19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 ARALIK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Tezkere Özal’ın istediği biçimde geçmiyor, partinin tepe noktalarındaki sürtüşme su yüzüne çıkıyordu SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM ANAP’ta ilk başkaldırı Özal neden Irak’a savaş açma yetkisi istiyordu? Saddam’ın çılgınlık yaparak uzun menzilli füzelerle ani bir saldırıda bulunması olasılığı nedeniyle… Nitekim Özal, “Saddam tek adamlığa oynuyor; ne yapacağı belli olmaz” diye demeçler veriyordu. Tezkerenin hükümetin (Özal’ın) istediği biçimde kabul görmemesi, “parti içinde Turgut Özal’a başkaldırının ilk işareti” diye yorumlandı. ‘Su Geçirmez Medya’, Su Geçiren Belgeler Sevgili dostlar, WikiLeaks belgelerini hatırlıyorsunuz. Hani Başbakan’ın İsviçre’de 8 gizli hesabının olduğunu iddia eden belgeler. Hani adlarını da vererek bazı bakanların “uyuşturucu baronu” olduklarını iddia eden, daha başka yolsuzluklara karıştıklarını iddia eden belgeler. Yani yarısı doğru olsa, “kuzuyu kurda emanet ettiğimizi” ortaya koyan belgeler. Biliyorsunuz bu belgeler ortaya çıkar çıkmaz iktidar temsilcileri büyük bir krize girmişlerdi. Sayın Başbakan, esip gürlemişti, “ABD yetkililerine dava açacağını” söylemişti. Ve her zaman olduğu gibi, Sayın Başbakan üzülünce, yandaşlar da çok üzüldüler. Aydını(!) ile, gazetecisi ile, liberali ile, şeriatçısı ile, tüm yandaşları ile. Hatta kısaca şöyle anlatayım; Deniz Som’un o ünlü 3035 kişilik yandaşlar listesinde yer alanların tümü. Tümünü o günlerde gazetelerde, televizyonlarda gördünüz. Bol bol, her gece. Sadece yandaş televizyonlarda değil, tümünde. Neler söylemeye başladılar, neler anlatmaya başladılar. Hatırlarsınız! Yok efendim “belgeler dedikodu imiş”, “ABD diplomatları hep böyle yaparmış, ciddiye almak bile gerekli değilmiş”. Bunları söylediler. Tabii milletin büyük çoğunlunun “bu söylediklerine” güldüğünü görünce, daha derinlikli(!) analizler(!) yapmaya başladılar. Bilimsel(!) analizler(!). Hatırlarsınız “tüm bunlar İsrail uydurması” demeye başladılar. Daha doğrusu genel başkan yardımcıları böyle söylemeye başlayınca, böyle düşünmeye başlayınca, onlar da aynı düşünmek, aynısını söylemek zorunda kaldılar. Tabii iktidarın neden çok korktuğunu düşünmek gerekiyor. Belki bunun nedeni üzerinde de çok fazla durmadık, çok durulmadı. Oysa bana göre, iktidarın, WikiLeaks belgelerinden çok rahatsız olmasının bir nedeni vardı. Ne mi? İçeride her şeyi hazırlamışlardı. Yandaş medyayı, yandaş gazetecileri, yandaş aydınları hazırlamışlardı. Her şey tamamdı. 2005’lerden itibaren gazetelerin, televizyonların tümünün yöneticileri değiştirilmişti. İktidar yakınlarına, damatlarına, koskoca gazeteler, televizyonlar, tek kişinin katıldığı ihalelerle aktarılmıştı. Paraları olmayınca, devlet bankalarından “1 milyar dolara” yakın para verilmişti. Yani bizlerin paralarından “1 milyar dolar” aktarılmıştı. Sayın Başbakan, açık açık medya sahiplerine, “beğenmediğim gazetecileri atacaksınız, atmazsanız, bir daha kapıma gelip ağlamayın” demişti. Ve beğenilmeyen gazeteciler birer birer atılmıştı. Ne yani bunların tümü de tesadüf müydü? Tabii ki değil. Ve içeride her şey hazırlanmıştı. İstediğimi ver, istemediğimi verme. İstediğimi tartış, istemediğimi tartışma. Bol bol “beyin yıkama” programları yap, bunlara “aydınlar düşünüyor”, “tecrübeli yandaşlar dedi ki” gibi anlamlı(!) adlar da tak. Ne güzeldi durum. Ama WikiLeaks belgelerinin yayımlanması, tüm bu yapılanları, “tüm bu pembe dünyayı” bozdu. Su geçirmez dünyanın, iktidarın zannettiği kadar su geçirmez olmadığını açıkça ortaya koydu. Bir bakıldı ki, bu “pembe dünyayı” birlikte yarattığın kişiler, dostlar, arkadaşlar, tam tersini yapabiliyormuş. Üstelik bunlar “içeride olmadığı” için, tehdit de edemiyormuşsun. Yani koca dünyanın nasıl un ufak olabileceği, bir yerlerden bazı bilgilerin sızabileceği ortaya çıktı. Kızgınlık, hayal kırıklığı, öfke buna idi. Bu söylediğimin son derece doğru olduğunun bir sağlaması da, hatırlarsınız, Deniz Feneri davası ile ortaya çıkmıştı. Almanya birilerini mahkum etti. Birilerini suçladı. O suçlananlar, Türkiye’de soruşturulamadı bile. Yazanlar susturuldu. Bir iki telefon, bir iki televizyon programı bunun için yeterli oldu. Yeterli görmeyenler için de, ihale bekleyen medya patronlarının, bir iki yöneticiye, “sizin başka işiniz yok mu” telefonu yeterli oldu. Bir de HSYK üyeliği gibi bir ödül de koydun mu ortaya, iş tamamdı. Operasyon tamamdı. Aynı sağlamayı, şimdi, Kayseri ile ilgili iddialar konusunda da görüyoruz. Kayseri ile ilgili inanılmaz iddialar konusunda da. Dün CHP Kayseri milletvekili, bir mahkeme kararını ortaya koyan bir basın toplantısı yapıyordu. Hem de tarihi ile, sayı numarası ile, resmi belgesi ile. Ama televizyon haberlerinde, çok daha önemli bir haber vardı. Sayın Başbakan’ın araba kullandığı haberi. Ve sıkı durun, bu habere, bazı televizyonlarda öncelik verilmişti. Ama sakın bunu, yandaş habercilikle, televizyonlar üzerinde yaratılan baskı ile, korku ile yorumlamayın. Lütfen yorumlamayın. Tesadüf, tesadüf. Hem de tümü ile. Batı basınında Özal için olumsuz yorumlar Akbulut’ta değişim: Özal’a ‘Hayır’ demek ğustos sonlarına doğru ( 2728 Ağustos 1990) Özal’la Başbakan Yıldırım Akbulut Şanlıurfa’daydı ve beraberlerinde gazeteciler de vardı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında TBMM’den alınan savaş yetkisinin genişletilmesi ya da son kararın yeterliliği konusunda çıkan anlaşmazlıktan söz ediliyordu. Cumhurbaşkanı “daha geniş yetkilere” gerek görüyordu. Hükümetin “savaşa girebilmek için TBMM kararına gerek duymaksızın hareket edebilmesini ve saldırı halinde derhal asker kullanmasını öngören TBMM izninin daha da genişletilmesinin” peşindeydi. Meclis’e gitmeden savaşa katılabilmek! Oysa, hükümet TBMM’nin hükümete verdiği iznin sınırlarını yeterli buluyordu. Söylendiğine göre, askerler de aynı kanıdaydı. Savaş isteyenlerle istemeyenler iki ayrı cephe oluşturmuştu. Savaş isteyen cepheyi Özal temsil ediyordu. 27 Ağustos gece yarısına doğru saat 23.30’da Hasan Cemal Şanlıurfa’dan aradı Cumhurbaşkanı’yla Başbakan arasındaki gerilimli sahneyi anlattıktan sonra şöyle bağladı: “Yan yana idiler. Sanki Akbulut’la Özal arasında bir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Özal yemekten ayrılırken Akbulut’un yanaklarını öptü.” Yıldırım Akbulut’un çakırkeyif olduğu söyleniyor. Özal’a karşı hafif bir efelenme havasında. Gazeteciler, Özal’la (yazılmamak koşuluyla) yine ‘yetki’ sorununu görüşmüşler. Turgut Özal, “Geniş yetkilerin (hükümeti) rahatlatacağını” söylemiş. Tabii, ‘hükümeti’ diyor ama önce kendisini! “Asker gönderme hususunda kararımız yok” diyor gazetecilere. Hasan Cemal’e göre; Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın TBMM’den yetki isteme konusunda birbirlerine ters düşen görüşlerinde değişiklik yok! Yemek bitmiş; Hasan Cemal kapıda Akbulut’u yakalamış ve “Meclis’ten yetki isteyecek misiniz, lüzum görüyor musunuz” diye sormuş. Akbulut’tan, “Hayır, görmüyorum” diye net bir yanıt. Evet, Özal’ın gazetecilere biraz önce söylediği ile Başbakan’ın Hasan Cemal’in sorusuna verdiği yanıt, ANAP’ın tepe noktalarındaki sürtüşmeyi olanca açıklığıyla sergiliyor. Özal’ın Akbulut ve hükümet üzerindeki etkisini bilen Hasan Cemal, bir varsayımda bulunuyor: “Bu iş yatar” diyor. Üçbeş gün, bilemediniz bir hafta. 1 Eylül’de Özal, TBMM’yi açış konuşmasından sonra ‘Yıldırım’ı kafakola alır’ ve TBMM’den daha geniş yetkiler istenilir. Akbulut, Ankara’ya dönmüş. Özal’la aralarında ‘bir şey’ yok sanki. 28 Ağustos’ta gazeteciler Özal’la Adıyaman’da. Özal gazetecilerle konuşuyor. Ama yetkinin genişletilmesi olayına hiç değinmiyor. Akbulut olayına da. Akbulut’un direnmesi karşısında yetki genişletilmesinden vazgeçti mi? Başbakan’ın karşı duruşunu sineye çekti mi? Belli değil! 1 Eylül. Özal, Meclis kürsüsünde olacak. Muhalefet genel kurula gi B asının önüne çıktı. Saddam’ı tarif etti. Saddam, bir Hitler değildi. Ancak “zeki, çetin, kararlı bir insandı. Çevresinde adam olmadığı için hata yapmaya mahkum biriydi”. BM’nin ambargo kararını desteklemiştik. Yumurtalık petrol hattını kapattık. Özal, Irak krizinden Türkiye’nin 2.53 milyar dolar zararı olacağını açıkladı. Özal ile hükümetin aksi savunmalarına karşın örneğin uluslararası haber ajansı AP’nin tezkere çıkışına yorumu şöyleydi: “Hükümetin bu öneriyi sunmaktaki temel amacı, hangi şartlarda ve kime karşı kullanılacağını belirtmeksizin daha geniş savaş yetkileri almaktı. Batı yayın organları Türkiye’nin Irak savaşına girmesine muhalefetin karşı olduğunu yazıyordu. Cumhuriyet de savaşa karşıydı. Ama Batılı yayın organları “Körfez bunalımının Özal’ın Türkiye’de itibarını arttırdığını” yazıyordu. Wall Street Journal’deki yazı: “….Özal siyasi karikatürlerinde kısa boylu, tıknaz, sultanların giysileriyle resmedilmektedir. Osmanlı ataları gibi maiyeti ile seyahatlere çıkmakta, Kabine’deki bir düzine bakanı ile dış geziler yapmakta ya da uluslararası konferanslara iki düzine işadamıyla birlikte katılmaktadır. Siyasi muhalifleri ailesinin Türkiye’nin içişlerine çok fazla etkisi olduğunu ileri sürmektedirler. Kardeşi Korkut, Suudi Arabistan ile yakın ilişkilere sahiptir. Bir diğer kardeşi ve yeğeni, hükümet içinde çalışmakta, eşi Semra’nın ise kocasının üzerinde bakanlardan çok etkisi olduğu söylenmektedir….” A ‘Sofrada’ yerimiz, payımız ve Kerkük sorunu... kaçı Özal’ı nılmazlığından söz ettiği günler… Bush Özal’la gurur duyduğunu açıklıyordu. Gazetecilerle dört saat konuşuyor. birlik Çeşitli sorular: “Küçük bir askeri misimiz?”. gönderecek “ Eğer başlarda yapsaydık kata olabilirdi.Artık geç.BM askeri hare ek karar verse bile üzerinde düşünm lazım” Özal’ın tanımıyla savaştan sonra için ne “kurulacak sofrada yer alabilmek türden riskler akacağız?” Yanıt yok! Özal’a soru: Musul Kerkük sorunu” Yanıt:Musul ve Kerkük’e uzanırsa ma Türkiye;Irak’ın Kuveyt’te düştüğü duru zaman Irak’ın kuzeyinde Kürt düşer.Batı o devleti kurulmasına mani olmaz” Fakat sonraki gelişmelerde Irak’ın eyden kuzeyine asker göndermeyi,ABD gün yden Türkiye’nin Irak’a – tabii giriyorsa kuze savaşarak girmesini savunacak flar baş ve…askerlerle arasında derin ihtila gösterecek! amlı İnce hesaplar..Cengiz Çandar “ Sad Türkiye” başlıklı Saddamsız Ortadoğu’da yazısında “Türkiye’nin önünde tek seçenek yatıyor: Büyük oynamak!” n Irak ABD savaşının YARIN: ÖZAL VAZGEÇMİYOR C MY B C MY B recek mi? DYP’nin girmeyeceği söyleniyor. Ya SHP? SHP’de hâlâ tartışma sürüyor. Erdal İnönü, girme kararı alırsa, Özal konuşurken SHP genel kurulda bulunursa... Zikzak politikası!.. Başbakan Akbulut’un bir demeci, Özal’ın eğilimine karşılık verecek nitelikte: Akbulut, “Saldırı şartı mahzur doğuracaksa elbette o şartın kalkması lazım. Sağlam istihbarat kaynaklarına göre bir tecavüze maruz kalacağımız bildirilirse derhal ordular müdahale eder. Sonra gelir Meclis’ten de yetkiyi alırız” diyor. Başbakan, “Asker gönderme konusunda Sayın Cumhurbaşkanı ile aranızda bir farklılık olduğu söyleniyor. Yetki talebinde bulunacak mısınız?” sorusunu karşılıyor: “Bu aşamada böyle bir açıklama yapmaya gerek yok. Meseleye böyle bakmamalıyız. Karar verirken de öne çıkmak, bir politik avantaj sağlamak, başkalarına nazaran da politik avantaj elde etmek düşüncesinde değiliz.” Fakat can alıcı soru şuydu: “Sayın Özal yetkiyi asker gönderme bakımından değil de saldırı gerçekleşmeden, önceden vurmak bakımından söylüyordu?” Akbulut, direniyor; “Gerekli yetkiyi aldık” diyor. Yetkiyi almadan bir saldırıya hemen yanıt verilmesi halinde “doğacak sorumluluğu üstleneceğini” söylüyor Başbakan. Dünya başka sorunlarla uğraşıyor. Biz ise ‘içeride’ Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın eşleriyle birlikte katıldığı Atatürk Barajı’nın bir ünitesinin açılış töreninde ‘iki siyasetçi arasından geçen kara kediyi’ yakalamaya çalışıyoruz. Bir yazarımız “Eğer bazı görüşlere bakarsanız, Akbulut ‘kişilik gösterileri’ yapıyor. Özal’a fena halde tavır koyuyor” diye yazıyor. Bakın, hangi manzaralardan ne sonuçlar çıkarıyoruz: “Bir başka görüntü daha. Urfa’dan Atatürk Barajı’na kadar otobüste Özal ve Akbulut arasında hiçbir konuşma geçmedi. Aralarındaki koridorda, başları birbirine yol boyunca hiç dönmedi. Hiç konuşmadılar.” Demek ki?.. Araları bozuk! Gerçi yargı: “Akbulut, Özal’ın kaşlarını çatması üzerine kayıtsız şartsız savaş yetkisi isteme tezkeresini yazdırıp imzalasa bile, bunun Meclis’ten geçmesi hâlâ çok zor. Kaldı ki akşamüstü Özal ve Akbulut arasındaki buzlar erimişti. Akbulut dönüyordu. Özal onunla birlikte fotoğraf çektirdi. Yanaklarından öpüp iyi yolculuk diledi. Yani belki Özal’ın kaşlarını çatmasına da ihtiyaç kalmayacak.” Şu satırların sonunda bir eksiklik var, o da: “Gözün aydın olsun Türkiye!” ŞENER’DEN HÜKÜMETE ELEŞTİRİ ‘En başarısız başbakan’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Akkuyu’daki nükleer santral için yüzde 100 Rus sermayeli şirket kurulacağını belirterek “Böyle alışveriş olmaz, böyle ülke yönetilmez. Tüm bu işlemler Yüce Divan’lıktır” dedi. Şener, düzenlediği basın toplantısında, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Japonya ziyaretine değinerek Akkuyu ve Sinop’ta Rus ve Japon firmaları tarafından yapılması öngörülen nükleer santrallara 20’şer milyar dolar ödeneceğini belirtti. Şener, şöyle konuştu: “Hükümet, nükleer enerjide 20 milyar dolara abone olmuş gözüküyor. Akkuyu’daki santral için yüzde 100 Rus sermayeli şirket kurulacak; böyle alışveriş olmaz, böyle ülke yönetilmez. 20 milyar dolarlık alışverişin yolsuzluktan arındığına, ülke çıkarlarını gözettiğine inanıyor musunuz? Tüm bu işlemler Yüce Divan’lıktır.” İşsizlik oranının 2001 ve 1994 yıllarındaki kriz dönemlerinden daha fazla olduğunu belirten Şener, “Başbakan, dünyanın en başarısız başbakanıdır” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle