18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Pişmaniye ÖYLE yüksek, bilim adamı düzeyinde değil, birazcık iktisat bilgisi olan insanların bile şimdi hep birlikte söylediği bir şey var; neredeyse bütün dünyayla birlikte bizde de: “Devlet yatırım yapsın, fabrika kursun da, işsiz iş bulsun ve cebine biraz para girsin, piyasa canlansın, çark yeniden dönmeye başlasın.” Gelgelelim, yine derin iktisat bilgisi olmayanlar da “Devlet borca batık, bütçesi faiz ödemeye ancak yetiyor, elinde ne kalır ki, yatırım yapsın?” demekte. Yine sıradan insanların aklına, “Devlet değil mi, para bassın” demek geliyor ama, başka sıradan insanların da yanıtı “Ama öyle yaparsa enflasyon gelir, hepimiz hapı yutarız” oluyor. Tuhaf olan şu ki, sıradan insanların bu mantığı ile günümüzde bağımsız düşünebilen ortalama iktisatçıların temel düşüncesi ister istemez aynı noktada birleşmekte: “Evet, işsizliğin azalması ve çarşının canlanması için kamu yatırımı gerekli; o halde dış borcu çoğaltmaktansa devletin biraz para basması yanlış olmaz.” Azıcık Keynes falan okumuş olan da hemen “kurumuş tulumbayı çalışır duruma getirmek için biraz su akıtma” örneğinden söz açmayı ihmal etmiyor. İşte asıl güçlüklerin başladığı nokta da bu. Enflasyon mu? “Aman, sakın ha. Halkın ağzı çok yandı bundan. Enflasyon; zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olması demek. İktidarlar hep bu yüzden yıkıldı.” Disiplinli ve kontrollü, kısa zamanda sonuç elde edildikten sonra şimdi olduğu gibi yüzde 5-6’ya indirilecek bir enflasyon mu? “O disiplin bizde yok; bir başladı mı, arta arta yüzde yüzlere yaklaşır bizim enflasyon. Üstelik, bazen başımızda, bazen yanı başımızda IMF var; hem de, başlangıçta kolay ve güvenceli borç kapıları açtığı ya da hükümeti bir çeşit gözetim altında tuttuğu için bizdeki özel kesimin özlediği bir IMF; orası enflasyona kolay kolay göz yummaz.” Derhal farkına varıyorsunuz ki, bu türden düşüncelerle ileri sürülebilecek kolay çözümlerin kapısı da kolayca kapanıvermektedir. O halde, pişman olmanın ve ders çıkarmanın zamanı geldi demektir. Cumhuriyetin büyük emeklerle, özverilerle hiç yoktan yarattığı ve kısaca KİT denen iktisadi devlet teşekkülleri yaşatılsaydı; Sümerbank, Etibank, Süt Endüstrisi, Et ve Balık Kurumu gibi kuruluşlar, Deniz Nakliyatı AŞ, Petrol Ofisi gibi kamu şirketleri, PTT ve ondan ayrılan Telekom gibi kamu işletmeleri kamu elinde tutularak siyasal kayırmalara kurban edilmek yerine özerk ve verimli yönetimlerce çalıştırılsaydı; Türkiye böyle bir krizle durgunluk ve işsizlik çukuruna düşer miydi? Düşse bile, iyi işletilen, yeni yatırımlarla büyütülen kamu kuruluşlarının kazançlarıyla o çukurdan çıkmaz mıydı? [email protected] PENCERE İlkellere İlle de Düşman Gerek... Yüce Allah hiç kuşkusuz kutsal coğrafyada yaşanan pis savaşı yukardan seyrediyor... Biz televizyondan izliyoruz... Tanrı’nın TV ihtiyacı yok!.. Savaşanlardan biri Müslüman.. Öteki Hıristiyan.. Tanrı hangisine yakın?.. Amerika bir federal devlettir; en üstte Başkan Bush bulunuyor. Federe devletler iç yönetimlerinde serbesttirler; ama temelde Başkan Bush’a bağlıdırlar. Bush şimdi bu modeli Asya’nın Ortadoğu’sundaki Müslüman petrol coğrafyasına taşımak istiyor... Lamı cimi yok.. Çağdaş uygarlık öyle bir aşamaya geldi ki, Küreselleşme denen süreçte, kapitalizmin doruktaki patronajı tüm dünyaya el koyacak güce erişti... Petrol coğrafyasındaki Müslüman devletlerin başında kim varsa eyalet valisine benzeyecek... Halkı yönetecek; ama, yuları Bush’un elinde olacak... Zavallı Müslümanlar.. Tanrı’ya sığınıyorlar.. Ancak Tanrı cehennemin ateşini Bush’a kiralamış; füzelerle Irak’a yağdırıyor... Biz de bu kavgaya uzak durmaya çalıştığımız için ilerde Türkiye’nin ne olacağı belli değilmiş!.. Rivayete bakılırsa Bush bize çok kızmış, canımıza okuyacakmış... Peki, neler yapacakmış?.. Neler de neler?.. Maydanozlu köfteler.. Şu günlerde, aklı başında bir kişi, bizim televizyonlarda konuşulanları dinlese oynatır, uzman mı uzman yorumcuların söylediklerine bakarsanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu geldi; hem ölümümüz kimin elinden olacak?.. Amerika’nın elinden... Hani Amerika dosttu?.. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika, Türkiye’de öyle bir Rusya ve komünizm düşmanlığı körükledi ki, herkesin aklı başından gitti... Başımızdan eksik olmasın, devletimiz bu havaya kendini gözeneklerine dek kaptırdı; her yerde komünist aramaya başladık; bugün anlatmak çok zordur o günkü havayı... Komünizmin Türkiye’de iktidarlaşması için binde bir bile olasılık yoktu... Ancak aklımızı peynir ekmekle yedik, Amerika’nın propagandasına kapıldık, korkuya ürküye sardık, doğru dürüst düşünmekten yoksunlaştık, öküzün altında buzağı aradık, kendi kendimizle düşmanlaşıp kahrolduk, tüm gücümüzü kuvvetimizi komünizmle savaşıma verdik... Bize bir düşman lazımdı.. O düşman şimdi yok!.. Ancak bize bir düşman lazım... Amerika gözlerimizi şaşılaştırıp körleştirmek, mantığımızı yiyip bitirmek, aklımızı buharlaştırıp uçurmak, sonra da bizi istediği gibi çekip çevirip teslim almak için ne yapacağını iyi biliyor... Bizlere bir düşman gerek!.. O da icat ediliyor. Kim o?.. Kürtler!.. Peki, Anadolu’nun taşıyla toprağı sayılan Türkler ve Kürtler bu numarayı yiyecekler mi?.. ( 23 Mart 2003 tarihli yazısı) S anõrõm bir İngiliz diplomatõ yazmõştõ. Osmanlõ devletini güzel bir halõya benzetmişti. Osmanlõ devletinin yok oluş sürecini de bu güzel halõ- nõn sökülüp sarõ ipliklerin buraya, yeşil ipliklerin oraya, mavi ipliklerin şuraya.. vb. yõğõlmasõna benzetmişti. Gerçekten de bir zamanlarõn Osmanlõ topraklarõnda Romanya, Sõrbistan, Yunanistan, Bulgaristan kuruldu. Her biri bir etnik gurubun yoğunlaştõğõ bir devlet. Bu etnik devletler kurulurken genellikle ve ön- celikle oralarõ yurt edinmiş Türklerin toprak- larõndan çõkõp gitmesini istemişlerdir. Geniş öl- çüde bu yüzden, bağõmsõzlõklarõnõ kazandõk- tan sonra bu ülkelerdeki Türklerin sayõsõnda çok büyük düşüşler olmuştur. Osmanlõ devletinin yok oluş süreci kendi- liğinden olmuş değildir. Avrupa’nõn emper- yalist büyük devletleri, genel olarak Avrupa ve Avrupa’nõn uzantõsõ olan ABD gibi ülke- ler bunu hep arzu etmişlerdir. Dünya hege- monyasõna sahip olduklarõ için de bunu zaman içinde gerçekleştirmeyi bilmişlerdir. Zaman içinde dedim, çünkü emperyalistler arasõnda her vakit büyük tepişmeler, rekabetler ol- muştur. Tabii emperyalistlerin işini çok ko- laylaştõran bir etken olarak, Osmanlõ’nõn ça- ğa ayak uydurmaktaki büyük gecikmelerini de hesaba katmak gerekir. Amaç Bulgar modeliydi Avrupalõlar Osmanlõ’nõn yok olma süreci- nin sonuna değin devam edeceğini sanmõş- lardõr. Ermeniler de öyle. Ve Osmanlõ top- raklarõnda büyük bir Ermenistan kurulacağõ ha- yaliyle büyülenmişlerdir. Onlara bu hayali şõ- rõnga edenler Batõlõlar olmuştur. Başta ABD’nin, misyoner okullarõ bu umutlarõ uyandõrmak için ellerinden geleni yapmõşlar- dõr. Ardõndan Ermeniler işi hõzlandõrmak için harekete geçmişlerdir. Hõnçak (1887) ve Taş- naksutyun (1890) örgütlerini kurmuşlardõr. Bunlar yõldõrõ (terör) örgütleriydi. Amaçlarõ si- lahlõ ayaklanmalar çõkartarak Bulgar modeli- ni uygulamaktõ. Bulgaristan’da Bulgarlar ayaklanmõş, birçok Türk’ü öldürmüşlerdi (1876). Bunun üzerine Türkler Bulgarlara ay- nõ şeyi yapõnca, Bulgarlar zulme uğruyoruz di- ye Avrupa’ya şikâyet etmişler, onlarõn mü- dahalesini sağlamõşlardõ. Böylece önce özerk- lik, ardõndan bağõmsõzlõk gelmiştir. Yõldõrõ örgütleri işlerini yürütebilmek için Er- meni topluluğunu ‘esir’ almõşlardõr. Para için Ermeni işadamlarõna başvurmuşlardõr. Para- yõ vermeyenleri vurmuşlardõr. Aldõklarõ si- lahlarõ binalarõnda gizlemeyi kabul etmeyen papaz ya da öğretmenleri vurmaktan çekin- memişlerdir. İşbirliği yapmayan köylü ya da kentli Ermenileri de öldürmüşlerdir. Bunlarõ korkusuzca yapmõşlardõr, çünkü Osmanlõ po- lisine yakalanõrlarsa Avrupalõ konsoloslar serbest bõraktõrmak için müdahale etmişlerdir. Böylece Avrupalõlarõn desteğiyle Ermeni top- luluğu bu komitacõlarõn tutsağõ olmuş, çõkar- dõklarõ isyanlara katõlmak zorunda kalmõştõ. Oy- sa Ermeniler, anadili Türkçe olan, Türklerle büyük ölçüde kaynaşmõş, Osmanlõ halklarõ ile yüzyõllarca iyi ilişkiler içinde yaşamõş bir top- luluktu. Ermeniler çoğunlukta değildi Aslõnda bu yapõlmak istenenler bir çõlgõnlõktõ. Çünkü Ermeniler, imparatorluğun hiçbir ye- rinde çoğunluk değillerdi. Ayrõca, ne de olsa karşõlarõnda II. Abdülhamit gibi işini bilen, duruma az çok egemen bir padişah vardõ. He- le 1908 II. Meşrutiyet burjuva demokratik dev- rimiyle işleri daha da zorlaştõ. Çünkü karşõla- rõnda mektepliler vardõ artõk (İttihat ve Terakki, İT). Balkan Savaşlarõ’ndan önce İttihatçõlarõn Anadolu’nun son Türk yurdu olduğu duygu- sunu ne ölçüde taşõdõklarõ pek bilinemez, ama o savaşlardan sonra bunu duyumsama- malarõ olanaksõzdõ. Anadolu, Sevr’de de (1920) somut olarak anlaşõlacağõ üzere, Yu- nanistan ve Ermenistan arasõnda paylaşõlacak, Türklere de ‘ortadan kaybolmak’ (nasõl ola- caksa) düşecekti. Dünya savaşõ geldiğinde, Ermeniler düş- manla birleştikleri için, Osmanlõ hükümetine tehcir yapmaktan başka çare bõrakmadõlar. Os- manlõ savaşõ yitirirse, Anadolu Türklüğü Ru- meli Türklüğü gibi yok olacaktõ. Tehcir ile özellikle Doğu Anadolu’daki Ermenilerin pek çoğu, savaş çabalarõna zarar veremeye- cekleri Suriye ve Irak kuzeyine götürülüp yer- leştirildiler. Ne var ki, birçok nedenlerle pek çok ölen oldu. Bu nedenlerden en önemlisi Do- ğu Anadolu’da demiryolu, motorlu araçlar gi- bi toplu taşõma araçlarõnõn olmamasõydõ. Do- layõsõyla sürülenler yürümek zorundaydõlar. Yaşlõ ve çocuklarõn buna zor dayanacaklarõ açõktõr. Şevket Süreyya Aydemir anõlarõnda (Suyu Arayan Adam) asker olarak Doğu cep- hesine nasõl gittiğini anlatõyor. Trenle Ulu- kõşla’ya vardõktan sonra, bir haftada Kayse- ri’ye, sonra bir haftada Kayseri’den Sõvas’a na- sõl yürüdüklerini anlatõyor. Ama tabii, Şevket Süreyya ve yanõndakiler bunu genç, sağlõklõ in- sanlar olarak yapmõşlardõ. Salgın hastalıklar İkinci önemli neden, o sõra başta İspanyol nezlesi, salgõn hastalõklarõn varlõğõydõ. Bu konuda Hikmet Özdemir’in çalõşmasõ var (Salgõn Hastalõklardan Ölümler, 1914-1918, 2005). Tehcir sõrasõnda tam olarak kaç kişinin öldüğünü olabildiğince saptayacak çalõşmalar yapmak gerekiyor. Olanlarõn sorumlusu, Ermenileri teröre, is- yana özendiren emperyalist ülkelerle bu tel- kinleri benimseyen Ermenilerdir. Ne var ki Ba- tõ ülkelerinde günümüzde büyük bir terbiye- sizlikle soykõrõm yapõldõğõnõ ileri süren yoğun bir kampanya vardõr. Koskoca parlamentolar tarih bilimi yapõyorlarmõş ya da mahkemey- mişler gibi soykõrõm kararlarõ almaktadõrlar. Birçok Türk de olan biteni anlamõyor, bu adam- lara gerçekleri neden anlatamõyoruz diye çõl- dõrõyor. Uluslararasõ mahkemelere gidelim di- yenler var. Oysa o mahkemeler onlarõn mah- kemeleridir. Onlardan adalet beklemek büyük aymazlõktõr. Sevr’i diriltme umudu İşin esasõ şu: Türkiye’deki karşõdevrim sü- reci yüzünden yaşanan çöküntüler Batõlõlarda Sevr’i diriltme umudunu yeşertmiştir. Onlar Ermeni sorununun içyüzünü araştõrmak pe- şinde değiller, Anadolu’yu Ermenistan ve Yunanistan yapmak hevesi içindeler. Soykõ- rõm iddiasõ bu amaca götüren bir silahtõr. Türkiye şamar oğlanõna dönmüştür. Su- baylarõnõn başõna müttefiki olan bir devlet ta- rafõndan çuval geçiriliyor, gösterilen tepki sõ- fõra yakõn. Karşõdevrim ülkemizi borca batõr- mõş, tarõm ve hayvancõlõğõ çökertmiştir. En de- ğerli işletmelerini yok pahasõna satõp savur- muştur. Töre cinayetleri, şeyhlik, ağalõk, tarikat gibi orta çağ kurumlarõnõ yaşatõyor, baş tacõ edi- yoruz. Bu durumlar Sevr’in mimarlarõna ta- rifsiz umutlar veriyor. Çöküşümüzü hõzlan- dõrmak için planlar yapõyor, üstümüzdeki baskõyõ arttõrõyorlar. Demek ki Ermeni soru- nu yok, Türkiye’nin ortaçağ defterini kapat- mamõş olmasõ sorunu var. Aynõ biçimde Kõb- rõs sorunu da yok diyebiliriz. Ermeni Sorunu mu Türkiye Sorunu mu? Prof. Dr. Sina AKŞİN Çöküşümüzü hõzlandõrmak için planlar yapõyor, üstümüzdeki baskõyõ arttõrõyorlar. Demek ki Ermeni sorunu yok, Türkiye’nin ortaçağ defterini kapatmamõş olmasõ sorunu var. Aynõ biçimde Kõbrõs sorunu da yok diyebiliriz. P olitikacõnõn, toplumun gözü önündeki insanlarõn suskun değil, konuşkan olmasõnõ isteriz. Ancak çok ve yerli yersiz konuşmak kimi zaman konuşanõ sõkõntõya sokar. Doğrularõ çarpõ- tõyorsa, birtakõm toplumsal ku- rallarõ, yasalarõ, kişilerin ve top- lumun duyarlõ olduğu noktalarõ göz ardõ ediyorsa, çok konuşan ki- şi kendi diliyle yakalanõr. Sözü ölçüp tartõp söyleyecek- lerin başõnda politikacõlar gelir; ne ki 2000’li yõllarõn başõndan bu ya- na özellikle “İktidar benim” di- yenler, ağzõna geleni söylemeyi “temel hak” gibi görüyorlar. Anõmsamak bile istemediğimiz son örneklere 2 Şubat 2010 günü tanõk olduk. TBMM’deki tartõş- malar kavgaya dönüştü; parmak basmak istediğimiz nokta, kavga sonrasõndaki konuşmalardõr. Ağõz- lardan ne sözler çõktõ, ne çamlar devrildi, saymak olanaksõz. Kõrk yõldõr dille ilgilenen biri olarak parti, dünya görüşü ayrõmõ yapmadan, ağzõna geleni söyle- yiveren herkesi eleştiririz. Baş- bakanõn eşi başörtüsü nedeniyle bir askeri hastaneye girememiş; bu demokrasi ayõbõ oluyor, dillendi- renler “ahlaksız, şerefsiz, izan- sız” diye azarlanõyor. Ancak TBMM Başkanvekili Sayõn Gül- dal Mumcu için söylenenler de- mokrasilerdeki sõradan söz ve olaylardan sayõlõyor. Yetkili ağõz- lardan öyle sözcükler çõkõyor ki yurttaş olarak gerçekten utanõ- yoruz. Söz konusu başörtü olun- ca pek duyarlõ olanlar, başka ka- dõnlarõn karşõ karşõya kaldõğõ olumsuzluklara aynõ duyarlõlõğõ gösteremiyor. Üstelik kadõnõn ör- tüsüyle her fõrsatta gündem sap- tõrõlõyor. Örtüsü kadõnõ kapatõrken erkek politikacõnõn “açılımı”na araç yapõlõyor. TBMM’yi yönetmiş bir kişinin, hoşluk yaptõğõnõ ve önemli şeyler söylediğini sanarak her ağaç göl- gesinde konuşmasõ çok üzücüdür; “gaf” diyemeyeceğimiz sözleri de belleklerdedir. Yetkililerin ağ- zõndan çõkan, senlibenli konuşma diline, argoya, dahasõ tonlamayla sövgü makamõna uzanan sözcük- leri yazõya geçirmekte zorlanõyo- ruz. Bakõnõz; bir milletvekili, sö- züm ona bu kimliğiyle TBMM Başkanvekili’nin odasõna girmiş, “militan bir tavır sergilediğini, genel kurulu iyi yönetemediği- ni” söyleyip “uyarı”da bulunmuş, sonradan da “zerafet”ini, “ken- dilerine emanet” olduğunu be- lirtmiş. Neresini düzeltelim? Kim- senin kamburunu düzeltmek gibi bir görevimiz de yok; çünkü dil- otu yemiş birini bu saatten sonra kimse düzeltemez. Ancak eleşti- ri hakkõnõ kullanmak her yazarõn, her aydõnõn sorumluluğudur. Bu nedenle Sayõn Güldal Mumcu’ya yönelik “saldırı” diyebileceği- miz bu tavrõ kõnõyoruz; kõnama- yanlara da anõmsatmak isteriz. TBMM Başkanvekili Sayõn Mum- cu kimseye, dahasõ böyle bir an- layõşa asla “emanet” değildir. Sayõn Başbakan’õn ve kimi po- litikacõlarõn “biçem” (üslup) ko- nusunda ciddi sorunlarõ var. Baş- bakan 5 Şubat 2010 günü partisi- nin bir etkinliğinde konuşurken muhalefetin “üslup”unu eleştirdi; muhalefetin biçemini sõk sõk “çir- kin” olarak nitelemiştir. TBMM tutanaklarõnõ taradõğõmõzda ger- çekten de TBMM’de ciddi bo- yutlarda bir biçem sorunu oldu- ğunu görüyoruz. Ancak ilk gözü- müze çarpan doğallõkla iktidarda olanlarõn kullandõğõ dil ve bi- çemdir. Çünkü iktidar her ağzõna geleni söyler, muhalefet de kuzu kuzu dinler diye bir kural yok. Kuşkusuz tersi de söz konusu değildir. TBMM’de konuşanlar sesini denetleyemiyorsa, sözcüklerini seçemiyorsa, sözüyle beden dili uyuşmuyorsa; kürsüdeki vekil, laf atõldõğõnda nerede olduğunu unutuyorsa, sergilenen biçem, gerçekten kimi kez tutanaklarõ utandõracak noktaya ulaşmaktadõr. TBMM’de 2 Şubat’ta söyle- nenler, kavga başlamadan önce kürsüde olan Sayõn Başbakan’õn kullandõğõ sözcükler ve ses tonu, iktidar partisinden bir milletveki- linin, sözlerini kanõtlayamayan muhalefetin “müfteri” olacağõnõ haykõrmasõ ve başka konuşmalar da ilginç biçem özellikleriydi; en usta tutanakçõyõ bile zorlamõştõr. Eski TBMM Başkanõ’nõn sergi- lediği tutum, sonraki açõklamala- rõ da basõnõn özellikle bir kesimi- ni zorlamõştõr. Kõsacasõ TBMM o gün biçem araştõrmasõ yapacak uzmanlara epeyce malzeme sunmuştur. Ön- yargõsõz bir değerlendirme ya- parsak biçem eleştirisini iktidar ya- põyorsa ilkin kendi biçemine bir çekidüzen vermesi gerekir. Ör- neğin AKP’nin “siyaset okulun- da” Sayõn Arınç’õn son zaman- larda yaptõğõ tüm konuşmalar “örnek” alõnõp üzerinde konu- şulmalõ, tartõşõlmalõdõr. Bugünkü TBMM için eski mec- lislere göre yaşça daha genç di- yebiliriz; ama iktidarõn kullandõ- ğõ dili göz önüne alarak dil ve bi- çem açõsõndan daha “reşit” ol- mamõş bir görüntü sergilendiğini söylersek de yanõlmõş olmayõz. Di- liyle yakalanan yakalanana… Diliyle Yakalanmak... Sevgi ÖZEL Bugünkü TBMM için eski Meclislere göre yaşça daha genç diyebiliriz; ama iktidarõn kullandõğõ dili göz önüne alarak dil ve biçem açõsõndan daha “reşit” olmamõş bir görüntü sergilendiğini söylersek de yanõlmõş olmayõz. Türkülerin Yeri... “P olat Alemdar solcu türkü söyle- di!” Bazõ gazeteler (31.1.2010) böyle manşet attõ. Anadolu insanõ- nõn sõcaklõğõyla, yüreğiyle oluşmuş bir türküdür o “solcu türkü”: “Odam kireç tutmu- yor/Kumunu katmayınca/Sevda baştan gitmiyor/Sarılıp yatmayınca/Odam kireç- tir benim/Yüzüm güleçtir benim/Soyun da gir koynuma/Tenim ilaçtır benim.” Halk kokmayan, ter kokmayan, sevgi ile, acõ ile yoğrulmayan türkü mü olur? Sevda, umut, özlem, çile.. iç içedir. Bir türkünün “solcu” sõfatõna gereksinimi yoktur. Ama ayrõm ya- põlõrsa, türkülerin yeri soldadõr. Türkü, solu genlerinde taşõr. Bilinen, sermayenin yanõn- da görünmez. Yukarõdaki türkünün son dört- lüğüne bakõnõz: “Odam kireçtir benim/Yü- züm güleçtir benim/Hangi taşa sarıl- sam/Emeğim boştur benim.” Sanki, bugü- nün haklarõ elinden alõnõp sokağa atõlan TE- KEL işçisinin iniltileri... Burada hem dün var, hem bugün. Yarõnõn tohumlarõnõ da içinde sak- lõyor. Halk yönetilendir, halk sömürülendir. Türkü, o büyük kesimin yansõmasõdõr. Yüre- ğimizin, sol mememizin altõnda bulunduğu gi- bi, türküler de orada mayalanõr. Bazõ gazeteler “solcu türkü” derken dil- lerinde bir küçültme, küçümseme seziliyor. El- lerinden gelse beğenmedikleri türküleri ya- saklarlar. Onu çok yaşadõk. Güçleri yetse tür- kü söyleyeni, hatta türküyü tutuklamak ister- ler! Sõrasõnda, türkünün bir dizesinin bile dom- dom kurşunundan daha etkili olduğunu bilir- ler. İhsani mi dersin, Mahsuni mi dersin tür- küleri yüzünden az mõ çektiler? Kimlerden? Türkülerin tõnõsõndan fincancõ katõrlarõ ürkü- yordu. Ozan ise aldõrmõyordu: “Yazacağım bu can tende/Durana dek yazacağım/Sö- mürgeni toprağımdan/Kovana dek yaza- cağım” deyip sazõnõn teline vuruyordu. İki bin yõl önce bilge ne diyordu: “Bir ulu- sun türkülerini yapanlar, yasalarını ya- panlardan daha güçlüdür.” Şair Bedri Rahmi, türkülerin güzelliğine vurgundu: “Ah bu türküler/Türküleri- miz/Ana sütü gibi temiz/Mis gibi insan ko- kar, mis gibi toprak kokar/Hilesiz hurda- sız” Türkü, inceliğin, insanlõğõn yanõndadõr... Nusret ERTÜRK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle