15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 1 MART 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Değerlerin Barışı’ İçin! Avrupa Birliği’nde Yunanistan üzerinden yaşanan mali kriz, yine Yunanistan üzerinden AB’nin yeniden şekillenme sürecini, komplo teorilerine, trajikomik olaylara da yol açarak hızlandırmaya başladı. Goldman Sachs, Nazi altınları, ıslak paçavralar Geçen hafta Alman ve Yunan basını birbirine girdi. Almanya’nın yardıma gelmemesinden, daha doğrusu yardıma gelmek için dayatmaya başladığı koşullardan iyice bunalan Yunan Başbakan Yardımcısı Pangalos aniden arızaya geçerek, Nazi işgaline göndermeyle “Altınlarımızı alıp gittiniz, geri vermediniz, teşekkür bile etmediniz” deyiverdi. Alman Şansölyesi Merkel’in bu gecikmiş teşekkürü sunmakta isteksiz davranması, böyle ifadelerin kimseye yardımcı olmayacağını söylemesi anlaşılır bir şeydi. Ama, bir elinin orta parmağını havaya kaldırmış bir Afrodit heykeli resmi “Avrupa ailesindeki dolandırıcılar” başlıklı kapakla çıkan Focus dergisi, altınları “nah alırsınız” mı diyordu yoksa, “biz size nah yardım ederiz” mi diyordu, bek belli olmadı. İngiltere’deki Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin eski başkanı AB parlamentosu üyesi Nigel Farage de arızaya geçenlerdendi. Partisinin, isminden de anlaşılacağı gibi, olağan zamanında bile arızada çalışan biri olmasına karşın, Van Rompuy’u “ıslak paçavraya” benzetmesi, Belçika’nın bir ülke olmadığını iddia etmesi doğal olarak Belçika medyasını da arızaya geçirdi. Benim ilgimiyse, daha çok, Belçika’nın ve Van Rompuy’un karakterine ilişkin olanlar değil, “Siz ulus devletlere düşmansınız… Yunanistan’ı protektoraya çevirdiniz” sözleriydi. Çükü, bence, esas olarak Almanları hedef alan bu sözler, ABD-İngiltere ekseninde, sanırım bir hesabın yanlış çıkmasına paralel büyümeye başlayan bir huzursuzluğu da yansıtıyordu. Anlaşılan Goldman Sachs, bir önceki hükümet döneminde bankerliğini yaptığı Yunanistan’ın borçlarını gizleyerek, yeni borçlar olmaya devam etmesine yardımcı olmuş. Bu sayede, Yunanistan’ın borçları geçen yıl nisan ayında GSMH’nin yüzde 3.7’si gibi, bir düzeyde neredeyse İstikrar Paktı sınırında görünüyormuş. Papadopulos hükümeti maliyeyi devralınca, borç oranının aslında yüzde 12.7 olduğu ortaya çıkmış. Goldman Sachs ne yaptı bilmiyorum (bu aslında hukuki bir konu olacak gibi görünüyor) ama piyasalar şok geçirmiş, kredi muslukları tıkanmış. Böylece Yunanistan bu yıl nisan, mayıs aylarında 25 milyar Avro olmak üzere toplam 50 milyar Avro bulamazsa borçlarını ödeyemeyecek noktaya gelmiş. Eğer komplo teorilerine inanıyorsanız, ABD Hazine Bakanlığı’nın sahibi mi, Fed’in ortağı mı desem, ama her kesinlikle devletle iç içe, “Goldman Sachs, Yunanistan krizinin derinleşmesine yardım ederken, bu ülke batınca AB projesini de peşinden sürükleyeceğini hesaplamış olabilir” diye düşünebilirsiniz. Bana gelince, ben komplo filan bilmem, ama kriz başladığından bu yana Wall Street Journal, Financial Times gibi ABD (Anglo-Sakson) mali sermayesinin sözcülerinin yorumlarına, Soros’un felaket senaryolarına bakarak, eğer Avro çökerse birileri finansal, birileri de siyasi alanda büyük kazanç elde edecek diye düşünmeden edemiyorum. Hesap hatası mı? Bumerang mı? Hesap hatası, eğer varsa, bence şu noktada oluştu: Yunanistan’ın Avro’yu terk ederek, 20. yüzyılın en istikrarsız paralarından drahmaya geri dönmesi söz konusu olamaz. Yunan burjuvazisi bu koşullarda net varlıklarının değerinin tuvaletin deliğinde gideceğini çok iyi bilir; böyle bir sarsıntı sırasında emekçi sınıfların yükselen kızgınlığının önünde duramayacağını da… Eğer askeri rejimler gündeme gelmezse… Bu nedenle Yunanistan’ı yönetenler eninde sonunda kendilerine dayatılanları kabul etmek durumundadırlar diye düşünüyorum. Bumerang’a gelince, Yunanistan krizi Avro’yu sarstı ama, Almanya’ya ve merkez ülkelerine AB’yi yeniden şekillendirmekte kullanabilecekleri etkili bir kaldıraç sundu. Diğer bir deyişle, mali kaynak gereksinimi 200 milyar Avro, ekonomisi, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda’nın toplamının iki katı olan İspanya’dan başlasaydı kriz, görüntü başka türlü olabilirdi. Ama, AB ekonomisinin en fazla yüzde 3’ünü oluşturan Yunanistan “laboratuvar faresi” olarak kullanılabilecek, bu arada diğer AB üyelerine ölümü göstererek sıtmayı kabul ettirmeye yarayabilecek bir örnek oluşturuyor. Nitekim haftanın ikinci yarısından itibaren Yunanistan’ın kurtarılacağına, bu arada AB’nin yeniden şekillenme, sürecinin ne yönde ilerletilmeye çalışılacağına ilişkin belirtiler de ortaya çıkmaya başladı. AB süreci merkezi kurumların, üye ülkelerin üzerinde mali ekonomik denetimleri ve gözetim yetkilerini arttıracak, Almanya’nın etkisini, pardon, liderliğini güçlendirecek yönde ilerleyecek gibi görünüyor. Nigel Farage’in, Almanya-Fransa tarafından, Tony Blair’i ekarte ederek, bu süreçte uygun bir araç olmak üzere, özellikle seçtikleri Van Rompuy’a bu şiddette saldırmasının nedeni de bu… Gerçekten de bu kriz bittiğinde İngiltere iyice marjinalleşmiş, AB periferisi Almanya ve Fransa etkisindeki Brüksel’in protektorasına dönüşmüş olabilir. Normalleşme sürecinde Almanya… Yunanistan Avro’dan çıkamaz ama Almanya da AB sürecinin çökmesini göze alamaz. Geçen hafta birçok yorumcunun hatırlattığı gibi, bu süreçten en çok yararlanan ülke Almanya oldu. Siyasi açıdan Almanya “normalleşme” sürecini Avrupa Birliği içinde yaşadı. Almanya Nazi, “Yahudi soykırımı” mirasını, Schuldstolz (suçunu kabul edip cezasını çekmekten kaynaklanan gurur) kavramıyla ifade edilen bir psikolojiyle geride bıraktı. Helmut Kohl’ün hedeflediği gibi “Almanya’nın ve müttefiklerinin çıkarlarını savunmak için, askeri güç de olmak üzere tüm meşru siyasi araçları kullanabilen normal bir ülke” haline geldi. Yeniden, AB’nin en zengin, en büyük nüfuslu ve etkili ülkesi oldu. Bu bağlamda, Amerikan sağının ilginç dergilerinden The American Interest’in Kasım-Aralık 2009 sayısında, “Almanya Normal mi?” başlığı altında yayımlanan makaleleri özellikle öneririm. Almanya’nın bu “normalleşme” sürecine, Ortak Pazar’ın, ortak para biriminin, AB sürecinde yasal homojenleşmenin etkilerinden büyük ölçüde yararlandığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Avro’ya, Mark’a göre daha düşük bir düzeyden giren Almanya, hemen AB içinde, dünyada rekabet gücünü arttırdı. Avro sayesinde mali piyasaları büyüdü, derinleşti. İstikrarlı dövize sahip olmak, kendi döviziyle ticaret yapmak ticaret maliyetlerini ve kur belirsizliklerini azalttı. Bu iki gelişmenin sonuçlarına ilişkin verilere geçen hafta sık sık rastladık. Almanya’nın Yunanistan ve İspanya ile ticaret dengesi, sırasıyla 4.7 ve 12 milyar Avro fazla vermiş, İtalya’ya ihracatıysa 50 milyar Avro düzeyinde. Diğer taraftan Alman bankalarının, şimdi mali sıkıntıda olan ülkelerden alacaklı olan kurumların başında geliyorlar olması Almanya’nın bu ülkeleri ihracat pazarı olarak değerlendirirken, bu ihracatın finansmanı sürecinde Alman mali sermayesine büyük olanaklar sunduğunu (Goldman Sachs’ın da aslında kimleri hedef aldığını) gösteriyor. (Çarşamba günü devam ediyorum) DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Avrupa Birliği’nde ‘Kriz’ ve ‘Komplo’ (I) [email protected] Gizlemeye gerek yok, ülkemizde bir değerler savaşı yaşanıyor. Bu savaşın, çağdaş, laik, demokratik ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu; eşitlikçi, özgürlükçü bir Türkiye isteyen kişiler ve kurumlar ile bu değerlerin yerine İslam dininin değerlerinin yerleştirildiği bir Türkiye isteyen kişi ve kurumların arasında olduğu geçen hafta bu köşede vurgulandı. Sorun, bu iki değer dünyasının uyumlu kılınmasıdır. Türkiye toplumu bu soruna nasıl çözüm bulunacağının tarihsel sınavındadır. Değerlerin barışı sağlanır mı? Sağlanırsa nasıl? Değerlerin barışı bu ikilinin bir ortak alanda buluşması sonucu sağlanabilir. Ortak alan, insanlığın asırlar boyu büyük savaşımlar sonucu kazandığı düşünce düzeyi ve bunların güvence altına alınarak korunduğu kurumsal yapıdır. İnsanlığın ulaştığı düşünce düzeyinin temelinde özgürlüğün genişlemesi ve derinleşmesi vardır. Bireyin özgürleşmesi, emeğini yani bedensel ve zihinsel gücünü, istediği gibi kullanmayı; istediği kişiyi eş seçmeyi; bilimsel çalışma yapma özgürlüğünün sınırsızlığını içeren çok geniş bir alandır. Eşitlik özgürleşmenin doğal uzantısıdır ve başta kadın-erkek eşitliğini; çocuğun ve gencin yeteneklerini geliştirmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını ve bunları tamamlayan, işsizlik, yoksulluk durumlarında toplumsal koruma ağlarını ve sosyal hakları içerir. Siyasal yönetimin tepesindeki yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrılığı ve bunların karşılıklı denetim ve denge düzlemine yerleştirilmesi, özgürlüğü ve eşitliği güvence altına alan temel ilkelerdir. Aslında, siyasal yapılanmada suyun başı yasamadır. Yasama organının toplumsal katılım sonucu oluşması ve etkin çalışması demokratik bir yönetimin en önemli önkoşuludur. Oysa yasamayı belirleyen Başbakan, bu gücün her şeyi yapabileceği yanlışını sürekli olarak topluma pompalıyor. Yasamanın da uyması zorunlu ilkeler vardır; örneğin, isteyen köle olabilir diye bir yasa çıkaramaz. Denetim ve denge, bağımsız kurumsal yapıların varlığını zorunlu kılar. Yargı, bilim kurumları, basın-yayın ve piyasayı düzenleme ve denetleme kuruluşlarının siyasetin güdümünde olmalarının, çağdaş demokraside yeri yoktur. Ülkemizde son yıllarda İslamı temsil eden siyasal güç AKP’dir. Yukarıda özetlenen çağdaş değerlere ne ölçüde uyum sağladığı bir türlü anlaşılamayan AKP, İslamcılığını hiç saklamıyor. Ancak, gerek siyaset uygulamasında gerekse toplumsal yaşam tarzı olarak, İslamın ne olduğu ve nerede duracağı belli değildir. İslamcılar, pek çok ana konuda anlaşamıyor. İnsan ilişkilerini belirleyen kuralların kimi kez kişiliği ezen kaskatılığı günümüzün insan hakkı kavramıyla uyuşmuyor. Örneğin kadının giyiminden eğitimine, evliliğine ve çalışmasına kadar İslam ülkeleri uygulamalarının çok farklı olduğu biliniyor. Çocuğun alacağı eğitim; bilimsel araştırma; içki yasağı -geçenlerde, son dört yılda ülkede 17 binden fazla içki satış noktasının kapandığı açıklandı ve her konuda sözü olan Başbakan’dan ses çıkmadı- sanat ve kültür etkinliklerine getirilecek sınırlamaların ucu açık kalıyor. Böyle olunca da hangi İslam sorusuna yanıt bulunamıyor; buradan cemaat ve tarikat yapılanmaları doğuyor. Bunların da iç işleyişlerinin ne ölçüde özgürlükçü ve eşitlikçi olduğu ne biliniyor ne de konuşulabiliyor! Bu durumda AKP’nin yapması gereken, bir cemaat koalisyonu olmak yerine çağdaş demokrasinin temel değerlerini benimsediğinin güvencesini vermek ve İslamcılığının sınırlarını çizmektir. Gelgelelim ülkenin siyasal İslama teslim olmasını istemeyenlerin durumuna. İşin gerçeği, cemaat benzeri dağınıklık, giderek parçalanmışlık siyaset alanında onların da asıl sorunudur. On yıllardır aynı siyaset çizgisinde bulunanlar, uygun deyimiyle kardeş kanı akıtıyor; birbirlerini yiyorlar. Bu yetmiyor; yine yıllardır, oy alırız beklentisiyle sağcılaşıyorlar. Oysa çağdaşlaşmacıların yapabilecekleri ve yapmaları gereken çok şey var. Her şeyden önce, özgürlüğü, eşitliği, ekonomik ve sosyal hakları ve kurumsal bağımsızlığı esas alan bir demokratikleşme projesini topluma sunmak. AKP’nin cemaat demokrasisi anlayışının karşısına özgürlükçü ve eşitlikçi demokrasi seçeneğini oluşturmak. Bu amaçla toplumun, işçi ve işveren örgütleri başta olmak üzere, iç ve dış demokrasi güçlerine dayalı bir büyük açılımı yaşama geçirmektir. Zaman, sabırla bekleyelim, biri kendiliğinden düşer, öbürü de yine kendiliğinden yükselir deme zamanı değildir. Çağdaş demokrasinin değerlerine dayanan bir seçenek oluşturulmalıdır. Eğer AKP’nin, niteliğinin bir sonucu olarak çağdaş özgürlüğün ve eşitliğin gelişmesini ve kurumlaşmasını yapamayacağı açıksa ya da bürokrasisi, yargısı ve yaşamıyla toplumu bir yangın yerine çevirmekte olduğu görülüyorsa, bunun gereği yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, yangından geriye yalnızca kül kalır ve küllerden yeni bir yaşam üremez; ve çağdaşlık, kendi alın yazısını yazma ve bunu toplumsallaştırma başarısını göstermeyi de kapsar. Türkiye toplumu bunu başaracak birikime, deneyime ve gelişmişlik düzeyine geldiğini kanıtlamalıdır. Geçen günlerde yaşamını yitiren İhsan Doğramacı’nın yaptığı büyük işler sayılırken birinin unutulması doğru olmaz! 12 Eylül sonrasında 75 dolayında profesör, doçent unvanlı ve ayrıca yüzlerce (doktoralı/doktorasız) öğretim elemanının üniversitelerden sorgusuz, sualsiz ve gerekçesiz uzaklaştırılmaları sırasında ve bu olaylar nedeniyle onlarca öğretim üyesi görevinden ayrılmak zorunda kalırken Doğramacı YÖK Başkanı’ydı. Bu satırların yazarı da Doğramacı imzalı bir yazıyla ODTÜ’den uzaklaştırılmıştı. Ekonomi Servisi - Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) düşük, “10 numara- lı yağ”, “baz yağ”, “yağlama müs- tahzarları” gibi ürünlerin, akaryakõ- ta karõştõrõlmasõ veya akaryakõt gibi kullanõlmasõnõn önemli bir vergi kay- bõna neden olduğu tespit edildi. AA’nõn edindiği bilgiye göre, teks- til, deri sektörü, boya sanayii gibi stra- tejik endüstri kollarõnõn hammadde olarak kullandõğõ yağlama müstah- zarlarõndaki vergi avantajõnõn akar- yakõta katõlarak ya da akaryakõt gibi kullanõlarak kötüye kullanõldõğõ be- lirlendi. Stratejik endüstri kollarõna bir anlamda teşvik sağlamayõ amaçla- yan bu düzenlemenin ise akaryakõt sektöründe kötüye kullanõldõğõ anla- şõldõ. Gelen şikâyetler üzerine de Ma- liye Bakanlõğõ Gelir İdaresi Başkan- lõğõ, konuyu değerlendirmeye aldõ. Yağlardaki ÖTV tutarlarõna ilişkin fayda-maliyet analizi yapacak Ba- kanlõk, daha çok kõrsal motorine ka- tõlan ya da yerine kullanõlan söz ko- nusu yağlarõn satõşõnõ takiben de is- tasyonlarda denetimlere başlayacak. İthalat ve üretim rakamlarõ üzerin- den Türkiye’de piyasaya sürülen baz yağ ve madeni yağ miktarõnõn toplam 750-800 bin ton dolayõnda olduğu tah- min ediliyor. Ülke madeni yağ ihti- yacõnõn 450-500 bin ton dolaylarõnda olduğu dikkate alõndõğõnda yaklaşõk 250-300 bin ton dolayõndaki baz yağ ve madeni yağõn, 10 numara yağ, müs- tahzar gibi adlar altõnda doğrudan akaryakõt piyasasõna sunulduğu veya ÖTV farklõlõklarõndan yararlanõlarak piyasada tüketicinin aldatõlmasõna ve haksõz rekabete konu oluyor. Farklõ gümrük tarife pozisyonla- rõndan ithal edilen madeni yağ, baz yağ türleri ve atõk madeni yağlar üzerin- de yõlda en az 500 bin ton düzeyinde motorin yerine kullanma ve karõştõr- ma işlemi olduğu ifade ediliyor. Baz yağlarõn ve atõk yağlarõn illegal kullanõmõndan kaynaklõ piyasanõn bü- yüklüğünün yõllõk 1.5 milyar liranõn üzerinde olduğu, devletin ÖTV ve KDV’den kaynaklõ toplam vergi kay- bõnõn ise 550-600 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. Ton başõna vergi kaybõ ise 1200 lira olarak öngörülüyor. Baz yağlarõn ve atõk yağlarõn illegal kullanõmõndan kaynaklõ piyasanõn büyüklüğünün yõllõk 1.5 milyar liranõn üzerinde olduğu hesaplanõyor. P E T D E R : H A K S I Z R E K A B E T N E D E N İ Petrol Sanayi Derneği (PETDER) Genel Sekreteri Erol Metin, baz ve atõk yağlarõn motorin yerine kullanma ve karõştõrma işlemi nedeniyle önemli bir vergi kaybõnõn yanõ sõra, bu tür maddelerin piyasada satõlmasõnõn haksõz rekabete de yol açtõğõnõ söyledi. Bunun bir diğer önemli unsurunun ise çevre ve insan sağlõğõna verilen zarar olduğuna dikkat çeken Metin, konuya ilişkin Maliye Bakanlõğõ ile görüştüklerini ve zarar tahminlerini ilettiklerini ifade etti. Metin, hiçbir endüstri grubunun zarar görmesini istemediklerinin ancak akaryakõt sektöründeki bu kötüye kullanõmõn önüne geçilmesi gerektiğini kaydetti. “Enerji ürünlerinde birbirini ikame eden maddeler arasında vergi makasıaçılmamalı” diyen Metin, bazõ endüstri gruplarõnõn zarar görmemesi için de vergi bazlõ teşvikler yerine vergi iadesi gibi yöntemler uygulanmasõ gerektiğini söyledi. MASTERCARD Kredi kartı telefona yüklenecek CEODördüncü:Aksigorta’dauluslararasõstratejikortaklõkkuruppazarliderliğinihedefliyoruz Sabancı, sigortaya ortak alacak İSTANBUL (AA) - Mas- terCard, “paypass” (temassõz) teknolojisini cep telefonuna en- tegre ettiği ve pilot uygulama- sõnõ yürüttüğü projeyi bu yõl içinde Türkiye’de yaygõn hale getirmek istiyor. Uygulamayla normalde kar- tõn üzerinde bulunan statik bil- giler, dinamik olarak da telefon üzerinde değiştirilebilecek ve kartõn farklõ kullanõmlarõnõn sağlanmasõ için müşteri sadakat programõ çerçevesinde farklõ özellikler de ürüne yüklenebi- lecek. MasterCard Avrupa, İno- vatif Platformlar ve Mobil Öde- melerden Sorumlu Başkan Yar- dõmcõsõ James Davlouros, kartlara yerleştirilen çiplere yüklenen programlarõn sadece ödemeyle ilgili olmayabilece- ğini ve ödemenin yanõ sõra, çi- pe müşteri sadakat programõ dahilindeki ek bilgilerin, ula- şõmla ilgili bilgilerin eklene- bildiğini anlattõ. Temassõz tek- noloji sayesinde farklõ sektörleri hedeflediklerini vurgulayan Davlouros, Türkiye’de ulaşõm- da 8 ilde temassõz uygulamasõ- nõn bulunduğunu, üniversite- lerle ilgili projelerin yakõnda uy- gulamaya geçeceğini bildirdi. GE’nin Garanti’den çõkõşõnõn hatõrlatõlmasõ üzerine Güler Sabancõ, Akbank’ta yüzde 20 pay sahibi olan Citibank için “Citi buradaki yatõrõmõndan memnun” dedi. Holding CEO’su Dördüncü, hedeflerini anlattõ. Ekonomi Servisi - Sa- bancõ Holding Yönetim Kurulu Başkanõ Güler Sa- bancı, soru üzerine Ak- bank’ta yüzde 20 hissesi olan Citibank için “Citi buradaki yatırımından memnun” dedi. Sabancõ, yabancõ ban- kalarõn Türkiye’deki his- selerini satmalarõnõ bir trend değişikliği olarak görüp görme- diği sorusuna ise, “Ben bir trend değişik- liği olarak görmüyorum. GE portföy değişimine gidiyor ve dünya gene- linde finanstan çıkıyor” dedi. Sabancõ Holding CEO’su Ahmet Dördün- cü de Aksigorta’da ulus- lararasõ büyük bir ortakla stratejik ortaklõk kurarak pazarda 2010 yõlõnda li- derliği hedeflediklerini söyledi. Reuters’õn haberine gö- re, perşembe günü gaze- tecilere yaptõğõ ancak pa- zar gününe kadar ambar- golu olan açõklamalarõnda Dördüncü, “Biz bu ko- nuda Avivasa modelini uygulamak istiyoruz. Uluslararası büyük bir ortakla, stratejik bir or- takla 2010 yılında pa- zarda birinci olmak is- tiyoruz” dedi. Dördüncü, bu konuda daha fazla bilgi ver- medi. Sabancõ Hol- ding’in 2010 yõlõnda kon- solide net satõşlarõnõn ge- çen yõla göre yüzde 6 ar- tõşla 21 milyar TL olma- sõnõn planlandõğõnõ söyle- yen Dördüncü, “Konsoli- de cironun yüzde 47’si- nin sanayi ve hizmetler- den, kalanının finanstan gelmesini bekliyoruz. 2009 yılında finansın payı yüzde 63, sanayi ve hizmetlerin payı yüzde 37 olmuştu” dedi. ABD’nin en önemli gezi fuarlarından “New York Times Travel Show”a katılan Türkiye, bu yıl da büyük ilgi görüyor. Fuarda, Türkiye’nin New York Kültür ve Tanıtma Ataşeliği tarafından kurulan turizm standı, geçen yıla göre bu yıl daha büyük bir alanda yer alıyor. Türkiye standında, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Türk Hava Yolları ile birlikte “Pacha Tours, Peerless Travel, Argeus Tourism&Travel, Rock Valley Travel, FLO USA, Fez Travel, Euphrates Tours&Gamirasu Cave Hotel ve The Marmara Hotels & Residences” seyahat firmaları ve otellerinin yetkilileri de temsil ediliyor. Geçen yıl krizin gölgesinde sönük geçen fuarda bu yıl 150’den fazla ülkeden yaklaşık 500 katılımcı yer alıyor. Üç günlük fuar dün sona erdi. (AA) Türkiyestandınabüyükilgi ÖTV’si düşük 10 numaralõ yağ, baz yağ gibi ürünler akaryakõtta yõlda 600 milyon TL kayõp yaratõyor ‘10numara’vergikaçağõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle