Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 20 ŞUBAT 2010 CUMARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Topyekûn Çatışmanın Virüsleri
YİNE İkinci Cihan Harbi’nin terimlerinden biridir
“topyekûn savaş” sözü: Büyük çıkarların, hatta
ölüm-kalımın gündeme geldiği olağanüstü
çatışmalı durumlarda, cephe ile cephe-gerisi,
asker ile sivil, görevli ile yedek türünden ayrımlar
ortadan kalkar; her şey, herkes, her kurum, her
kavram savaşa sürülür.
Uzun süredir cumhuriyet karşıtlarıyla
cumhuriyetçiler arasında yaşanan çatışmanın
ülkeyi mecazi anlamda bir savaş sahnesine
dönüştürdüğü hep söyleniyor. Buna bir de ülkenin
stratejik durumu ve çevresindeki büyük çıkar
çekişmeleri eklenince, çatışmanın “topyekûn”
sayılması doğaldır.
Gerçek savaşlarda bazen uluslararası
sözleşmelerle yasaklanmış biyolojik silahların bile
kullanıldığı düşünülürse, mecazi anlamdaki
topyekûn cumhuriyet çatışmasında da siyasal-
sosyal virüslerin sinsice kullanılması şaşırtıcı
sayılmaz.
Cumhuriyet konusundaki topyekûn çatışmanın
en tehlikeli virüsleri, “etnik hakların
kurcalanması” ve “din duygularının istismarı”dır.
İstiklal Harbi’nin ardından etnik kökenleri hayli
karışık bir toplumda ulus kavramına dayanarak
kurulmuş bir “ulus-devlet” için “etnik hakları
kurcalama” virüsünün ne ölçüde tehlikeli olacağı
bilinmez miydi?
Dikkat edilirse, o virüsü bu topluma neredeyse
tavsiye edenler, başta ABD ve AB’nin Fransa’sı
olmak üzere, hep kendi etnik sorunlarını çoktan
çözmüş ülkeler oldu. Kendilerince tehlikesizleşmiş
bir virüsü Türkiye bünyesine sokmakta beis
görmedi o ülkeler. Son çeyrek yüzyıl boyunca bu
silah kullanılıp Ankara’yla nasıl oynandığı, virüsün
“açılım” kamuflajına nasıl sokulduğu, bu oynayışın
toplumu kaça bölüp kaç cana mal olduğu çok iyi
biliniyor.
Kendi sistemlerini laikliğe dayandıran o
devletler, din duygularının burada kötüye
kullanılmasına göz yummayı ve böylece Türkiye
gibi ölüm-kalım savaşında bile yobazlarla uğraşıp
demokrasiye yönelişini laiklik ilkesine dayandırmış
bir ülkeyi zayıflatmayı yine Batılılığa
yakıştırabildiler.
Kemalist devrimin aydınlanma ve aydınlatma
politikalarının İslam dünyasındaki gerici yönetimleri
üzmesini anlamak kolaydır. Din kavgalarından ve
Kilise boyunduruğundan yeni kurtulmuş bir
Batı’nın, İstiklal Harbi boyunca hilafetten yana
oluşunu da. Ama aynı Batı’nın Müslüman bir
toplumda laikliği ayakta tutmak için konan siyasal
sınırlamaları dert edinmesi ve o konudan şikâyetçi
bir iktidara din özgürlüğü adına arka çıkması
Türkiye’yi ters bir köşeye sıkıştırıp zayıflığını
kullanmaktan başka bir niyete yorumlanabilir mi?
Bir haftadır yaşananlar, bu virüslerin
cumhuriyetçi devlet sistemini nasıl şaşkına
çevirdiğini ve ülkeyi ne ölçüde zayıflatmış
olduğunu göstermiyor mu?
Sözde dostlarımız bu manzarayı büyük keyifle
seyrediyor olmalıdırlar.
[email protected]
PENCERE
Kadının İnsanlığı
Ne Zaman?
John Stuart Mill İngilizlerin ünlü filozof ve
ekonomisti; ama, bu kimliğinin rotasında bir
devrimci girişimi de var; 1865’te parlamentoya
seçilince, Mill, kadınların oy hakları için bir
tasarı hazırlıyor...
Sonuç?..
194 hayır..
73 evet.
O yıllarda Amerikalı kadın, hem köleliğin
kaldırılması için uğraşıyor, hem de kendisine
oy hakkı verilmesi yolunda çalışıyor.
Amerika’da zenciler oy hakkını kazandıkları
zaman, kadınlara sandık yasak...
Batı’da kadın, haklarını çekişe çekişe, didişe
didişe koparıyor; kadın önderler öncü
gösterilerinde polislerce yakalanıp içeri
atılıyorlar; Birinci Dünya Savaşı’nda erkeklerin
cepheye gönderilmeleriyle kadınlar iş
yaşamında öne çıkıyorlar; barış döneminde
geriye itiliyorlar; hakları esirgeniyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın 1934’te oy
hakkını kazanıyor; Avrupa’nın çoğu ülkesinde,
başta Fransa, kadın seçim sandığından uzak
tutuluyor.
Mustafa Kemal ne büyük adam..
Hayır “adam” değil, insan!..
Kadın hakları bugün bile yerkürenin çoğu
yerinde ya yok ya da kâğıt üzerinde...
Peki “erkek hakları” ne durumda?..
Düşünürken, fikirde saydamlaşmak yolunda,
bir deyişi yinelemek zorundayız:
“Aydınlanma Devrimi”.
Bir ülkede kadının, erkeğin, özetle insanın
haklarını kazanması için Aydınlanma
Devrimi’nin gündeme girmesi gerektir; yoksa
demokrasidir, çok partili rejimdir, kadın
haklarıdır, rafta kalır, hayata geçirilemez.
Uygarlık tarihindeki “Aydınlanma Devrimi”nin
Anadolu’daki adı “Kemalizm” ya da
“Atatürkçülük”tür.
Batı’da Aydınlanma Devrimi “İnsan Hakları
Bildirisi”nin felsefesini yarattı...
“Bildiri”de önce erkek vardı..
Ardından kadın gündeme girdi..
Avrupa’da “insan hakları” sanayileşme
devrimi gerçekleşip toplumda iki yeni sınıf,
burjuva ile proletarya hayata kavuşunca
bildirileşti.
Türkiye’de sanayileşmeden Aydınlanma
Devrimi’ni yaşamak zorundaydık; asker-sivil
aydının başını çektiği bu devrim kadın haklarını
savunurken yukarıdan aşağıya doğru bir
yöntemi kullanmaktan başka bir yordam icat
edemezdi.
Şeriat hukukunun mirasını 1926’da
“Yurttaşlar Yasası” (Medeni Kanun) ile
reddeden Kemalizm, 1934’te kadınlara oy
hakkını da tanıdı...
Ama o dönemde Anadolu’da kadın erkeğin
kölesiymiş, ne çıkar, ne yazar...
Kadının uyanmasını beklemek, bu işin
“reddiye”sinden başka bir anlam taşımazdı.
21’inci yüzyılın başında tüm İslam
dünyasının yaşamını büyük çapta düzenlemeyi
sürdüren şeriat hukuku, kadını köle sayar ve
“taife-i nisa”nın sokakta güneş ışınlarına
açılmasını yasaklar...
Müslüman kadın daha tesettürden
kurtulamadı...
Daha da beteri, tesettürün karanlığından
kaynaklanan türban köleliğini savunmayı
özgürlük eylemi sayıp demokratik hak gibi
algılamak yanılgısının politikasını yürütmek için
sokaklara dökülüyorlar kızlarımız...
8 Mart 2003’te, Türkiye kadını,
Aydınlanma’nın ışığını yaşarken şeriatçı
karanlığın zifirine çekilmek tehlikesiyle göğüs
göğüsedir...
“Aydınlanma Devrimi” kolay değil, uygarlık
alınteri dökmeden yaşanamıyor.
(8 Mart 2003 tarihli yazısı)
“Bağımsız yargı” adõna duyulan kaygõla-
rõn, vahim gelişmelerle “hukuksuzluk” bo-
yutuna taşõnmõş olmasõ, kaygõ katsayõsõnõ
haklõ olarak yükseltmiştir. Tehlike ve tehdit
algõsõ rejime yöneliktir. Ve tüm yaşananlarõn,
işbaşõnda bulunan AKP’nin kendisini iktida-
ra taşõyan halk kitlesini, iktidarõnõn yaratõcõ-
sõ olarak görmesi ve anayasal çerçevenin sõ-
nõrlarõnõn içinde hareket etmek yerine, bu sõ-
nõrlarõn dõşõna taşarak kendisini güçlendirme
eğilimi içine girmiş olmasõdõr. AKP ile rejim
arasõndaki mesafe “laiklik” ekseninde belir-
ginleşmektedir. Nitekim, laikliği yeniden ta-
nõmlama söylemleri ile başlattõklarõ “değişim”
talepleri, “yargı reformu” yapma, “anaya-
sa”yõ değiştirme gibi konulara doğru kapsa-
mõnõ genişletmiştir. Bu reform teklifinde öne
çõkan, Anayasa Mahkemesi ve siyasal parti-
lerin kapatõlmasõnõn önüne geçecek bir dü-
zenlemedir. Böylece siyasal partilerin laikli-
ğe karşõ odak olacak eylemlere girişmelerinin
önündeki engel ortadan kaldõrõlarak, Türki-
ye’nin demokratikleşmesinin yolu açõlmõş ola-
caktõr(!)…
Anayasalar iktidarõn yaratõcõsõ değildir. İk-
tidarõn nasõl kullanõlacağõnõ gösterdiği için ik-
tidar gücünün sõnõrlarõnõn belirleyicisi; rejimin
temel kurumlarõnõn hukuki çerçevesidir. Si-
yasal iktidarõn keyfiliğe kaymasõ ve fiili uy-
gulamalarõnõn önünde hukuki bir engeldir. Fii-
li olan ile hukuki olan arasõnda gitgeller ya-
şanõyorsa -ki Türkiye’de bugün yaşanan bu-
dur- hukukla çatõşma ya da siyasal irade ile
hukuk arasõndaki mesafenin genişlemesi hu-
kuka olan güveni sarsar, rejim aşõndõrõlõr.
Türkiye’nin sorunu
Türkiye’de temel sorun, anayasanõn kendisi
olsaydõ sorunu çözmek çok kolaydõ. Oysa Tür-
kiye’nin sorunu, anayasanõn kendisi değil;
AKP’nin yönetim anlayõşõdõr. Sorun hukuki
değil, siyasaldõr. Siyasetin hukukla olan so-
runu toplum adõna değil, iktidarõn güçlendi-
rilmesi adõnadõr. “Bu anayasa ile, bu yargı
ile demokrasi olmaz” tümcesini kullanmak,
bilerek konuyu saptõrmaktõr. Doğru tümce;
“Bugün ülkeyi yönetemeyen anlayışla de-
mokrasi olmaz”dõr. Çünkü anayasa ve ya-
salar, özünde toplumun hak ve özgürlükleri-
ni genişletmekten yana olan siyasal iradele-
rin önünde bir engel değildir. Kendi yetkile-
rini genişletme, keyfi yönetime kayma eği-
limleri önünde bir engeldir. Demokratikleş-
menin yolunu anayasa ve yasalar açamaz. En
ileri demokrasiyi kurumsallaştõran anayasa ve
yasalar, demokrasiyi içselleştirmemiş anla-
yõşlarõn yönetiminde işlevsiz kalabilirler.
Anayasa yapma telaşı
Türkiye’de toplumun tüm kesitlerinin söz-
leşmesi olarak ortaya çõkarõlabilecek bir or-
tak mutabakat metninin, toplumun önünü
açacak düzenlemelerin gereksinimine kimse
karşõ çõkmõyor. Böyle bir mutabakatõn sağ-
lanacağõ zeminin olmayõşõ göz ardõ edilerek
demokrasiden uzaklaşmanõn hõzlandõrõldõğõ sü-
reçte “reform” başlõklõ çalõşmalarla “ana-
yasa” yapma telaşõna girişilmiş olmasõna
haklõ bir tepki ve direniş var.
Devletin çatõsõnõ oluşturan, anayasa ve ya-
salarla korunmuş bir kurum olan “laiklik” si-
yaset aracõlõğõ ile aşõndõrõlõrken yasaklanmõş
olan cemaat oluşumlarõ, tarikat ilişkileri de yi-
ne siyaset aracõlõğõ ile güçlendirilebilmiştir.
Öyleyse neyin yasasõnõ yapmaktan söz edi-
yoruz? Siyaset, toplumsal hoşgörüyü yasanõn
yasakladõğõ alanda çalõştõrõrken, din, maneviyat
sömürüsü ile oy toplama kolaycõlõğõna saptõ-
ğõnda bunun getirisi, sandalye sayõsõnõ ço-
ğaltmak olmuştur.
Aynõ hoşgörü, toplum ve özgürlükler adõ-
na mücadele edenlere gösterilmemektedir. Si-
yaset; toplumsal ve ekonomik içerikli sorun-
larõn çözümü yerine, “hukuk” kõlõfõ ve eti-
ketleme üzerine yoğunlaştõkça Türkiye’deki
kõsõrdöngü giderek daralmakta; otoriter eği-
limler hem siyasetin hem de hukukun tõka-
cõ olmaktadõr.
Türkiye’yi yönetenler, ülkenin geride bõ-
raktõğõ değerleri yeniden kurumsallaştõrmaya
çalõştõklarõ çağõn, savunduklarõ değerleri üre-
ten çağlarõn anlayõşõndan farkõnõ görmezlik-
ten geldikçe, ülkeyi bir çatõşma ve kaygõ or-
tamõna sürüklemektedirler. Hukuk ile siyasetin
arasõnõ açõp, hukuku siyasetin emrine alma gi-
rişimleri, çağõmõzda demokrasinin ulaştõğõ en
ileri düzey olan “hukukun üstünlüğü” an-
layõşõna terstir. Hukukun üstün kõlõndõğõ an-
layõşta, güvence esastõr ve bu güvence; yurt-
taşlarõn hak ve özgürlükler alanõ içindir (Si-
yasal iktidarõn etki alanõnõ genişletmek için de-
ğil.).
Seçimle ortaya çõkan irade, oy vermiş
olanlarõn tercihini yansõtõr. Bu tercihin her bir
seçimde değişmesi ihtimali, yalnõzca de-
mokrasilerde söz konusudur. Meclis’te ço-
ğunluk oluşmuşsa, bu bir siyasal partinin ço-
ğunluğudur. Bu parti içinde egemen karar alõ-
cõlarõn sayõsõ, parti kurullarõnõn görünen sa-
yõsõndan daha azdõr; dolayõsõ ile kararlara yan-
sõyan milli irade değil; bir partinin azõnlõğõ-
nõn yansõttõğõ iradedir. Çoğunluğun iradesinin
bu şekilde çarpõtõlmasõna en yatkõn olan ül-
keler, demokrasiyi kurumsallaştõramamõş,
azgelişmiş ülkelerdir. Bu yüzden “hukukun
üstünlüğü”, “milli irade” söylemini kulla-
narak (saptõrarak) hükümranlõk kurmaya yat-
kõn olan ülkelerde, demokrasinin kurumsal-
laştõğõ ülkelerden daha çok önem taşõr.
Türkiye bir an önce yargõ odaklõ, hukukun
dinamizmini kõracak çatõşmalarõn dõşõna çõk-
malõdõr. Hukuk öne çekilmeden bu sürecin sõ-
kõntõlarõ aşõlamaz. Hukuk ve yargõ geriye itil-
dikçe; iddianame, suçlama, tutuklama zinci-
ri uzamakta ve bu zincire dahil edilenler, ta-
raf medya tarafõndan yargõsõz infaza tabi tu-
tulmakta; kamu vicdanõnda ise aklanmakta-
lar. Bu garip ve vahim durum, hiçbir kuruma
yarar sağlamaz. AKP rejimin temelini oluş-
turan kurumlarla çatõşmak yerine; erimekte
oluşunun muhasebesini yapmalõdõr.
Totaliter özlemler
Tek partili süreçteki Türkiye’yi diline do-
lamõş olan iktidar temsilcilerinin tek partili sü-
reçten alacaklarõ demokrasi dersleri var.
Özellikle demokrasiyi kurumsallaştõrma an-
lamõnda. Tek partili süreci bahane ederek to-
taliter özlemleri yaşama geçirme çabalarõnõ
perdeleyemeyeceklerini göremeyecek kadar
iktidar sarhoşu olmalarõ anlaşõlõr gibi değil.
Hukuka karşı, hukuktan dolanarak giri-
şilen harekât, yargının sorun oluşundan de-
ğil, ülkeyi yönetenlerin hukuk dışına çık-
mış olmalarının ve kendi hukuklarını ya-
ratma özlemlerinin bir yansımasıdır.
Bu yazõ; cemaat soruşturmasõ nedeniyle, hu-
kuk gaspõ ile Ergenekon zincirine eklemlenen
Cumhuriyet Başsavcõsõ Cihaner’in yaşadõk-
larõnõ da açõklamak; süreç devam ederse,
zincire yeni isimlerin ekleneceği gerçeğini
anõmsatmak için yazõlmõştõr. Bu zincir ne ka-
dar daha uzayacak?
Ergenekon torbasõnda daha kaç kişiye yer
var? Tüm kurumlar kendilerine sõra gelince mi
ses çõkaracaklar? Tek tek koltuklarõnda otu-
ran ve bu edindikleri yerlerden hoşnut olup hü-
kümete yaranmaya çalõşmõyor gibi yaparak,
yerlerini korumaya çalõşanlar ne zaman mu-
hasebe yapmaya başlayacaklar? Adaletin bo-
zuk işleyen terazisi ortada dururken, adil ol-
mayan düzenin bekçiliğini dolaylõ yoldan da
olsa yapõyor olmanõn vicdani sorumluluğu da-
ha ağõr olmalõ. Ses çıkaranların ödediği be-
delden daha az olmayacak sessiz kalanla-
rın ödediği bedel. Sahi, sõra şimdi hangi ku-
rumda?!..
Adaletsiz Terazi… Hukuksuz Demokrasi(!)
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi
Adaletin bozuk işleyen terazisi ortada dururken adil olmayan düzenin bek-
çiliğini dolaylõ yoldan da olsa yapõyor olmanõn vicdani sorumluluğu daha
ağõr olmalõ. Ses çõkaranlarõn ödediği bedelden daha az olmayacak sessiz
kalanlarõn ödediği bedel. Sahi, sõra şimdi hangi kurumda?!..
Ö
zelleştirme, sözcük
olarak, kamu kay-
naklarõnõn, özel ki-
şilere satõlmasõ anlamõna
gelmektedir. Özelleştir-
meler, ülkemizde ilk kez,
1986 yõlõnda Başbakan
Özal tarafõndan dile geti-
rildi. Önceleri, sanki, ka-
muya ait ve zarar eden
kaynaklar satõlacakmõş gi-
bi söylendi, öyle davra-
nõldõ. Daha sonraki yõllar-
da ise kamuya ait ne var-
sa, satõlmaya başlandõ. En
çok da “Devlet tüccar de-
ğildir. Devlet bu tür iş-
lerle uğraşmaz” denildi.
Zarar eden kamu kurum-
larõ örnek gösterildi. “Bun-
lar devletin üzerinde
yüktü ” denildi. Devletin,
vatandaşlarõna hizmet gö-
türürken, kâr amacõ taşõ-
mamasõ, sosyal devletin
amacõnõn hizmet olduğu
unutuldu. Cumhuriyetimiz
kurulurken, 1920’den,
Atatürk’ün öldüğü 1938’e
kadar, Türkiye’de fiyatlar
hiç yükselmiyor, Türk Li-
rasõ’nõn değeri ABD Do-
larõ’na eşittir. Ekonomik
kalkõnmayõ sağlamak için
o dönemde, kamu ekono-
mik kurumlarõ (KİT) ku-
ruluyor. Sümerbank, Eti-
bank, Şeker Fabrikalarõ,
Murgul Bakõr İşletmeleri,
TEKEL, zaman içerisinde,
demir çelik sanayi vb. iş-
letmeler, bu dönemde ku-
rulmuştur. Bu işletmeler,
zaman içerisinde, 1950’li
yõllardan sonra, sağ yöne-
timler tarafõndan, yandaş-
larõn yararlanmasõ için ar-
palõk olarak kullanõlmõş-
lardõr. 27 Kasõm 1994 ta-
rihinde, Başbakanlõğa bağ-
lõ “Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı” kuruldu.
Böylece, özelleştirmeler,
bu kurum aracõlõğõ ile yü-
rütülmeye başlanõldõ. Sõ-
rasõ ile Cumhuriyetten ve
Atatürk’ten armağan tüm
ekonomik kaynaklarõmõz
yerli ve yabancõ anapara-
ya satõlmaya başlandõ. Za-
man içerisinde, yabancõ
alõcõlar ağõrlõk kazandõ.
Öyle bir dönem geldi ki li-
manlarõmõz, haberleşme
kaynaklarõmõz, önemli sa-
nayi kurumlarõmõz, ulu-
sal değerdeki ekonomik
kaynaklarõmõz, yabancõ-
larõn eline geçti. Özelleş-
tirme adõ altõnda, yerli ve
yabancõ anaparaya satõlan
en değerli ekonomik kay-
naklarõmõz, gerçekte, Ulu-
sumuzun en önemli var-
lõklarõdõr. Bu kaynaklar
çoğu kez, gerçek değerle-
rinin çok altõnda ve taksit-
lerle satõlmõşlardõr. Alanlar,
elde ettikleri kârlarõ ile
taksitleri ödemişlerdir. Bir
bölüm fabrikalar ise yeni
alõcõlarõ tarafõndan kapa-
tõlmõş, taşõnmazlarõ, aldõk-
larõ paranõn çok üzerinde
elden çõkarõlmõş, çalõşan
işçilerin ise işlerine son
verilmiştir.
Türk Telekom Arap-
lara satõlmõştõr. Bu yolla,
haberleşmemiz yabancõ-
larõn eline geçmiştir. Te-
lekom’un kârõ, taksitleri-
ni ödüyor. Seydişehir
Alüminyum Fabrikasõ,
en büyük alüminyum ku-
ruluşumuz, yabancõlara
satõlmõştõr. TÜPRAŞ, Av-
rupa’nõn beşinci büyük
rafinerisidir. 16.1 milyar
dolarlõk cirosu, 491 mil-
yon dolar net kârõ bulu-
nan, ülke ekonomisine
katkõsõ 8.9 milyar dolar
olan TÜPRAŞ, değeri-
nin çok altõnda satõlmõş-
tõr. Erdemir, Yurdumu-
zun demir – çelik üreten
ve hep kâr eden en de-
ğerli sanayi kurumlarõn-
dan birisi olduğu halde,
özelleştirme yolu ile ya-
bancõlarõn eline geçmiştir.
Şu Özelleştirme
Dedikleri...
Erol ERTUĞRUL