25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Sınırlı Demokratlık Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca aynı zamanda televizyon kanallarında sıkça görülen bir açık oturum konuşmacısı. Türbanlı bir genç kadın. Kendisini dinleyenlerde, dinsel inancının izin verdiği ölçüde demokrat ve özgürlükçü bir insan olduğu izlenimi uyandırıyor. Pazartesi akşamı Habertürk televizyonunda Yiğit Bulut’un ‘Sansürsüz’ programında izledim onu; Hürriyet’ten Tufan Türenç konuyu alkol yasağı örnekleri üzerinden Anadolu’yu hızla saran gericiliğe getirince öfkelendi, dudakları titreyerek AKP’yi savunmaya geçti. Konuşmasının bir yerinde, “Ama bakkal alkollü içki satmak istemiyorsa ne yapalım’’ deyince, “İşte’’ dedim, “buraya kadar!’’ Evet, birçok benzerleri gibi Karaca’nın da demokratlığı buraya kadardı; bu noktadan sonra ellerinden bir şey gelmiyor, çareyi ülkenin toplumsal gerçeklerini görmezden gelmekte buluyorlar, bununla da kalmayıp görmezden geldikleri, fakat varlığını bildikleri gerçeklere mantık dışı gerekçeler uyduruyorlardı. Gerçek Tufan Türenç’in gösterdiği gibiydi; Afyon’dan Konya’ya, Kayseri’den Erzurum’a Anadolu’nun çok geniş bölgelerinde lokantalarda içki servisi yapılmıyor, adı bakkal, market, süper ya da hipermarket olsun, satılması gereken hiçbir yerde alkollü içki satılmıyordu. Binlerce işyeri sahibinin söz birliği yapıp bir anda içki satışından vazgeçtikleri gerekçesine çocuklar bile inanmazdı, ama onlar bizi buna inandırmak istiyorlardı. Biz de henüz onların diledikleri ölçüde salaklaştırılamadığımızdan buna inanmıyor, tam tersine ülkemizde hızla yayılan gericiliğin üzerinde düşünüyorduk. Bize çok kızıyorlardı; aldırmıyorduk doğal olarak. Alkol yasağına ilişkin olarak ‘kendi kararları’ derlerken biçimsel olarak haklıydılar. Çünkü ‘din zaptiyesi’ kurumu henüz oluşturulmadığından –büyük olasılıkla da buna hiçbir zaman gerek görülmeyeceğinden- herhangi bir görevli bakkalın ya da lokantanın kapısına dayanıp “İçki satmayacaksın!’’ demiyordu. Buna gerek yoktu, sürekli gericilik üreten toplumsal yapı bu türden biçimsel dayatmalara gerek bırakmıyordu çünkü. Kapitalistleşen altyapı üzerine bir tencere kapağı gibi oturan feodal üst yapı kurumları toplumu tutsaklaştırıyordu. Yerel yönetim kurumlarından kadrolaşmalarla muhafazakârlaştırılan devlet görevlilerine, Sanayi ve Ticaret Odası’ndan Esnaf ve Sanatkârlar Odası’na, meslek derneklerinden yerel basına her kurum ve kuruluşun İslamcı- otoriter erkin eline/denetimine geçtiği bir ortamda evrensel anlamda bireysel özgürlüklerin sözü bile edilemiyordu. O bakkalı ya da o lokanta sahibini alkol yasağı kararına götüren kendisinin özgür istenci değil, kurumlaşan İslamcı otoriterizmin dolaylı dayatmasıydı. Otoriterizm giderek yayılıyor, dayatmaların doğrudanlaşacağı İslamo-faşizmin yolu açılıyor. Nihal Bengisu Karaca, “Yasaklara, dayatmalara ben de karşıyım’’ diyor. Ne var ki inandırıcı olamıyor, dinsel dogma algı gözeneklerini tıkayınca o ve onun gibi İslamcı yazarlar ne denli ‘demokrat’ olduklarını ileri sürseler de demokratlıkları sınırlı kalıyor. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Hükümet en gaddar kapitalist- leri bile geride bõrakan en “acı- masız işveren”liğini neden TE- KEL işçilerine gösterdi? Başbakan’dan tüm bakanlara siyasi değil, “insan” özellikleriyle bir bakõn; özel yaşamlarõnda he- pimiz gibi “merhametli”yken “hükümet kimlikleri”yle ne- den “tam tersi”? Soruyu tanõdõğõm “AKP’li- ler”e sorduğumda, gözlerini ka- çõrarak “kem küm” etmelerinden anladõm ki onlar da aynõ “me- rak” içindeler… partilerini yö- neten “insan”lar, ülkeyi yöne- tirken neden “cüdam”laşõyor- lar? Kendime sorduğumda vardõ- ğõm sonuç ise şu: “Hükümette- ki AKP’liler ideolojik davra- nıyorlar”… yani, işçi direnişine “ideolojik” derken aslõnda ken- di tutumlarõnõ tanõmlõyorlar. Bu sonuca ulaşmamõn nedeni ise “TEKEL”in kendisi.. destanla- şan direniş başka “işyeri”nde olsaydõ, belki de çoktan uzlaşõl- mõştõ… TEKEL’in “onurlu tarih”ine bakõn; “yurtsever işlev”ini dü- şünün ve özelleştirilmesindeki “zararına satış”õnõ anõmsayõn... göreceksiniz ki en gaddar kapi- talistleri bile şaşõrtan bu zalimli- ğin nedeni, direnen işçilerin ay- nõ zamanda “bağımsızlık” ve “çağdaş yaşam” hedeflerimizle bütünleşmiş bir “ulusal de- ğer”imizin emektarlarõ olmala- rõdõr... Cumhuriyet kurumlarõnda ülke çõkarõna alõn terinin “son ör- neği”ni temsil eden TEKEL iş- çileri, “özelleştirme” adõna “ya- bancılaştırma” peşindeki sözde “muhafazakâr” siyasetin hõş- mõna uğramõşlardõr. Aynõ siyasetin sözde “mer- hamet”indeki acõmasõzlõğõn ne- deni de yine TEKEL’in, köyler- deki “tütün üretimi”nden kent- lerdeki “alkol tüketimi”ne, “çağ- daş yaşam”õn “cumhuriyet markası” olmasõdõr... ‘Reji’den ‘inhisar’a TEKEL’in “anlamlı geç- miş”ini Tarih Vakfı’nõn hazõr- ladõğõ ve Prof. Dr. Fatma Doğ- ruel ile Prof. Dr. Suut Doğru- el’in belgeledikleri “kurum ta- rihi”nden okumalõsõnõz. 1883’te Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa ortaklõğõyla kurulan “Re- ji”nin gelirleri, Osmanlı’nõn bu ülkelere borçlarõnõ karşõlõyordu. Şirketin yabancõ “kolcu”larõ, köylünün ürününü başkalarõna satmamasõ için uyguladõklarõ söz- de “güvenlik” baskõnlarõnda 20 bine yakõn tütün emekçimizi öl- dürdüler… “Cumhuriyet Dev- rimi” bu zalim emperyalist şirketi 1925’te devletleştirdi. 1930’daki “Tütün İnhisarı Kanunu”yla kurulan “İnhisarlar İdaresi”nin gelirleri de tümüyle “demiryol- larının gelişmesi”nde kullanõldõ. 1946’da TEKEL adõyla “Kamu İktisadi Kuruluşu”na dönü- şünce, tüm gelirleri ulusal kal- kõnmanõn kamu harcamalarõna ayrõldõ. ...Ve ‘yabancılaştırma’ İşte bu onurlu geçmişin, adeta “yeniden Reji” dönemi denebi- lecek “yabancılaştırma” süreci de özetle şöyle: 2004’te TEKEL’in içki bölü- münü 350 trilyon liralõk içkiyle beraber, 292 mil- yon dolara alan “yerli”! şirketler birliği (kon- sorsiyum), 2006’da “Amerikan Teksas Pacific”e 3 katõna, 810 milyon dolara sattõ. An- kara, Çanakkale, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Ürgüp, Şanlı- urfa, Kırıkkale, Yozgat fabri- kalarõ kapatõlõnca da üreticiler, ürünlerini satacak fabrika bula- maz oldular... Sigara bölümü ise 2008’de 1 milyar 720 milyon dolara British American Tobacco’ya satõldõ; İstanbul, Adana, Bitlis, Ma- latya ve Tokat fabrikalarõ ka- pandõ. Tütün üreticisi aile sayõsõ 500 binden 200 bine, üretimimiz de 200 bin tondan 93 bin tona düştü… Son zamanlarda ülke “dar- be” gündemiyle meşgulken, yurt çapõnda 12 bin kişinin çalõştõğõ 60 Yaprak Tütün İşletme Müdürlü- ğü de kapatõlõyor; 6 şeker fabri- kamõz ise sadece iki yõllõk kârõ olan 600 milyon dolara sessiz se- dasõz satõlmõş durumda... Şimdi söyler misiniz; ülke zen- ginliğimize karşõ böylesine “mer- hametsiz” bir “pazarlama” si- yasetinden, işçilere karşõ başka nasõl bir tutum beklenebilir ki? Sözü şimdilik, “Tarım Ekono- misi Derneği” Başkanõ Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nõn önerisiyle noktalayalõm: “TEKEL işçile- rinin sorunu ancak TEKEL’in kamulaştırılmasıyla çözümle- nir; bir an önce ‘işleri’ne geri dönmelidirler.” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ TEKEL İşçileri ve ‘Merhametsiz Muhafazakârlar’ HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY 10 ŞUBAT 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Gül, Kırmızı Kitap’ı hem görmüş hem yazmış. Görmüşken okusaydı bari! Keşke Faruk Yıldız: “Keşke; Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği kurumların başında teslimiyetçi zavallıların yerine, onun mücadelesine layık yöneticiler olabilseydi!” Sela Soner Önal: “Of’ta belediye başkanı ikinci peygamber Recep için şükür namazı kılınmasını istemiş. Sela okunması da yakındır!” Helva Avni Kurtuldu: “Recep’in kafayı taktığı bakkal amcanın yağı, unu, şekeri hazır. Helva yapmak için siyasi mevtayı bekliyor!” YağmurDeniz İlker Başbuğ’a laiklik soruları! GÜYA askeri hastaneye giremediğini iddia eden Başbakan’ın türbanlı karısının gözyaşlarına üç yıl sonra anında müdahil olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a Cumhuriyet yurttaşı Raziye Karabey’in maruzatıdır. “Cumhuriyetimizin temel unsuru laikliğin baş koruyucusu olduğunuzu sandığımız ve son günlerde Genel Paslaşma Başkanı görevini üstlendiğiniz için size soruyoruz. Soru 1) Siz Cumhuriyetin sözde koruyucusu musunuz, gerçek koruyucusu musunuz? a) Hay Allah, hangisiydi? b) Bir dakika, paslaşma partnerime sorayım. c) Soruyu tekrarlar mısınız? Soru 2) Laiklik tek midir, yoksa boyut boyut mudur? a) Tek bir kavram olduğunu öğrenmiştim de, kimin yorumuna göre tekti acaba? b) Okulda tek olduğunu söylemişti hocalarımız ama şimdi tasvip etmiyorum. c) Boyut kelimesi oylum kelimesini çağrıştırıyor; boyut boyut olması daha hoş yahu. Soru 3) Laiklik tek değilse, kaç boyutu vardır? a) Hükümetin nabzına göre değişir. b) Orduya ve hükümete göre değişir. c) Hükümet isterse ordu ile paslaşarak buna karar verir.” Başbuğ’a bir soru da bizden: Cumhuriyet kadınlarının bu tür sorularına muhatap olmak zor gelmiyor bu? Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” İNSANLIK tarihinin en karanlık dönemlerinden ortaçağ, sevilir mi? Bülent Esinoğlu, “Öğrendikçe, emperyalizmin yapıp ettikleri ile ortaçağ içinde yaşananların çok belirgin benzerliğinin, hatta özdeşliğinin olduğunu anlıyorum. Öğretici olduğu için ortaçağı seviyorum” diyor: “İnsanlığın bir devlet düzenine kavuşması, hayli bir zaman almış ve insanlık buraya varmak için çok büyük bedeller ödemiş. Oba, kabile, şeflik, daha sonra devlet olmuş. Toplum düzenini sağlamak için insanlar şiddet kullanma yetkisini bir şefe, bir ağaya, bir zümreye vermek zorunda kalmışlar. Kontrolsüz şiddetin denetim altına alınması için halklar buna rıza göstermiş. Aksi takdirde yerleşik düzeni sürdüremezlermiş. Bunun için ilk koşul; halkı silahsızlandırıp, seçkinleri silahla teçhiz etmek olmuş. Belli kesimler silahlı olup halk silahsız olunca, halkın zenginlikleri üst tabakalara pompalanmaya başlamış. Hırsızların halkın desteğini kazanmaları için hırsızlığı haklı çıkaracak bir ideoloji veya bir din inşa etmeleri de gerekmiştir. Ortaçağ düzeninin bugüne, yaşadığımız ve modern dediğimiz bu dünyaya nasıl da benzediğine bakalım. Gene zenginlikler haktan alınıp, belli bir zümreye veriliyor. Fakat bu kez yaşadığımız düzenin adı; oba, kabile veya şeflik değil, demokratik devlet oluyor. Bugün bizler, ortaçağın iktisadi yapısının talana dayalı olması nedeniyle o zamanki ilişkileri gerici olarak kabul ediyorsak, bugün modern araçlar ile yapılan talanları nasıl açıklayacağız? Ortaçağda asker gönderip halkları talan ediyorlardı. Bugün hem asker hem de serbest dolaşım adı altında sermaye göndererek talan ediyorlar. Şimdi deniyor ki, İran’ı silahsızlandıracağım, nükleer silahı olmasın, İran halkının zenginliklerini benim hırsızıma vereceğim. Bunun ortaçağdaki durumdan bunun ne farkı var? Aslında bugün olanlar ile ortaçağda olanların farksız olması, emperyalist düşüncenin ortaçağ düşünce dünyasından farklı olmadığını bize anlatır. Onun için emperyalist düşünce dünyası en gerici düşünce dünyasıdır. Onun için emperyalist güçler, ülkelerdeki en gerici güçler ve insanlığa en aykırı düşünceler ile işbirliği yapar. Buna da uluslararası ilişki der. Demokrasi der. Emperyalizmi uluslararası ilişki ve demokrasi olarak takdim edenlere sözümüz şudur: Emperyalizmden demokrasi gelmez, ikinci ortaçağ gelir.” Ortaçağ SESSİZ SEDASIZ (!) HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ ‘Bağımsız çağdaşlaşma’nın markasıydı... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Isparta ilin- de, kayak mer- kezi olan bir dağ... Bir cetvel türü. 2/ Bir göz rengi... Antal- ya’nõn Serik il- çesine bağlõ tu- ristik bir belde. 3/ Akõlsõz, dü- şüncesiz. 4/ Hayvanlara vu- rulan damga... İz- mir’in bir ilçesi. 5/ Buyurucu... Eski dil- de yüz, çehre. 6/ Di- yarbakõr yöresine öz- gü bir peynir cinsi... Parola. 7/ Bir tür taze ve tuzsuz beyaz pey- nir... Harman yerin- deki tahõlõn taş ve toprakla karõşõk kalõntõsõ. 8/ Gaziantep yöresine öz- gü bir tür çörek... Rütbesiz asker. 9/ Daha çok genç- lerin gittiği bir tür çayevi... Tõrpana balõğõna veri- len bir başka ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yurdumuzun Göller Yöresi’nde bir dağ. 2/ Meydan... Yapraklarõ salata gibi yenen kokulu bir bitki. 3/ Bir ilimiz... Kanca, kopça. 4/ Define... Asaf Halet Çelebi’nin bir şiir kitabõ. 5/ Kalõnca ve açõk samanrenginde, yarõ mat bir kâğõt türü... “Çõktõm yü- cesine seyran eyledim/Gördüm --- kuğulu göller pe- rişan” (Karacaoğlan). 6/ Bisikletin ilk şekli olan ta- şõt aracõ. 7/ Mikroskop camõ... Anadolu halklarõnõn en eski ana tanrõçasõ. 8/ Barbunyaya benzer bir ba- lõk... Batõ Avrupa’da bir õrmak. 9/ İlave... Çuhadan yapõlan bir tür başlõk. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K E Ş A N T A R I Ş I Ğ A N D O V R A Z A K I R O L İ M A L E A P A R K A T T K E Ğ E Z A R A R A N T L A M B E N D İ M A H İ U T E P İ K N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle