18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 ŞUBAT 2010 SALI 6 HABERLER BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Polisin İflası mı Becerisi mi?.. Hapishanelerde bulunan nüfusun beşte birini uyuşturucudan mahkûmun /tutuklunun oluşturduğunu belirtmiştik dünkü “Toplumsal Entegrasyon” yazımızda; 10 ayda 10 bin kişi daha yakalanmış ve 23 bin kişiye ulaşılmıştı... Uyuşturucu artışı için, bu polisin iflası mı diye sormuştuk... Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı Ahmet Pek aradı, “Polisin iflası değil, becerisi” dedi. Anlattığı tabloya bakınca, haklı. Pek, bu göreve geldikten sonra, 2006’da, stratejide değişiklik yaptırmış. Uyuşturucu ile ağırlıklı mücadele politikası, “transit geçişlere denetim ve yüklü miktarda uyuşturucu yakalama”ya yönelik iken, iç piyasada uyuşturucu satışına karşı mücadeleye de öncelik ve önem vermişler. Sonuçta 81 il ve 33 ilçede uyuşturucu çetelerine karşı operasyon yapabilecek bir örgütlenme gerçekleştirmişler. “Çünkü” diyor, “transit geçişlere karşı başarı iyi de, bizim çocuklarımız, insanlarımız da çok önemli, özetle iç pazara satışa yöneldik…” 2009 yılı bu mücadelede kırılma noktası olmuş. 10 ayda 10 bin uyuşturucudan tutuklamanın nedeni bu. “60 kişilik uyuşturucu şebekeleri bile yakaladık” diyor Pek. Geçen yıl 12.5 tonu polis, geri kalanı gümrük-sınır ve jandarma tarafından olmak üzere toplam 16 ton uyuşturucu (eroin) ele geçirilmiş. Esrar miktarı 80 ton! AB ülkelerinde toplam yakalanan miktarın iki katı.. İç pazara yönelik gelişen bu operasyonlar sonucu, uyuşturucudan hapishanede bulunan kişi sayısı da 2005’te 5 bin iken, yıldan yıla artarak 8 bine, 10 bine, 15 bine ve 23 bine ulaşmış. Şüphesiz bunlar arasında kullanıcı sayısı çok az, daha çok getirici, taşıyıcı, sürücü ve satıcı, üretici, şebeke elemanları ağırlıkta. “81 il tam saha pres”ten bahsediyor Pek: “Arz ile mücadeleyi biz yapıyoruz, taleple mücadele de Sağlık Bakanlığı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı ve ailelerin, ilgili sivil toplum örgütlerinin işi.” Gerçek şu ki, ülkemizde büyük bir yeraltı uyuşturucu organizasyonu var. 2006’dan önce, anlaşılıyor ki, uyuşturucu şebekeleri çok daha rahat çalışıyor, pazarlarını genişletiyor, uyuşturucu alışkanlığını yaygınlaştırıyor ve eleman sayılarını durmadan arttırıyorlardı! “İçerideki” 23 bin kişi, aileleriyle birlikte yaklaşık en az 100 bin kişi “ekmeğini” uyuşturucu satışından sağlıyordu demek ki! Dışarıda bu işi sürdüren belki de en az iki katı, 46 bin kişi daha vardır! Şüphesiz her zaman bir yeraltı ekonomisi olur... Hele uyuşturucunun kazandırdığı iyi ve kolay para nedeniyle, “Bir yaparım, vurgunu vururum, bir daha bu işe girmem” gibi, kendilerini kandırıcı bir düşünceyle bu işe girenler hep olacak… Herhalde, ekonomik kriz ve işsiz artışı, uyuşturucu işine girenlerin sayısını da arttırıyor! Polis görevini yapıyorsa da, önemli olan, Türkiye’nin sosyal-ekonomik yapısının uyuşturucu ticaretine verdiği destek... Belki de bir 23 bin kişi daha tutuklansa, geride, bu işe soyunacak yüz binlerce kişinin olması… Tabii, yurttaşların ekonomik ve sosyal yapıya entegrasyonu zorlaştıkça, büyüdükçe, sadece uyuşturucu değil, bütün alanlarda “suç trafiği”nde de büyük artışlar oluyor... Şüphesiz ki bu işin özü polisin değil, siyasi iktidarın sorunu! Ekonomik ve sosyal entegrasyonun gerçekleşmesini neredeyse tamamen serbest piyasa ekonomisine bırakan bir siyasi anlayışın, polisin görevini de arttırdığı/zorlaştırdığı açık... O zaman da “suçu engellemek” için polisi durmadan güçlendirir, yeni hapishaneler inşa eder, dolunca da af çıkarırsınız... Son af ile çıkanların yüzde kaçı geriye döndü? Bu ekonomik ve sosyal yapıya, entegrasyon konusundaki en büyük açmazın Güneydoğu Anadolu - Doğu Anadolu’da yaşandığını biliyoruz.. Bu eksiklik, karşımıza ağırlaşmış bir Kürt sorunu olarak çıkıyor... Sorun sanki salt Kürt kimliği/kültürü sorunu imiş gibi bir algılamaya yol açıyor... Mesele salt Kürt kimliği meselesine indirgeniyor... Ve salt siyasi çözümlere odaklanıyor. Ki bu ayrı bir yazı konusu... [email protected] TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ [email protected] - www.mehmetfarac.com PKK’nin askeri kanadı 1984 yılından bu yana Kuzey Irak ve Güneydoğu kırsalında eylemler yapıyor. Terör grupları oluşturulurken adı “Arteşa Rızgariya Gele Kürdistan - ARGK” yani “Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu” olarak saptanmıştı. Bu yapılanma son yıllarda “Hezen Parastına Gel - HPG” yani “Halk Savunma Güçleri” olarak faaliyet gösteriyor. HPG çeşitli eylem birimlerini kapsıyor. Bu birimlerin başında kırsalda 10 ile 20 yıl arasında faaliyet gösteren Nurettin Sofi, Zozan Çevlik, Şahin Cilo, Zaho Zagros, Tekoşer Şemzinan, Ali Haydar Dersim ve Rızgar Ersi gibi üst düzey PKK’liler de bulunuyor. Bu kişiler Güneydoğu kırsalı ile Kuzey Irak, İran ve Suriye’deki silahlı militanları yönlendiriyor. PKK’nin 6 bin civarındaki militanını bünyesinde barındıran HPG’nin başında ise “Anakarargâh komutanı” olarak nitelendirilen Suriyeli Nurettin Sofi bulunuyor. Bu militan, PKK’ye silah bıraktırılmasının tartışıldığı bir süreçte çok ilginç açıklamalar yaptı. Sofi, örgütün ajansına verdiği demeçte bırakın silah bırakmayı, “direniş hazırlığı” içinde olduklarını bile itiraf etti! İşte AKP’liler “Kürt açılımı” tartışmalarında havanda su dövmeye devam ederken binlerce teröristi yöneten Sofi’nin tehdit içeren açıklamaları: “Biz 13 Nisan’dan (2009) bu yana eylemsizlik içinde olduk. İyi niyetimizi göstermek için dağdan arkadaşlarımızı gönderdik. Peki, Türkiye nasıl yaklaştı? PKK’nin tasfiyesi... Bu zihniyet var olmasına rağmen biz silah mı bırakacağız? Bu mümkün değildir. Tersini söylemek daha doğru olur; bu zihniyete karşı amansız bir direniş içerisine girmek gerekiyor ve biz bunun hazırlığı içindeyiz.” Direniş!.. Deklarasyon!.. Ayrışma!.. Ve Hedef!.. Nurettin Sofi’nin “direniş” hazırlığı açıklamasından üç gün önce Kürt hareketinin çatı örgütü (Koma Civaken Kurdistan - KCK) yani “Kürdistan Topluluklar Birliği” bir deklarasyon açıklamıştı. “Demokratik Çözüm ve Barış Deklarasyonu”yla ilgili açıklamayı KCK’yi yöneten Murat Karayılan yapmıştı. Karayılan, “Kürt sorununda kalıcı çözümün gelişmesi, toplumsal uzlaşmanın sağlanması için üç temel ilkenin esas alınmasını bir çözüm anahtarı olarak” açıklamış, “ilke”leri ise şöyle sıralamıştı: “Hiçbir kimliğin egemen ve ayrıcalıklı olmadığı ‘demokratik ulus’, hiçbir toplumun yaşadığı ülke yok sayılmadan bütün toplulukların üstünde yaşadığı ‘demokratik vatan’ ve toplumların ulusal ve siyasal haklarının demokrasi içinde tanındığı ‘demokratik’ Cumhuriyet.” Peki, bu “ilkeler”in yaşama geçirilmesi için ne yapılması gerekiyormuş?.. KCK yöneticisi Karayılan bu kapsamda dört isteği de şöyle duyurmuştu: “Askeri ve siyasi operasyonlara son verilmesi. Tüm Kürt siyasetçilerin hemen serbest bırakılması. Öcalan’ın ilk adım olarak ‘ev hapsi’ gibi bir statüde kalmasının sağlanması. Demokratik çözüm için taraflar arasında müzakerelere başlanması.” Karayılan dün yaptığı açıklamada ise deklarasyona yanıt verilmemesinin “savaş kararı” anlamına geleceğini söyledi!.. PKK cephesinde bunlar yaşanırken, Kürt siyasetinin legal kanadı ise örgütle masaya oturulması konusunda Avrupa ülkelerinde lobi faaliyetleri yapıyor. Bu çalışmaların etkisi 3 Şubat’ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen 6. Kürt Konferansı’nın açılışında da dışavurdu. Avrupa Birliği Türkiye Yurttaş Komisyonu (EUTCC) Başkanı Kariane Westrheim, “PKK ile masaya oturulması” gerektiğini söyledi. Westrheim’in bu konuşmayı yapmasından üç gün sonra BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Reuters haber ajansına bir demeç verdi. Demirtaş, “Kürt sorununun çözüm sürecine dahil olabileceklerini, ancak silah bırakmayla ilgili konuların hükümet ile PKK arasında görüşülmesi gerektiğini” açıkladı. Demirtaş’ın bundan sonraki sözleri ise daha da dikkat çekiciydi. “PKK halktır, dikkate alınmalıdır, irademiz Öcalan’dır” diyen BDP tabanının aksine Demirtaş, “PKK bizden ayrı bir yönetim mekanizmasına sahip. Söyleyecek bir sözleri varsa, söylerler. Biz eğer bir şeylerin sesi olacaksak, BDP’nin sesi oluruz” demişti! Demirtaş, Reuters muhabirine “partisi ile PKK arasına mesafe koyacağını”da ifade etmişti. Peki, BDP lideri durup dururken PKK’den niçin uzaklaşmıştı?.. Sorunun yanıtı için Öcalan’ın 27 Ocak’ta avukatlarına söylediği talimat niteliğindeki şu sözlerini okumak yetiyor: “Daha önce birçok parti kapatıldı. Bu yenisi olmamalıdır. Tekrar uyarıyorum; ‘PKK’nin sözcüsü olmak’ falan deyip partiyi kapatıyorlar. PKK yasadışı silahlı bir örgüttür. Ama BDP der ki, ‘Biz sorunlarımızı Meclis aracılığıyla çözmek istiyoruz’. Bu ayrımı iyi koymak gerekir. PKK’nin sözcülüğü söz konusu değildir. Eğer gerekli görülürse BDP aracılık üstlenebilir. Ancak şimdiden bu biçimiyle kimsenin sözcüsü değildirler. Sonuçta PKK ile BDP arasında bir bağ olması mümkün de değil, mantıklı da değil. BDP’nin örgütlenmesi de bu çerçevede düşünülmelidir.” PKK, BDP ve Öcalan üçgeninde işte bunlar yaşanıyor... Tüm bu gelişmeleri yorumlarken de ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Kürt hareketinin legal ve illegal kanadı “Kürt açılımı” tartışmalarını bir yana bırakıp tek bir hedefe kilitlenmiştir. Üstelik bu nihai hedefe ulaşabilmek için “direniş” hazırlığı da sessizce yürütülmektedir. PKK bir yandan şiddeti dayatma yöntemi olarak kullanma stratejisinde kararlı olduğunu belirtirken diğer yandan da devletle masaya oturmak konusunda ısrar etmeye başlamıştır. Üstelik örgüt masanın bir ucuna kesinlikle Öcalan’ın oturması için de uluslararası düzeyde altyapı oluşturmaktadır. Öcalan’ın iki aşamalı bir planla serbest bırakılması hedefinin ilk etabı Karayılan’ın da açıkladığı “ev hapsi” seçeneğidir!.. Üçüncü yazıda da vurgulandığı gibi, Öcalan’ın PKK ve BDP üzerindeki etkisi giderek artmaktadır. Öcalan bir yandan örgütle BDP arasına mesafe koyulmasını isterken diğer yandan BDP’yi çeşitli etnik gruplar ve fraksiyonları bir arada tutacak bir “çatı partisi”ne dönüştürmeyi tasarlamaktadır. Tüm bu satırların özüne gelince; PKK de Öcalan da devletle masaya oturma konusunda BDP’yi “aracı” ilan etmiştir. Kürt siyasetinin tüm unsurlarına göre masadaki “muhatap” Öcalan’dır!.. “Çatı partisi” de “ev hapsi”nden sonra siyasete girmeyi düşleyen Öcalan’a hazırlanmaktadır!.. MEHMET MENEKŞE AMASYA - Alevi derneklerinin temsilcileri 27-30 Ocak’ta gerçek- leştirilen Alevi çalõştayõnõn ön ra- poruna sert tepki gösterdi. Alevi ör- gütleri, Alevi dedelerinin hizmet içi eğitime tabi tutulmasõ, Madõmak’õn müze olmamasõ gibi öngörülerin yer aldõğõ raporu, “Alevilere yö- nelik zihniyetin değişmediğinin somut göstergesi ve asimilasyon” olarak değerlendirdi. Başbakan Recep Tayyip Erdo- ğan’a sunulan raporu değerlendiren Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanõ Ali Balkız, raporun Alevilerin asimile edilmesine yöne- lik olduğunu belirtti. Balkõz, “Ça- lıştayın sonucundan asimilasyon çıkmıştır. AKP’nin kendi gizli ajandasındaki programı bizim ta- leplerimiz üzerinden gerçekleştir- meye çalıştığını görüyoruz” dedi. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Başkanõ Fevzi Gümüş, açõlõ- mõn bir aldatmaca ve AKP’nin ta- kõyyesine döndüğünü ifade etti. Gü- müş, “Bir bütün olarak baktığı- mızda raporla amaçlanan şey ta- mamen Alevileri AKP’ye yedek- lemek. Kamuoyuna ‘Aleviler ile il- gili çalõşmalar yapõyoruz’, Alevile- re ‘Sorunlarõnõzõ çözüyoruz’ izleni- mini vermeyi amaçlayan ikiyüz- lüce bir politika” diye konuştu. Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanõ Tekin Özdil de raporun bek- lentilerini karşõlamadõğõnõ belirtti. Hacõ Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfõ Genel Başkanõ Ercan Geçmez ise Alevilerin talepleri ile hüküme- tin açõklamalarõ arasõnda dağlar ka- dar fark olduğunu söyledi. ‘Hükümetin engeli yok’ Alevi Çalõştayõ Koordinatörü Nec- det Subaşı ise Madõmak’õn müze ol- masõ konusunda hükümetin bir engeli olmadõğõnõ savundu. Rapora destek veren Cem Vakfõ Başkanõ İzzetin Doğan, “Müze yapıldığı takdirde kin ve nefreti canlı tutmak gibi bir sonuçla karşılaşırsınız” dedi. ‘Açõlõm aldatmacaya döndü’ Çalõştaylarõn ardõndan hazõrlanan raporu değerlendiren Aleviler, asimilasyon politikasõnõn sürdüğünü belirtti Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanõ Balkõz, raporun Alevilerin asimile edilmesine yönelik olduğunu belirtti. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Başkanõ Gümüş, açõlõmõn bir aldatmaca ve AKP’nin takõyyesine dönüştüğünü ifade etti. 4 SAAT SÜREN EYLEM - Yatağan Termik Santralı’na talip olan City Group, Oyak Yatırım, Master Da- nışmanlık ve Socain firmalarının oluşturduğu konsorsiyumun temsilcileri, santralı görmek için Yatağan’a ge- lince işçiler barikat kurdu. Temsilcilerin santrala girmeleri engellenirken, işçiler 4 saat protesto eylemi yaptı. ÖZCAN ÖZGÜR MUĞLA - Yatağan Termik Santra- lõ’nõn özelleştirilmesi, yõllar sonra yine gündeme geldi. Dün sabah sa- atlerinde Özelleştirme İdaresi Baş- kanlõğõ’nõn talimatõyla termik sant- ralda fizibilite raporu hazõrlayõp Enerji Bakanlõğõ’na sunmak için Yatağan’a gelen City Group, Oyak Yatõrõm, Master Danõşmanlõk ve So- cain firmasõ yetkilileri santral önüne geldi. Santralda çalõşan işçiler ve sendika yöneticileri, şirket yetkilile- rinin santrala girişini engellemek için barikat oluşturdu. Sendikacõlar- la şirket yöneticileri arasõnda yaşa- nan tartõşma üzerine santral önünde toplanan bin kişilik enerji işçisinin yanõ sõra GELİ’den de 1000 kişilik maden işçisi santral önüne geldi ve eyleme katõldõ. Sendika temsilcileri, bundan sonra özelleştirmeye karşõ daha dikkatli olacaklarõnõ açõkladõ. İŞÇİLER ÖZELLEŞTİRMEYE DİRENİYOR Çelebi’ye saldırı için 30 yıl istendi İstanbul Haber Servisi- DİSK Genel Başkanõ Süley- man Çelebi’ye yönelik silahlõ saldõrõya ilişkin tutuklu bulunan Rıza Tunçbilek hakkõnda, 30 yõla kadar hapis cezasõ istemiy- le iddianame hazõrlandõ. Savcõlõkça hazõrlanan iddia- namede, 5 Kasõm 2009 tarihin- de Tunçbilek’in Çelebi’ye 9 el ateş ettiği belirtildi. Şüphelinin 1995 yõlõnda Çelebi’ye borç verdiğini ve bu nedenle kendi- siyle görüştüğünü söylediği be- lirtilen iddianamede, Tunçbi- lek’in alacağõ olduğuna dair herhangi bir belge ibraz edeme- diği kaydedildi. İddianamede, bir borç bulunmasõ halinde kişi- nin bunu 14 yõl boyunca iste- memiş olmasõnõn hayatõn ola- ğan akõşõna aykõrõ bulunduğu vurgulandõ. İddianamede, Tunçbilek’in “Öldürmeye te- şebbüs”, “Yağmaya teşebbüs” ve “Yaralama” suçlarõndan 22 ile 30 yõl arasõnda hapis cezasõ- na çarptõrõlmasõ istendi. ? İddianame hazırlandı Prof. İlhan Arsel’i yitirdik İstanbul Haber Servisi - Türkiye’nin yetiştirdiği önemli düşünürlerden, akademisyen, öğretim görevlisi ve yazar Prof. Dr. İlhan Arsel (89), uzun süredir yaşadõğõ ABD’de önceki gün yaşamõnõ yitirdi. 1921’de İstanbul’da doğan Ar- sel, 1942’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun ol- du. 1949’da Cenevre Üniversite- si’nde Hukuk Doktorasõ’nõ ta- mamladõ. Aynõ yõl Ankara Üni- versitesi Hukuk Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladõ. 1960 ihtilalinden sonra kurulan 10 kişilik Anayasa Komisyo- nu’nda, daha sonra da “Kurucu Meclis” ön tasarõsõnõ hazõrlayan komisyonda görev aldõ. 1971 yõ- lõnda New York’ta yerleşik In- ter-University Association adlõ kuruma danõşman ve araştõrmacõ olarak katõldõ. “Dünyada Ülke- lerinin Anayasaları” adlõ yayõ- nõn hazõrlanmasõnda görev aldõ. 1975’te Ankara Polis Enstitü- sü’nden, 1977’de ise Ankara Hukuk Fakültesi’nden, özgür düşüncenin önüne getirilen en- gelleri prosto ederek istifa etti. ? ABD’de yaşıyordu Validebağ’da sıkıntı sürüyor İki hastanenin Üsküdar Devlet Hastanesi adõ altõnda birleştirilmesi yurttaşlarõ mağdur etti ŞULE KÖKTÜRK Validebağ Öğretmenler Hastanesi ile Üsküdar Polis Hastanesi’nin Üskü- dar Devlet Hastanesi adõ altõnda bir- leştirilerek, Validebağ’daki hastane- nin bir ek bina olarak kullanõlmaya baş- lamasõnõn ardõndan başlayan yurttaş mağduriyeti bir araştõrmaya yansõdõ. İki hastane arasõnda mekik dokumak zo- runda kalan hastalarla görüşen Koşuyo- lu Gönüllülerinin araştõrmasõna göre, yurttaşlarõn yüzde 96’sõ hastaneler bir- leştikten sonra Validebağ’da her branşta doktora ulaşamadõğõnõ belirtiyor. Hasta- lar ve çevre sakinleri, bu uygulamalarla hastanenin işlevsizleştirilerek zamanla kapatõlmasõ ve Validabağ Korusu’nda gözü olan rantiyenin araziye sahip ol- masõnõn amaçlandõğõnõ düşünüyor. İki hastane geçen yõl Ağustos ayõnda ve- rimliliğin arttõrõlmasõ amacõyla birleşti- rilmiş ancak bu birleşmeden, verimlilik bekleyen hastalar mağdur olmuştu. Bir- leşmenin ardõndan Validebağ’daki ek hizmet binasõndan acil servis, dahiliye ve cerrahi gibi branşlar kaldõrõlmõştõ. ‘Servis değil, hastane istiyoruz’ Bugün de hekimlerin iki hastane ara- sõnda dönüşümlü olarak çalõşmasõ ne- deniyle, hastalar bir kez muayene ol- duklarõ hekimi ikinci kez yerinde bula- mõyor, bu da yaptõrdõğõ tetkiklerini gös- termek, ya da reçetedeki yanlõşõ düzelt- mek için doktorunu, Üsküdar Devlet Hastanesi’nde ya da ona bağlõ olan Do- ğancõlar Sağlõk Merkezi’nde aramak zorunda kalmasõna neden oluyor. Hastane yönetimi, hastalarõn yararlan- masõ için iki hastane arasõnda bir servis otobüsü bulunduruyor. Ancak, hastalar servis değil, Validebağ hastanesinin eski statüsüne kavuşturulmasõnõ istiyorlar. ‘ENGELLİLERE KARŞI MEVCUT ALGIYI DEĞİŞTİRECEĞİZ’ İstanbul Haber Servisi - Türkiye Değişim Hareketi (TDH) İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi ve Beşiktaş İlçe Başkanlõğõ Engelliler Komisyonu Başkanõ Ahmet Murat Seyhun, Türkiye nü- fusunun yaklaşõk yüzde 12.5’unu oluşturan engelli- lerin “toplumsal ayrımcılık, istihdam, dışlanma, eğitim, şehir altyapılarının engel- lilere uygun olmaması” gi- bi sorunlarla karşõ karşõya kaldõklarõnõ söyledi. Seyhun, Türkiye’deki en- gellilerin yaşadõklarõ en önemli sorunlarõn başõnda “ayrımcılık ve iş bulma zorluğu” sorunlarõnõn gel- diğini ifade etti. Seyhun, fõr- sat eşitliğinin olmamasõn- dan yakõnarak “Ben de bir engelliler okulunda çalı- şıyorum. Yalnızca 350 TL maaş alıyorum, sigortam da yok” dedi. TDH lideri Mustafa Sarı- gül’ün engellilere büyük des- tek verdiğinin altõnõ çizen Seyhun, “Bizim amacımız Türkiye’deki bütün engel- lilere daha iyi bir hizmet vermek, iş imkanı sağla- mak, okullarda engelliler için asgari fiziki şartları sağlamak, engelli ailelerine yardım yapmak ve engelli- lere karşı mevcut algıyı de- ğiştirmek” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle