Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
İç ile Dış
ÜLKE, iki ilginç olayı aynı zamanda yaşıyor.
İçte, Cumhuriyet tarihinin en gerilimli ve
tartışmalı süreçlerinden biri söz konusu: Yakın
tarihe ilişkin iddiaların yargı önüne getirilmesi
dolayısıyla hukuk ve siyaset alanlarında
yaratılan çalkantıyı kazasız belasız atlatmak
kolay olmayacağa benziyor.
Dışta, bir yandan Avrupa Birliği’ne tam üye
olabilme çabası sürdürülmeye çalışılırken, bir
yandan da komşu devletlerle sorunları sıfırlama
politikasıyla yetinmeyen ve yerkürenin uzak
köşelerine kadar uzanmak isteyen bir “dünya
devleti” olma çabası sergilenmekte.
Kendi alanlarında zaten bir yığın güçlük ve
sorun içeren bu iç ve dış hevesleri aynı
zamanda yaşamak, çok yönlü büyük bir çabayı
göze almayı gerektiriyor.
Acaba ülkenin gücü, olanakları ve donanımı,
bu çift yanlı yükün altından kalkmaya yeter mi?
Çare, her iki alanın sorunları arasındaki bir
temel çelişkiyi gidermekle işe
başlamak olabilir.
O temel çelişki, içte yaşananların dıştaki
hedefleri zayıflatabilecek bir nitelik taşımasıdır.
Hukuk ve siyaset alanlarındaki çalkantılar,
devletin yapısında büyük kopukluklara ve
çatlamalara yol açmasa bile, yine de görüntü
bakımından dünya devleti olma hevesinin
üstüne bu yüzden hiç hoş olmayan bir gölgenin
düşmesi kaçınılmazlaşabilir. Örneğin, kendi
kurumları arasındaki uyum bozukluğunu
giderememiş, hatta tam tersine yeni zıtlıklarla
uğraşmak zorunda kalmış bir ülkenin, başka
devletler arasında yaşanan çekişmeleri ve
anlaşmazlıkları gidermek için arabuluculuğa
soyunması inandırıcı olabilir mi?
Aynı biçimde, Türkiye’nin dıştan
görünüşünde büyük ağırlığı olan Silahlı
Kuvvetler’in içte asıl görevleri dışında
sorunlarla uğraşmak zorunda kalışı da
görünüşteki o büyük ağırlığın etkisini
azaltmaz mı?
Bir de yarım yüzyıldır sürüncemede kalmış
Kıbrıs sorunu var ki, onun çözümü için
kritik tarihlerin yaklaştığı şu günlerde
Türkiye’nin o konuya ilişkin olarak elindeki
“bağımsız iki devletli çözüm” kartını
oynayabilmesi bile içteki yanlış kutuplaşmaların
giderilmesine ve askerin moralini yeniden
yükseltecek adımların atılmasına bağlıdır.
İçte böyle bir aşamaya geliş çok gecikirse,
bilinmelidir ki dıştaki büyük hedeflerden
vazgeçmek yetmez, ayrıca bu yüzden uğranan
hasarın onarılması gerekecektir. İçteki
dağınıklığın sürüp gitmesi, ülkenin jeopolitik
durumunda şimdiden kestirilemeyecek daha
da büyük zararlara yol açabilir ve onların
giderilmesi hiç kolay olmaz. Bir an önce
derlenip toparlanmaktan başka çaremiz yoktur.
T
ürkiye’de, yapõlmamõş bir darbenin ve
muhayyel suçlarõn hesabõ soruladur-
sun, kimilerimiz iddialarõn henüz sa-
dece iddia olduğunu unutarak “Bu
nasıl bir ordu!” diye dehşete düşerken, sürecin
ordusuzlaşmaya yöneldiğini görebilen di-
ğerlerimiz “Türkiye’nin ordusuzlaştırılma-
sından kimin ne çıkarı olabilir, bizi ilerde
bekleyen nedir?” haklõ kaygõsõyla ürperirken,
göz göre göre yapõlan koca bir haksõzlõk gene
dikkatlerden kaçmaya başladõ. Bu haksõzlõk, ne-
redeyse her gün bir işyeri kazasõnõn -pardon,
cinayetinin- meydana geldiği ülkemizde, ça-
lõşanlarõn, can güvenliğinden, sosyal güvence
ve sosyal haklarõndan yoksun bõrakõlmalarõdõr.
TEKEL işçisi direnişinin ilk günlerde ya-
rattõğõ toplumsal heyecan, Balyoz harekâtõnõn
altõnda ezilmişe benziyor. Oysa, Ankara’nõn or-
ta yerinde, Büyük Şehir Belediyesi’nin teh-
ditlerine ve yağmura karşõn, soğukta ve açõk-
ta, her türlü hastalõk riskini göze alarak dire-
nen TEKEL işçileri, sadece karartõlmak iste-
nen kendi gelecekleri için değil, hepimizin ve
çocuklarõmõzõn geleceği için mücadele et-
mekteler. Bunu iyi anlamalõyõz. Bugün TEKEL
işçisinin başõna gelmek üzere olan, yarõn,
özelleştirilen diğer kurumlar çalõşanlarõnõn
ve son sonu hepimizin başõna gelecektir: Ya-
ni, yeni bir iş vaadiyle kandõrõlarak, haklarõmõzõ
yitirmiş halde kendimizi kapõnõn önünde bul-
mak, bir süre yeni iş yanõlsamasõyla oyalanõp
sonra tüm kapõlarõn yüzümüze kapandõğõnõ gör-
mek!
Yeni Dünya Düzeni
Yeni Dünya Düzeni’nin, nam-õ diğer neo-
liberalizmin, nam-õ diğer uluslararasõ serma-
ye düzeninin ana amacõnõ ve dayandõğõ zemi-
ni çok iyi kavramak ve unutmamak zorunda-
yõz. Kafa ve kol emekçisi ayrõmõ yapmadan tüm
çalõşanlarõ, özgürlük yanõlsamasõyla uyuştu-
rulmuş gönüllü kölelere çevirmektir, bu amaç.
Yeni Dünya Düzeni’ni ayakta tutan ve tutacak
olan zemin bu amacõn gerçekleştirilmesidir.
Dünyanõn her yanõnda, çalõşanlarõn yüzyõllar
boyunca nice özverilerle ve ne büyük çabalarla
kazanõlmõş haklarõ geriye gitmektedir. Emek-
li olabilmenin, yakõn bir gelecekte uzak bir ha-
yal haline geleceğini, sağlõk güvencelerimizin
eriyip tükeneceğini ileri sürmek kehanet de-
ğildir.
Uçsuz bucaksõzmõş gibi görünmek isteyen
sermaye karşõsõnda, çalõşanlarõn sosyal daya-
nõşmasõndan yoksun kalmõş, işsizlik korkusu,
gelecek endişesi içinde iç huzurunu yitirmiş sa-
vunmasõz birey için, Tanrõ’ya sõğõnmaktan baş-
ka yol gerçekten de kalmamaktadõr. Tüm
dünyada ve özellikle eski sosyalist ülkeler ile
üçüncü dünya ülkelerinde etkili olan mistisizm
ve dincileşme salgõnõ, Yeni Dünya Düze-
ni’nin bir yan ürünüdür. Yobazlõğõn tarihsel kö-
künün bulunduğu bizim gibi ülkelerde, Yeni
Düzen bu kökün üstüne, kendisiyle işbirliği
içindeki yeni bir dinciliğin aşõsõnõ yapmakta,
sözüm ona liberal, bal gibi baskõcõ hükümet-
lerin ve yandaşlarõnõn etkisiyle bu aşõ tut-
maktadõr.
Türkiye yeni bir yönetime kavuşacaksa,
bu demokratik değişim, ancak alnõnõn teriyle
yaşamak isteyen, aşiret-tarikat-siyaset ağõna ta-
kõlmamõş, mafyözleşmemiş kitlelerin oylarõ sa-
yesinde gerçekleşebilecektir. TEKEL işçilerinin
sesi işte bu kitlelerin bağrõndan yükselmekte-
dir. Mustafa Kemal Atatürk’ün laik cum-
huriyetini korumak isteyen, dini inanç ve iba-
detin veya inançsõzlõğõn sosyal baskõ unsurla-
rõ değil, bireyin iç dünyasõna ait kişisel bir vic-
dan meselesi olduğunu düşünen, bağnazlõğõn
baskõsõndan kurtulamayanõn asla özgür ola-
mayacağõnõn bilincindeki cumhuriyetçi aydõ-
nõn yeri, emeğinin hakkõnõ isteyen emekçinin
yanõ olduğu kadar; bugün ve gelecekte köle ol-
mamak, emeğinin hakkõnõ alabilmek için di-
renen emekçinin yerinin de bu aydõnlarõn ya-
nõ olmasõ gerekir, başkasõnõn değil!
Sevgili okur, başkentin orta yerinde, hava ko-
şullarõnõn ve başka unsurlarõn şiddetli muha-
lefetine karşõn, iki ayõ aşkõn süredir, senin ve
çocuklarõnõn geleceği için tümüyle yasal ve tü-
müyle haklõ direnişini sürdüren TEKEL işçi-
sini unutma!..
TEKEL Direnişini Unutmayalõm!
Erendiz ATASÜ
Türkiye yeni bir yönetime kavuşacaksa, bu demokratik değişim, ancak
alnõnõn teriyle yaşamak isteyen, aşiret-tarikat-siyaset ağõna takõlmamõş,
mafyözleşmemiş kitlelerin oylarõ sayesinde gerçekleşebilecektir. TEKEL
işçilerinin sesi işte bu kitlelerin bağrõndan yükselmektedir.
Y
aşanan toplumsal olay-
larõ içinde yaşandõğõ an
yorumlamak ya da gö-
rüş bildirmek tarihçiler, siyaset-
çiler ve konuya duyarlõ kişilerce
öyle fazla zor bir uğraşõ olmasa
gerek. Çünkü yaşanana tanõklõk
ediyor olmak bile çoğu kez, ola-
yõn niteliğini kavramaya yeterli
gereçleri hazõr olarak insana ver-
meye yeter de artar bile.
Ama önemli olan yaşananõ yo-
rumlamaktan çok yaşananlara ba-
karak gelecekte olabileceklerin
doğru ve isabetli kestiriminde
bulunmaktõr. Bunu gerçekleştir-
menin bilimsel ve felsefesel anah-
tarõ ise diyalektik yöntemde sak-
lõdõr. Tarihin öne çõkardõğõ top-
lumsal ve siyasal kişileri önderlik
koltuğuna oturtan temel güç işte
bu özelliklerinden ileri gelmek-
tedir. Başka bir anlatõmla diya-
lektik önsezilerin kuvvetli olma-
sõdõr.
Toplumun gündeminde yok
Diyalektik önsezi kimilerine
özgü bir yetenek işi midir ya da
siyasal derinliği yüksek olan yo-
ğunlaşmõş bir bilgi birikimi midir?
Ya da her ikisinin birlikte har-
manlandõğõ bir sürecin ürünü mü-
dür? Buna bu yazõnõn dar sõnõrla-
rõ içinde yanõt verecek durumda
değilim. Ama bilinen o ki kendi
yakõn tarihimizde bu yetenekten
yoksun olan nice siyasal önder (!)
içinde yaşadõğõ toplumsal depre-
mi bile yorumlamakta düştüğü ha-
talar nedeniyle toplumun günde-
minden silinip gitmiştir. Silinip
gitmek şöyle dursun değişik top-
lum kesimlerinin gözünde ko-
mik durumlara düşmüştür.
Buna iki örnek vermek gere-
kirse ilk akla geleni 12 Mart As-
kersel Karõşmasõ’dõr. Anõmsana-
cağõ gibi 12 Mart 1971 günü Ge-
nelkurmay Başkanõ’nõn da içinde
bulunduğu dört kuvvet komutanõ,
Süleyman Demirel hükümetine bir
muhtõra vermiş ve muhtõrayõ ve-
ren kesimin içinde yer alan kimi
generallerin özel durumuna ba-
kõlarak acele yorum ve değer-
lendirmeler yapõlmõştõ.
Hatta sol kesimlerde ve aydõn
topluluklarõ içinde bile “Ordu
Kılıcını Vurdu” biçiminde olum-
lu yorumlar manşetlere taşõnmõş-
tõ. Oysa ordunun kime kõlõç vur-
duğu çok geçmeden gerçek yü-
zünü gösterecek, sol ve devrimci
kesimlerde toplu tutuklamalar
gerçekleşecekti. Dağ başlarõnda,
sokak ortalarõnda devrimci genç-
ler kurşunlanacak, toplumsal mu-
halefetin tüm didinmelerine kar-
şõn üç genç (Deniz Gezmiş, Hü-
seyin İnan, Yusuf Aslan) dar-
ağacõnda can verecekti.
Bu tarihsel yanõlgõ ve uzağõ
görememe Türk halkõna çok pa-
halõya mal olmuştu. Demokratik
haklar budanmõş, 61 Anayasa-
sõ’yla kazanõlan birçok ekono-
mik, demokratik hak ve özgür-
lüklere sõnõrlamalar getirilmişti.
Soldaki tek yasal ve yõğõnsal par-
ti, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ka-
patõlmõştõ.
İkinci örnek yine bir askersel tu-
tumla ilgili: 12 Eylül Askersel De-
virmesi olarak tarihe geçecek
olan bu girişim çok daha kanlõ ve
acõmasõz bir biçimde yaşanacak-
tõ. Ama ne ilginçtir 12 Eylül sü-
recinin başlangõç günlerinde ku-
rulan Bülent Ulusu hükümetini ilk
tanõyan devletlerin başõnda o gün-
lerde Sovyetler Birliği gelmek-
teydi ve bizde siyasal çizgisini
Moskova’ya bakarak ayarlayan
kimi sol siyasalar salt bu neden-
le 12 Eylül’e faşizm diyemiyor-
lardõ. Oysa bu devirmenin bo-
yutlarõnõ kavrayabilmek için ve-
receğimiz şu sayõsal verilere bak-
mak yeter de artar bile: 12 Eylül
sürecinde 1 milyon 683 bin kişi
fişlendi, 650 bin kişi gözaltõna
alõndõ, 230 bin kişi yargõlandõ ve
bunlardan 7 bin kişinin idamõ is-
tendi. 517 kişiye idam cezasõ ve-
rildi ve bunlardan 259 kişinin
idamõ Meclis’e gönderildi. 49 ki-
şi idam edildi. 300 kişi kuşkulu bir
biçimde öldü ya da öldürüldü. 171
kişi işkencede, 14 kişi açlõk gre-
vinde öldü. Bu sayõlar uzayõp gi-
diyor. Burada vurgulamak istedi-
ğimiz ana izlek her iki toplumsal
depremin arkasõnda da ABD em-
peryalizminin olduğu ve salt Tür-
kiye’de değil dünyanõn hiçbir ye-
rinde arkasõnda Amerika’nõn plan
ve desteği olmadan öyle kolay ko-
lay darbe yapõlamayacağõ gerçe-
ğidir. Bugün bu uygulama halen
geçerli midir?
Tümüyle evet demek zor. Zor
ama Amerika darbe yoluyla dün-
yada uğradõğõ saygõnlõk kaybõ ne-
deniyle askersel darbeler yerine ya
doğrudan askersel işgallere -Irak
ve Afganistan’da olduğu gibi-
girişmekte ya da Türkiye’de ol-
duğu gibi sivil darbelere başvur-
maktadõr. AKP siyasal erki bu
ikinci yöntemin Türkiye için se-
çilmiş bir modelidir. 12 Mart ve
12 Eylül’de askerlerle gerçek-
leştirdiği projesini şimdi AKP
eliyle daha sinsi ve toplumsal
tepkiye hedef olmadan yürüt-
mektedir. Ve hiç kuşkunuz ol-
masõn bu son uygulama diğer
ikisinden daha tehlikelidir. Top-
lumun tüm duyarlõ ve dinamik ke-
simleri çeşitli yöntemlerle birer bi-
rer susturulmakta, Cumhuriyet
kazanõmlarõ kurum ve kuruluşla-
rõnõn ya içi boşaltõlmakta ya da ni-
telikleriyle oynanmaktadõr. Özet-
le Türkiye bugün sivil siyasal bir
erkin eliyle adõm adõm faşizme
gitmektedir.
Erken seçim olur mu?
Böylesi bir anlayõşla yola çõk-
mõş bu siyasal erkten erken seçim
beklemek şöyle dursun normal se-
çimleri yapacağõnõ beklemek bi-
le bir düştür ancak. CHP Genel
Başkanõ Sayõn Deniz Baykal’õn
çok güzel ve yerinde benzetme-
siyle, seçim zamanõ geldiğinde de
“lokantada hesap ödememek
için hır çıkaran müşteri” gibi
AKP’nin o zaman da bir hõr çõ-
kartmayacağõnõn garantisini kim
verebilir?.. Verilemez çünkü bu
garantiyi sağlayacak bütün kurum
ve kuruluşlar teker teker ya orta-
dan kaldõrõlmakta ya da toplum ve
düzen içindeki saygõnlõklarõna
büyük darbeler indirilmektedir.
Diyalektik önsezilerimizle var-
maya çalõştõğõmõz bu sonuçlar
çok daha zor günlerin gelmekte ol-
duğunun habercisidir. Bunun önü-
ne geçilmesinin olmazsa olmaz
koşulu ise AKP’ye ve gelmekte
olan faşizme karşõ olan tüm güç ve
toplumsal kesimlerden oluşacak
bir demokratik halk muhalefetini
oluşturmaktõr.
12 Mart ve 12 Eylül dönemle-
rinde yukarõda belirttiğimiz siya-
sal körlükleri bir daha yaşama-
mamõz için gözümüzü dört aç-
manõn zamanõ gelmiş, hatta geç-
mektedir bile.
Zor Günler Göreceğiz...
Sönmez TARGAN
Diyalektik önsezilerimizle varmaya çalõştõğõmõz bu
sonuçlar çok daha zor günlerin gelmekte olduğunun
habercisidir.
C
umhuriyet yazarõ
Sayõn Işıl Özgen-
türk, daha önce de
Türkiye’deki siyanür li-
çiyle çalõşan altõn maden-
lerini savunan yazõlar yaz-
mõştõ. Siyanür liçi yönte-
minin yanõnda olmanõn,
yaşamõn karşõsõnda olmak
anlamõna geldiği, hem
Uşak Eşme’den Romanya
Baia Mare’ye, Kõbrõs Lef-
ke’den ABD Colorado’ya
örneklerle, hem de bilim-
sel raporlarla sabittir. Öte
yandan zehre bulanmõş bu
altõn sevdasõnõn, onlarca
mahkeme kararõna karşõn
sürdürülmesi Türkiye’nin
hukukuna, yurttaşlarõnõn
adalet duygusuna da ona-
rõlmaz zararlar veriyor.
Jandarmadan dayak ye-
meyi, protesto eylemine
gitmek için tarlasõnda eki-
nini bõrakmayõ göze alan
köylüler, avukatlarõnõn aç-
tõğõ ve kazandõğõ onlarca
kararõn uygulanmamasõ ne-
deniyle kõrgõn ve öfkeliler.
Mahkeme kararlarõnõn çiğ-
nenmesi nedeniyle, vali-
sinden başbakanõna yöne-
ticiler tazminat ödemek
zorunda kaldõlar, Türkiye
Avrupa İnsan Haklarõ
Mahkemesi’nde de mah-
kûm oldu. Yine de değil
kapanmak her gün yeni
ruhsatlarõn verildiğine, ye-
ni siyanürlü işletmelerin
açõldõğõna tanõk oluyoruz.
Ama olabilir, yine de
elbette Işõl Hanõm ya da bir
başkasõ düşünce özgürlüğü
çerçevesinde siyanür li-
çiyle çalõşan işletmeleri
savunabilir. Zaten bu ya-
zõnõn konusu da doğrudan
siyanürlü altõn işletmecili-
ği ya da bunun savunul-
masõ / eleştirilmesi değil.
Bu yazõnõn konusu, Işõl
Hanõm’õn ileri sürdüğü, al-
tõncõlarõn bile bugüne dek
propaganda malzemesi
yapmaya kalkõşmadõğõ kor-
kunç bir iddia. Işõl Hanõm
pazar günkü (21 Şubat)
yazõsõnda öyle bir iddiada
bulundu ki eminim bu ya-
zõyõ okuyan ve 1994 sene-
sinden beri Türkiye’nin
hem yaşam ve çevre mü-
cadelesine hem de tüm
dünyaya örnek hak arama
kavgasõna tanõk olan her-
kes can evinden vurulmu-
şa döndü. Aynen şöyle de-
niliyor yazõda:
“Bu ülkenin en güzel
insanlarından, en yurt-
sever insanlarından biri
Necip Hablemitoğlu sa-
dece ve sadece altın ala-
nında Alman vakıflarının
rolünü yazdığı için öldü-
rüldü.”
Prof. Necip Hablemi-
toğlu iğrenç ve karanlõk bir
cinayete kurban gitti. Ka-
tiller ve bu cinayetten me-
det umanlar bulunana ve
cezalandõrõlana dek şu ül-
kede huzurla nefes alama-
yacağõmõz ortada. Ancak
bu durum ne yazõk ki Prof.
Hablemitoğlu’nun yazdõğõ
kitap sonucunda Berga-
ma’da muazzam bir çevre
ve hukuk mücadelesi veren
azimli ve inatçõ yurttaş ha-
reketinin Alman casusluğu
iddiasõyla Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde yargõlan-
dõğõ gerçeğini değiştirmi-
yor. Dönemin DGM baş-
savcõsõnõn tek taraflõ so-
ruşturmasõ sonucu açõlan
davada yargõlananlar beraat
kararõyla aklandõlar. Ama
neye yarar; hâlâ daha si-
yanürlü altõnla hayat bulan
yayõn organlarõnda aynõ
gerçekdõşõ iddialarla suç-
lanmaya devam ediyorlar.
Ve şimdi de Işõl Ha-
nõm’dan öğreniyoruz ki
Necip Hablemitoğlu meğer
bu kitaptaki görüşleri ne-
deniyle öldürülmüş. Han-
gi kanõta dayanarak, hangi
bilgiyle, hangi yazar so-
rumluluğuyla söyleniyor
bu? Işõl Hanõm açõklamak
zorunda elindeki kanõtlarõ.
Açõklayamazsa, sözlerini
geri almak ve bu iddiasõnõn
ucunun dokunduğu her-
kesten tek tek özür dilemek
zorundadõr. O kadar kolay
mõ “kul hakkı yemek?”
Bu iddia Prof. Hable-
mitoğlu’na ve cinayetinin
aydõnlatõlmasõnõ bekleyen
kamuoyuna da haksõzlõktõr.
Siyasal cinayetlerle ilgili
söz alanlar, sözlerini tartõp
öyle söylemelidir. Aksi şe-
kilde Işõl Hanõm gibi sa-
dece akõllarõna eseni ya da
gönüllerinden geçeni söy-
leyenler, gerçeklerden
uzaklaşõlmasõna da sebep
olurlar.
Sayõn Özgentürk yazõsõ-
nõ şu sözlerle bitirmiş: “En
kötüsü ne biliyor musun,
bu ülkenin neşesini çalı-
yorlar. Üstelik ‘kul hak-
kõnõ’ çiğneyerek.”
Işõl Hanõm, en kötüsü
ne biliyor musunuz? Zaten
pek yerinde olmayan ne-
şemizi çaldõnõz, üstelik de
kul hakkõ çiğneyerek…
En Çok Canõmõzõ Acõtan...
Bahadır PAK
mumtazsoysal@gmail.com