Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT 2010 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Pişmaniye
ÖYLE yüksek, bilim adamı düzeyinde değil,
birazcık iktisat bilgisi olan insanların bile şimdi hep
birlikte söylediği bir şey var; neredeyse bütün
dünyayla birlikte bizde de: “Devlet yatırım yapsın,
fabrika kursun da, işsiz iş bulsun ve cebine biraz
para girsin, piyasa canlansın, çark yeniden
dönmeye başlasın.”
Gelgelelim, yine derin iktisat bilgisi olmayanlar da
“Devlet borca batık, bütçesi faiz ödemeye ancak
yetiyor, elinde ne kalır ki, yatırım yapsın?” demekte.
Yine sıradan insanların aklına, “Devlet değil mi,
para bassın” demek geliyor ama, başka sıradan
insanların da yanıtı “Ama öyle yaparsa enflasyon
gelir, hepimiz hapı yutarız” oluyor.
Tuhaf olan şu ki, sıradan insanların bu mantığı ile
günümüzde bağımsız düşünebilen ortalama
iktisatçıların temel düşüncesi ister istemez aynı
noktada birleşmekte: “Evet, işsizliğin azalması ve
çarşının canlanması için kamu yatırımı gerekli; o
halde dış borcu çoğaltmaktansa devletin biraz para
basması yanlış olmaz.” Azıcık Keynes falan
okumuş olan da hemen “kurumuş tulumbayı çalışır
duruma getirmek için biraz su akıtma” örneğinden
söz açmayı ihmal etmiyor.
İşte asıl güçlüklerin başladığı nokta da bu.
Enflasyon mu?
“Aman, sakın ha. Halkın ağzı çok yandı bundan.
Enflasyon; zenginin daha zengin, yoksulun daha
yoksul olması demek. İktidarlar hep bu yüzden
yıkıldı.”
Disiplinli ve kontrollü, kısa zamanda sonuç elde
edildikten sonra şimdi olduğu gibi yüzde 5-6’ya
indirilecek bir enflasyon mu?
“O disiplin bizde yok; bir başladı mı, arta arta
yüzde yüzlere yaklaşır bizim enflasyon. Üstelik,
bazen başımızda, bazen yanı başımızda IMF var;
hem de, başlangıçta kolay ve güvenceli borç
kapıları açtığı ya da hükümeti bir çeşit gözetim
altında tuttuğu için bizdeki özel kesimin özlediği bir
IMF; orası enflasyona kolay kolay göz yummaz.”
Derhal farkına varıyorsunuz ki, bu türden
düşüncelerle ileri sürülebilecek kolay
çözümlerin kapısı da kolayca kapanıvermektedir.
O halde, pişman olmanın ve ders çıkarmanın
zamanı geldi demektir.
Cumhuriyetin büyük emeklerle, özverilerle hiç
yoktan yarattığı ve kısaca KİT denen iktisadi devlet
teşekkülleri yaşatılsaydı; Sümerbank, Etibank, Süt
Endüstrisi, Et ve Balık Kurumu gibi kuruluşlar,
Deniz Nakliyatı AŞ, Petrol Ofisi gibi kamu şirketleri,
PTT ve ondan ayrılan Telekom gibi kamu
işletmeleri kamu elinde tutularak siyasal
kayırmalara kurban edilmek yerine özerk ve verimli
yönetimlerce çalıştırılsaydı; Türkiye böyle bir krizle
durgunluk ve işsizlik çukuruna düşer miydi? Düşse
bile, iyi işletilen, yeni yatırımlarla büyütülen kamu
kuruluşlarının kazançlarıyla o çukurdan çıkmaz
mıydı?
[email protected]
PENCERE
İlkellere İlle de
Düşman Gerek...
Yüce Allah hiç kuşkusuz kutsal coğrafyada
yaşanan pis savaşı yukardan seyrediyor...
Biz televizyondan izliyoruz...
Tanrı’nın TV ihtiyacı yok!..
Savaşanlardan biri Müslüman..
Öteki Hıristiyan..
Tanrı hangisine yakın?..
Amerika bir federal devlettir; en üstte
Başkan Bush bulunuyor.
Federe devletler iç yönetimlerinde
serbesttirler; ama temelde Başkan Bush’a
bağlıdırlar.
Bush şimdi bu modeli Asya’nın
Ortadoğu’sundaki Müslüman petrol
coğrafyasına taşımak istiyor...
Lamı cimi yok..
Çağdaş uygarlık öyle bir aşamaya geldi ki,
Küreselleşme denen süreçte, kapitalizmin
doruktaki patronajı tüm dünyaya el koyacak
güce erişti...
Petrol coğrafyasındaki Müslüman devletlerin
başında kim varsa eyalet valisine
benzeyecek...
Halkı yönetecek; ama, yuları Bush’un elinde
olacak...
Zavallı Müslümanlar..
Tanrı’ya sığınıyorlar..
Ancak Tanrı cehennemin ateşini Bush’a
kiralamış; füzelerle Irak’a yağdırıyor...
Biz de bu kavgaya uzak durmaya
çalıştığımız için ilerde Türkiye’nin ne olacağı
belli değilmiş!.. Rivayete bakılırsa Bush bize
çok kızmış, canımıza okuyacakmış...
Peki, neler yapacakmış?..
Neler de neler?..
Maydanozlu köfteler..
Şu günlerde, aklı başında bir kişi, bizim
televizyonlarda konuşulanları dinlese oynatır,
uzman mı uzman yorumcuların söylediklerine
bakarsanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu
geldi; hem ölümümüz kimin elinden olacak?..
Amerika’nın elinden...
Hani Amerika dosttu?..
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika,
Türkiye’de öyle bir Rusya ve komünizm
düşmanlığı körükledi ki, herkesin aklı başından
gitti...
Başımızdan eksik olmasın, devletimiz bu
havaya kendini gözeneklerine dek kaptırdı; her
yerde komünist aramaya başladık; bugün
anlatmak çok zordur o günkü havayı...
Komünizmin Türkiye’de iktidarlaşması için
binde bir bile olasılık yoktu...
Ancak aklımızı peynir ekmekle yedik,
Amerika’nın propagandasına kapıldık, korkuya
ürküye sardık, doğru dürüst düşünmekten
yoksunlaştık, öküzün altında buzağı aradık,
kendi kendimizle düşmanlaşıp kahrolduk, tüm
gücümüzü kuvvetimizi komünizmle savaşıma
verdik...
Bize bir düşman lazımdı..
O düşman şimdi yok!..
Ancak bize bir düşman lazım...
Amerika gözlerimizi şaşılaştırıp körleştirmek,
mantığımızı yiyip bitirmek, aklımızı
buharlaştırıp uçurmak, sonra da bizi istediği
gibi çekip çevirip teslim almak için ne
yapacağını iyi biliyor...
Bizlere bir düşman gerek!..
O da icat ediliyor.
Kim o?..
Kürtler!..
Peki, Anadolu’nun taşıyla toprağı sayılan
Türkler ve Kürtler bu numarayı yiyecekler mi?..
( 23 Mart 2003 tarihli yazısı)
S
anõrõm bir İngiliz diplomatõ yazmõştõ.
Osmanlõ devletini güzel bir halõya
benzetmişti. Osmanlõ devletinin
yok oluş sürecini de bu güzel halõ-
nõn sökülüp sarõ ipliklerin buraya,
yeşil ipliklerin oraya, mavi ipliklerin şuraya..
vb. yõğõlmasõna benzetmişti. Gerçekten de bir
zamanlarõn Osmanlõ topraklarõnda Romanya,
Sõrbistan, Yunanistan, Bulgaristan kuruldu. Her
biri bir etnik gurubun yoğunlaştõğõ bir devlet.
Bu etnik devletler kurulurken genellikle ve ön-
celikle oralarõ yurt edinmiş Türklerin toprak-
larõndan çõkõp gitmesini istemişlerdir. Geniş öl-
çüde bu yüzden, bağõmsõzlõklarõnõ kazandõk-
tan sonra bu ülkelerdeki Türklerin sayõsõnda
çok büyük düşüşler olmuştur.
Osmanlõ devletinin yok oluş süreci kendi-
liğinden olmuş değildir. Avrupa’nõn emper-
yalist büyük devletleri, genel olarak Avrupa
ve Avrupa’nõn uzantõsõ olan ABD gibi ülke-
ler bunu hep arzu etmişlerdir. Dünya hege-
monyasõna sahip olduklarõ için de bunu zaman
içinde gerçekleştirmeyi bilmişlerdir. Zaman
içinde dedim, çünkü emperyalistler arasõnda
her vakit büyük tepişmeler, rekabetler ol-
muştur. Tabii emperyalistlerin işini çok ko-
laylaştõran bir etken olarak, Osmanlõ’nõn ça-
ğa ayak uydurmaktaki büyük gecikmelerini de
hesaba katmak gerekir.
Amaç Bulgar modeliydi
Avrupalõlar Osmanlõ’nõn yok olma süreci-
nin sonuna değin devam edeceğini sanmõş-
lardõr. Ermeniler de öyle. Ve Osmanlõ top-
raklarõnda büyük bir Ermenistan kurulacağõ ha-
yaliyle büyülenmişlerdir. Onlara bu hayali şõ-
rõnga edenler Batõlõlar olmuştur. Başta
ABD’nin, misyoner okullarõ bu umutlarõ
uyandõrmak için ellerinden geleni yapmõşlar-
dõr. Ardõndan Ermeniler işi hõzlandõrmak için
harekete geçmişlerdir. Hõnçak (1887) ve Taş-
naksutyun (1890) örgütlerini kurmuşlardõr.
Bunlar yõldõrõ (terör) örgütleriydi. Amaçlarõ si-
lahlõ ayaklanmalar çõkartarak Bulgar modeli-
ni uygulamaktõ. Bulgaristan’da Bulgarlar
ayaklanmõş, birçok Türk’ü öldürmüşlerdi
(1876). Bunun üzerine Türkler Bulgarlara ay-
nõ şeyi yapõnca, Bulgarlar zulme uğruyoruz di-
ye Avrupa’ya şikâyet etmişler, onlarõn mü-
dahalesini sağlamõşlardõ. Böylece önce özerk-
lik, ardõndan bağõmsõzlõk gelmiştir.
Yõldõrõ örgütleri işlerini yürütebilmek için Er-
meni topluluğunu ‘esir’ almõşlardõr. Para için
Ermeni işadamlarõna başvurmuşlardõr. Para-
yõ vermeyenleri vurmuşlardõr. Aldõklarõ si-
lahlarõ binalarõnda gizlemeyi kabul etmeyen
papaz ya da öğretmenleri vurmaktan çekin-
memişlerdir. İşbirliği yapmayan köylü ya da
kentli Ermenileri de öldürmüşlerdir. Bunlarõ
korkusuzca yapmõşlardõr, çünkü Osmanlõ po-
lisine yakalanõrlarsa Avrupalõ konsoloslar
serbest bõraktõrmak için müdahale etmişlerdir.
Böylece Avrupalõlarõn desteğiyle Ermeni top-
luluğu bu komitacõlarõn tutsağõ olmuş, çõkar-
dõklarõ isyanlara katõlmak zorunda kalmõştõ. Oy-
sa Ermeniler, anadili Türkçe olan, Türklerle
büyük ölçüde kaynaşmõş, Osmanlõ halklarõ ile
yüzyõllarca iyi ilişkiler içinde yaşamõş bir top-
luluktu.
Ermeniler çoğunlukta değildi
Aslõnda bu yapõlmak istenenler bir çõlgõnlõktõ.
Çünkü Ermeniler, imparatorluğun hiçbir ye-
rinde çoğunluk değillerdi. Ayrõca, ne de olsa
karşõlarõnda II. Abdülhamit gibi işini bilen,
duruma az çok egemen bir padişah vardõ. He-
le 1908 II. Meşrutiyet burjuva demokratik dev-
rimiyle işleri daha da zorlaştõ. Çünkü karşõla-
rõnda mektepliler vardõ artõk (İttihat ve Terakki,
İT). Balkan Savaşlarõ’ndan önce İttihatçõlarõn
Anadolu’nun son Türk yurdu olduğu duygu-
sunu ne ölçüde taşõdõklarõ pek bilinemez,
ama o savaşlardan sonra bunu duyumsama-
malarõ olanaksõzdõ. Anadolu, Sevr’de de
(1920) somut olarak anlaşõlacağõ üzere, Yu-
nanistan ve Ermenistan arasõnda paylaşõlacak,
Türklere de ‘ortadan kaybolmak’ (nasõl ola-
caksa) düşecekti.
Dünya savaşõ geldiğinde, Ermeniler düş-
manla birleştikleri için, Osmanlõ hükümetine
tehcir yapmaktan başka çare bõrakmadõlar. Os-
manlõ savaşõ yitirirse, Anadolu Türklüğü Ru-
meli Türklüğü gibi yok olacaktõ. Tehcir ile
özellikle Doğu Anadolu’daki Ermenilerin
pek çoğu, savaş çabalarõna zarar veremeye-
cekleri Suriye ve Irak kuzeyine götürülüp yer-
leştirildiler. Ne var ki, birçok nedenlerle pek
çok ölen oldu. Bu nedenlerden en önemlisi Do-
ğu Anadolu’da demiryolu, motorlu araçlar gi-
bi toplu taşõma araçlarõnõn olmamasõydõ. Do-
layõsõyla sürülenler yürümek zorundaydõlar.
Yaşlõ ve çocuklarõn buna zor dayanacaklarõ
açõktõr. Şevket Süreyya Aydemir anõlarõnda
(Suyu Arayan Adam) asker olarak Doğu cep-
hesine nasõl gittiğini anlatõyor. Trenle Ulu-
kõşla’ya vardõktan sonra, bir haftada Kayse-
ri’ye, sonra bir haftada Kayseri’den Sõvas’a na-
sõl yürüdüklerini anlatõyor. Ama tabii, Şevket
Süreyya ve yanõndakiler bunu genç, sağlõklõ in-
sanlar olarak yapmõşlardõ.
Salgın hastalıklar
İkinci önemli neden, o sõra başta İspanyol
nezlesi, salgõn hastalõklarõn varlõğõydõ. Bu
konuda Hikmet Özdemir’in çalõşmasõ var
(Salgõn Hastalõklardan Ölümler, 1914-1918,
2005). Tehcir sõrasõnda tam olarak kaç kişinin
öldüğünü olabildiğince saptayacak çalõşmalar
yapmak gerekiyor.
Olanlarõn sorumlusu, Ermenileri teröre, is-
yana özendiren emperyalist ülkelerle bu tel-
kinleri benimseyen Ermenilerdir. Ne var ki Ba-
tõ ülkelerinde günümüzde büyük bir terbiye-
sizlikle soykõrõm yapõldõğõnõ ileri süren yoğun
bir kampanya vardõr. Koskoca parlamentolar
tarih bilimi yapõyorlarmõş ya da mahkemey-
mişler gibi soykõrõm kararlarõ almaktadõrlar.
Birçok Türk de olan biteni anlamõyor, bu adam-
lara gerçekleri neden anlatamõyoruz diye çõl-
dõrõyor. Uluslararasõ mahkemelere gidelim di-
yenler var. Oysa o mahkemeler onlarõn mah-
kemeleridir. Onlardan adalet beklemek büyük
aymazlõktõr.
Sevr’i diriltme umudu
İşin esasõ şu: Türkiye’deki karşõdevrim sü-
reci yüzünden yaşanan çöküntüler Batõlõlarda
Sevr’i diriltme umudunu yeşertmiştir. Onlar
Ermeni sorununun içyüzünü araştõrmak pe-
şinde değiller, Anadolu’yu Ermenistan ve
Yunanistan yapmak hevesi içindeler. Soykõ-
rõm iddiasõ bu amaca götüren bir silahtõr.
Türkiye şamar oğlanõna dönmüştür. Su-
baylarõnõn başõna müttefiki olan bir devlet ta-
rafõndan çuval geçiriliyor, gösterilen tepki sõ-
fõra yakõn. Karşõdevrim ülkemizi borca batõr-
mõş, tarõm ve hayvancõlõğõ çökertmiştir. En de-
ğerli işletmelerini yok pahasõna satõp savur-
muştur. Töre cinayetleri, şeyhlik, ağalõk, tarikat
gibi orta çağ kurumlarõnõ yaşatõyor, baş tacõ edi-
yoruz. Bu durumlar Sevr’in mimarlarõna ta-
rifsiz umutlar veriyor. Çöküşümüzü hõzlan-
dõrmak için planlar yapõyor, üstümüzdeki
baskõyõ arttõrõyorlar. Demek ki Ermeni soru-
nu yok, Türkiye’nin ortaçağ defterini kapat-
mamõş olmasõ sorunu var. Aynõ biçimde Kõb-
rõs sorunu da yok diyebiliriz.
Ermeni Sorunu mu Türkiye Sorunu mu?
Prof. Dr. Sina AKŞİN
Çöküşümüzü hõzlandõrmak için planlar yapõyor, üstümüzdeki baskõyõ
arttõrõyorlar. Demek ki Ermeni sorunu yok, Türkiye’nin ortaçağ defterini
kapatmamõş olmasõ sorunu var. Aynõ biçimde Kõbrõs sorunu da
yok diyebiliriz.
P
olitikacõnõn, toplumun gözü
önündeki insanlarõn suskun
değil, konuşkan olmasõnõ
isteriz. Ancak çok ve yerli yersiz
konuşmak kimi zaman konuşanõ
sõkõntõya sokar. Doğrularõ çarpõ-
tõyorsa, birtakõm toplumsal ku-
rallarõ, yasalarõ, kişilerin ve top-
lumun duyarlõ olduğu noktalarõ
göz ardõ ediyorsa, çok konuşan ki-
şi kendi diliyle yakalanõr.
Sözü ölçüp tartõp söyleyecek-
lerin başõnda politikacõlar gelir; ne
ki 2000’li yõllarõn başõndan bu ya-
na özellikle “İktidar benim” di-
yenler, ağzõna geleni söylemeyi
“temel hak” gibi görüyorlar.
Anõmsamak bile istemediğimiz
son örneklere 2 Şubat 2010 günü
tanõk olduk. TBMM’deki tartõş-
malar kavgaya dönüştü; parmak
basmak istediğimiz nokta, kavga
sonrasõndaki konuşmalardõr. Ağõz-
lardan ne sözler çõktõ, ne çamlar
devrildi, saymak olanaksõz.
Kõrk yõldõr dille ilgilenen biri
olarak parti, dünya görüşü ayrõmõ
yapmadan, ağzõna geleni söyle-
yiveren herkesi eleştiririz. Baş-
bakanõn eşi başörtüsü nedeniyle
bir askeri hastaneye girememiş; bu
demokrasi ayõbõ oluyor, dillendi-
renler “ahlaksız, şerefsiz, izan-
sız” diye azarlanõyor. Ancak
TBMM Başkanvekili Sayõn Gül-
dal Mumcu için söylenenler de-
mokrasilerdeki sõradan söz ve
olaylardan sayõlõyor. Yetkili ağõz-
lardan öyle sözcükler çõkõyor ki
yurttaş olarak gerçekten utanõ-
yoruz. Söz konusu başörtü olun-
ca pek duyarlõ olanlar, başka ka-
dõnlarõn karşõ karşõya kaldõğõ
olumsuzluklara aynõ duyarlõlõğõ
gösteremiyor. Üstelik kadõnõn ör-
tüsüyle her fõrsatta gündem sap-
tõrõlõyor. Örtüsü kadõnõ kapatõrken
erkek politikacõnõn “açılımı”na
araç yapõlõyor.
TBMM’yi yönetmiş bir kişinin,
hoşluk yaptõğõnõ ve önemli şeyler
söylediğini sanarak her ağaç göl-
gesinde konuşmasõ çok üzücüdür;
“gaf” diyemeyeceğimiz sözleri de
belleklerdedir. Yetkililerin ağ-
zõndan çõkan, senlibenli konuşma
diline, argoya, dahasõ tonlamayla
sövgü makamõna uzanan sözcük-
leri yazõya geçirmekte zorlanõyo-
ruz. Bakõnõz; bir milletvekili, sö-
züm ona bu kimliğiyle TBMM
Başkanvekili’nin odasõna girmiş,
“militan bir tavır sergilediğini,
genel kurulu iyi yönetemediği-
ni” söyleyip “uyarı”da bulunmuş,
sonradan da “zerafet”ini, “ken-
dilerine emanet” olduğunu be-
lirtmiş. Neresini düzeltelim? Kim-
senin kamburunu düzeltmek gibi
bir görevimiz de yok; çünkü dil-
otu yemiş birini bu saatten sonra
kimse düzeltemez. Ancak eleşti-
ri hakkõnõ kullanmak her yazarõn,
her aydõnõn sorumluluğudur. Bu
nedenle Sayõn Güldal Mumcu’ya
yönelik “saldırı” diyebileceği-
miz bu tavrõ kõnõyoruz; kõnama-
yanlara da anõmsatmak isteriz.
TBMM Başkanvekili Sayõn Mum-
cu kimseye, dahasõ böyle bir an-
layõşa asla “emanet” değildir.
Sayõn Başbakan’õn ve kimi po-
litikacõlarõn “biçem” (üslup) ko-
nusunda ciddi sorunlarõ var. Baş-
bakan 5 Şubat 2010 günü partisi-
nin bir etkinliğinde konuşurken
muhalefetin “üslup”unu eleştirdi;
muhalefetin biçemini sõk sõk “çir-
kin” olarak nitelemiştir. TBMM
tutanaklarõnõ taradõğõmõzda ger-
çekten de TBMM’de ciddi bo-
yutlarda bir biçem sorunu oldu-
ğunu görüyoruz. Ancak ilk gözü-
müze çarpan doğallõkla iktidarda
olanlarõn kullandõğõ dil ve bi-
çemdir. Çünkü iktidar her ağzõna
geleni söyler, muhalefet de kuzu
kuzu dinler diye bir kural yok.
Kuşkusuz tersi de söz konusu
değildir.
TBMM’de konuşanlar sesini
denetleyemiyorsa, sözcüklerini
seçemiyorsa, sözüyle beden dili
uyuşmuyorsa; kürsüdeki vekil,
laf atõldõğõnda nerede olduğunu
unutuyorsa, sergilenen biçem,
gerçekten kimi kez tutanaklarõ
utandõracak noktaya ulaşmaktadõr.
TBMM’de 2 Şubat’ta söyle-
nenler, kavga başlamadan önce
kürsüde olan Sayõn Başbakan’õn
kullandõğõ sözcükler ve ses tonu,
iktidar partisinden bir milletveki-
linin, sözlerini kanõtlayamayan
muhalefetin “müfteri” olacağõnõ
haykõrmasõ ve başka konuşmalar
da ilginç biçem özellikleriydi; en
usta tutanakçõyõ bile zorlamõştõr.
Eski TBMM Başkanõ’nõn sergi-
lediği tutum, sonraki açõklamala-
rõ da basõnõn özellikle bir kesimi-
ni zorlamõştõr.
Kõsacasõ TBMM o gün biçem
araştõrmasõ yapacak uzmanlara
epeyce malzeme sunmuştur. Ön-
yargõsõz bir değerlendirme ya-
parsak biçem eleştirisini iktidar ya-
põyorsa ilkin kendi biçemine bir
çekidüzen vermesi gerekir. Ör-
neğin AKP’nin “siyaset okulun-
da” Sayõn Arınç’õn son zaman-
larda yaptõğõ tüm konuşmalar
“örnek” alõnõp üzerinde konu-
şulmalõ, tartõşõlmalõdõr.
Bugünkü TBMM için eski mec-
lislere göre yaşça daha genç di-
yebiliriz; ama iktidarõn kullandõ-
ğõ dili göz önüne alarak dil ve bi-
çem açõsõndan daha “reşit” ol-
mamõş bir görüntü sergilendiğini
söylersek de yanõlmõş olmayõz. Di-
liyle yakalanan yakalanana…
Diliyle Yakalanmak...
Sevgi ÖZEL
Bugünkü TBMM için eski Meclislere göre yaşça daha genç
diyebiliriz; ama iktidarõn kullandõğõ dili göz önüne alarak
dil ve biçem açõsõndan daha “reşit” olmamõş bir görüntü
sergilendiğini söylersek de yanõlmõş olmayõz.
Türkülerin Yeri...
“P
olat Alemdar solcu türkü söyle-
di!” Bazõ gazeteler (31.1.2010)
böyle manşet attõ. Anadolu insanõ-
nõn sõcaklõğõyla, yüreğiyle oluşmuş bir türküdür
o “solcu türkü”: “Odam kireç tutmu-
yor/Kumunu katmayınca/Sevda baştan
gitmiyor/Sarılıp yatmayınca/Odam kireç-
tir benim/Yüzüm güleçtir benim/Soyun
da gir koynuma/Tenim ilaçtır benim.”
Halk kokmayan, ter kokmayan, sevgi ile, acõ
ile yoğrulmayan türkü mü olur? Sevda, umut,
özlem, çile.. iç içedir. Bir türkünün “solcu”
sõfatõna gereksinimi yoktur. Ama ayrõm ya-
põlõrsa, türkülerin yeri soldadõr. Türkü, solu
genlerinde taşõr. Bilinen, sermayenin yanõn-
da görünmez. Yukarõdaki türkünün son dört-
lüğüne bakõnõz: “Odam kireçtir benim/Yü-
züm güleçtir benim/Hangi taşa sarıl-
sam/Emeğim boştur benim.” Sanki, bugü-
nün haklarõ elinden alõnõp sokağa atõlan TE-
KEL işçisinin iniltileri... Burada hem dün var,
hem bugün. Yarõnõn tohumlarõnõ da içinde sak-
lõyor. Halk yönetilendir, halk sömürülendir.
Türkü, o büyük kesimin yansõmasõdõr. Yüre-
ğimizin, sol mememizin altõnda bulunduğu gi-
bi, türküler de orada mayalanõr.
Bazõ gazeteler “solcu türkü” derken dil-
lerinde bir küçültme, küçümseme seziliyor. El-
lerinden gelse beğenmedikleri türküleri ya-
saklarlar. Onu çok yaşadõk. Güçleri yetse tür-
kü söyleyeni, hatta türküyü tutuklamak ister-
ler! Sõrasõnda, türkünün bir dizesinin bile dom-
dom kurşunundan daha etkili olduğunu bilir-
ler. İhsani mi dersin, Mahsuni mi dersin tür-
küleri yüzünden az mõ çektiler? Kimlerden?
Türkülerin tõnõsõndan fincancõ katõrlarõ ürkü-
yordu. Ozan ise aldõrmõyordu: “Yazacağım
bu can tende/Durana dek yazacağım/Sö-
mürgeni toprağımdan/Kovana dek yaza-
cağım” deyip sazõnõn teline vuruyordu.
İki bin yõl önce bilge ne diyordu: “Bir ulu-
sun türkülerini yapanlar, yasalarını ya-
panlardan daha güçlüdür.”
Şair Bedri Rahmi, türkülerin güzelliğine
vurgundu: “Ah bu türküler/Türküleri-
miz/Ana sütü gibi temiz/Mis gibi insan ko-
kar, mis gibi toprak kokar/Hilesiz hurda-
sız”
Türkü, inceliğin, insanlõğõn yanõndadõr...
Nusret ERTÜRK