18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PERİHAN ERGUN İktidarın karşıtlık tavrı bir de bakkallara sıçradı. Başbakan Erdoğan bir market açılışında, “Türkiye değişiyor, bakkalın devri bitti. Birleşerek marketleşin” buyurdular. Oysa ilk gelişlerinden önceki seçim bildirilerinde marketleri il merkezlerinin dışına çıkaracaklarını, hatta cumartesi-pazar günleri çalıştırılmayacağını vaat ediyorlardı. Demek ki Türkiye değişti derken kendi değişikliklerini söylüyorlarmış. Zaten 1995’ten bu yana yurt çapında bakkal sayısının 115 bine düşerek yarı yarıya azaldığı görülüyor. Kazanç açısından marketlerin çoğalmasıyla çok zor duruma düşen bu küçük esnaf, hükümetten gelişmiş ülkelerde olduğu gibi destek bekliyor. İçinde bulunmak hayalini sürdürdüğümüz AB ülkelerinde devlet küçük esnaf niteliğindeki bu kurumları sosyal yardım projeleriyle destekler. Ekonominin sosyolojik bir olay olduğunu bilerek, o sosyalliğin uzuvlarından saydığı küçük esnafa kol kanat gerer. Lütfen yetkililer onlara AB gözlüğüyle baksın... Halkımız arasında bakkal, şekilsel olarak ailenin bir yan kurumudur. Onları kendilerine mahalle muhtarlarından daha yakın görürler. Önünden geçerken dostça selamlaşırlar. Hatta evlerinin anahtarını bile gerektiğinde ona bırakırlar. Bu yakınlık türkülerde de simgelenmiştir. Bu konuyu tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” diye sahnesine taşımıştı. Evimin karşısında ve yakınında bulunan bakkal- manav komşularım mahallemizdeki garip gureba(!), fakir fukaranın yaşatıcısı gibidir. Aylık veya daha fazla günlerde veresiye defterine yazdığı ödemeleri, yaşam koşullarını bilerek sabırla bekler. Peynir, zeytin ve diğer besin maddelerini en aşağı ölçekte almalarını önemsemeden onlara hizmet verir. Bu garibanların ayakları ezkaza markete düşse, kasaya beş kuruş eksik verse kabul görebilirler mi? Hükümetin bakkallarla ilgili tasarladığı kanunu onlarla ve mahalleliyle konuşmadan oluşturmamasını öneririm. Benim önemseyerek değindiğim bu sorunu Sayın Başbakan’ın da çok iyi bildiğini düşünüyorum. Yanılmıyorsam emeği ve namusuyla çocuklarını yetiştirmeye çalışan rahmetli babaları, Deniz Yolları’ndan emekli olduktan sonra kısa bir süre Kasımpaşa’nın Sinanpaşa semtinde bakkal dükkânı çalıştırmıştı. Bu nedenle bakkallar konusuna sıcak bakabileceğini düşünüyor ve onlara arka çıkacağını umuyorum. İki aya yakındır Ankara kışının soğuğunda bir de kar altında büyük bir hak gasbı demek olan 4/C’ye tepkilerini duyurmak için aç sefil direnen TEKEL işçilerinin genel eylem is- teminin kararını almak için 6 işçi-memur federasyonu Türk-İş bünyesinde toplandı. 4 Şubat 2010 Perşembe günü bütün yurtta, anayasanın kendilerine tanıdığı iş bırakma eylemine geçme kararını aldılar. Memur-Sen eyleme katılmaktan vazgeçse de Türk-İş, DİSK, KESK, Hak-İş, Türkiye Kamu-Sen federasyonları on binlerce işçinin yanında TMMOB, sağlık kurumları çalışanları, eczacılar, siyasi partilerin örgütleri, üyeleri, aydınların temsili kurumları, sinema ve sahne sanatçıları, sivil toplum kuruluşları, öğrenciler, özetle bu eylemi haklı bulan halkımız, öyle ki maden işçileri bile ocaklardan çıkarak Zonguldaklılarla eyleme katıldı. Madenci yürüyüşünden -ki o eylem o günlerin iktidarını düşürmüştü- sonra gördüğüm en büyük taban hareketi oldu. TEKEL’in ateşi bütün yurdu sardı. Günün eylem şampiyonları İzmir, Adana, Mersin, İskenderun’da yaşam durdu. Ankara ve İstanbul eylemlerinde birkaç koldan binlerce kişi toplantı yerlerine ulaştı. İstanbul’da Saraçhane’de toplananlara araçlar klaksonlarıyla, yayalar ve evlerdekiler pencerelerinden alkışlarıyla gönülden katıldılar. Amasya, Samsun, Trabzon’dan Rize’ye, Bursa’dan Muğla’ya, Antalya’ya kadar herkes eylemcilerle birlikteydi... Eylem sonrası 6 konfederasyon başkanı toplanarak, başta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ilgili bakanlarla tekrar görüşerek, özelleştirme ve 4/C’yle kaybolan hakların geri verilmesini isteyecekler. Başbakan başta olmak üzere ilgililerin ellerini vicdanlarına koyacaklarını ummak istiyorum... CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Bakkallar Yok Sayılmamalı HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 9 ŞUBAT 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Hülya Avşar karda ayağını kırmış. Yine mi kart-kurt açılımı! Tiyatro Şefik Alan: “Tiyatrocu Nejat Uygur’u türbanı ile hastanede ziyaret edemediği için ağlayan Emina’nım, acaba ömründe kaç kez tiyatroya gitti! Gasp Zekai Buluç: “Emeğin gasbı, ‘Garson benden fazla maaş alıyor, netekim’ diyerek başlamıştı, ‘Yetim hakkı yiyorlar’ diyerek devam ediyor!” Birinci Hamza Saykan: “İşsizlikte dünya beşincisi olmuşuz. Bizi kesmez; gözümüz birincilikte olmalı!” YağmurDeniz Şimdi de şarkılarla Kürt açılımı AKP-FG koalisyonu “Kürt açılımı”nda çuvalladı. Hükümetin Kürt koordinatörü ve sultanın dahiliye nâzırı Hacı Beşir, bir arpa boyu yol alamadı. Şimdi devreye parti adına “otomatik pilot” Hüseyin Çelik girdi. Sultan hazretlerinin partideki yardımcısı Hüseyin Efendi, “Kürt açılımı”nı şarkıcılarla yapacakmış. “Şarkıcılarla Kürt Açılımı Projesi”ni duyan okur dostlardan Mustafa Pehlivan, hemen kolları sıvamış, bir repertuvar hazırlamış. Sezen Aksu: Seni gidi vurdumduymaz, seni gidi yaramaz. Canın isterse ararsın, istemezse aramaz. Ajda Pekkan: Palavra, palavra, palavra. İnanmam sana. Emel Sayın: Düştün gözümden artık, bana ait değilsin. Sen artık nazarımda bir yabancı gibisin. Son ateşi sen yaktın, Son ümidi sen yıktın. Gözlerimde ışıktın. Şimdi bir sis gibisin. Orhan Gencebay: Belki de çok mutlu olacaktık, tutsaydık dilimizi. Samime Sanay: Sonunda hicranı tattırdın bana. Ben sana sevmeyi öğretemedim. Mahzar, Fuat, Özkan geri kalır mı hiç: Ondan şikâyet, bundan şikâyet. Arkasından bir şarkı daha: Ele güne karşı yapayalnız, böyle de olmaz ki. Ve toplantı Banu Alkan’ın şarkısıyla biter: Neremi, neremi. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” KURALLARI sanki askeri hastane personeli koyuyor ve yanlış uyguluyormuş gibi civan padişahı Fatih Sultan Recep’in türbanlı karısının güya hasta ziyaretine alınmaması üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ “Keşke olmasaydı, savunamayız, insani boyutu var” diyerek iktidarla uyum içinde paslaşmayı sürdürdü. Hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında hayırlara vesile olması beklenen uyumlu paslaşmaların geliştirilerek devamı için Nami Tepe’nin birkaç önerisi var. İlker Başbuğ kabul buyura: “Öncelikle bölükten tugaya kadar her seviyedeki askeri birliğe imam kadrosu verilmeli. Kolordu, ordu, kuvvet ve Genelkurmay karargâhlarına general eşdeğeri müftülükler kurulmalı. Bu kadrolara uygun personel temin edilinceye kadar komutanlar dini liderlik yapmalı ve personele yani askeri cemaate topluca namaz kıldırmalı. Mesai saatleri, namaz vakitlerine ve mübarek ramazan ayında da oruç zamanına göre düzenlenmeli. Yıllık izin planlamalarında hacca gideceklere öncelik tanınmalı. Öğrenci alımlarında; askeri liselerde, Kuran kursu, tarikat ve cemaatlerden sertifikalı olanlara; harp okullarında ise ilaveten imam hatip lisesi mezunlarına öncelik tanınmalı. Subay ve astsubay sicil değerlendirmelerine; oruç tutup tutmadığı, namaz kılıp kılmadığı ve özellikle cuma namazlarını kaçırıp kaçırmadığı gibi dini vecibelerle ilgili kıstaslar getirilmeli. Dini başarıların yüksekliğine göre, sicil defterlerine ‘bölük imamı olur, tabur imamı olur, karargâh müftüsü olur, dindar bir Genelkurmay Başkanı olur’ gibi notlar düşülmesi sağlanmalı. Oruç tutmak ve namaz kılmak askerin temel değerleri olarak kabul edilmeli ve zorunlu kılınmalı. Tercihan her cuma ve dini bayramlarda giyilmek üzere ‘askeri dini kıyafet’ belirlenmeli. Ayrıca, askeri kıyafetler üzerinde kişinin dini başarı derecesini gösterecek şerit-rozet ve hatta madalya ihdas edilmeli. Türk milletinin yüzde 90’dan fazlasının Müslüman olduğunu cümle âleme göstermek için, Genelkurmay karargâhındaki cuma namazları basına açılmalı. İktidar ile Genelkurmay ilişkilerin yağ-bal gibi olduğunu göstermek adına her ayın ilk cuması ve ayrıca her bayramda komutanlar ve bakanlar birlikte namaz eda etmeli. Tugay ve üst seviyedeki birlik kışlalarında cami, daha küçük birliklerde mescit zorunlu kılmalı.” Bir de, İlker Başbuğ, Diyanet İşleri Başkanı ile mutlaka haftalık olağan görüşme yapmalı! Yeni TSK SESSİZ SEDASIZ (!) UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Ordu-Darbe Tartışmaları ve Mantık Dersleri! (1) Son haftalarda TV tartışmalarını izlerken deliriyorum. Şimdi biraz mantık, bilgi ve cesaret vasıflarınızı toparlayın lütfen: Eleştireceğim insanlara ben nasıl “şeriatçı” damgası vurmayacaksam, onlar da ucuz tavırlarla bana “darbeci” damgası vurmadan, argümanlara argümanla yanıt versinler! Önce, en güncel “kavga”lardan bir demet: Nazlı Ilıcak ve yardımcı sözcüsü, “askerlerin hep darbe yapmak için ortam yaratma peşinde olduklarını” söylüyorlar ve kanıt olarak “Bakın, 12 Eylül’den sonra hemen kesildi kanlı olaylar” diyorlar. İyi de, biraz tutarlı olun: Ordu bu kadar “ortam” yaratmaya uğraşsa, iktidara her el attığında, aynı gün “nasıl geri çekileceğinin” planlamasını yapar mıydı? Gider, bir sürü Afrika veya Güney Amerika ülkesinde olduğu gibi koltuğa oturur, bir daha da kalkmazdı! Ayrıca bu iddiaları sarf edenler arasında, ordunun, 12 Eylül öncesi sağ ve soldan günde ortalama 30 kişiyi öldüren terör şebekelerinin yerine geçerek, her gün kılık kıyafet değiştirip duvarlara yazılar yazıp, evler basıp, vatandaşları 4 yıl boyunca tarayıp terör saçtığına inanan var mı? Varsa onları derhal “Madımak katliamını ulusalcılar ve derin devlet yapmıştır” zıpırlıklarını yayanların yanına, akıl hastanesine yolluyorum. 12 Eylül’ün her şeyini eleştiriyoruz, ama herhalde terörü durdurmuş olmasına üzülmeyeceğiz! Başka bir nokta: Son zamanlarda yine 27 Mayıs’a saldırmak moda oldu ve ne yazık ki malum “Medya Çeteleri”nden bugün “darbeci” (!) damgası yememek için insanlar bu saçmalıklara susuyorlar... Mesela haddini aşan R.O. Kütahyalı isimli “Taraf”lı gazeteci, işi azıtarak “27 Mayıs’ı savunmak şerefsizliktir, alçaklıktır” gibisinden hakaretlere yelteniyor. Öncelikle, o sözleri hemen geri almaya mecbur olduğunu bilsin. Bu ülkede demokrasi uğruna canını vermiş Uğur Mumcu’dan Muammer Aksoy’a, Ahmet Taner Kışlalı’dan Abdi İpekçi’ye, sayısız binlerce aydın ve yazar-çizer, idam hataları hariç, 27 Mayıs Devrimi’nin arkasında kale gibi yer almışlardır. Bu ölümsüz şehitlerimize ve o günlerin tanıklarına, kimsenin bu şekilde hakaret hakkı yok. Hele bildiği yanıldığına yetmez yeniyetmelerin hiç yok! Örneğin 1 Şubat tarihli Milliyet, “Özgürlük tutkunu Abdi İpekçi” üzerine bir yazı dizisine başladı ve İpekçi’nin bir fotoğrafını yayımladı. O büyük insanın resminin altında “Onun döneminde Milliyet daha etkin bir habercilik yapmaya başladı” sözleri yer alıyordu. Halbuki o resimde ne yapıyordu İpekçi? 19.12.1959 tarihli Milliyet’in beyaz boşluklarla dolu ilk sayfasını gösterip “bakın şu rezalete!” der gibi demokrasi lincini hatırlatıyordu. O linç de, Menderes hükümetinin aldığı trajikomik kararlarla, her gün haberler arasından işine gelmeyenleri çıkartırıp, son anda yapılan bu sansürle gazeteleri ilk sayfasının büyük kısmını bomboş şekilde yayımlamaya mecbur etmesiydi! Bir başka konu, her yerde paranoyak-mağdurların “darbeci ve militarist” görme hastalığıyla ilgili... Gelin haberlere, makalelere bakalım: Bunu son 25 yıla uyguladığımda hiçbir militarist düzen meraklısı göremiyorum. Ama şeriatçılık düşkünleri özellikle 163. madde Türk Ceza Kanunu’ndan sorumsuzca çıkarıldıktan sonra her gün her yerdeler! Demokrasi açısından hangisi daha vahim? Bence ikisi de demokrasiye yakışmaz. Ama şeriatçıların bir ufak farkı var: Onlar geldiler mi, gitmezler ve oyunun tüm demokratik kurallarını “Allah” adına yok ederler... Bir son hatırlatma: 163. maddeyi kaldırarak yobazlığın önünü açanların en büyük tezi şuydu: “Efendim korkuya gerek yok, demokrasimiz zaten yeterince güçlü, o nedenle bırakın her şey ama her şey istisnasız serbest olsun, komünizm de, şeriatçılık da!” İyi de bu mantığa göre ülkede “militarist” varsa, ona da özgürlük tanımak mecburiyetinde değil misiniz? Zaten aksi halde nasıl izah edersiniz hem sözde demokrasi aşkınızı, hem de onu yok edecek olan “şeriatçılığa özgürlük” taleplerine bile olan “bonkör” müsamahanızı? Yoksa teorik özgürlükleriniz yalnız kendi seçim ve hedeflerinizle mi ilgili? Ben militarist filan hiç değilim ama mantığım sağlam ve soruyorum! Felsefi açıdan bu nasıl açıklanır? Bugünkü ders bu kadar, üstü haftaya! Bu cumartesi saat 14-17 arası Taksim’de Piramid Sanat’ta. http://www.piramidsanat.com CHP Tüzük Devrimi projesi hakkında önemli bir panele davetlisiniz. Lütfen kaçırmayın! www.chpdemokratikdevrim.org BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Trabzon yöresin- de dokunan ve daha çok peştamal ola- rak kullanõlan bir tür dokuma... Azer- baycan ve Kars yö- resine özgü telli bir çalgõ. 2/ Yurdu- muzda yetişen ve beyaz odunu torna- cõlõkta kullanõlan bir ağaç... Bir nota. 3/ İri ve uzun taneli bir üzüm cinsi. 4/ Bir işte bir kimse ya da şeyin üs- tüne düşen görev... Aruz ölçüsünde, kõsa okunmasõ gereken bir heceyi kalõba uydurmak için uzatma. 5/ Boksta vurulan bir yumruk çeşidi. 6/ Çam kozalağõ ya da meyve toplamak için dallarõ eğmeye yarayan ucu çengelli sõrõk... Sõ- vas’õn bir ilçesi.. 7/ Bir mal ya da paranõn, emek verilmeden sağladõğõ gelir... Mik- roskop camõ. 8/ Van Gölü’ne dökülen bir akarsu. 9/ Tel- li bir çalgõ... Sanat, hüner. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Anadolu’nun kimi yörelerinde kadõnlarõn giydiği, mantoya benzer bir üstlük... Bir gösterme sõfatõ. 2/ Hayat arkadaşõ... Eğlenceli, hafif konulu, içinde bestesiz ko- nuşmalar da bulunan müzikli sahne yapõtõ. 3/ Susamya- ğõ. 4/ Kõrsal kesimde büyük topraklarõ olan, varlõklõ ve sö- zü geçer kimse... Tahta yüzeyleri pürüzsüz duruma ge- tirmek için kullanõlan araç. 5/ Doğu Anadolu’da bir göl... İlgi çekici ve değişik kimse. 6/ “Bir kez gönül yõktõn ise/Bu kõldõğõn --- değil” (Yunus Emre)... Bir nota. 7/ Tekerle- ğin çõkmamasõ için at arabasõnõn dingiline takõlan demir bilezik. 8/ Zamir... Eski dilde yol. 9/ Romanya’nõn pla- ka imi... Seyrek dokunmuş bir tür kumaş. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 G Ö R A N L A R Ü Z Ü M A Y İ N L S E K B A N B U T L A N A F A T İ L E Y R N A K İ L A S İ K R R A S T I K İ S E V İ L İ A T E M İ K A K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 [email protected] www.bedribaykam.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle