25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 ŞUBAT 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER T ürkiye’de giderek tansi- yonu artan kurumlar arasõ çatõşmanõn “dar- be” konusu etrafõnda çok tartõşõlmasõ, temel sorunlarõ perdelemektedir. Türki- ye’de demokrasinin en fazla konu- şulduğu süreçte, özgürlüklerin ala- nõnõn en aza indirgenmiş olmasõ at- ladõğõmõz en önemli alt başlõk. Öz- gürlüklerin bu süreçte öncelene- meyişinin nedenleri göz ardõ edile- rek sözde “demokrasi” tartõşmasõ yapõlmakta!.. Demokrasi iktidarõn meşruluğu- nu halkõn özgür rõzasõna dayan- dõrdõğõ yegâne rejimdir. Özgür ira- deye dayanan iktidarõn beslendiği duygu sevgi ve güvendir. Yönetim erkini elinde bulunduran otoriteye bu nedenle “meşru iktidar” adõ ve- rilir. Meşru iktidar, elinde bulunan zor kullanma yetkisini keyfi olarak kullan(a)maz. İktidarõn meşruluk temeli ne kadar zayõflarsa, zor kullanma (baskõ) artar. Korkuya da- yalõ (baskõcõ) yönetimlerde ortaya çõkan iradenin arkasõnda da (bir şe- kilde sağlanmõş) rõza vardõr ancak bu rõzanõn meşruluk temeli tartõş- malõdõr. Türkiye’de AKP hükümeti tek ba- şõna iktidara gelebilecek oylarõ top- lamayõ başarmõş, ancak, meşruluk zeminini güçlendirememiştir. Ken- disine oy vermeyenlerin güvenini kazanamadõğõ gibi; toplumun gü- venini ve sevgisini kazanan ku- rumlarla çatõşmasõ, rejimle hesap- laşan görüntüsü ile kendisine oy ve- renleri karşõsõna almaya başlamõş- tõr. Kurumların güçlenmesi Anayasa Mahkemesi tarafõndan “laikliğe karşı eylemlerin odağı” tespitinden sonra, TSK başta olmak üzere, laikliğin savunucusu ku- rumlarõn hedef alõnmasõ yolu ile bas- kõnõn etki alanõ genişletilmeye ve güç gösterisi sivil-asker çatõşmasõ bi- çimine dönüştürülmeye çalõşõlmõş- tõr. Hükümetin askerle çatõşmasõn- dan topluma düşen pay, siyasete du- yulan güvensizliğe askere duyulan güvensizliği ekleme çabasõndan öteye geçememiştir. Kurumlarõn güçlenmesi devletin güçlenmesi- dir. Kurumlarõn zayõflatõlmasõ dev- leti temsil eden siyasal iktidarõn gü- cünün değil, güçsüzlüğünün gös- tergesidir. Siyasal iktidarõn temel görevi, diğer kurumlarõ güçsüz gös- tererek güçlenme hesabõnõ yapmak ve yurttaşlar arasõndaki olağan fark- lõlõklardan beslenmek, bunlarõ öne çõkarõp, yurttaşlar arasõnda ayrõlõk ve çatõşma yaratmak değil; toplumsal çatõşmalarõ yumuşatmak ve gider- meye çalõşmaktõr. Düzen adına katlanıyoruz Çarpõk denklemli bir hesaplaşma zemini herkes için kaypak. Asker- le hesaplaşarak sivilleşeceğimizi düşünüyorsak çok yanõlõyoruz. Si- villeşme asker karşõtlõğõ değil, mo- dernleşme ile mümkündür. Tüm yaşadõklarõmõza katlanõyor olmamõz, bu yaşananlarõ hak ettiğimizin gös- tergesi değil. Türkiye’de yaşanan anormalliklere demokrasi geleceği için değil, düzen adõna katlanõyoruz. En kötü düzen düzensizlikten iyi- dir noktasındayız artık!.. Halkõn katlanmak zorunda bõrakõldõğõ bas- kõcõ, özgürlüklere çarpõk bakan bir yönetim anlayõşõna birileri õsrarla de- mokratikleşme diyor!.. Toplum, darbe raporlarõnõn göl- gesine çekilerek, TSK ile ve diğer laik kurumlarla yapõlan hesaplaşma ile giderek tõrmandõrõlan çatõşma- lardan yõlgõndõr. Türkiye demokra- siden uzaklaşõrken, sosyal demok- rasiden söz etmek pek inandõrõcõ gel- mese de Türkiye’de bugün tam da demokrasinin dibi gördüğü bu nok- ta, sosyal demokrasinin uygulan- masõ için en uygun fõrsattõr aynõ za- manda. Türkiye, sağ iktidarlarõn liberal uygulamalarõnõn olumsuz etkilerinin en fazla hissedildiği, yalnõz toplumun hemen her kesiti- nin ve tek tek bireylerin değil, tüm kurumlarõnõn, hatta köklü kurum- larõnõn da ağõr bedel ödediği bir sü- reçten geçiyor. TEKEL işçilerinin direnişine ve- rilen desteğin arkasõnda yalnõz emek ve emeğin hakkõ adõna yõllara yõ- ğõlmõş tepkiler yok; bu haksõz dü- zenden diğer tüm sektörlere, ku- rumlara ve kişilere düşen ağõr be- dele; baskõya, baskõcõlara tepki var. Kitleler dõşlanarak gelinen siyase- tin dayandõğõ noktada TEKEL iş- çilerinin direnişi kitlelerin edilgen- leştirilmesine bir tepki olarak da okunmalõdõr. Tek parti iktidarı Türkiye’nin çõtasõnõ yukarõya koymasõ gerektiği bir süreçten ge- çiyoruz. Sol adõna kaygõlarõn dile getirilmesi yanlõş. Bu tür kaygõlar sağa yalpalamaya neden olur. Geç- miş süreçlerde dayatõldõğõ gibi, sol- da sağ isimlerden vitrin arayõşõna da gerek yok!.. Solun kendi içindeki değerlerle öne çõkmasõ, örgütlen- menin güçlendirilmesi gerekmek- tedir. İyice belirginleşen gelir da- ğõlõmõ adaletsizliğinin sürdürülüşü ile süründürülenlerin sayõsõ artarken, sõkça kullanõlan “sürdürülebilir kalkınma” sözcükleri ne büyük bir tezat oluşturuyor. Ortada büyük bir yalan var. Gerçek; demokrasi- ye “sözde” yõğõlmõş aydõn (!) ke- siminin en bilinçsiz yurttaşõ bile ar- tõk kandõramayacağõ kadar çõp- lak!.. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk döngüsünde borca batmõş ekonomi. Büyük servet edinmişlerin siyase- ti ile yoksullaştõrõlan yõlgõn ve bõk- kõn kitleler!.. Gerçek bu!.. Türkiye’de görünürde tek parti ik- tidarõ vardõr. O tek parti, tek kişi he- gemonyasõna dayanmaktadõr. Öy- leyse sorun kişi kaynaklõdõr. Kişi- ye karşõ başka bir kişi ya da kişiler aramak yanlõşõ terk edilmelidir. “Türkiye nereye gidiyor?” soru- sunun sõkça sorulduğu zeminde, çõ- kõş noktasõna belli isimleri vitrinlere yerleştirerek gidemeyeceğimiz geç- miş süreçlerdeki uygulamalardan anlaşõlmõş olmasõ gerekiyor. Çözüm, kurumsal ve kitlesel ol- mak zorundadır. Son dakikada vit- rinlere yerleşenler ya ağaç kurdu gi- bi oyarak kurumlarõ ele geçirmeye çalõşmakta ya da dõşõna itilince ağaçkakan olup bölünmeye katkõ koymaktalar. Sol daha fazla kemi- rilmemeli. Kendi içinden güçlen- meli. Türkiye sol diyerek sağa dü- men kõrmamalõ. Siyasetin takõm, ekip işi olarak algõlandõğõ kadrocu, transferlerle yürütülen, skora odak- lõ maç olmaktan çõkarõlõp, kitlesel boyuta taşõnmasõ için en uygun süreçteyiz. Geçmişte yapõlan hata- lardan ders alan bir sol hareketin iv- mesi artacaktõr. Yüzde yetmiş sağ oy, yüzde otuz sol oy ezberinin de (duvarõn) dõşõna çõkõlmalõ!.. Bu ez- berden önce ve özellikle demok- rasiden söz edenler çõkmalõ!.. Türkiye’nin sağõn gölgesine sõ- ğõnmayacağõ bir sosyal demokrat harekete gereksinmesi var. İyi bir hükümet ülkeyi ayağa kaldırır. Mükemmel bir hükümet ayakta kalmasını sağlar. Türkiye’yi aya- ğa kaldõracak bir hükümete, hakça, insanca bir yaşam için sosyal ön- lemleri yaşama geçirecek kitlesel siyasete acilen gereksinim var. Siyasal İktidarõn Meşruluk Sorunu... Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN /CHP PM Üyesi Türkiye’nin sağõn gölgesine sõğõnmayacağõ bir sosyal demokrat harekete gereksinmesi var. İyi bir hükümet ülkeyi ayağa kaldõrõr. Mükemmel bir hükümet ayakta kalmasõnõ sağlar. Türkiye’yi ayağa kaldõracak bir hükümete, hakça, insanca bir yaşam için sosyal önlemleri yaşama geçirecek kitlesel siyasete acilen gereksinim var. T arih boyunca bir “dünya kenti” olan İs- tanbul, günümüzde yeni dünya düzeni açõsõndan içerdiği küresel potansiyel de sürekli övülerek dünya medyasõnõn günde- minden düşmüyor. Bölgesel, hatta küresel bir merkez olma yönünde geliştirilen kentimizi ve- rimli bir biçimde “değerlendirmeye” çalõ- şanlarõn ilgisi bu. Bu topraklar küresel örgütlenme içinde kendisine önerilen görevleri yerine getirmek uğruna, yakõnda çok daha büyük uluslarara- sõ yatõrõmlara, dudak uçuklatacak dönüşümlere, tõkanõklõklara, kutuplaşmalara, gerilimlere sahne olacak. Ama artõk planlõ bir metropol- deyiz: İstanbul metropoliten alanõnõn, geleceğe değin tüm ana kararlarõ belirleyen bir mastõr planõ var. Bu plana mimarlar, şehir plancõla- rõ farklõ gerekçeler ileri sürerek itiraz ettiler. 1980’lerden bu yana gelişmekte olan “en- düstri sonrası” toplumu belirleyen sürecin ana bileşkesi “üretim temelli sermaye birikimi ve büyümeden, finans temelli sermaye bi- rikimi ve büyümeye” dönüşümdür (Bakõnõz: Yeni Dünya Düzeni, Neoliberal Monetarist Po- litikalar, Thatcher’izm, Özalizm…). Günü- müzde bu sürece uygun olarak küresel ölçekte örgütlenen yeni tür bir metropoller ağõ ile kar- şõ karşõyayõz. Bu ağda yer alan kentler “kü- resel metropol” olarak tanõmlanmakta. Bu tür kentlerde artõk bildiğimiz anlamda sanayi yer almõyor. Sanayi üretimini merkez dõşõnda gerçek- leştirmek daha kârlõ: Daha ucuz emek, daha ucuz arazi, daha çok teşvik, daha esnek ku- rallar, daha rahat bir çevre tüketimi. Kenti terk eden sanayinin yerini, yüksek teknolojinin, medya-iletişimin, uluslararasõ ticaretin ve fi- nansõn yönetiminin yapõldõğõ firmalar alõyor. Bilgi ve yüksek teknoloji devrimleri ile ye- niden biçimlenen küresel metropollerde ile- tişim, finans, ticaret, yüksek teknoloji yöne- ticileri ve uzman topluluklarõ yani beyaz ya- kalõlar dõşõndakilere ise gerek yok, dolayõsõyla yer de yok. Sisteme destek verenler Ancak onlara yakõn hizmet ve destek vere- cek kesimlere de ihtiyaç var. Bunlar: Sisteme destek veren, işyeri lojistiğini sağlayan kişi- ler; örneğin kargo, sekreterya, altyapõ, tele- komünikasyon, teknolojik tamir, koruma, te- mizlik elemanlarõ... Metropolde kalanlara, aile-ev-konut desteği verecek kişiler; örneğin temizlikçi, çocuk bakõcõsõ, market elemanla- rõ... İş dõşõ diğer etkinliklere destek verecek olanlar; sanat, eğlence, spor, moda, restoran, turizm sektörleri ve elemanlarõ... Büyük çap- ta özelleşmiş sağlõk, eğitim (çünkü artõk bu sek- törlerde, metropolde devlet desteğine de, sos- yalizasyona da ihtiyaç duyan kalmayacak) gi- bi alanlara değin uzman elemanlar... Görüle- bileceği gibi, küresel metropolde yeni işbö- lümü bağlamõnda; düz sanayi işçisine (bu iş- çiler, yeni Anadolu Kaplanõ kentlere doğru yo- la çõkabilirler), emekliye (emekliler Bod- rum’a, Marmaris’e doğru yola çõkabilirler), or- ta sõnõflara, klasik tanõmõyla “burjuva”ya ge- rek kalmõyor. “Özal dönemi” diye adlandõ- rõlan yõllarda, makro politikalarõn “orta sını- fı yok ettiği” savõ aslõnda gerçek ama kasõt- sõz olan bu dinamiğe dayanõr. Geleneksel-modern çatışması Yalnõzca yönetici sistemlere, kimliklere, davranõşlara ve onlarõn hizmet sektörüne, en üst ve en alt katmanlarõna indirgenmiş; bur- juvazisinden arõndõrõlmõş, bir anlamda saf- ralarõnõ atmõş bir kentin varlõğõnõ nasõl sür- dür(ebil)eceği ise, ancak kentsoylu aydõnlar tarafõndan endişe-tartõşma konusu edilebile- cektir. Bu olgu, basit biçimde burjuvazinin “ta- şıdığı” klasik mahalle bakkalõnõn sahneyi terk etmesi üzerinden de örneklenebilir. Hâlâ “süpermarkete karşı” durmaya çalõşan bakkal aslõnda “kahraman” değil, olsa ol- sa çağdõşõdõr. Çünkü, aynõ gereksinmeyi, toplumsal kutuplaşmanõn iki ucuna hizmet eden pazaryerleri ile alõşveriş merkezi-sü- permarketler karşõlayacaktõr. Pazar yerinde en- flasyon ve işsizlik konuşulurken, alõşveriş merkezinde, Apple, Starbucks, Lacoste, Wa- gamama gibi küresel markalar görülecek; Hedge fon’lar, Callcenter’ler, Outsourcing so- runlarõ konuşulacaktõr. Bu karşõtlõğõn gele- neksel-modern çatõşmasõyla ilgisi yoktur, “modern mahrem”in bu yeni piyasaya ko- layca entegre olmasõ da bunun net bir gös- tergesidir. Önümüzdeki dönemde, bu tür (küresel) metropollerde, toplumu oluşturan ta- raflar arasõndaki varlõk-güç-anlayõş-inanç- duruş-talep ve gelir dağõlõmõ uçurumunun da giderek artacağõnõ tahmin etmek güç değil. Yeni türden sosyal kutuplaşmalar sonucun- da yeni türden gerilimler bekliyor kent me- kânõnõ. Bu süreçlerin mekânsal yansõmasõ ise asla, homojen ve düzenli bir kentsel doku bi- çiminde olmayacaktõr. Yeni kentsel yapõlanma farklõlaşmõş doku- larõn birbiri ile düzensiz geçişimlerinden olu- şacaktõr. 1950-1980 döneminde yükselen or- ta sõnõfõn yerleşim biçimleri; yani apartmanlar, villalar, yazlõklar günümüzde hõzla değer yi- tiriyor (Bakõnõz: Lüks göstergesi olarak “Şiş- li’de bir apartman”õn, Levent’in, Tuzla’nõn son durumlarõ...). Kentte yeni bir yerleşme bi- çiminden, “rezidans kültürü”nden söz edi- lebiliyor. “Rezidans”lar, genelde üst düzey yö- neticilerinin veya uluslararasõ uzmanlarõn hiz- metindedir. Bir banka genel müdürü, bir med- ya “anchor-man”i Boğaz korularõndaki ko- rumalõ bir sitede yerleşebiliyor veya konuk uz- man Japonlar Kanyon’da, Metrosite’de otu- ruyorlar. Kentsel dönüşüm ile “mutenalaştı- rılmış-seçkinleştirilmiş” eski kent parçalarõnda yaşamak moda oluyor. Daha az gelirli ente- lektüel beyaz yakalõlar, “bobo”lar (bohem bur- juvalar) İstanbul’a gelmiş olan İngilizce hocasõ veya Türk reklam ajansõ yöneticisi, dönüştü- rülmüş Tarlabaşõ’na, Cihangir’e yerleşiyor. Güç yapõsõnõn sonsuz çatõşma-çekişme- pazarlõk ve denge arakesitlerinde biçimlenen kentsel mekânda yeni yaratõlmõş konfor ada- cõklarõ ile “ötekilere” kalan çürüme ve Yeni İstanbul Planõ Dr. Haydar KARABEY Mimar Yaşamaya mecbur ve mahkûm olduğumuz yeni küresel İstanbul’un yeni sosyal-fiziksel mekânõnda; tarih, coğrafya ve kültürün oluşturduğu bir altlõk üzerinde sosyal aktörlerin oyunlarõ ile yepyeni kõvrõmlanma, büklümlenme, saçaklanmalar kentsel mekânda bir arada yer alacaktõr. A KP hükümetinin Başbakanõ, hiç kuşku yok, Türk siyasal tarihinde şu ana özellikleriy- le anõmsanacaktõr: 1) Siyaseti dinsel motifler ve refe- ranslar üzerine yapõlandõrmasõyla. 2) Yoksul yõğõnlardan kömür-ma- karna karşõlõğõnda oy alõp, bunun da de- mokrasi olduğunu ileri sürmesiyle. 3) Kendinden olmayana, kendi gi- bi düşünmeyene, kendisine hizmet vermeyene hayat hakkõ tanõmama- sõyla. 4) Vahşi kapitalizmin temsilciliği- ni bilinçli bir acõmasõzlõk içinde yü- rütmesiyle. 5) İçinden geçenleri akõl ve mantõk süzgecinden geçirerek açõklamak ye- rine; öfkenin gergin yayõndan fõrlat- masõyla. Bir Başbakan düşünün ki: - Sorunlarõnõ dile getiren çiftçiye; “Ananı da al git!” diyor. - “Milletin emanetini kimselere yedirtmem” diye efelenirken, “De- niz Feneri”nde adõ yolsuzluklara karõşan yakõn çevresini korumak için özel yasa çõkartõyor! - İşçi bayramõnda ülkenin emekçi- lerine coplu dayak, biber gazõ arma- ğan ediyor! - “Beni TEKEL işçileri değil millet seçti” diyerek TEKEL işçile- rini milletin bir parçasõ olmaktan çõ- karõyor! Kimse de korkusundan sor- muyor: Nedir peki o emekçi toplu- luğu, diye? Çuval dolusu patates mi acaba? Başbakan’õn son kehanetiyse, süpermarketler karşõsõnda mahalle bakkallarõnõn yaşayamayacağõ id- diasõdõr. Temsilcisi olduğu vahşi ka- pitalizm öyle istiyor çünkü. Semt pa- zarlarõnõ, mahalle bakkallarõnõ kaldõr ki, tüketici kitlesi, acõmasõz serma- yenin avucuna düşsün! Gücünün yet- tiği yerde semt pazarlarõnõ ortadan kal- dõrõp amacõna doğru adõmlar atan Başbakan, mütevazõ mahalle bak- kallarõ konusunda fena halde yanõlõ- yor! Türkiye’nin koşullarõ, ona öğ- retilmiş şemaya pek oturmuyor... Buranõn koşullarõ kendine özgü… Nedir Türkiye’de bakkal olgusu? Gelmişi geçmişiyle birlikte kõsaca bir göz atalõm bu konuya: Bakkal, yiyecek, içecek maddele- rinin yanõ sõra zamanla gazete ve te- mizlik gereçlerinin de satõldõğõ dük- kân. Eski İstanbul’da bakkal dükkâ- nõna “gedik” adõ verilirdi. Varlõklõ kimseler bakkaldan yiyecek madde- si almayõ saygõnlõklarõna uygun gör- mezlerdi. Çünkü hem bakkalda satõ- lan malõn niteliğine güvenilmez hem de perakende mal almayõ kendileri- ne yakõştõrmazlardõ. Bunun için ko- naklardaki kilerin gereksinimi, un- kapanõ, yağkapanõ, yemişkapanõ gi- bi yerlerden toptan alõnarak karşõla- nõrdõ. Bakkallardan, daha çok defte- re yazdõran yoksullar, aylõkla geçinen memurlar alõşveriş ederdi. Köyden kente göçün yoğunlaştõğõ 1950 son- rasõnda mahalle bakkallõğõ giderek yaygõnlaşan bir meslek durumuna gelmiştir. Taşra kentlerinden büyük kente göçen kalabalõk aileler, kenar semt- lerde baba oğul çalõşacaklarõ bir bak- kal dükkânõ açarak kendilerine kolay kazançlõ iş alanõ yaratma yolunu seç- meye başladõlar. Emekli olan birçok kimse, kendi mahallelerinde birer bakkal dükkânõ açarak küçük çaplõ ti- caret yapmayõ kazançlõ bir uğraşõ olarak görmeye başladõ. Bakkallõğa olan bu ilgi sonucunda hemen her so- kakta birden fazla bakkal dükkânõ açõ- lõr oldu. Bu durum yakõn dönemlere kadar sürdü. Ancak büyük market- lerin yaygõnlaşmaya başladõğõ 1980 sonrasõnda mahalle bakkallarõ birer ikişer iflasa sürüklendi. Geniş ser- maye olanaklarõna sahip büyük mar- ketler gibi düşük fiyatla ve uzun va- deli toptan mal alamayan bakkallar, tüketicilere cazip gelecek ucuzlukta mal satamaz oldu. Dolayõsõyla “sü- per” ya da “hiper” marketler karşõ- sõnda rekabet şansõnõ yitirdiler. Buna karşõn Türkiye’de bakkallõğõn tümüyle ortadan kalkmasõ da güçtür. Çünkü bakkal mahalle ve köylerde, toplumun adeta organik bir parçasõ- dõr. Bakkal en başta köy ya da ma- halle sakinlerinin komşusudur. Her köye, her bucağa bir market açõlma- sõ mümkün olmadõğõndan, bu birim- lerde bakkalõn varlõğõ hiçbir zaman or- tadan kalkmaz. Kasabaya inen köylüler, kişisel yakõnlõğõ bulunan bakkala uğrayarak yükünü emanet edebilir, borç para ala- bilir, ona mal satabilir, veresiye alõş- veriş yapabilir; hemşerileriyle ha- berleşir, bakkal dükkânõnõ buluşma yeri olarak kullanabilir vb. Köy bak- kallarõysa köylünün zorunlu olduğu alõşveriş noktasõdõr. Bir köyün in- sanlarõ, bakkalõn aile yakõnõ, komşu- su, kader arkadaşõdõr. Günümüzde ya- põlan bir araştõrma sonucuna göre, üre- tilen besin maddelerinin yüzde alt- mõşõ, bakkallar aracõlõğõyla pazar- lanmaktadõr. Bu orantõ, Türkiye’de tü- ketici kitlesinin henüz bakkalõndan vazgeçmediğinin bir göstergesidir. Bizden söylemesi. Bakkallõk Ölür mü? Necati GÜNGÖR AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sahiplenmek A. H. HANSON, 1950’lerin ilk yarısında Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü kurulurken kamu işletmelerinin yapısını ve denetlenmesini inceleyip tavsiyelerde bulunmak ve bu konuda dersler vermek üzere çağırılmıştı. İngiltere’nin Leeds Üniversitesi’nden gelmişti ve o sanayi bölgesinde yetişenlerin çoğu gibi siyasal tercihleri İşçi Partisi’nden yanaydı. Attlee liderliğindeki partinin İkinci Dünya Harbi biterken muhafazakârları devirip altı yıl süreyle iktidar olduktan sonra biraz da devletçilikteki başarısızlık yüzünden seçim kaybettiği yıllardı onlar. Aslına bakılırsa, kamu işletmeciliği deneyimi daha eski olan bir Türkiye, İngilizlerin tatlısu devletçiliğinden ders almaya pek muhtaç sayılmazdı. Nitekim, Mr. Hanson, birlikte yapılan incelemelerde özellikle iki açıdan Ankara’nın geçmişini daha ilginç ve başarılı bulmuştu. Birincisi, Türk devletçiliğinin basmakalıp bir ideolojiden değil, ülke gerçeklerinden ve ekonomik zorunluluktan doğup ayakları yere basan bir Kemalist yaklaşımın ürünü olmasıydı. İkincisi de, İngilizlerin beceremediği bir konu, yani verimlilik denetimi konusu bizde Yüksek Murakabe Kurulu gibi ilginç bir kurumsal temele oturtulmuştu. Yolsuzluk aramayı başka kurumlara bırakıp en başta verimlilik arayan bir kurul. Zaten, kamu işletmeciliğini verimsizlikle suçlamayı ağızlarına sakız yapmış bizdeki birtakım salakların aksine, “Türkiye’deki İktisadi Devlet Teşekküllerinin Bünyesi ve Murakabesi” adıyla 1954 yılında yayımlanan Hanson Raporu ve ayrıca Profesör Korkut Boratav’la arkadaşlarınca bazı KİT’lerde yapılan incelemeler ortaya koymuştur ki, kamuda verimsizlik bir alınyazısı değildir ve pekâlâ hem verimli hem de kârlı KİT’ler hiç eksik olmamıştır. İngiliz uzmanın onlarda ve bizde bulduğu önemli kusur, doğru dürüst bir sahiplenişin olmamasıydı: Kamunun, ama nasıl ve kimlerce? Meclis’teki KİT Komisyonu da dahil, şimdiye kadar bu sorunun tam doğru yanıtı bulunamadı. Geçmişe bakıldığında, yine 1930’ların ve bazen de sonrasının unutulmaz adları akla geliyor: Nurullah Esat Sümer ve Selahaddin Şanbaşoğlu gibi, daha sonrasında Tahsin Yalabık’lar, İhsan Topaloğlu’lar ve başka birkaç isim. Yani, kendilerini kamuya adayıp kuruluşları sahiplenmiş Cumhuriyet kahramanları… İşçinin ve sıradan memurun “yönetime katılımı” pek deva olmadı bu derde. Hemen patronlaşmak ve nemalanmak türünden eğilimler çıkıyor ortaya. Belki, eskinin kahramanlarına benzer insanlar yetiştiren bir eğitimle işe yeniden başlamak. Belki, askerin kendini vatana adayışı gibi kamuya adanmak. Belki de, felsefe, etik, ödev duygusu. Neyin niçin, nasıl sahiplenileceğini analara babalara anlatacak nitelikli öğretmenlere varmadan durdurabilir misiniz bu zinciri? Durdurursanız, “babalar gibi satarım”cılar geçiyor başa. İşçileri, yetimden de daha çaresiz, işsiz bırakarak. mumtazsoysal@gmail.com “slum”laşmanõn süreceği derin õstõrap adalarõ yan ya- na yer alacaktõr. Sonuç olarak yaşamaya mecbur ve mahkûm olduğu- muz yeni küresel İstanbul’un yeni sosyal-fiziksel mekâ- nõnda; tarih, coğrafya ve kül- türün oluşturduğu bir altlõk üzerinde sosyal aktörlerin oyunlarõ ile yepyeni kõvrõm- lanma, büklümlenme, sa- çaklanmalar kentsel mekân- da bir arada yer alacaktõr. Ye- ni İstanbul Metropoliten Pla- nõ’nõn tüm önermeleri, işte bu (ve benzer) yaklaşõmlar ile toplumsal-mekânsal he- defleri açõsõndan yeniden okunmalõdõr: İstanbul’un yeni planõ; po- litikalarõ ve hedefleri, yapõ- sõndaki makro öneriler yanõ sõra; yukarõda anlatõlmaya çalõşõlan süreçleri destekle- yecek; “kent dışı çekim merkezleri, kentsel dönü- şüm bölgeleri, kent dışına taşınan sanayi, sağlıklan- dırılacak sanayi alanları, kent çeperlerinde toplu ko- nutlar, merkeze yoğun eri- şim altyapısı, teknoloji ge- liştirme parkları, fuar alan- ları, lojistik bölgeler, kültür endüstrisi gelişme alanı, yeni merkezi iş alanları, finans merkezleri” gibi bir dizi “yeni” kavram ve öğe ile donatõlmõştõr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle