15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Sen Kimsin, Sen de Kimsin?’ “Siz kimin avukatısınız?” Başbakan bu soruyu kime soruyor, hiç aklınıza gelmez birilerine! Daha düne kadar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gönüllü ya da ısmarlama avukatlığını yapanlara!.. Çandar’lar, Barlas’lar, Altan’lar, Hasan’lar, Ilıcak’lar yedi yıllık hizmetlerinin boşa gittiğini mi görüyorlar? Başbakan’a sürgit döktürdükleri övgüleri, destekleri böyle mi ödüllendirilecekti? “Siz kimin avukatısınız?” diye azarlanarak!.. Tayyip Bey eskisi gibi değil! Yeteri kadar övüldü, göklere çıkarıldı, yetmedi. Bir insan, bir evden Dolmabahçe Sarayı’na ulaşmışsa, kendini dev aynasında görmeye başlar. Düne kadar uçaklarında gezdirdiği gazetecilere “Siz kimsiniz, siz kimin avukatısınız?” diye ders vermeye kalkışır... Yazgının oyunudur bu! Kaçınılmaz bir şeydir. Ben bekliyordum bir gün ortalığın karışacağını!.. Barlas istediği kadar Başbakan’ın çenesini okşamış olsun, Çandar, Altan, Hasan TV’lerde, gazetelerde istemedikleri kadar dalkavukça övgüler yağdırmış olsun, boştur!.. ‘Ben... Ben... Ben’ diyen bir adamın, kendini ‘tek’ olarak gören bir politikacının gözüne girmeleri!.. Korkunç bir gidiş var! Anayasa değiştirilerek, Cumhuriyet’in devrimleri yok edilerek, ülke ABD’nin isteğine uygun ılımlı ya da ılımsız bir İslam devleti olacak. F tipi bir düzen kurulup, Tayyip’lerin çocuk yaşlarından beri hayallerinde yaşattığı ‘laikliğe karşıt’ bir dünya kurulacak... Bilmem bir iktidarın bu amaca ulaşmasında liberal, solcu, sağcı köşe yazarları da katılacak mı, yoksa tehlikeyi anlayıp “O kadarı da olmaz” diyebilecekler mi? Hepsi okumuş yazmış, öğrenimli, eğitimli kişiler; bir gün gerçekle yüz yüze gelecekler, ama geç kalmış olacaklar. “Sen kimsin” diyen Başbakan’a “Peki, sen kimsin” demeye başlamaları iyi bir işaret mi? PENCERE Gösterge!.. ‘Adalet ilkin devletten gelmeli- dir. Çünkü hukuk, devletin toplumsal dü- zenidir.’ Aristo A dalet Bakanlõğõ’nõn yargõ re- formu çerçevesinde hazõrladõğõ ve kamuoyuna sunduğu tasla- ğa ilişkin görüş oluşturulma aşamasõnda, hükümetten gelen baskõlar nedeniyle, medyanõn çok önemli bir bö- lümü, tarafsõzlõğõnõ yitirmiş ve adeta hükümetin propaganda örgütü haline dönüşmüştür. Uzun yõllardõr, hükümet ve muhale- fet partilerinin ortaklaşa ayõbõ olarak süregelen “seçim barajı”, “milletveki- li dokunulmazlıkları”, “siyasi parti liderlerinin hegemonyası”, milletve- killerinin özgür ve bağõmsõz iradelerini kõsõtlamakta, demokratik katõlõmõ ve do- layõsõ ile demokratik tartõşmayõ engelle- mektedir. Geçen yõllarda, AB’ye uyumlu bazõ demokratik reformlar, yasal mevzuata da- hil edilirken uygulama tersine olmuş, te- mel hak ve özgürlükler giderek kõsõtlan- mõştõr. Örneğin, sõkõyönetim mahkeme- lerinden bugüne miras kalan DGM’ler, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda “250. madde ile yetkili mahkemeler” olarak hükümlerini ve adil yargõlama ih- lallerini yine sürdürmektedirler. Küresel baskı 2001 sonrasõnda ABD’nin etkisi ve lo- bisiyle önce İngiltere ve daha sonra da di- ğer AB ülkelerinde ve Türkiye’de “or- ganize terör örgütleri ile mücadele pro- jesi” kapsamõnda temel hak ve özgür- lükleri kõsõtlayan yasalar ve uygulama- lar giderek şiddetini arttõrmõştõr. Evren- sel ve ulusal düzeyde koruma altõnda olan kişiler için düşünce ve düşündüklerini ifa- de etme ve yayma hakkõ, Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nin “Handyside” kararõnda işaret ettiği gibi, “sadece ho- şa giden düşünceler için değil, devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden görüşler” için de geçerlidir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansõ, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartõ’na göre, “...Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. De- mokrasi, ifade hürriyetinin, toplu- mun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi gü- vencesidir.” Ne yazõk ki ülkemiz, özellikle 2004 yõ- lõndan bu yana, AB’nin ABD’ye teslim olmasõndan sonra gelişen süreçte, bõra- kõnõz “hukuk devleti” olmayõ, “kanun devleti’’ düzeyinin de altõna inerek, gi- derek “polis devleti”ne dönüşmekte- dir. Bugün ülkede, tüm kurumlarõn yö- neticileri, akademi dünyasõ, şirketler, sivil toplum kurumlarõ, politikacõlar, yargõçlar ve vatandaşlar, telefon ve in- ternet haberleşmelerinin dinlenmesi ne- deniyle huzursuz ve şikâyetçidirler. Adaletin etkisizleştirilmesi Adalet Bakanlõğõ’nõn yargõçlar üze- rindeki hegemonyasõ bugün tüm şidde- tiyle devam etmektedir. Anayasa 140/6 ve 144. maddelerinde yer alan “hâkim- lerin idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlı olması ve Adalet Bakanlığı müfettişlerinin denetimine tabi olması’’ hususlarõ değiştirilmeden ve adalet bütçesinin payõ yüzde 1’den yüzde 5’e çõkarõlmadan yapõlacak re- formlar kâğõt üzerinde kalacaktõr. Ada- let Bakanlõğõ, lojistik desteği dõşõnda yargõdan elini çekmelidir. 2001 yõlõnda AB’ye uyumlu olarak çõkarõlan Avukat- lõk Kanunu’nun “etkili adalet” açõsõndan en önemli enstrümanõ olan yoksul in- sanlara savunma hakkõ veren “Adli Yardım Sistemi” ve ayrõca “CMK Sis- temi”, avukatlar için yeterli ödeneklerin ayrõlmamasõ ve hükümetin ilgisizliği nedeniyle felç olmuştur. Barolarõn hak- lõ tepkileri dikkate alõnmamaktadõr.Hü- kümet ve yandaş medya, her geçen gün giderek artan bir tempo ile yargõ organ- larõna ve mahkeme kararlarõna karşõ bir saldõrõ kampanyasõ başlatmõştõr. “Tür- kiye’de yasama da yürütme de yargı tarafından kuşatılmıştır…”, “yargının kendilerine kan kusturduğu…’’, “Bu- nun altından bu belediye kalkar mı?.. Kapıya kilidi vurur ondan sonra da gelsin Danıştay burayı işletsin, yü- rütsün…” gibi son derece garip, saldõr- gan ve üzücü söylemler, zaten uzun yõl- larõn ihmaliyle aksak yürüyen adalet sistemini iyice çökertmektedir. Adalet Bakanlõğõ müfettişlerinin, yasalara aykõrõ olarak çõkarõlmõş bir yönetmeliğe daya- lõ keyfi talepleri üzerine, yüksek mah- kemelerin ve birinci dereceye yükselmiş yargõç ve savcõlarõn iletişimleri, adeta ken- dileri “uyuşturucu ve insan kaçakçı- ları” imişçesine tespit edilebilmekte- dir. Ne var ki, sonradan bir suç kanõtõ bu- lunmamasõna karşõn en temel insan haklarõ ihlal edilmiş olan hukukçulardan bir özür bile esirgenmektedir. Bugün adalet sisteminin düzeltilmesi ve özellikle yurttaşlara eşit, adil, verim- li adalet sağlanmasõ gerektiği çok açõk- tõr. İnsan haklarõ ve temel özgürlüklerin savunulmasõ ve hukuk devletinin güç- lenmesinde hukukçularõn tümü görevli ve ödevlidir. Hükümetin, “yargı reformu stratejisinden” ve kamuoyuna yansõyan “yetkili beyanlarından” anlaşõldõğõ ka- darõyla, yürütme, yargõ üzerindeki vesa- yet ve baskõsõnõ birkaç makyaj değişik- liği dõşõnda devam ettirmek niyetindedir. “Tarafsız olmak yerine, sınırsız bir ik- tidar sahibi olarak, aktif, şekillendirici ve yönetime hukuk üstü müdahale- lerde bulunan bağımsız bir yargı, ba- ğımlı bir yargıdan daha kötü sonuçlar doğurabilir…” şeklindeki talihsiz be- yanlar, sanki bir muz cumhuriyetinde ya- şõyormuşuz izlenimini vermektedir. Hal- bu ki, “Eğer yargı gücü, yasama ve yü- rütme güçlerinden ayrılmazsa özgür- lük söz konusu olamaz.” (Montes- quieu)Özellikle Hâkim ve Savcõlar Yük- sek Kurulu ve Anayasa Mahkemesi’nin yapõsõnda (üyelerin seçiminde) yapõl- masõ düşünülen değişikliklerle, hükü- metin ve siyasi parti liderlerinin hege- monyasõnda bulunan TBMM’nin, yargõyõ siyasallaştõrma girişimlerine zemin ha- zõrlanmaktadõr. Sonuç: Hükümet yetkililerinin, gerçekten ih- tiyaç duyduğumuz adalet reformlarõnõn gerçekleştirilmesi için, öncelikle demo- kratik tartõşma ortamõnõ engelleyen, yan- lõ propaganda ve baskõ ortamõnõ önle- meleri, yüksek mahkemelere ve hu- kukçulara yönelik sistematik saldõrõyõ dur- durmalarõ gerekmektedir. Yargõ Reformu Tartõşmalarõ!.. Noyan ÖZKAN Avukat Hükümet yetkililerinin, gerçekten ihtiyaç duyduğumuz adalet reformlarõnõn gerçekleştirilmesi için, öncelikle demokratik tartõşma ortamõnõ engelleyen, yanlõ propaganda ve baskõ ortamõnõ önlemeleri, yüksek mahkemelere ve hukukçulara yönelik sistematik saldõrõyõ durdurmalarõ gerekmektedir. SAYFA CUMHURİYET 25 MART 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Güzel bir olay yaşanıyor; sanatseverler büyük konser salonlarında ya da antik tiyatrolarda buluşuyor, müzik dinliyor, sonra bir ses yükselmeye başlıyor: “Türkiye laiktir, Laik kalacak..” Ankara’dan Efes’e, kendiliğinden oluşan bir istencin göstergesi bu... Başkentte CSO (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) Beethoven’in 9’uncu Senfonisi’ni çaldıktan sonra Süleyman Demirel ne demişti: “ - Çağdaş Türkiye’nin tablosudur bu!.. Sizlerle övünüyorum.” Kıyamet kopmuştu. Müzikle harmanlanan sanatsal dışavurumun laiklik gösterisine dönüşmesi, kimilerini öfkelendiriyor; dudak bükmeye çalışıyorlar: - Hı!. Taklitçilik bu!.. Hem halkımızın çoğunluğu bu müzikten anlıyor mu?.. - Utanç verici bir şey!.. Kendi müziğimizi hor görüp aşağılayacak mıyız?. Dünyanın her ülkesinde sanatla uğraşanlar toplumda azınlıktırlar; Amerika’dan Avrupa’ya, Fransa’dan Japonya’ya böyledir. Tiyatroya, operaya, baleye giden; resim sergilerini izleyen; şiir ya da roman okuyan kişiler çoğunluğu oluşturmazlar; sinema ve televizyonda sanat değeri taşıyan filmlerle kitleler pek ilgilenmez. Ne var ki sanatseverlerin toplumda bir azınlığı oluşturması, temel gerçeği değiştirmez. Nedir o?.. İnsanlık sanatçılarla övünür; Homeros’tan Dostoyevski’ye, Beethoven’den Dede Efendi’ye, Ayzenştayn’dan Sinan’a, Nâzım’dan Rembrandt’a dek tümünü paylaşır; insanın insanlaşma yolunda, sanatın yüce soluğunu özümsemeye çalışması, yaşamın güzelliğidir. Ülkemizde bugün, müziğin her türünden konserlere koşan insanların çoğalması, temelde bir yaşama sevincinin de göstergesidir. Şeriatçı düzenlerin geçerli olduğu kederli toplumlarda yok böyle şey... ‘Aydınlanma Felsefesi’yle insan aklı özgürlüğe kavuşunca, sanatın ufukları da genişledi. Sözgelimi edebiyatta roman türü Aydınlanma’nın ürünüdür. Bu dönüşüm müzikte de etkisini gösterdi. 1789 Devrimi Beethoven’i derinden etkilemiş, besteci özgürlük ve kardeşlik üzerine duyguları işleyen nice ürün vermiştir. Dokuzuncu Senfoni, sanatçının doruğa çıktığı bir yapıtıdır, 1964 yılında bu yapıt üzerine Béjart’ın düzenlediği bale, 25 ülkeden dansçılarla Brüksel’de sahnelenmişti. Sanat, ulusları aşan, sınırları silen, insanları bütünleştiren bir gizemin yüceliğini yapısında taşır. Çağdaş Türkiye insanlarının sanatta buluşmaları, insanlık ve uygarlıkta buluşmalarıdır. Çağdaş uygarlık, bütün dinleri hem aşan, hem kucaklayan laiklik düşüncesinde kardeşliği yuğurur. Ne var ki bizim neoliberallerimiz ‘Yeni Dünya Düzeni’ ideolojisinde tek pazarı savunup ‘ulus-devlet’in aşıldığını söylerken, omuz omuza verdikleri tutucu ve gericilerimiz 9’uncu Senfoni’de sınırları aşıp özgürlüğü, kardeşliği, uygarlığı kucaklamaya ‘karşı’ çıkarlar... (28 Haziran 1997 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle