değişik kesim temsilcileri, Fransõz
yerel basõnõ ve de en önemlisi sõradan
Fransõzlarõn yer aldõğõ 300 kişilik bir
topluluk önünde herkese anlamlõ,
keyifli anlar yaşattõ. İki halkõn ulusal
marşlarõyla başlayan ve Fransõzca-
Türkçe olarak sunulan bütün
faaliyetlerde kõz çocuklarõ bir kez daha
niteliksel ve niceliksel olarak öndeydi.
Elbetteki, “Türk bayrağını niye sol
başa koymadın?” veya “Kadınlar-
erkekler niye yan yana
oturuyorlar?” diye fõsõldayanlar da
vardõ. Cevap, Sarko-Tayyoyizmin
panzehiri, Nadir’in sade ama gür
sözlerinde şöyle özetleniyordu: “Ben
önce insan, sonra Türk ve
Fransızım.”
ugur.hukum@rfi.fr
PARİS
UĞUR HÜKÜM
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 MAYIS 2010 PAZAR
12 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Emine
Erdoğan’õn
Brüksel
çõkartamamasõ
Hayat bayram olsa...Gurbette yaşayan bilir, Türkiye’nin
bayramlarõ yabancõ ülkelerde azõcõk buruk
ama yine de yürekten bir coşkuyla kutlanõr.
Çünkü o bayramlara vatan hasreti,
Anadolu’nun özlemi, aile ve dostlarõn eksikliği
karõşõr. O bayramlar uzakta
yaşayanlar için Türkiye’nin
soluğu, rengi ve sesi olur.
Tõpkõ ABD’nin Washington
eyaletindeki Seattle kentinde
bu yõl ilk defa yapõlan 23
Nisan kutlamalarõnda olduğu
gibi. Seattle kentinde
Türkiye’nin Fahri
Başkonsolosu Ufuk Gökçen
gibiler dünyanõn bir ucunda
olsalar bile ne yapar eder, Türk halkõnõ ve diğer
topluluklarõ bayramlarla kaynaştõrmayõ
becerirler. 23 Nisan Çocuk Bayramõ dolasõyla
Seattle Birinci Uluslararasõ Çocuk Dostluk
Festivali 9 ülkeyi
temsil eden çocuk
gruplarõnõn
katõlõmõyla 25 Nisan
Pazar günü başarõyla
düzenlendi. Bizzat
gidememenin verdiği
dürtüyle telefona
yapõşõp Ufuk
Gökçen’le
konuşuyorum. Sesi iyi
bir iş çõkarmõş
olmanõn tatlõ
dinginliği ile dolu. Türk Minikler ve Çocuk
Korolarõ, Zamane Rock Grubu, Anadolu Çocuk
Folk Grubu gibi Türk çocuk gruplarõnõn yanõ
sõra o bölgede yaşayan Amerikalõ, Perulu,
İrlandalõ, Meksikalõ, Bosna-Hersekli, Rus,
Japon ve Özbek çocuklar dans ve müzik
ekipleriyle harikalar yaratmõş. 2 ile 13 yaş arasõ
220’den fazla çocuk
sahneye çõkõp
hünerlerini sergilerken
600 kişi de izlemiş.
Üstelik programõn
tümünü yürüten, sunan,
dans eden, şarkõlar
söyleyen sadece ve
sadece çocuklar olmuş.
Yetişkinler hiçbir şeye
karõşmamõş. Festivalin
en anlamlõ ve duygulu
anlarõndan birisi de
ABD çocuk korosunun Şenay’õn “Hayat
Bayram Olsa” isimli şarkõsõnõ Türkçe
söylemesiymiş. Koronun ana solisti 6 yaşõndaki
Doğa ise şarkõyõ su gibi biliyormuş. Festivale
katõlan tüm çocuklara Atatürk’ün “Yurtta
sulh, cihanda sulh” sözünün İngilizce olarak
basõldõğõ tişörtler, Türk usulü kurabiye, kek ve
poğaçalar ile Türk bayrağõ ve katõlan ülkelerin
bayraklarõnõn işlendiği kurabiyeler de
dağõtõlmõş. Ufuk Gökçen’in önderliğinde
Washington Türk-Amerikan Kültür
Derneği’nin (TACAWA) ve Türk Kültür
Vakfõ’nõn destekleriyle 5 hafta gibi kõsa bir
sürede düzenlenen festival için o bölgede
yaşayan ve çalõşan 13 Türk de gönüllü
çalõşmõş. Önümüzdeki yõl festivale katõlan
ülkelerin sayõsõnõ 30’a çõkarmayõ hedefleyen
Gökçen, 19 Mayõs Gençlik Bayramõ için de
projelere başlamõş bile. “Yeni kuşaklara
kendimizi iyi tanıtırsak, geleceğimizi ipotek
altından kurtarırız” diyen Gökçen,
Türkiye’ye karşõ kötü propagandanõn yapõldõğõ
şu sõralarda ABD’de Türk dostlarõ
oluşturmanõn çabasõ içinde. Güzel şeyler için
bir avuç insan, iyi niyet ve umut yetiyormuş
demek.
elcpoy@yahoo.fr
Birazdan Emine Erdoğan gelip Avrupa
Parlamentosu’ndaki sayõsõz salondan
biri olan 280 kişilik salonda “Avrupa
yolunda Türk kadını” başlõklõ panelin
açõlõş konuşmasõnõ yapacak.
Beklerken düşünüyorum, merak ediyorum;
sayõlarõ 150’yi bulan onca iş kadõnõ, sanatçõ,
medyatik isim niye bir gece için 1950 Avro
ödeyerek, Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği’nin (ABGS) kendilerine
sunduğu program uyarõnca, aynõ uçakta
buluşmak için önce Ankara’ya gidip, sonra
da Emine Erdoğan’õn peşine takõlõp buralara
geliyor? Bir destektir lafõ dolaşõyor
ortalõkta... Kime, neye destek? Bu akõllõ
hanõmlar çoktandõr tõkanmõş AB sürecine
mi destek veriyorlar, tõkanõklõğa bir hal
çaresi kalmadõğõnõ herkesten çok farkõna
varmõş olmasõ beklenen başmüzakereci
Egemen Bağış’a mõ, yoksa Brüksel’deki bu
toplantõdan da siyasi kazanç sağlama
peşindeki AKP’ye mi?
Belki farkõndalar, belki değiller ama
AP’deki, konusu şurasõndan burasõndan
Türkiye’ye değen toplantõlara AP
parlamenterleri hiç ilgi göstermezler. Ne
yazõk ki alayõvala ile hazõrlanan bu
toplantõlardan genellikle aynõ buruk
cümleyle ayrõlõnõr: “Biz bizeydik gene.
Körler sağırlar birbirini ağırladı...” Bu
yüzden de Türkiye’de, “Brüksel
çıkartması” diye lanse edilen toplantõlarõn
büyük bir kõsmõnõ izlerken eski bir tiyatrocu
gözüyle, bir tiyatro sahnesinde kabaca
sahnelenmiş birer oyun izlediğim
duygusuna kapõlõrõm hep. Aslõnda
konuşulan mekân AP’deki onlarca salondan
biridir, ama bütün olay öyle bir hikâye
edilir ki, Türkiye’den duyan AP’nin
yüzlerce milletvekiline hitap edildiği
yanõlgõsõna kapõlabilir kolaylõkla.
Genellikle konuşmacõlar özene bezene
İngilizce konuşmalar hazõrlarlar. Ne var ki
AP’de konuşma yapacak olmanõn heyecanõ
içinde, salondaki izleyicilerin ezici
çoğunluğunun aslõnda Türk olduğunu ve
pek çoğunun İngilizce bilmediklerini, bu
yüzden de
konuşmanõn bir
tercümesini
dinlediklerini
hemen fark
edemezler. Oysa
salona kuşbakõşõ
biraz dikkatlice
bakan biri
oradakilerin, en iyi
durumda, en az
yüzde 75’inin
kulaklarõnda siyah kulaklõklar olduğunu
görür. Asõl kara mizahõn oyunun son
perdesine saklandõğõ da olur; bu toplantõlar
bazen sürelerini aşar. Haliyle tercüme
kabinlerindeki simültane tercümanlar mesai
saatleri bitince kulaklõklarõnõ masaya koyup
evlerine giderler. Salonda sadece İngilizce
bir konuşma yapabilmek için ter döken
konuşmacõ Türklerle, tercüme kesildiği için,
bu İngilizce konuşmadan hiçbir şey
anlamayan, kürsüye boş gözlerle bakan
Türkler kalõr. O zaman işte körler ve
sağõrlar tam ağõrlarlar birbirlerini.
Parlamentodaki milletvekillerinden
herhangi birini sponsor olmaya ikna etmeyi
başarabilen pek çok sivil inisiyatif geçmiştir
bu salonlardan. Batõ Trakya’daki
Romanlardan tutun da, Dersim olaylarõnõ
“lanetle anmak” için sahneye çõkan PKK
sempatizanlarõna kadar pek çok
konuşmacõyõ dinleme şansõ bulunabilir
AP’de. Medyada geniş yer bulan “Emine
Erdoğan ve Türk kadınının Brüksel
çıkartması” da işte böyle, körlerle
sağõrlarõn birbirini ağõrladõğõ bir AP
macerasõndan öteye geçemedi. Ne yazõk ki
280 kişilik salonda çoğu parlamenter
asistanõ olan 10-15’ten fazla yabancõ
dinleyici yoktu. Oysa nasõl da havalõ bir
giriş yapmõştõ Emine Erdoğan. İki yanõnda
iki siyasi rakip; sağõnda Hollandalõ Türkiye
raportörü Hõristiyan Demokrat Ria Oomen
Ruijten, solunda Hollanda Sosyalist
milletvekili Emine Bozkurt, arkasõnda
Egemen Bağõş, sayõsõz koruma, karşõsõnda
kameramanlar, õşõkçõlar, fotoğrafçõlar...
Yabancõ dinleyici yoktu ama ne gam...
Basõn bültenlerinde iddia edildiği gibi
“Türk kadını AB’ye pek tanıtılamadı.”
Diplomatlarsa diyorlar ki: “Olsun, Türk
kadını AB’ye tanıtılamadı ama AB Türk
kadınına tanıtıldı. Buraya gelenler
arasında ömründe hiç Brüksel’e
gelmemiş, AP’ye girmemiş pek çok kadın
var.” Üstüne üstlük biribirinden şõk, hoş,
bakõmlõ kadõn bu görkemli “antrenin”
önünden ve ardõndan salona doluştuktan
sonra yer bulamayan yaklaşõk bir 20-25 kişi
de ayakta dinledi Başbakan’õn eşini...
Türkiye’nin en güçlü başõ açõk kadõnlarõnõ
karşõsõna dizmenin keyfiyle, hem de AP’de,
tatlõ tatlõ gülümseyerek, son derece teatral
ve iyi eğitilmiş bir sesle rolünü güzel
oynadõ Emine Erdoğan. Bana öyle geliyor
ki bu ülkeye cumhuriyetin en büyük
hediyesi olan bu modern kadõnlara AKP’nin
işi düştü... Sermayenin siyasi desteğini yine
AB ipine halkalamak için 150 güçlü kadõna
AB’nin nimetlerini anlatmak hiç fena bir
fikir gibi görünmüyor...
cimenbaturalp@skynet.be
WASHINGTON
ELÇİN
POYRAZLAR
BRÜKSEL
ÇİMEN TURUNÇ
BATURALP
Sarko-Tayyoyizmin
panzehiri ‘Nadir’
Çamur yüklü bulutlar
İzlanda’daki Eyyafyallayöküll Yanardağõ’nõn
kül bulutlarõ, birkaç günlük gecikmeyle
İsveç’in güney sahillerinden de gelip geçti.
Doğrusu, bu gecikmenin nedenini pek
anlayamadõk. Avrupa’da hava sahalarõnõn
kapanarak uçak seferlerinin iptal edildiği o ilk
günlerde, İsveç’in güney sahilleri güllük
gülistanlõktõ. Havalar yeni yeni õsõnmaya
başlamõş, bademler çiçek açõyordu. Uzun yol
yorgunu göçmen kuşlar, geçen yõldan kalma
yuvalarõnõ onarmanõn telaşõ içindeydi. Toz
bulutlarõ üzerine yapõlan açõklamalarõ, domuz
gribine benzer bir abartõ içinde buluyorduk.
Tam bulutlar bizi teğet geçti diyerek sevinmeye
hazõrlanõrken bir sabah erkenden çõkõp geldiler.
Gökyüzüne yayõlmõş toprak yõğõnõ
halindeydiler. Onlar görünür görünmez havalar
birden soğudu. Gökyüzünde, çok uzaklardan
gelen bir yanõk kokusu vardõ sanki. Nefes
almakta zorlanõyorduk. Gazeteler, o günlerde,
solunum rahatsõzlõğõ nedeniyle hastanelere
başvuranlarõn sayõsõnõn arttõğõnõ yazdõ.
Uzmanlar, yanardağõn henüz sönmediğini,
yeni toz bulutlarõna hazõrlõklõ olmamõz
gerektiğini söylüyor. Bulutlarõn içerdiği
kimyasal ve biyolojik maddelerin uzun erimde
sağlõğõmõzõ nasõl etkileyeceği henüz yeterince
bilinmiyor. Birden soğuyan havalar nedeniyle
yeni yeni açmaya başlayan çiçekler büzülüp
kaldõ. Kuşlarõn o eski yuva kurma telaşlarõ yok.
Çiftçiler, toz bulutlarõnõn neden olduğu
güneşsiz ve soğuk havanõn tarõm ürünlerini
olumsuz etkilemesinden endişe ediyor.
Yanardağ bulutlarõ, turizmi de derinden
etkiliyor. Bu aylar, özellikle Akdeniz ülkelerine
tatil rezervasyonlarõnõn en çok yapõldõğõ
aylardõ. Şaşkõnlõk içindeki turizm acenteleri ne
yapacaklarõnõ bilemiyorlar. Önceden yapõlmõş
bazõ rezervasyonlar
iptal ediliyor. Bu kirli,
boğucu ve de kurşun
gibi ağõr bulutlar,
bizim tanõdõğõmõz
yağmur yüklü
bulutlara benzemiyor
hiç. Çocukluğumun
geçtiği Binboğalar’õn
doruklarõnda pare pare
duman olurdu hep.
Duman eksilmezdi, kar olmayõnca. Top top,
yağmur yüklü halleriyle gelip dağ yamaçlarõna
konarlardõ. Elimi uzatsam, tutabilecek
yakõnlõkta olurlardõ. Koşardõm, onlara
dokunmak, başõmõ bulutlara değdirmek
isterdim. Çoban aldatan kuşlarõ gibi; ben
yaklaştõkça onlar kaçardõ. Yakalamak için
derelerden, azgõn sulardan geçerdim. Bir de
bakardõm ki, köyün saatlerce dõşõna çõkmõşõm.
Ter basmõş her yanõmõ. Çoraplarõm su içinde
kalmõş. Geceleri ateşim yükselir, hastalanõr,
yataklara düşerdim. Bektaş Dayõ’yõ
çağõrõrlardõ, iyileştirici muska yazmasõ için;
“Bu çocuk aklını cıvıtacak, Bektaş Dayı. İşi
gücü, bulutları, gökkuşağını kovalamak; bir
muska yaz da aklı başına gelsin” derlerdi.
Bektaş Dayõ’nõn, her zaman koltuğunun altõnda
tuttuğu yapraklarõ lime lime Arapça bir kitabõ
vardõ. Kitabõn sayfalarõndan birini rastgele
açar, oradaki Arapça yazõlarõ önündeki boş
kâğõda kopya ederdi. Böylece yazdõğõ muskayõ
yastõğõmõn altõna koyarlardõ. Birkaç gün geçip
iyileştikten sonra, Bektaş Dayõ’nõn muskasõnõ
açar, yazõlarõ başka kâğõtlara kopya eder,
köyün çocuklarõna dağõtõrdõm. O yõllarda,
bulutlar bizi korkutmazdõ. Yağmur
yüklüydüler; bazen sellere, sulara neden
olsalar da köylünün bereketiydiler. Yağmur
sonrasõ topraktan çiğdemler, nevruzlar,
sümbüller fõşkõrõrdõ; koyunlarõn, keçilerin sütü
kekik kokardõ... Bu yanardağ bulutlarõ, benim
tanõdõğõm bulutlara benzemiyor hiç...
Küreselleşmenin sõrtõndan vurduğu İzlanda’da
patlayan küreselleşme bulutlarõydõlar sanki...
Rengine, kokusuna alõşõk olmadõğõm bu
bulutlardan kaçõp dağlara, ormanlara gitmek,
avazõm çõktõğõ kadar bağõrmak istiyorum: Sıla
ne yana düşer usta, gurbet ne yana
Hasret hep bana, bana mı düşer usta...
alinergis@yahoo.se
MALMÖ
ALİ HAYDAR
NERGİS