Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 8 ŞUBAT 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
T
ürkiye’de giderek tansi-
yonu artan kurumlar
arasõ çatõşmanõn “dar-
be” konusu etrafõnda
çok tartõşõlmasõ, temel
sorunlarõ perdelemektedir. Türki-
ye’de demokrasinin en fazla konu-
şulduğu süreçte, özgürlüklerin ala-
nõnõn en aza indirgenmiş olmasõ at-
ladõğõmõz en önemli alt başlõk. Öz-
gürlüklerin bu süreçte öncelene-
meyişinin nedenleri göz ardõ edile-
rek sözde “demokrasi” tartõşmasõ
yapõlmakta!..
Demokrasi iktidarõn meşruluğu-
nu halkõn özgür rõzasõna dayan-
dõrdõğõ yegâne rejimdir. Özgür ira-
deye dayanan iktidarõn beslendiği
duygu sevgi ve güvendir. Yönetim
erkini elinde bulunduran otoriteye
bu nedenle “meşru iktidar” adõ ve-
rilir. Meşru iktidar, elinde bulunan
zor kullanma yetkisini keyfi olarak
kullan(a)maz. İktidarõn meşruluk
temeli ne kadar zayõflarsa, zor
kullanma (baskõ) artar. Korkuya da-
yalõ (baskõcõ) yönetimlerde ortaya
çõkan iradenin arkasõnda da (bir şe-
kilde sağlanmõş) rõza vardõr ancak
bu rõzanõn meşruluk temeli tartõş-
malõdõr.
Türkiye’de AKP hükümeti tek ba-
şõna iktidara gelebilecek oylarõ top-
lamayõ başarmõş, ancak, meşruluk
zeminini güçlendirememiştir. Ken-
disine oy vermeyenlerin güvenini
kazanamadõğõ gibi; toplumun gü-
venini ve sevgisini kazanan ku-
rumlarla çatõşmasõ, rejimle hesap-
laşan görüntüsü ile kendisine oy ve-
renleri karşõsõna almaya başlamõş-
tõr.
Kurumların güçlenmesi
Anayasa Mahkemesi tarafõndan
“laikliğe karşı eylemlerin odağı”
tespitinden sonra, TSK başta olmak
üzere, laikliğin savunucusu ku-
rumlarõn hedef alõnmasõ yolu ile bas-
kõnõn etki alanõ genişletilmeye ve
güç gösterisi sivil-asker çatõşmasõ bi-
çimine dönüştürülmeye çalõşõlmõş-
tõr. Hükümetin askerle çatõşmasõn-
dan topluma düşen pay, siyasete du-
yulan güvensizliğe askere duyulan
güvensizliği ekleme çabasõndan
öteye geçememiştir. Kurumlarõn
güçlenmesi devletin güçlenmesi-
dir. Kurumlarõn zayõflatõlmasõ dev-
leti temsil eden siyasal iktidarõn gü-
cünün değil, güçsüzlüğünün gös-
tergesidir. Siyasal iktidarõn temel
görevi, diğer kurumlarõ güçsüz gös-
tererek güçlenme hesabõnõ yapmak
ve yurttaşlar arasõndaki olağan fark-
lõlõklardan beslenmek, bunlarõ öne
çõkarõp, yurttaşlar arasõnda ayrõlõk ve
çatõşma yaratmak değil; toplumsal
çatõşmalarõ yumuşatmak ve gider-
meye çalõşmaktõr.
Düzen adına katlanıyoruz
Çarpõk denklemli bir hesaplaşma
zemini herkes için kaypak. Asker-
le hesaplaşarak sivilleşeceğimizi
düşünüyorsak çok yanõlõyoruz. Si-
villeşme asker karşõtlõğõ değil, mo-
dernleşme ile mümkündür. Tüm
yaşadõklarõmõza katlanõyor olmamõz,
bu yaşananlarõ hak ettiğimizin gös-
tergesi değil. Türkiye’de yaşanan
anormalliklere demokrasi geleceği
için değil, düzen adõna katlanõyoruz.
En kötü düzen düzensizlikten iyi-
dir noktasındayız artık!.. Halkõn
katlanmak zorunda bõrakõldõğõ bas-
kõcõ, özgürlüklere çarpõk bakan bir
yönetim anlayõşõna birileri õsrarla de-
mokratikleşme diyor!..
Toplum, darbe raporlarõnõn göl-
gesine çekilerek, TSK ile ve diğer
laik kurumlarla yapõlan hesaplaşma
ile giderek tõrmandõrõlan çatõşma-
lardan yõlgõndõr. Türkiye demokra-
siden uzaklaşõrken, sosyal demok-
rasiden söz etmek pek inandõrõcõ gel-
mese de Türkiye’de bugün tam da
demokrasinin dibi gördüğü bu nok-
ta, sosyal demokrasinin uygulan-
masõ için en uygun fõrsattõr aynõ za-
manda. Türkiye, sağ iktidarlarõn
liberal uygulamalarõnõn olumsuz
etkilerinin en fazla hissedildiği,
yalnõz toplumun hemen her kesiti-
nin ve tek tek bireylerin değil, tüm
kurumlarõnõn, hatta köklü kurum-
larõnõn da ağõr bedel ödediği bir sü-
reçten geçiyor.
TEKEL işçilerinin direnişine ve-
rilen desteğin arkasõnda yalnõz emek
ve emeğin hakkõ adõna yõllara yõ-
ğõlmõş tepkiler yok; bu haksõz dü-
zenden diğer tüm sektörlere, ku-
rumlara ve kişilere düşen ağõr be-
dele; baskõya, baskõcõlara tepki var.
Kitleler dõşlanarak gelinen siyase-
tin dayandõğõ noktada TEKEL iş-
çilerinin direnişi kitlelerin edilgen-
leştirilmesine bir tepki olarak da
okunmalõdõr.
Tek parti iktidarı
Türkiye’nin çõtasõnõ yukarõya
koymasõ gerektiği bir süreçten ge-
çiyoruz. Sol adõna kaygõlarõn dile
getirilmesi yanlõş. Bu tür kaygõlar
sağa yalpalamaya neden olur. Geç-
miş süreçlerde dayatõldõğõ gibi, sol-
da sağ isimlerden vitrin arayõşõna da
gerek yok!.. Solun kendi içindeki
değerlerle öne çõkmasõ, örgütlen-
menin güçlendirilmesi gerekmek-
tedir. İyice belirginleşen gelir da-
ğõlõmõ adaletsizliğinin sürdürülüşü
ile süründürülenlerin sayõsõ artarken,
sõkça kullanõlan “sürdürülebilir
kalkınma” sözcükleri ne büyük bir
tezat oluşturuyor. Ortada büyük
bir yalan var. Gerçek; demokrasi-
ye “sözde” yõğõlmõş aydõn (!) ke-
siminin en bilinçsiz yurttaşõ bile ar-
tõk kandõramayacağõ kadar çõp-
lak!.. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk
döngüsünde borca batmõş ekonomi.
Büyük servet edinmişlerin siyase-
ti ile yoksullaştõrõlan yõlgõn ve bõk-
kõn kitleler!.. Gerçek bu!..
Türkiye’de görünürde tek parti ik-
tidarõ vardõr. O tek parti, tek kişi he-
gemonyasõna dayanmaktadõr. Öy-
leyse sorun kişi kaynaklõdõr. Kişi-
ye karşõ başka bir kişi ya da kişiler
aramak yanlõşõ terk edilmelidir.
“Türkiye nereye gidiyor?” soru-
sunun sõkça sorulduğu zeminde, çõ-
kõş noktasõna belli isimleri vitrinlere
yerleştirerek gidemeyeceğimiz geç-
miş süreçlerdeki uygulamalardan
anlaşõlmõş olmasõ gerekiyor.
Çözüm, kurumsal ve kitlesel ol-
mak zorundadır. Son dakikada vit-
rinlere yerleşenler ya ağaç kurdu gi-
bi oyarak kurumlarõ ele geçirmeye
çalõşmakta ya da dõşõna itilince
ağaçkakan olup bölünmeye katkõ
koymaktalar. Sol daha fazla kemi-
rilmemeli. Kendi içinden güçlen-
meli. Türkiye sol diyerek sağa dü-
men kõrmamalõ. Siyasetin takõm,
ekip işi olarak algõlandõğõ kadrocu,
transferlerle yürütülen, skora odak-
lõ maç olmaktan çõkarõlõp, kitlesel
boyuta taşõnmasõ için en uygun
süreçteyiz. Geçmişte yapõlan hata-
lardan ders alan bir sol hareketin iv-
mesi artacaktõr. Yüzde yetmiş sağ
oy, yüzde otuz sol oy ezberinin de
(duvarõn) dõşõna çõkõlmalõ!.. Bu ez-
berden önce ve özellikle demok-
rasiden söz edenler çõkmalõ!..
Türkiye’nin sağõn gölgesine sõ-
ğõnmayacağõ bir sosyal demokrat
harekete gereksinmesi var. İyi bir
hükümet ülkeyi ayağa kaldırır.
Mükemmel bir hükümet ayakta
kalmasını sağlar. Türkiye’yi aya-
ğa kaldõracak bir hükümete, hakça,
insanca bir yaşam için sosyal ön-
lemleri yaşama geçirecek kitlesel
siyasete acilen gereksinim var.
Siyasal İktidarõn Meşruluk Sorunu...
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN /CHP PM Üyesi
Türkiye’nin sağõn gölgesine sõğõnmayacağõ bir sosyal
demokrat harekete gereksinmesi var. İyi bir hükümet ülkeyi
ayağa kaldõrõr. Mükemmel bir hükümet ayakta kalmasõnõ
sağlar. Türkiye’yi ayağa kaldõracak bir hükümete, hakça,
insanca bir yaşam için sosyal önlemleri yaşama geçirecek
kitlesel siyasete acilen gereksinim var.
T
arih boyunca bir “dünya kenti” olan İs-
tanbul, günümüzde yeni dünya düzeni
açõsõndan içerdiği küresel potansiyel de
sürekli övülerek dünya medyasõnõn günde-
minden düşmüyor. Bölgesel, hatta küresel bir
merkez olma yönünde geliştirilen kentimizi ve-
rimli bir biçimde “değerlendirmeye” çalõ-
şanlarõn ilgisi bu.
Bu topraklar küresel örgütlenme içinde
kendisine önerilen görevleri yerine getirmek
uğruna, yakõnda çok daha büyük uluslarara-
sõ yatõrõmlara, dudak uçuklatacak dönüşümlere,
tõkanõklõklara, kutuplaşmalara, gerilimlere
sahne olacak. Ama artõk planlõ bir metropol-
deyiz: İstanbul metropoliten alanõnõn, geleceğe
değin tüm ana kararlarõ belirleyen bir mastõr
planõ var. Bu plana mimarlar, şehir plancõla-
rõ farklõ gerekçeler ileri sürerek itiraz ettiler.
1980’lerden bu yana gelişmekte olan “en-
düstri sonrası” toplumu belirleyen sürecin ana
bileşkesi “üretim temelli sermaye birikimi
ve büyümeden, finans temelli sermaye bi-
rikimi ve büyümeye” dönüşümdür (Bakõnõz:
Yeni Dünya Düzeni, Neoliberal Monetarist Po-
litikalar, Thatcher’izm, Özalizm…). Günü-
müzde bu sürece uygun olarak küresel ölçekte
örgütlenen yeni tür bir metropoller ağõ ile kar-
şõ karşõyayõz. Bu ağda yer alan kentler “kü-
resel metropol” olarak tanõmlanmakta. Bu tür
kentlerde artõk bildiğimiz anlamda sanayi
yer almõyor.
Sanayi üretimini merkez dõşõnda gerçek-
leştirmek daha kârlõ: Daha ucuz emek, daha
ucuz arazi, daha çok teşvik, daha esnek ku-
rallar, daha rahat bir çevre tüketimi. Kenti terk
eden sanayinin yerini, yüksek teknolojinin,
medya-iletişimin, uluslararasõ ticaretin ve fi-
nansõn yönetiminin yapõldõğõ firmalar alõyor.
Bilgi ve yüksek teknoloji devrimleri ile ye-
niden biçimlenen küresel metropollerde ile-
tişim, finans, ticaret, yüksek teknoloji yöne-
ticileri ve uzman topluluklarõ yani beyaz ya-
kalõlar dõşõndakilere ise gerek yok, dolayõsõyla
yer de yok.
Sisteme destek verenler
Ancak onlara yakõn hizmet ve destek vere-
cek kesimlere de ihtiyaç var. Bunlar: Sisteme
destek veren, işyeri lojistiğini sağlayan kişi-
ler; örneğin kargo, sekreterya, altyapõ, tele-
komünikasyon, teknolojik tamir, koruma, te-
mizlik elemanlarõ... Metropolde kalanlara,
aile-ev-konut desteği verecek kişiler; örneğin
temizlikçi, çocuk bakõcõsõ, market elemanla-
rõ... İş dõşõ diğer etkinliklere destek verecek
olanlar; sanat, eğlence, spor, moda, restoran,
turizm sektörleri ve elemanlarõ... Büyük çap-
ta özelleşmiş sağlõk, eğitim (çünkü artõk bu sek-
törlerde, metropolde devlet desteğine de, sos-
yalizasyona da ihtiyaç duyan kalmayacak) gi-
bi alanlara değin uzman elemanlar... Görüle-
bileceği gibi, küresel metropolde yeni işbö-
lümü bağlamõnda; düz sanayi işçisine (bu iş-
çiler, yeni Anadolu Kaplanõ kentlere doğru yo-
la çõkabilirler), emekliye (emekliler Bod-
rum’a, Marmaris’e doğru yola çõkabilirler), or-
ta sõnõflara, klasik tanõmõyla “burjuva”ya ge-
rek kalmõyor. “Özal dönemi” diye adlandõ-
rõlan yõllarda, makro politikalarõn “orta sını-
fı yok ettiği” savõ aslõnda gerçek ama kasõt-
sõz olan bu dinamiğe dayanõr.
Geleneksel-modern çatışması
Yalnõzca yönetici sistemlere, kimliklere,
davranõşlara ve onlarõn hizmet sektörüne, en
üst ve en alt katmanlarõna indirgenmiş; bur-
juvazisinden arõndõrõlmõş, bir anlamda saf-
ralarõnõ atmõş bir kentin varlõğõnõ nasõl sür-
dür(ebil)eceği ise, ancak kentsoylu aydõnlar
tarafõndan endişe-tartõşma konusu edilebile-
cektir.
Bu olgu, basit biçimde burjuvazinin “ta-
şıdığı” klasik mahalle bakkalõnõn sahneyi terk
etmesi üzerinden de örneklenebilir. Hâlâ
“süpermarkete karşı” durmaya çalõşan
bakkal aslõnda “kahraman” değil, olsa ol-
sa çağdõşõdõr. Çünkü, aynõ gereksinmeyi,
toplumsal kutuplaşmanõn iki ucuna hizmet
eden pazaryerleri ile alõşveriş merkezi-sü-
permarketler karşõlayacaktõr. Pazar yerinde en-
flasyon ve işsizlik konuşulurken, alõşveriş
merkezinde, Apple, Starbucks, Lacoste, Wa-
gamama gibi küresel markalar görülecek;
Hedge fon’lar, Callcenter’ler, Outsourcing so-
runlarõ konuşulacaktõr. Bu karşõtlõğõn gele-
neksel-modern çatõşmasõyla ilgisi yoktur,
“modern mahrem”in bu yeni piyasaya ko-
layca entegre olmasõ da bunun net bir gös-
tergesidir. Önümüzdeki dönemde, bu tür
(küresel) metropollerde, toplumu oluşturan ta-
raflar arasõndaki varlõk-güç-anlayõş-inanç-
duruş-talep ve gelir dağõlõmõ uçurumunun da
giderek artacağõnõ tahmin etmek güç değil.
Yeni türden sosyal kutuplaşmalar sonucun-
da yeni türden gerilimler bekliyor kent me-
kânõnõ. Bu süreçlerin mekânsal yansõmasõ ise
asla, homojen ve düzenli bir kentsel doku bi-
çiminde olmayacaktõr.
Yeni kentsel yapõlanma farklõlaşmõş doku-
larõn birbiri ile düzensiz geçişimlerinden olu-
şacaktõr. 1950-1980 döneminde yükselen or-
ta sõnõfõn yerleşim biçimleri; yani apartmanlar,
villalar, yazlõklar günümüzde hõzla değer yi-
tiriyor (Bakõnõz: Lüks göstergesi olarak “Şiş-
li’de bir apartman”õn, Levent’in, Tuzla’nõn
son durumlarõ...). Kentte yeni bir yerleşme bi-
çiminden, “rezidans kültürü”nden söz edi-
lebiliyor. “Rezidans”lar, genelde üst düzey yö-
neticilerinin veya uluslararasõ uzmanlarõn hiz-
metindedir. Bir banka genel müdürü, bir med-
ya “anchor-man”i Boğaz korularõndaki ko-
rumalõ bir sitede yerleşebiliyor veya konuk uz-
man Japonlar Kanyon’da, Metrosite’de otu-
ruyorlar. Kentsel dönüşüm ile “mutenalaştı-
rılmış-seçkinleştirilmiş” eski kent parçalarõnda
yaşamak moda oluyor. Daha az gelirli ente-
lektüel beyaz yakalõlar, “bobo”lar (bohem bur-
juvalar) İstanbul’a gelmiş olan İngilizce hocasõ
veya Türk reklam ajansõ yöneticisi, dönüştü-
rülmüş Tarlabaşõ’na, Cihangir’e yerleşiyor.
Güç yapõsõnõn sonsuz çatõşma-çekişme-
pazarlõk ve denge arakesitlerinde biçimlenen
kentsel mekânda yeni yaratõlmõş konfor ada-
cõklarõ ile “ötekilere” kalan çürüme ve
Yeni İstanbul Planõ
Dr. Haydar KARABEY Mimar
Yaşamaya mecbur ve mahkûm olduğumuz yeni küresel İstanbul’un yeni
sosyal-fiziksel mekânõnda; tarih, coğrafya ve kültürün oluşturduğu bir altlõk
üzerinde sosyal aktörlerin oyunlarõ ile yepyeni kõvrõmlanma, büklümlenme,
saçaklanmalar kentsel mekânda bir arada yer alacaktõr.
A
KP hükümetinin Başbakanõ,
hiç kuşku yok, Türk siyasal
tarihinde şu ana özellikleriy-
le anõmsanacaktõr:
1) Siyaseti dinsel motifler ve refe-
ranslar üzerine yapõlandõrmasõyla.
2) Yoksul yõğõnlardan kömür-ma-
karna karşõlõğõnda oy alõp, bunun da de-
mokrasi olduğunu ileri sürmesiyle.
3) Kendinden olmayana, kendi gi-
bi düşünmeyene, kendisine hizmet
vermeyene hayat hakkõ tanõmama-
sõyla.
4) Vahşi kapitalizmin temsilciliği-
ni bilinçli bir acõmasõzlõk içinde yü-
rütmesiyle.
5) İçinden geçenleri akõl ve mantõk
süzgecinden geçirerek açõklamak ye-
rine; öfkenin gergin yayõndan fõrlat-
masõyla.
Bir Başbakan düşünün ki:
- Sorunlarõnõ dile getiren çiftçiye;
“Ananı da al git!” diyor.
- “Milletin emanetini kimselere
yedirtmem” diye efelenirken, “De-
niz Feneri”nde adõ yolsuzluklara
karõşan yakõn çevresini korumak için
özel yasa çõkartõyor!
- İşçi bayramõnda ülkenin emekçi-
lerine coplu dayak, biber gazõ arma-
ğan ediyor!
- “Beni TEKEL işçileri değil
millet seçti” diyerek TEKEL işçile-
rini milletin bir parçasõ olmaktan çõ-
karõyor! Kimse de korkusundan sor-
muyor: Nedir peki o emekçi toplu-
luğu, diye? Çuval dolusu patates mi
acaba? Başbakan’õn son kehanetiyse,
süpermarketler karşõsõnda mahalle
bakkallarõnõn yaşayamayacağõ id-
diasõdõr. Temsilcisi olduğu vahşi ka-
pitalizm öyle istiyor çünkü. Semt pa-
zarlarõnõ, mahalle bakkallarõnõ kaldõr
ki, tüketici kitlesi, acõmasõz serma-
yenin avucuna düşsün! Gücünün yet-
tiği yerde semt pazarlarõnõ ortadan kal-
dõrõp amacõna doğru adõmlar atan
Başbakan, mütevazõ mahalle bak-
kallarõ konusunda fena halde yanõlõ-
yor! Türkiye’nin koşullarõ, ona öğ-
retilmiş şemaya pek oturmuyor...
Buranõn koşullarõ kendine özgü…
Nedir Türkiye’de bakkal olgusu?
Gelmişi geçmişiyle birlikte kõsaca
bir göz atalõm bu konuya:
Bakkal, yiyecek, içecek maddele-
rinin yanõ sõra zamanla gazete ve te-
mizlik gereçlerinin de satõldõğõ dük-
kân. Eski İstanbul’da bakkal dükkâ-
nõna “gedik” adõ verilirdi. Varlõklõ
kimseler bakkaldan yiyecek madde-
si almayõ saygõnlõklarõna uygun gör-
mezlerdi. Çünkü hem bakkalda satõ-
lan malõn niteliğine güvenilmez hem
de perakende mal almayõ kendileri-
ne yakõştõrmazlardõ. Bunun için ko-
naklardaki kilerin gereksinimi, un-
kapanõ, yağkapanõ, yemişkapanõ gi-
bi yerlerden toptan alõnarak karşõla-
nõrdõ. Bakkallardan, daha çok defte-
re yazdõran yoksullar, aylõkla geçinen
memurlar alõşveriş ederdi. Köyden
kente göçün yoğunlaştõğõ 1950 son-
rasõnda mahalle bakkallõğõ giderek
yaygõnlaşan bir meslek durumuna
gelmiştir.
Taşra kentlerinden büyük kente
göçen kalabalõk aileler, kenar semt-
lerde baba oğul çalõşacaklarõ bir bak-
kal dükkânõ açarak kendilerine kolay
kazançlõ iş alanõ yaratma yolunu seç-
meye başladõlar. Emekli olan birçok
kimse, kendi mahallelerinde birer
bakkal dükkânõ açarak küçük çaplõ ti-
caret yapmayõ kazançlõ bir uğraşõ
olarak görmeye başladõ. Bakkallõğa
olan bu ilgi sonucunda hemen her so-
kakta birden fazla bakkal dükkânõ açõ-
lõr oldu. Bu durum yakõn dönemlere
kadar sürdü. Ancak büyük market-
lerin yaygõnlaşmaya başladõğõ 1980
sonrasõnda mahalle bakkallarõ birer
ikişer iflasa sürüklendi. Geniş ser-
maye olanaklarõna sahip büyük mar-
ketler gibi düşük fiyatla ve uzun va-
deli toptan mal alamayan bakkallar,
tüketicilere cazip gelecek ucuzlukta
mal satamaz oldu. Dolayõsõyla “sü-
per” ya da “hiper” marketler karşõ-
sõnda rekabet şansõnõ yitirdiler.
Buna karşõn Türkiye’de bakkallõğõn
tümüyle ortadan kalkmasõ da güçtür.
Çünkü bakkal mahalle ve köylerde,
toplumun adeta organik bir parçasõ-
dõr. Bakkal en başta köy ya da ma-
halle sakinlerinin komşusudur. Her
köye, her bucağa bir market açõlma-
sõ mümkün olmadõğõndan, bu birim-
lerde bakkalõn varlõğõ hiçbir zaman or-
tadan kalkmaz.
Kasabaya inen köylüler, kişisel
yakõnlõğõ bulunan bakkala uğrayarak
yükünü emanet edebilir, borç para ala-
bilir, ona mal satabilir, veresiye alõş-
veriş yapabilir; hemşerileriyle ha-
berleşir, bakkal dükkânõnõ buluşma
yeri olarak kullanabilir vb. Köy bak-
kallarõysa köylünün zorunlu olduğu
alõşveriş noktasõdõr. Bir köyün in-
sanlarõ, bakkalõn aile yakõnõ, komşu-
su, kader arkadaşõdõr. Günümüzde ya-
põlan bir araştõrma sonucuna göre, üre-
tilen besin maddelerinin yüzde alt-
mõşõ, bakkallar aracõlõğõyla pazar-
lanmaktadõr. Bu orantõ, Türkiye’de tü-
ketici kitlesinin henüz bakkalõndan
vazgeçmediğinin bir göstergesidir.
Bizden söylemesi.
Bakkallõk Ölür mü?
Necati GÜNGÖR
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Sahiplenmek
A. H. HANSON, 1950’lerin ilk yarısında Türkiye
ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü kurulurken
kamu işletmelerinin yapısını ve denetlenmesini
inceleyip tavsiyelerde bulunmak ve bu konuda
dersler vermek üzere çağırılmıştı. İngiltere’nin
Leeds Üniversitesi’nden gelmişti ve o sanayi
bölgesinde yetişenlerin çoğu gibi siyasal tercihleri
İşçi Partisi’nden yanaydı.
Attlee liderliğindeki partinin İkinci Dünya Harbi
biterken muhafazakârları devirip altı yıl süreyle
iktidar olduktan sonra biraz da devletçilikteki
başarısızlık yüzünden seçim kaybettiği yıllardı onlar.
Aslına bakılırsa, kamu işletmeciliği deneyimi daha
eski olan bir Türkiye, İngilizlerin tatlısu
devletçiliğinden ders almaya pek muhtaç
sayılmazdı. Nitekim, Mr. Hanson, birlikte yapılan
incelemelerde özellikle iki açıdan Ankara’nın
geçmişini daha ilginç ve başarılı bulmuştu. Birincisi,
Türk devletçiliğinin basmakalıp bir ideolojiden değil,
ülke gerçeklerinden ve ekonomik zorunluluktan
doğup ayakları yere basan bir Kemalist yaklaşımın
ürünü olmasıydı. İkincisi de, İngilizlerin
beceremediği bir konu, yani verimlilik denetimi
konusu bizde Yüksek Murakabe Kurulu gibi ilginç
bir kurumsal temele oturtulmuştu. Yolsuzluk
aramayı başka kurumlara bırakıp en başta verimlilik
arayan bir kurul.
Zaten, kamu işletmeciliğini verimsizlikle
suçlamayı ağızlarına sakız yapmış bizdeki birtakım
salakların aksine, “Türkiye’deki İktisadi Devlet
Teşekküllerinin Bünyesi ve Murakabesi” adıyla 1954
yılında yayımlanan Hanson Raporu ve ayrıca
Profesör Korkut Boratav’la arkadaşlarınca bazı
KİT’lerde yapılan incelemeler ortaya koymuştur ki,
kamuda verimsizlik bir alınyazısı değildir ve pekâlâ
hem verimli hem de kârlı KİT’ler hiç eksik
olmamıştır.
İngiliz uzmanın onlarda ve bizde bulduğu önemli
kusur, doğru dürüst bir sahiplenişin olmamasıydı:
Kamunun, ama nasıl ve kimlerce? Meclis’teki KİT
Komisyonu da dahil, şimdiye kadar bu sorunun tam
doğru yanıtı bulunamadı.
Geçmişe bakıldığında, yine 1930’ların ve bazen
de sonrasının unutulmaz adları akla geliyor:
Nurullah Esat Sümer ve Selahaddin Şanbaşoğlu
gibi, daha sonrasında Tahsin Yalabık’lar, İhsan
Topaloğlu’lar ve başka birkaç isim. Yani,
kendilerini kamuya adayıp kuruluşları sahiplenmiş
Cumhuriyet kahramanları…
İşçinin ve sıradan memurun “yönetime katılımı”
pek deva olmadı bu derde. Hemen patronlaşmak
ve nemalanmak türünden eğilimler çıkıyor ortaya.
Belki, eskinin kahramanlarına benzer insanlar
yetiştiren bir eğitimle işe yeniden başlamak. Belki,
askerin kendini vatana adayışı gibi kamuya
adanmak.
Belki de, felsefe, etik, ödev duygusu. Neyin niçin,
nasıl sahiplenileceğini analara babalara
anlatacak nitelikli öğretmenlere varmadan
durdurabilir misiniz bu zinciri? Durdurursanız,
“babalar gibi satarım”cılar geçiyor başa.
İşçileri, yetimden de daha çaresiz, işsiz bırakarak.
mumtazsoysal@gmail.com
“slum”laşmanõn süreceği
derin õstõrap adalarõ yan ya-
na yer alacaktõr.
Sonuç olarak yaşamaya
mecbur ve mahkûm olduğu-
muz yeni küresel İstanbul’un
yeni sosyal-fiziksel mekâ-
nõnda; tarih, coğrafya ve kül-
türün oluşturduğu bir altlõk
üzerinde sosyal aktörlerin
oyunlarõ ile yepyeni kõvrõm-
lanma, büklümlenme, sa-
çaklanmalar kentsel mekân-
da bir arada yer alacaktõr. Ye-
ni İstanbul Metropoliten Pla-
nõ’nõn tüm önermeleri, işte
bu (ve benzer) yaklaşõmlar
ile toplumsal-mekânsal he-
defleri açõsõndan yeniden
okunmalõdõr:
İstanbul’un yeni planõ; po-
litikalarõ ve hedefleri, yapõ-
sõndaki makro öneriler yanõ
sõra; yukarõda anlatõlmaya
çalõşõlan süreçleri destekle-
yecek; “kent dışı çekim
merkezleri, kentsel dönü-
şüm bölgeleri, kent dışına
taşınan sanayi, sağlıklan-
dırılacak sanayi alanları,
kent çeperlerinde toplu ko-
nutlar, merkeze yoğun eri-
şim altyapısı, teknoloji ge-
liştirme parkları, fuar alan-
ları, lojistik bölgeler, kültür
endüstrisi gelişme alanı,
yeni merkezi iş alanları,
finans merkezleri” gibi bir
dizi “yeni” kavram ve öğe
ile donatõlmõştõr.