19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 16 KÜLTÜR CUMHURİYET 27 ARALIK 2010 PAZARTESİ [email protected] Anılar havada uçuyor, kahkahalar gözyaşlarına karışıyor ve konuşmalar dönüp dolaşıp tiyatronun bugünkü durumuna geliyor ARI DÜŞÜNCE HULKİ AKTUNÇ ...Hayali cihan değer nsanın kişisel tarihi art arda eklenen dönemlerden oluşuyor. Bu dönemlerden herhangi birinin içindeyken, sanki ömür hep öyle geçmiş ve geçecekmiş gibi geliyor, bir tür “sonsuzluk” yanılsamasına kapılıyorsunuz. Sonra bir kırılma oluyor ve ardından yeni bir dönem başlıyor. Bu defa “yeni”, kendini tek mutlak zaman olarak dayatıyor ve süreçler böyle sürüp gidiyor. Ama bir de alttan alta işleyen ve sizi dünden bugüne hatta geleceğe doğru bağlayan temel bir hayat çizgisi oluşuyor yılların içinde. Ariadne’nin Minatauros’un labirentine giren Theseus’a verdiği türden bir yumak ip… Onu elden bırakmazsanız hayatınızı, yani kişisel tarihinizi var etmeniz kolaylaşıyor. Zaman geçiyor ve geride kalan o dönemler, onların içinde birikmiş anılar, resimler, sesler sizi bugün içinde de besleyen belleğinizi oluşturuyor. Siz tabii ki bugün içinden hatırlamayı sürdürüyorsunuz ister istemez, ama bir yüz ifadesi, bir bakış, bir ses, ortak hatıraları paylaştığınız bir eski dost sizi alıyor, kişisel tarihinizin yitip gitti sandığınız dehlizlerinde hem tatlı hem hüzünlü bir yolculuğa çıkarıveriyor birden. Hayatın zamanı aşıp geçen o “ip yumağı” kırılgan sağlamlığıyla duyumsatıveriyor kendini. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer diyorsunuz kendi kendinize… ODA SPOR KULÜBÜ’NDE BİR MASA... Moda Spor Kulübü’ndeyim. Uzun bir masa… Yirmi iki “genç” oturmuşuz, yiyor, içiyor, konuşuyoruz. Yaşlar ilerlemiş tabii, ama “genciz” Kahve Gaste Gandi... Feneryolu’nda bir pazar sabahı. Arka sokaklarda bir kahvehane. Saat yedi buçuk. Soğuk. Dal içeri. Gazeten yok, dal içeri, bir yoldaşın mı yok? Dal. “Sigara yasağından önce, gazeteleri ben alıyordum ağabey. Müşteri çok azaldı. Gastesini alan gelir oldu.” Dışarıya çıktım. Sigaramı yaktım. Bu kaldırıma ara sıra yanaşan bir ekip otosu var. Baktım, arabadan atladı indi genç polis... Günaydın günaydın! “Üşümeseydiniz, kahvede için sigaranızı efendim” dedi polis memuru. “Yoo, ilginize teşekkür ederim memur bey” dedim. Memur bey, “efendim” yerine “amca, dayı, hoca, hatta hacım” dememişti. Kahveye girdim. Kimse yok. Abdullah’ı saymazsak. Kendi gazetem cebimde. Şimdi yedisekiz gazetemiz daha damlayacak. Çay kokusu mis, Abdullah, gazete kokuları da kaplıyor şimdi haneyi. “Bu kurultay, mis abi! Çatlak sesler göçtü gitti.” “CHP nasıl yırtacak? Desene onu!” “Lafım uzamasın... “Aman ağabey seni dinliyoruz, “Peki, Kılıçdaroğlu ilk kez nerede gömdü kaderi?... Deniz Feneri, Dengir Mir Mehmed Fırat, bir soyguna dair somut belgeler... Somut diyorum somut. Gandi, somuttan sallamayı biliyor. 41 vaadine bakarsan, sınıfsal’a geçtiği görülüyor.” “Abi, şu fikileks dalgası ne olacak? “Feci töhmet. Yanıtı yok. Ama bence Gandi başka şeyler de biriktiriyor.” Kahveniz gelsin mi ağabey? Gelsin. Kurultayda kadınlar ışıl ışıl parladı. Gençler geliyor, gelecek. Parti, dikeysınıfsal çelişkilere sahip çıktıkça ilerleyecek. Yatay çelişkileri bırak sen AKP’ye. Orada debeleniyorlar. Emekçi türbanlılar, çoktan uyandı. Daha? Polis geldi. İçeride bir gazete saklamış, n’olur n’olmaz. “Efendim, işte şu fotoğraftaki benim küçük kardeşim, yumurta atarken. Biz bu eylemlere karşıyız ailede. Fakat görür müsün isabet nasıl 12’den? Gizlice güle güle beğendik keratayı yani!” “Bu güç, sınıfsal ortamını bulacak. O zaman, salt yumurtacı olmaktan kurtulacaklar, işin gerçekten SOL’unu anlayacaklar. Verdikleri yumurta korkusu yeter şimdilik.” İ rüsü”nde oynayan Gül Akelli… Tiyatroyu daha ileri götürebilmek adına bir dönem birlikte mücadele verdiğimiz Macit Koper… Çok küçük yaşlarda aynı sahneyi paylaştığımız, daha sonra İsveç’te de buluştuğumuz Mazlum Kiper… Kim bilir kaç oyunda hepimizi giydirmiş kostüm kreatörü Türkân Kafadar… İdari bölümde çalışan Sevgili Cevriye Baysal… Sonra Talat Kasacı, Jale Balçın, Melisa Demirhan, Filiz Küçüktepe, İskender Bağcılar… H BİR BİLSEK, BİR BİLSEK...’ Anılar havada uçuyor, kahkahalar gözyaşlarına karışıyor ve konuşmalar dönüp dolaşıp tiyatronun bugünkü durumuna geliyor doğal olarak. Sorular kalıyor havada asılı, sahnedeki replikler gibi: Tiyatro o zamanlar daha mı iyi durumdaydı? İnsanların heyecanı, idealistliği, tiyatro aşkı daha mı kuvvetliydi? Tiyatroyu daha çok umursayan bir toplumda mı yaşıyorduk? Bu sorulara verilebilecek cevaplardan çok daha önemlisi, 30 yıl sonra gerçekleşen bu buluşmanın kendisi bence, çünkü adına ömür denen ve bir kez çıkılan bu yolculukta kesişen kişisel tarihlerin oluşturduğu bellek hazinesinden daha değerli bir şey yok. İyi ki buluşturdun Feriha bizi, ne kadar teşekkür etsek az sana. “Üç Kızkardeş”in sonunda Olga’nın dediği gibi: “Zaman geçecek, bizler de sonsuzca ayrılıp gideceğiz yaşamdan. Yüzlerimiz, seslerimiz, kaç kişi olduğumuz, hepsi unutulacak. Ama acılarımız, bizden sonra yaşayacaklar için sevince dönüşecek; mutluluk, dirlik, düzenlik egemen olacak dünyaya. (...) Bando nasıl da neşeyle, sevinçle çalıyor. Öyle geliyor ki bana, neden yaşadığımızı, bu acıları neden çektiğimizi öğreneceğiz çok geçmeden. Ah bir bilsek, bir bilsek!” [email protected] ‘A Arkadakiler (soldan sağa): Semah Tuğsel, Feriha Eyüboğlu, Cevriye Baysal. Öndekiler: Gül Akelli, Ayşe Emel Mesci, Türkan Kafadar. M yine de çünkü birbirimizle olduğu kadar gençliklerimizle de söyleşiyoruz. Masanın etrafını bir anılar bulutu sarmış. 6 yaşımdan beri arkadaşım olan sevgili Feriha Eyüboğlu’nun düzenlediği buluşmada, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun bir dönemini paylaştığımız dostlarımla birlikteyim. Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yakın akrabası olan Feriha ile küçükken birlikte konservatuarın bale bölümüne giderdik. Onun annesi Samiye Teyze ile benim annem de bizi birlikte beklerlerdi. Samiye Hanım, 1929 yılında Cumhuriyet gazetesinin yaptığı yarışmada seçilen ilk Türkiye güzeli Feriha Tevfik Hanım’ın kız kardeşiydi, çok neşeli, hoş bir kadındı. Güzelliğini ve neşesini hem annesinden, hem teyzesinden alan vefalı Feriha, Moda Spor Kulübü’ndeki ge cede aramızda olamayanları da unutmamış, kaybettiklerimizin resimlerinin yer aldığı bir panoyu yerleştirmişti masanın başına. Kimler yok ki masada? En kıdemlimiz, her zamanki inceliği ve zarafeti içindeki Toron Karacaoğlu ve sevgili eşi Nurten Abla… Her biri ile birçok kez sahneye çıktığım Orhan Hızlı, Sükan Kahraman, Kahraman Acehan… Konservatuarın tiyatro bölümünden arkadaşım, gençlik yıllarımı paylaştığım Filiz Kutlar… Sürgün yıllarımı paylaştığım Semah Tuğsel… “Kanlı Düğün”de karşı karşıya oynadığımız Rıdvan Çelebi… Çocuk tiyatrosundan beri birçok oyunda rol arkadaşlarım olan Turgut Arseven, Erhan Abir… İlk rejim olan “Don Cristobita ile Dona Rosita’nın Acıklı Güldü Geometri, renk ve ışık Ressam Ferruh Başağa, bir kez seçtiği yolu derinleştirip zenginleştirerek bugünlere erişti FERİT EDGÜ erruh Başağa. Bu 86 yaşındaki delikanlının resimlerini, yarım yüzyıldır, kısa pantolonla resim sergilerine gitmeye başladığım çocukluk yıllarımdan beri izliyorum. (…) 45 yıl önce, İstanbul’un tek sanat galerisi Maya’da bana şöyle demiş: “İlk sergilediğim resimler realist resimlerdi. Sonraları kübizmi, sürrealizmi ve abstre resimleri denedim. Son çalışmalarım (…) geometrik resimlerdir.” (…) Ferruh Başağa, o yıllarda başladığı arayışlarını bugüne değin sürdürdü. Yaklaşık yarım yüzyıl. Bu süre içinde, onun resim sanatına bakışında hiçbir değişiklik olmadı. Resim, iki boyutlu bir F C MY B C MY B ik ve essam, moza tçısı y sana vitra ğa için Ferruh Başa üzel G ar Sinan bugün Mim ersitesi’nde saat niv Sanatlar Ü a bir tören 10.00’d . Sanatçının düzenlenecekren sonrası cenazesi, tö de kılınacak amii’n Teşvikiye C zının ardından ama öğle n prağa arlığı’nda to Aşiyan Mez rilecek. ve Başağa, bugün son yolculuğuna uğurlanıyor R düzeyde, yalnızca çizgi, biçim ve renklerden oluşan bir sanattı onun için. Ve hep öyle kaldı. O yıllarda (1950’ler), Paris’in rüzgârı, yalnız bu kentte yaşayan sanatçıları değil, Paris’e hiç yolu düşmemiş Türk sanatçılarını da etkisi altına almıştı. Türk resminde ilk kez, Paris’le iyi kötü bir eşzamanlılık yaşanıyordu. Madem ki yaşayan büyük ustalar, Matisse’ler, Picasso’lar, Braque’lar, Léger’ler hariç, tüm bir savaş sonrası kuşağı soyut resme yönelmişti, bizlerin de tek seçeneği, onlarla birlikte, ne kadar uzakta olursak olalım, bu yeni oluşuma katılmaktı. (…) Bu ressamların arasında bu gençlik andına sadık kalan ender sanatçılardan biridir Ferruh Başağa. O, bir kez seçtiği yolu sonuna değin benimsedi, doğruluğundan kuşkuya düşmedi, o yolu derinleştirip zenginleştirerek erişti bugünlere. (…) Yaklaşık yarım yüzyıldır, hep aynı resmi yaptı. Her biri birbirinden farklı, ama yan yana geldiklerinde birbirlerini tamamlayan, birbirleriyle çelişmeyen resimler… (…) Yüzeyi açık bir geometri anlayışıyla algılayan; kesişen çizgilerle bir renk ve ışık devinimi yaratan; istifi, tüm parçalanmış görünüşüne karşın bir bütünlüğü amaçlayan resimler. (…) Onun resimlerinde, yalnız resim sanatının öğeleri konuşur. Tüm gerçek yaratılar gibi. Bıkmadan, usanmadan, hep aynı resmi yapan, her resminde, bir öncekinin eksikliğini gidermeye çalışan, böylece, bir sonrakini doğuran, sonu olmayan, hiçbir zaman da olmayacak olan bir döngü. Ama kesinlikle bir kısır döngü değil. Dış dünyanın, ne nesneleri, ne figürleri ne de manzaralarıyla bu resimlerde yeri yoktur. Ölüme ya da daha doğru bir deyişle, Zaman’a karşı bir meydan okuyuş. Her gün aynı şeyi yaptığı sanılan sanatçı, her saniye bambaşka şeyler yapmakta. Çünkü ışık ve renk her saniye değişiyor. İşte Başağa’nın dış dünyaya borçlu olduğu tek şey: Işık. Yani renk. Ama bunda da kuşkum var, onun ışığı doğadaki ışık mı, yoksa resmin içinde oluşan ve tuvalde gerçekleşen bir ışık mı? Yanıtı doğada değil, resimlerde arayın. Beyhan Murphy ile sona eren Dans Platform ve yeni kurulan İstanbul Modern Dans Topluluğu’nu konuştuk SİBEL ÇORBACIOĞLU ‘İstanbul böyle dans etmedi’ Dosta düşmana karşı görkemli bir kurultay. Baktım, “kravat yok” diyen Gandi de kravat takıp gelmişti on binler zirvesine. [email protected] Ali Uğur toprağa verildi Kültür Servisi İstanbul’da önceki gün vefat eden yazar ve şair Ali Uğur’un cenazesi toprağa verildi. Akciğer kanseri nedeniyle kaldırıldığı Çamlıca Erdem Hastanesi’nde yaşamını yitiren Uğur’un cenazesi, Fatih Camisi’nde dün öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Eski Topkapı Mezarlığı’nda defnedildi. Cenazeye Uğur’un oğlu Mehmet Cenkhan Uğur, kızı Ayşenur Asuman Uğur ve eski eşi Ayla Yıldız’ın yanı sıra Türkiye Yazarlar Birliği, TRT ve yazın çevresinden çok sayıda isim katıldı. “Dünya Gündemindeki İsrail” gibi birçok esere imza atan Uğur, şiirlerini de “Leylaname” isimli kitapta toplamıştı. M İst od an To er bu plu n D l luğ an u s “İstanbul Dans Ediyor” sloganıyla 2010 yılının Nisan ayında çağdaş dans dünyasının en önemli isimlerinden Akram Khan ve Sylvie Guillem ile başlayan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği tarafından hayata geçirilen Dans Platform İstanbul, 16 ve 17 Aralık tarihlerinde Nederlands Dans Theater II’nin Cemal Reşit Rey’deki temsilleriyle sona erdi. Pina Bausch’un ölümünün birinci yılında tekrar İstanbul sahnesiyle buluşan “Nefes”, çağdaş dramadansın Türkiye’deki en büyük dans yapımlarından “Barbaros”, Türkiye dans camia urphy’nin deyimiyle “üvey evlat muamelesi gören” dansın görünürlüğünün artmasıyla, platformun araladığı belki de en önemli kapı İstanbullu dansseverlerin uzun zamandır heyecanla beklediği yeni bir topluluk: İstanbul Modern Dans Topluluğu (MDT) 2010 AKB Ajansı’nın ardından İstanbul Devlet Opera ve Balesi MDT İstanbul Sanat Yönetmeni olarak görevine devam edecek olan Murphy, MDT İstanbul’un hikâyesini şöyle anlatıyor: “MDT İstanbul’un kurulması için Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan çok kesin adımlar attılar ve uzun zamandır beklenen bu proje sonunda hayata geçiyor. MDT İstanbul’un yaptığı modern bale değil, modernçağdaş danstiyatro olacak. MDT Ankara’daki gibi çok yönlü bir repertuvarı değil, biraz daha proje bazlı ve tek perdelik eserler yapmayı düşünüyorum. Dansçılar hem İDOB dansçılarından hem de dışardan olacak. Çalışmalar ocak ayında başlıyor, topluluk mayıs sonunda ‘Seyahatname 2011’ ile sahnede olacak.” M sını bir araya getiren “Dans Forumu”, ana festival haftasındaki Temsil ve Eğitim Platformlarıyla İstanbul’u bir yıl boyunca dansla buluşturan Dans Platform İstanbul, dünya bale yıldızları, 12 modern ve çağdaş dans grubunun da dahil olduğu 200 kadar dansçıyı İstanbul sahnesine taşıdı. Dansın görünürlüğünü arttıran ve İstanbul dans ortamında yeniliklere kapı açan Dans Platform İstanbul’u İstanbul 2010 AKB Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmeni ve Platform Yönetmeni Beyhan Murphy ile konuştuk. Türkiye’de ilk kez 2000 ve 2002 yıllarında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından Beyhan Murphy’nin yönetmenliğinde “Dans Platform Türkiye” adı altında Ankara’da başlayan Platform’un İstanbul yolculuğu beklenenden uzun sürmüş. 2002’den beri platformu İstanbul’a taşımaya çalışan Murphy, bu isteğini sonunda gerçekleştirebilmenin ve Sylvie Guillem, Akram Khan, Emio Greco, Louise Lecavalier ve Nigel Charnock gibi dünyaca ünlü dansçıları İstanbul’da ağırlayan isim olmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyor. “Platformda yapmak istediklerimin yüzde 90’ından fazlasını yapabildim. Geriye kalan eksik kısım ise eğitime istediğim ağırlığı verememekten kaynaklandı” diyen Murphy, Eğitim Platformu’nda farklı dans tekniklerinden gelen dansçıların bir arada çalışmasıyla ve Dans Forumu’nda bir araya gelen tanınmış isimlerle bir “iletişim platformu” da gerçekleştirdiklerini söylüyor. Murphy, dans camiasındaki iletişimin artmasının yanında Dans Platformu’nun “araladığı” kapıları şöyle sıralıyor: “Bu platform sayesinde dans için önemli kapıları tam olarak açamasak da aralamış olduk. Platform sayesinde bir ‘dans veri tabanı’ oluşturduk diyebiliriz. Hangi dansçı nerede ne yapıyor, bunu öğrenmiş olduk. Ayrıca daha önce birlikte çalışmamış dansçılar ve koreograflar birlikte çalışma fırsatı yakalamış oldu. Dansın materyali insan olduğu için, farklı insanlarla çalışmak oldukça önemli.” Dans Platform İstanbul, 16 ve 17 Aralık tarihlerinde Nederlands Dans Theater II’nin Cemal Reşit Rey’deki temsilleriyle sona erdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle