16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PERİHAN ERGUN 8 Mart 1857’de New Yorklu tekstil işçisi kadınların erkeklerle eşit işe eşit ücret ve 10 saatlik işgünü talebiyle hak arayışına kalkışmaları güvenlik güçlerinin ateşiyle 100’ün üstünde kadının yaşamını yitirmesiyle sonuçlanır. Bir direniş de 1908’de Manhattan’da iplik işçisi kadınların eylemiyle giderek, dokuma işçisi kadınların işten çıkarılışlarının isyanı sırasında meydana gelen yangında can vermeleri, dünyada emekçi kadınların hak arayışlarının simgesi olur. Bu nedenlerle 1910’da Kopenhag’da II. Sosyalist Enternasyonal toplantısında Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edilir. 1960 sonrası giderek kadın hareketlenmeleri dikkat çekecek şekilde çoğalır. Bunlardan örnek alınarak 1975’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilanla o yılı, dünya kadınlarına armağan etti. Türkiye de bu karara uydu. Bence günün adı hep “Emekçi Kadınlar” olarak kalmalıydı. Çünkü yeryüzünde kadın, çocukluğunda evde erkek kardeşinden sonra, evlendiğinde eşine göre evin emekçisi, işyerinde ücreti dahil hep ikinci mevkidedir. Nâzım Hikmet’in dizelerinde, kadınlar, özellikle de “Bizim kadınlarımız.../ Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen.../ Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen.../ Bizim kadınlarımız”la emeğin simgesi kent ve Anadolu kadınını tanımlarken, Orhan Veli azınlık sayılsalar da sosyete kadınlarını, “Cımbızlı Kadın” başlığı altında “Bir elinde cımbız,/ Bir elinde ayna/ Umurunda mı dünya!” dizeleriyle niteler. 7 Mart’ta Şahkulu Sultan Vakfı’nda düzenlenen anmaya çok sevip saydığım, emeğin değeriyle mayalanmış ve de vakfın yönetim kurulu üyesi, kadın birliklerinin de candan yandaşı bir kardeşimin ısrarlarına uyarak konuşmacı olarak katıldım. O toplantıda ehli beyt inançlıların, özellikle de kadınlarının yüreklerinde ve gözlerindeki coşkulu ışıltıda Atatürk Aydınlanmasının laiklik inancı ile Cumhuriyetimizin gönüllüleri olduklarını gördüm. Rahatsızlığımı unuttum. Bunlar varken irtica ile iç ve dış hasımlar hava alırlar, dedim. 5 Aralık 1934’te 1924 Anayasası’nın 10 ile 11. maddelerini değiştirerek, 2599 sayılı yasayla kadınlarımıza birçok Batılı ülkeden önce seçme seçilme hakkını TBMM’de kabul ettiren Atatürk’ü borçluluk ve saygıyla tekrar andım. 8 Mart sabahı öncü kadınlarımızın anma eylemlerini öğrenebilmek amacıyla gazete ve ekranı açtığımda Elazığ’ın Kovancılar’a bağlı köylerinde, özellikle de Okçular’da 5.9’luk bir depremde yıkılan kerpiçten evlerin, hayvan barınaklarının ötesinde ilk saptamalara göre 57 daha sonra bu rakam düzeltilerek önce 51, ardından 41 vatandaşımızın can verdiğini, 100’ü aşkın yaralının olduğunu öğrenerek ihmalin acılarıyla sarsıldık. Kabahatin büyüğü hemen kerpiç evlere yükleniverdi. Oysa Kocaeli depreminden beri tüm deprem uzmanları, bıkıp usanmadan deprem bölgelerini işaret edip önleme koşullarını dile getiriyorlar. Yazık ki başka hesapların peşinde olan sorumlular görmüyor ve işitmiyorlar. O zavallı depremzedelerin küçücük yardımlara dualarını izlerken, kadirbilir vatandaşlara bu ceza reva mıdır, derken, ayrıca bir avuç emekli maaşımızla aylık ödentilerden kesilen deprem vergilerinin nereye uçtuğunu sormaktan kendimi alamıyorum. Aynı uyarılar içinde Marmara depreminde İstanbul’un yıkım hasarlarının ötesinde 50 bin kişinin yok olacağı avaz ediliyor. Aldıran nerede?! Acılar yetmedi. Bahçelievler Kemal Hasoğlu Lisesi’nden biri erkek ikisi kız üç öğrenci karşıdan karşıya geçmek isterlerken tramvay altında kaldı. İkisi can verdi, ağır yaralı olarak kurtulan kızımız yaşama savaşı veriyor. Bütün uyarı ve istemlere karşın kaza geliyorum diye haykırırken, yerel yönetim geleceğin umudu çocukları korumaya kulak tıkıyor. Öğrenciler öfkeyle toplanarak “Bunun çaresine bakılması için ölmemiz mi gerekiyor” diye sorarlarken adeta suratlarına tokat indiriyorlardı. İzlediğim görüntü de korkunçtu. Tramvay yolu tedbirsizdi. Çocukların arkasındaki yoldan ağır, hafif motorlu araçlar, kalabalığa aldırmadan son hızla geçiyordu. Bu görüntüler kentsel yapının en geri kalmışlığı değil mi? Acılar yetmedi. Bir de ecel gelip dünya çapında karikatürün büyük duayeni Turhan Selçuk’u yakaladı. Yıllardır her zaman ve her yerde “Söz Çizginin” başlığı altında gerçekçi özgür, cesur çizgileri, makale okurcasına izlemişimdir. Onlar dünya klasikleri gibi hep yaşayacak. Yeri cennettir. Onu çok özleyeceğiz. Yakınlarının derin acısına sabır dileklerimle... CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY Deprem Dehşeti İçinde 8 Mart Günleri HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 16 MART 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Turhan Selçuk ne yaptı? Çizginin ötesine geçti! Abdülcanbaz Aydın Türkaydın: “Ey yüceler yücesi Tanrım, bu kadar siyasi cambaz varken neden Abdülcanbaz’ımızın babasını bizden aldın!” Çizgi Işık İşgüden: “Her rind nedir bu bezmin encamı bilir./ Dünyamızı nagah zalam örtebilir./ Bir bitmeyecek şevk verirken beste./ Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir./ Bu kez tel değil çizgi koptu./ Işık içinde yat Turhan Ağabey.” Mizah Muzaffer Tanrıkul: “Çizginin ustası Turhan Selçuk öldü; mizah depremde iki köyde ölenleri sayamayanlara kaldı!” YağmurDeniz Hangi dönek daha kullanışlıdır? AKLA ziyan “haki sorular” gelmiş Kemal Öncü’nün aklına. Akla ziyan mı yoksa yanıtı aklımızı başımıza getirecek sorular mı hep birlikte karar verelim: Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri kendisine ve dolayısıyla hukuka sahip çıktığında “İyi ki albay değilim” diye şükretmiş midir? “Bizim oğlanlar” çok güzel paslaşıyorlar da neden her seferinde top seyircinin kalesine girip gol oluyor? Çankaya’daki pazarlık zirvesinde emeklilikteki zırhlı makam otomobili markası ve modeli üzerinde anlaşmaya varılmış mıdır? Islak imzanın “yaş” bir toplantıda mı ıslatıldığını sorarsam, sıram gelince beni de ıslatırlar mı? Hani bizde de bazı belgeler vardı ne oldu onlara, aniden kağıt parçası mı oluverdiler? Komutan eşlerinin Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Anıtkabir’i ziyaret etmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de “eş-başkanlık” dönemine geçildiğini gösterir mi? Türk Silahlı Kuvvetleri’nde silah ve mühimmat bulunması askeri darbe girişimi kapsamında ele alınabilir mi? Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Türk Silahsızlandırılmış Kuvvetleri’nin kurucu komutanı sayılabilir mi? Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ATALARIMIZ boşuna “Büyük lokma ye ama büyük konuşma” dememiş. Kim bilir, kimlerin, hangi acı deneyimlerden sonra “büyük konuşmama” yargısına vardılar! Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 2008 yılının ağustos ayında Genelkurmay Başkanlığı görevine başlarken yaptığı “büyük konuşma”yı anımsıyor olmalısınız. Mealen şöyle demişti İlker Başbuğ: Benden öncekiler gibi medyaya zırt-pırt demeç vermeyeceğim! Benden ayaküstü konuşma, ayaküstü görüş açıklama beklemeyin! Genelkurmay Başkanlığı’nda ilgili komutan arkadaşım düzenleyeceği haftalık basın toplantısı ile sorulara yanıt verilecek, kamuoyu bilgilendirilecek. O günden sonra yaşanan olaylar, İlker Başbuğ’u öyle köşeye sıkıştırdı ki bırakın ayaküstü konuşma yapmasını, tek ayak üstünde bile bir şeyler anlatmaya çalıştığı oldu ve sonunda yanına kurmaylarını da alarak makam odasında gazeteci ağırlar hale geldi! Milliyet’in generallerle konuşan yazarı Fikret Bila’nın geçen gün İlker Başbuğ’la yaptığı “uzun” söyleşi bizim meslek açısından kutlanması gereken bir başarı. İlker Başbuğ açısından ise tarihten ders almayıp “büyük” konuşmanın olumsuz sonuçlarını göstermesi açısından tam bir ibret tablosu! Başbuğ’un Bila’yı makamına çağırıp halka derdini anlatmak için üzerinde daha çok konuşma ihtiyacı duyduğu konulardan biri de meşhur “kâğıt parçası” konusu olmuşa benziyor. Genelkurmay’ın 1 Mart 2010 saat 20.50’de yaptığı yazılı basın açıklamasında aynen “Söz konusu belgenin ıslak imzalı aslının mevcudiyeti iddialarını doğrulayabilecek bazı delillerin elde edilmesi nedeniyle” deniyordu. İlker Başbuğ bu saptamayı askeri savcılığın üstüne yıkıp şimdi kurmaylarıyla birlikte Fikret Bila’ya şöyle diyor: Belge üzerinde parmak izi araştırılıyor. İmza makinesi kullanılıp kullanılmadığı araştırılıyor. Mürekkebin tarihi araştırılıyor. Yazı ve imza mürekkeplerinin Genelkurmay’da kullanılan ürünlere uyumu araştırılıyor. Zarf ve ihbarcı subayın gönderdiği belgeler üzerinde parmak izi araştırılıyor. Yani Başbuğ, bunların sonucu alınmadan “kâğıt parçası”na belge diyemezsiniz demeye getiriyor! Ama baştan “der” gibi yaptı ve Çankaya Köşkü’nde iki AKP’li ile yaptığı “çantalı zirve”den pek mutlu görünüyordu. Bir anda yine ne e oldu da “Yetiş Fikret Bila” dedi! Lokma SESSİZ SEDASIZ (!) GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Sayın Deniz Baykal’a Açık Mektup Sayın Baykal, Bu size ilk açık mektubum değil. Daha önce de solda birlik ve seçim işbirlikleri gibi konularda şahsınıza defalarca yazmıştım. Bu mektubun farkı şu: Artık 1993, 1998 veya 2006 süreçlerini yaşamıyoruz. Köprülerin altından çok sular aktı. Sermaye tükendi artık, Deniz Bey. Solun şaha kalkışını göremediğimiz bu yılların sonucunda Parlamento, Belediyeler ve hatta Cumhurbaşkanlığı, rejimle kavgalı insanların eline geçti. Şimdi onların kadroları, Valiliklere, Emniyete, Rektörlüklere ve Yüksek Yargı organlarına atanıyorlar. Bu gidişatla AKP üçüncü kez iktidara gelirse, dram ülkenin kalbine taşınacak... Yani Sayın Baykal, CHP bu seçimlerde başarılı olmazsa, bu faturanın altında laik Cumhuriyet ezilecek. Öncelikle kendinize sormanız lazım: “Kendimde bu tehlikeyi durduracak, diyecek kararlılığı görüyor muyum?” Buna inanarak “evet” yanıtı vermenizden en büyük mutluluğu duyacaklardan biriyim. Ama bunu diyemiyorsanız, lütfen kurultayda aday olmayın. Çünkü, bu herhangi bir kurultay değil. İnandırıcı olmak için, inanmış olmak lazım! Lütfen bu yanıtı kamuoyuna açıklayın! Sizden kişisel beklentim yok, Sayın Baykal. Halkla kolay yakınlık kuran isimlerle aranızda genel sorunlar olduğu biliniyor. Konu net: Tek beklentimiz, CHP’nin bu korkunç gidişatı durdurması. Sizin artık umutla beklenen “grup” konuşmalarınız, büyük öneme sahip. Cesur vurgularınızla gündeme oturuyorsunuz. Demeçlerinizin çoğunluğuna imza atarım ve CHP’nin rotasını belirlemenizden mutluyum. Yani tüm “Taraf” eleştirilere rağmen, CHP’nin dış dünyaya verdiği tepkiler olumlu. Ama CHP’nin kendi ı, yani kendi geniş oy tabanı ve entelektüel dayanaklarına yönelik tavrı için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Çünkü sizin yönettiğiniz CHP, “birleştirici”, “kapsayıcı” ve “dayanışmayı sağlayıcı” vasıflarıyla öne çıkamıyor. Soruyorum size, nerede Mümtaz Soysal’lar, Yekta Güngör Özden’ler, Tuncay Özkan’lar, Vural Savaş’lar, Altan Öymen’ler, Hikmet Çetin’ler... Daha çok isim sayabiliriz. Hepsi ayrı ayrı hatalı da, yalnız siz mi haklısınız? İşte birçok insan bunu inandırıcı bulamıyor. Başkan’ın görevi, CHP’de bu büyük buluşmayı sağlayabilmek olmalı, Sayın Baykal. Bugüne kadar bu hiç uygulanmadı ve sonuçlar ortada... Herkesin benim gibi doğumunda parti kazanının içine düşmüş olmasını ve tüm dışlamalara rağmen partiye hizmet etmeye devam etmesini bekleyemezsiniz. Dışladığınız insanların çoğu gidip ya parti kuruyorlar ya da küserek siyaseti bırakıyorlar. Ortalık CHP’den türeme partilerle kaynıyor! İşte bu nedenle iki ay önce CHP’nin tam demokratikleşmesi, kimseyi küstürmeden iç seçimlerini tüm üyelerle yapabilmesi, kapılarını gençlere ve kadınlara açması gibi konularda gerekli yapısal değişikliklere gitmesi için bir Tüzük Devrimi Projesi hazırladık. Bunu size ve tüm MKYK’ye de ulaştırdık. Henüz randevu talebime yanıt gelmediği gibi, gençlere, önerilen tüzükle ilgili yaptığımız toplantılara “katılmamaları” yönünde baskı yapıldığı şeklinde duyumlar alıyoruz! Umarım bunlar doğru değildir Sayın Baykal ve bunların sadece söylenti olduğunu açıklarsınız; çünkü bu tavır, bu ülkede demokrasinin beşiği olan CHP’ye uymaz. Ricamız şu: Bu tüzük önerisi, binlerce partilinin desteğiyle somut olarak “var”ken, yok saymak doğru değil. Bu partinin 20 yıllık başkanı olarak size yakışan, bu somut önerilere, olumlu ya da olumsuz gerekçelerle yanıt vermektir. Bu devrimi biz uygulamazsak, şimdiden kopya çeken yeni partiler sıraya girdi, izninizle uyarıyorum! Vitrin değişikliği veya “15 Genel Başkan Yardımcısı” formülleri, “tam demokrasinin gelmesi” taleplerimizden uzak. Bugüne kadar izlediğiniz “tek adam” yolu başarılı olsaydı, derdik. Ama böyle bir durum yok. Sayın Baykal, CHP Kurultayı, Cumhuriyetimizin geleceğini belirleyecek. Bu Cumartesi, 20 Mart, saat 11.00-14.00 arası, “CHP Tüzük Devrimi Önerisi” hakkında İstanbul’da panel düzenliyoruz. Piramid Sanat’ta, Altan Öymen, Hasan Fehmi Güneş, Ümit Zileli, Arif Tuna Eryılmaz’la, CHP’yi iktidara taşıyacak formülleri araştıracağız. Bilgileri www.chpdemokratikdevrim.org adresinde bulabilirsiniz. Buyurun, programınız uygunsa onur konuğumuz olun ve bu çabanın birleştirici tavrını kendiniz görün, engin tecrübenizle oturumu siz yönetin Sayın Baykal! Saygılarımla. [email protected] www.bedribaykam.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Lüfer balõğõnõn küçüğü. 2/ Mevki, makam... Bezik, tav- la gibi oyunlarda or- taya konan parayõ iki katõna çõkarma. 3/ Bir çeşit hamur ye- meği.. Yabancõ. 4/ Akõl... Orkestrada vurmalõ çalgõlar ta- kõmõ. 5/ Yaşlõ, koca, ihtiyar... Eksiği ol- mayan. 6/ Bir adõn ya da sözcüğün baş harfi. 7/ Kesintilerden sonra kalan miktar... Genelge. 8/ Ge- mide hareket halindeki ha- latõn ya da zincirin bir an durdurulmasõ için verilen komut... İstenilen nitelikleri taşõyan. 9/ Küçük erkek kardeş... Mehil. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İzmarite benzer bir balõk. 2/ “Süsen” de denilen ko- kulu bir süs bitkisi... Kitap getirmemiş peygamber. 3/ Kut- sal õşõk... Büyük ve zehirsiz bir yõlan. 4/ Eski Mõsõr inanõ- şõnda ölüler tanrõsõ... Bir nota. 5/ Yeryüzünün küçültüle- rek düzlem üzerine çizilen taslağõ. 6/ Rize-Erzurum kara- yolunda bir dağ ve geçit... Şaşma belirten bir ünlem. 7/ Çem- berin çevresinin çapõna oranõnõ gösteren sayõ... Seyrek do- kunmuş bir tür kumaş. 8/ İstanbul’un eski adlarõndan bi- ri. 9/ “Yalan söz” anlamõnda argo sözcük... İnce ve uzun metal çubuk. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Y A P I N T I A E C İ R O R A N Ş U T P R A D O İ R O N İ K İ R L N A Ş A N A B A Ş E L L A K A T A K A İ M Ş E R İ A T İ S Ş A P R A K U 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle