19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN Yüce Atatürk’ün ulusal egemenlik gününü çocuklarımıza bayram olarak armağan etmesi çok büyük anlamlar içerir. En öneli yanı da dünyada ilk ve tek olmasıdır. O ulusun egemenliğiyle bağımsızlığının gerçek simgesi ilk TBMM’yi gelecek kuşakların yaşatacağına inanıyordu. Tıpkı birkaç vatansever arkadaşının gözlemlerine güvenerek tes- limiyetçi padişahla ileriyi göremeyenlerin imzaladığı Sevr’i yırtıp düşmanı topraklarımızdan kovmak için yoksul ve yoksun olmalarına karşın başlarında bir yol göstericiyi bekleyen, savaşmaya hazır Anadolu insanına inanarak Samsun’a çıkış gününü, -19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı- olarak geleceğin gençlerine bıraktığı gibi. 4 Eylül’de toplanan Sıvas Kongresi’nin yapıldığı müzeyi ziyaretimde İrade-i Milliye gazetesini çıkarabilmek için oluşturulan o ilkel baskı aletini görünce “Çılgın Türkler”in istediklerinde her şeyi yapabileceklerine inancım katlanmıştı... O makinede eski harflerle basılan 1 numaralı “İRADE-İ MİLLİYE”nin alt yazısında; “Haftada iki defa neşrolunur” kaydının altına Pazar 18 Zilhicce 1337 ve 14 Eylül 1330 tarihi düşürülmüş. Eski yazıyla çıkarılan gazete M. Kemal’in Sıvas’a ve Cumhuriyete ilk adım attığı 27 Haziran 1919’un anısını simgelemek için dikilen heykelle birlikte 1500 adet basılmış, bana da ziyaretimde bu gazeteden 8 tane armağan edilmişti. İşte orada verilen kararlarla sekiz ayın sonunda İlk Meclisimiz açıldı ve Kurtuluş Savaşımızın güçlü adımları atıldı... Bu yıl yurdun dört yanında çocuklarımızın büyük coşkuyla “Kutsal bayramlarını” kut- lamalarını izlerken kendi çocukluğumun 23 Nisanlarını anımsadım. Bizlere o zamanlar laik, demokratik, sosyal Cumhuriyete içtenlikle inanan öğretmenlerimiz, övünülesi Kurtuluş ve Kuruluş tarihimizi öyle bilimsel, kanıtlı, tanıklı anlatırlardı ki biz de onlarla bu övüncü yaşardık. Bu nedenle Atamızın emanetine dört elle sarılmayı ilke edindik. İkinci kuşaklar olarak da bunu sürdürüyoruz. O günkü anmaların önemi dışında hiçbir şey bizi ilgilendirmezdi. Şimdi içimi sızlatan bir anım bunun en canlı örneğidir. İlkokul 4. sınıftaydım, annem nisanda ağır bir zatürree ile yataktaydı. Babam üzüntüsünü İzmir’e babamdan öte olan manevi dayıma bildirmiş, o da apar topar çarelere katılabilmek için bize koşmuştu. O zamanlar şimdiki ilaçlar yoktu. Tıbbın da önerdiği keten lapası sırta konarak hasta iyileştirilirdi. Büyükannem kızının yaşamından ümitsiz, gizli gizli ağlıyordu. Ben de gördüklerime üzülmekle beraber, ille de törende gerekli olan beyaz bez lastik pabuçla lastikten beyaz kemerin hemen alınmasını tutturmuştum. Bu duyarsızlık görüntüsünü, geçmiş olsuna gelen komşularımız aralarında fısıltıyla kınıyorlardı. Ama olsun kınasınlar!.. Bu 23 Nisan’dı. Bayrama hazır olunmalıydı. 23 Nisan 2010’da da devlet büyükleri kutlamalarda sembolik olarak çocukları makamlarına oturttular. Başbakan Erdoğan, koltuğunu ilkokul 4. sınıf öğrencisi Elgin Koçubaba’ya bırakırken “Yetki senin. İster asar ister kesersin!” dedi. Kızımızın ilk sözü başkanlık sistemini yadsıyarak “Atatürk’ün, en iyi yönetim şekli olarak Cumhuriyeti öngördüğünü” belirtmek oldu. Doğrusu bunu izlerken çok sevindim, Gelecek kuşaklara güvenim tazelendi. 24 Nisan soykırım yalanına gelince: 1914; 1. Dünya Savaşı’nda Müttefikler, Osmanlı ülkesini ele geçirmek için dört koldan topraklarımızı, bugünkü Irak örneği “Parçala - Yut” taktikleriyle işgal etiller. Asırlardır birlikte kardeşçesine yaşadığımız azınlıkları, bağımsız devlet kurmaları kışkırtmalarıyla ayaklandırdılar. İstilacı Çarlık Rusya, İngiliz ve Fransızlar ordumuzdaki güçsüzlüğü bildiklerinden topraklarımızı dört koldan işgal ettiler. Böylece Kurtuluş Savaşımız 1914’te başlamış oldu. Doğudaki Ermeniler sanki devlet kurmak çok kolaymış gibi silahlı çetecilikle işe giriştiler. Bu yörede yoğunlukta olan Kürtler topraklarını korumak için onlarla çarpışmak zorunda kaldı. Doğal olarak, iki taraf da can ve mal kaybına uğradı. Çeteler, giysilerinden silahlarına kadar istilacılarca donatılmıştı. Kiliselerde bile yoğun çalışmalarla savaş gereksinimleri hazırlanıyordu. Bunları o yıllarda Karabekir Paşa’yla uzun süre birlikte olan babamdan, Hinzorili (Erzinca’nın Üzümlü ilçesinin Elmalı köyü) Hüseyin Dede’den oraya, çok zorlu yokuştan çıkabildiğimde hayatta kalabilen Kürtlerden bir de eski rahmetli yönetim kurulu üyemiz Adnan Rifat’tan Ermeni çetelerince telef edilmemek için küçük yaşta yerleşim yerleri Amasya’dan acılarla göçmelerini dinlemiştim. Bu soykırım yalanının daha onlarcasını belgeleriyle kanıtlayarak, başka bir yazıya bırakıyorum... 23 Nisan’ın Coşkusu, 24’e Karşın Hep Sürecek Derviş Oğuz Koray: “Kemal Derviş’in perşembe günü Atlanta’da Fetoş’culara konferans vererek cemaate katılacağını biliyor musunuz!” Küçük Erol İşisağ: “Türkiye’yi küçük Amerika gibi görenler, halkın seçeceği başkana ‘küçük başkan’ mı diyecek?” Hakem Soner Önal: “Başsavcı Cihaner’in davasında hâkimi reddeden Adalet Bakanlığı, Merkez Hakem Kurulu görevini de üstlensin!” Soykırımcılar, katlettiklerini andı MEMLEKETTE demokrasi öyle gelişti ki, Ermenilerin soykırım iddiası için 24 Nisan’da Taksim Meydanı’nda da “tören” düzenlendi ve “soykırım yapan”ların torunları katlettikleri Ermenilerin torunlarından özür diledi! Törene katılanlar yere çömelip sessizce oturdu. Soykırım yapanların torunları çömelmiş oturmuşken ayağa kalkarak bir konuşma yapan meşhur sinema oyuncularından Lale Mansur’un sözleri, duygusal anlar yaşanmasına neden oldu. Lale Mansur’un, belediyeden Lale Bayramı’ndan da konuşma yapma teklifi aldığı öğrenildi. ABD Başkanı Barack Obama’nın, 24 Nisan konuşmasında “soykırım” sözcücüğü yerine “büyük felaket” demesi ise tüm yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve dış temsilciliklerimizde büyük sevinçle karşılandı. Ankara’da akşam saatlerinde havai fişek gösterisi düzenlendi. Civanımın padişahı Fatih Sultan Recep, Obama’nın sözlerinin Amerikan yönetiminin Türkiye’ye yönelik bir duyarlılık göstergesi olduğunu söyledi. Öte yandan Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yapılan anma törenlerinde Türk bayrağının yakılması, Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılmayan açıklamada ele alındığı ve “Kesilen sakal daha gür çıkar; yakılan bayrağımızın yerine bin tane dokuturuz” denileceği öğrenildi! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DATÇA’DA Türkiye’nin ilk “çıplaklar oteli” açılmış. Mustafa Saraç, “donsuzlar” için kamuya ait kıyı şeridinin halka kapatılamayacağını anlatıyor: “Otelin pazarlama yetkilisi, ‘Firmaya ait ve dışarıya kapalı olan Çakal Koyu’nda isteyen müşterilerimiz çıplak olarak denize de girebilecek’ demektedir. Yerli ve yabancı turistler, ‘donsuzlar oteli’nin özel havuzunda, özel su parkında ve özel hamamında, ‘dışarıya kapalı’ olmak şartıyla, tabii ki anadan üryan gezebilirler. Ancak aynı müşterilerin halkın denizine donsuz girmesi yani halka ait sahilde donsuz gezmeleri kayıtsız şartsız yasaktır. Zira Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, otel yetkilisinin sözünü ettiği şekilde ‘dışarıya kapalı’ yani halka kapalı tek bir metrekare ‘özel sahil’imiz (ulusal güvenlikle ilgili olan bölümler hariç) bulunmamaktadır. Ülkemizde denize nazır çok sayıda otel varsa da, bu otellerin hiçbiri önündeki sahilin sahibi değildir. Aynı şekilde, ülkemizde ‘firmaya özel deniz’ de kesinlikle yoktur. Uçsuz bucaksız denizlerimizin her metreküpü kamuya aittir. Dolayısıyla tüm halka açık tutulması gereken Çakal Koyu’nun (en azından Çakal Koyu sahilinin denizden itibaren 50 metrelik bölümünün) ‘firma’ya ait olması yahut donlu ve donsuz turistlerce ‘firmaya özel’ kullanılması asla mümkün değildir. Donsuzlar otelinin patronu Kıyı Kanunu’nun kamu yararına ne denli katı maddeler içerdiğini, tesisinin önündeki plaja şezlong koydu diye hapis cezası alan meslektaşlarına sorabilir. Kamuya ait 50 metrelik sahil şeridini arşınlamadan denize girilemeyeceğine ve donsuzların otel odasından uçarak denize ulaşmaları da söz konusu olamayacağına göre, turistleri denize donsuz sokma iddiası, pazarlama yetkilisinin abartılı bir reklam sloganı olarak görülmelidir. Halka ait Çakal Koyu’nu sahiplenmek ise reklamdan da öte, ‘çakallık’ sayılmalıdır. Kaldı ki, donsuzlar uçarak denize ulaşsalar bile, denizlerimiz boydan boya kamu malı olduğundan, bu kez de farkında olmadan ‘su içinde donsuz gezme’ suçu işlemiş olacaklardır! Yasalar bir yana donsuz gezmek ayıp, fakat halkın sahilini zengin domuzlara, pardon zengin donsuzlara tahsis etmek ise daha da büyük ayıptır!” Donsuzlar Oteli! Recep niye kıvırtıyor? Kıvırtmıyor; glu glu dansı yapıyor! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Sizler, Hepimiz Adına Oradasınız... Sevgili dostlarım, sizler Silivri’de her gün, hak etmediğinize inandığımız bir esaret yaşıyorsunuz. Cumhuriyetin temel değerlerini ödünsüz ve kararlı şekilde savunduğunuz için bu ülkenin tüm Atatürkçüleri adına orada bulunuyorsunuz. Sizler kendi çıkarlarınızı düşünerek bir yaşam sürdürmediniz ve yalnız bu ülkenin geleceği adına ömür tükettiniz. Hayatının tamamını çıkar ilişkilerine gömülerek iktidar yağcılığı ile geçirenler bu tavrı tabii ki anlayamazlar. Sizler, tarihin en değerli sayfalarına yazılacağınız için oradasınız! Gerçeklerin su yüzüne çıkacağına ve beraat edeceğinize tabii ki inanıyoruz. Ama Silivri’de ailelerinizden ve arkadaşlarınızdan uzakta geçirdiğiniz her dakika, onarılması mümkün olmayan bir hasar bırakıyor arkada… Her gün, farklı ideolojik konumlardan her insan, ister Atatürkçü, ister liberal, ister şeriatçı, akşam evine gidiyor, ailesine, sevdiklerine kavuşuyor, istediği programları izliyor, gündüz özgürce satın aldığı kitapları okuyor. Sizler ise ancak yaşayanın bileceği kısıtlamalarla bir kutuya hapsedilmiş yaşıyorsunuz. Kısıtlı yayın ve kitaplara ulaşabilerek, bilgisayar ve internet gibi çağımızın ana haberleşme ağlarının getirilerini yok denebilecek derecede az kullanarak, çocuk ve torunlarınızın ancak fotoğraflarıyla yetinerek bir ortaçağ kavanozunun zaman ötesi oyununa esir düşmenin dramını yaşıyorsunuz. Davanızı izlemeye geldiğimizde kaç kere öğlen yemek arasında sizlere ancak 10-15 metre mesafe yaklaşıp uzaktan sevgi ve dayanışma hareketleri ile yetinmek durumunda kaldığımızı ve bunun nasıl us ve çağdışı bir hüzne neden olduğunu orada bulunmamış insanların anlaması mümkün mü? Sizlerin durumuna gereken tepkileri veremeyen “meslektaşlarımız”a haklı olarak şaştığınızı biliyorum! Sevgili Mustafa Balbay, sevgili Tuncay Özkan, sevgili Doğu Perinçek, sevgili Hikmet Çiçek, Sayın Haberal ve diğer arkadaşlar; şunu bilmenizi isterim ki, sizler orada özgürlüğünüzden koparılmış olarak kaldığınız müddetçe, benim, bizlerin, bu ülkenin tüm gerçek aydınlarının rahat nefes alması, rahat uyuması, suçluluk hissi duymadan bir parkta gezmesi veya bir plajda güneşlenmesi mümkün değil. Bir gün dört saat boyunca bir hasta başında bekleyeceği için özgürlüğünü kaybetmeye katlanamayan insanlara sormak isterim: 420 gün veya 780 günü içeride bir bitki rolüne hapsedilmeye çalışılarak yaşamak ne demek, bunu anlayabiliyorlar mı? Bunun acısını yüreklerinde hissedebiliyorlar mı? Ben kendi adıma sevgili arkadaşlarıma şunu söylüyorum: Her an kalbimde ve beynimdesiniz. Her hafta sizin konunuzu yazmıyorsam, durumunuzu değiştirecek konuma CHP’nin kapılarını açacak formüller üstünden ulaşabilmek içindir. Ama ne yazık ki insanlar bu somut çabaların bile gerçek hedeflerini anlayamayacak kadar kendi dünyalarına gömülmüşler! Beni çok üzen başka bir olgu var: Ne yazık ki sağda solda yanıt veremeyecek durumda olmanıza rağmen, arkanızdan konuşanlar var. Hayır hayır… Sanmayın ki yalnız “kararan şıllıklar”dan söz ediyorum… Onları tarihin çöplüğüne havale ettik! Ben arka bahçemiz veya vitrinimizde olup, buna rağmen sizler hakkında kendini tutamayıp iğneleme hastalığına tutulan gerçek dostlarımızdan söz ediyorum. Ve her birinden rica ediyorum: Lütfen bunu yapmayın. O cevap verme özgürlüğü elinden alınmış kişi siz olabilirdiniz! Bizler aramızda gereken yanıtları, birbirine gerektiği gün ve ortamda verecek olgunlukta insanlarız. Doğu Perinçek yeniden İP Genel Başkanı seçilmiş… Şık oldu. Sevindim ve tebrik ediyorum. Bizim adımıza “Cumhuriyet nöbeti tutan arkadaşlarımız”ın hem gönlümüzde hem de somut yaşamda yer almaya devam etmesi çok önemli. Birilerinin hamleleri yüzünden onların sıfatlarının değişmeye mecbur kalması bence tercih edilmemesi gereken bir yöntem. Sevgili dostlarım, lütfen yere sağlam basın. Daha bu vatan için yapacak çok güzel şeyler olacak. Beyninizin üstün kapasitelerini en iyi şekilde kullanarak bunu başaracak deneyimdesiniz. Sizi yok etmeye çalışırken ölümsüzleştirenlerin hesaplayamadığı şeylerin başında beyin gücümüz, arkasından korku bilmez demokrat cumhuriyetçi kişiliğimiz gelir… Kalbimiz hep sizinle atıyor, bunu unutmayın ve bizleri yanınızda hissedin! [email protected] www.bedribaykam.com ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 27 NİSAN 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İzmir ilinde bu- lunan, Türkiye’nin en büyük tuzlasõ. 2/ Binicilikte atõn nor- mal yürüyüşüne ve- rilen ad... Kent. 3/ Türlü nedenlerle ba- şarõlõ olamayan kimse... Cinayet. 4/ İkiyüzlü. 5/ Yollarõ sulamaya yarayan motorlu araç... Bir nota. 6/ Japon lirik dramõ... Tõpta en gelişmiş görüntüleme tekniğinin kõ- sa yazõlõşõ... Donuk renkli. 7/ Gözleri görmeyen... Fa- iz. 8/ Halk dilinde bir çe- şit basmaya verilen ad. 9/ Kedi ya da köpek yavru- su... Yeni Zelanda’nõn yer- li halkõ Maorilerin savaş dansõ. YUKARIDAN AŞA- ĞIYA: 1/ Anadolu’da çok eskiden beri göçerler arasõnda doku- nan bir tür ensiz dokuma. 2/ Kadastro haritalarõnda par- seller topluluğu... Çingene. 3/ Yeraltõ demiryolu hattõ... Dört Halife’nin sonuncusu. 4/ Tanrõtanõmazlõk... “Dünya kadar malõn olsa / Sararlar --- beze bizi.” (Ruhsati). 5/ Lantan ele- mentinin simgesi... Hayvancõlõkla geçinen göçebe Türk- men boyu. 6/ Bir kümes hayvanõ... Eskiden mürekkebi ku- rutmakta kullanõlan ince kum. 7/ Bektaşi dervişi... Tica- ret malõ. 8/ Avuç içiyle toplamak. 9/ Ağrõ Dağõ’na veri- len ad... Şaşma belirten bir ünlem. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 G R A V Y E R Ç R E Z E T A P İ İ P R N A A Ç F O N D Ü A D U F A İ K İ D O O H M T R A K E N A R S E İ N R S U K C A D İ K A N İ J E O K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle