19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 ARALIK 2010 PAZARTESİ EKONOMİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] 13 Sosyalİş’e göre bir aileden 4 kişi asgari ücretle çalışsa bile eve giren para yoksulluk sınırının altında kalıyor ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK 4 kişi de çalışsa yoksuluz Ekonomi Servisi Sosyalİş Sendikası’nın hazırladığı rapora göre, 4 kişilik bir ailenin tüm fertleri asgari ücretle çalışsa bile kazandıkları para yoksulluk sınırının altında kalıyor. Sendika, “Türkiye’de son 5 yılda asgari ücret seviyesindeki değişimler ile enflasyon, gerçek enflasyon, açlık ve yoksulluk sınırı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan ve bunları AB ile karşılaştıran” bir rapor hazırladı. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre 2009 yılı aralık ayı itibarıyla 3 milyon 900 bin 147 işçinin asgari ücretle çalıştığı belirtilen raporda, Türkiye’de asgari ücretle ça CHP’de Uyum ve Atılım İçin... Kurultay sonrasında yeni üst yönetimin oluşmasıyla CHP yepyeni bir siyaset sürecine giriyor. Seçimlere çok kısa bir süre kalmış olması, yapılacak siyasetin niteliğini değişik kılıyor ve yoğunluğunu arttırıyor. Kurultay öncesinde CHP’ye çok sayıda yeni üye katıldı; bunların bir bölümü Parti Meclisi ve MYK üyesi yapıldı. Genel olarak, siyasal yapılanmalarda yeni gelenlerin uyumu ve etkin, verimli çalışmalarının sağlanması hiç de kolay değildir. CHP özelinde bunu sağlayacak ve bir orkestra şefi gibi yönetecek olan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Cumhuriyetin kuruluş değerleri, hukuk devleti, demokratikleşme, sol ve sosyal demokrasinin bileşkesi olan temel nitelikleriyle CHP’nin 2011 seçimlerinde iktidar olması, var olan koşullarda başlı başına çok büyük bir önem taşıyor. Orkestrada görev alanların, yani, senfoniyi çalacak ya da bu türküyü söyleyecek olan yöneticilerin, milyonların yıllar boyu emek verdiği CHP’nin kimliğini ve birikimlerini güçlendirerek geleceğe taşımaları gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasının iki ana dayanağı vardı: Hak ve özgürlüklerin genişletilmesine dayanan demokratikleşme ve sosyal devlet ağırlıklı hızlı ekonomik gelişme. Başta kapsamlı bir anayasa hazırlığı yapılması ve temel hak ve özgürlüklerle birlikte, ekonomik ve sosyal hakların da vurgulanması; bu ülkede çok önemli bir demokrasi açığı olan siyasi parti yapılarının demokratikleştirilmesi; üniversite özerkliğinin tüm öğeleriyle gerçekleştirilmesi ve bunları güvence altına alacak yargı bağımsızlığının yaşama geçirilmesi olmak üzere demokratikleşmenin temel dayanakları, CHP’nin üzerinde ayrıntılı çalışmalar yaparak kamuoyuna güçlü bir biçimde önermesi ve gerçekleşmelerinde öncülük etmesi gereken yeniliklerdir. Bunlara dış politika ve Kürt sorununa yaklaşım da eklenmelidir. Kılıçdaroğlu’nun özellikle sosyal devlet bağlamındaki önerileri kamuoyunda yeni bir tartışma başlattı. Kimi gazeteler, yoksulluğu yok edecek aile sigortası uygulamasının, emeklilerin intibakının, öğrenci yurdu yapılmasının, üniversite harçlarının kaldırılmasının, taşeron işçiliğin sona erdirilmesinin, 4/C ve 4/B uygulamalarına son verilmesinin, mazotta ÖTV’nin kaldırılmasının ve Doğu ve Güneydoğu’da işsizlikle savaşım projelerinin toplam maliyetinin yüksekliğini eleştirerek tartışmaya açtılar. Sosyal devletin ekonomik maliyeti başlığı altında toplanabilecek bu konunun kamuoyunda tartışmaya açılması çok olumludur. Yapılacak sosyal harcamaların maliyeti ve bunu karşılayacak kaynakları ele almayı sonraki yazılara bırakarak, konu ile ilgili bazı ortak noktaları vurgulamak gerekiyor. Sosyal devletin maliyetinin tartışılmasıyla, ekonominin toplumsal yönü güçlü bir biçimde ele alınacaktır. Bu sorun, demokrasinin yıllarca eksik ve yetersiz olmasının da etkisiyle bugüne dek bilinçli bir biçimde bir tarafa bırakılıyordu. Kamuoyunun ve hükümetin aklına sosyal devletin iyice yerleşmesi gerekiyor. Yine ilk kez, kamu yararı kavramı insan odaklı tartışılacak ve buna dayalı olarak, sağlıklı bir demokratikleşme için bireyin ekonomik yönden de özgürleşmesinin bir önkoşul biçimindeki gerekliliği siyasetin gündeminde hakkı olan yeri alacaktır. Önemli bir nokta da şudur. Sosyal devletin ekonomik maliyetinin hesaplanmasında hiç göz ardı edilmemesi gereken ve sayılara dökülemeyen bir nitelik yönü var. Açlığın, işsizliğin, yoksulluğun ve yoksunluğun azaltıldığı ve giderek sıfırlandığı bir toplumsal ortamın sağlayacağı ortak gönenç ve yaşam kalitesi, çıplak sayılarla anlatılamayacak kadar yüksek değer taşır. Kaldı ki, sosyal devletin gerçekleştirilmesi için yapılan yatırımların toplam verimliliği arttırdığı, yani, salt ekonomik getirisinin de özellikle orta ve uzun dönemde çok yüksek olduğu, ekonomi biliminin önemli bulgularındandır. Seçimlere gidilirken, şefe de orkestraya da düşen tarihsel ve toplumsal görev, demokratikleşme ve sosyal devlet çıtalarını çok daha yukarılara çıkarmaktır. Yeni yılınızı, bir CHP iktidarı getirmesi dileğiyle kutlarım. [email protected] Türkiye’de 20062010 arasında asgari ücret yüzde 37.1 yükselirken, kiralar ortalama yüzde 55.3, elektrik yüzde 67, kömür yüzde 60.8, ekmek yüzde 59.4, dolmuş ücretleri ise yüzde 44.6 arttı. 2010 yılı da baz alındığında 4 milyondan fazla işçin asgari ücretle çalışıyor. lışanların tüm kayıtlı işçiler içindeki oranının yüzde 43.2 olduğu bildirildi. Özel sektörde asgari ücretlilerin kayıtlı işçiler içindeki oranının yüzde 46.5, kamu sektöründe ise yüzde 11 düzeyinde olduğu ifade edilen raporda, asgari ücretin ağırlıkla özel sektörde yoğunlaştığı ve bu sektörde yaklaşık her iki işçiden birinin asgari ücretle çalıştığı belirtildi. Raporda, 2010 yılı da baz alındığında 4 milyondan fazla işçinin asgari ücretle çalıştığı ifade edildi. 2006 Haziran2010 Haziran dönemleri arasında asgari ücretteki artışın yüzde 37.1 olduğu, aynı dönemdeki Tüketici Fiyatları Endeksi’nin ise yüzde 37.6 olarak gerçekleştiği hatırlatılan raporda, son 5 yılda asgari ücretteki artış ile enflasyondaki artışın başabaş gittiği, bu nedenle asgari ücretin yerinde saydığı belirtildi. Raporda, gerçek enflasyon oranının daha yüksek olması nedeniyle gerçekte asgari ücretin alım gücünün düştüğü ifade edildi. 2006 Haziran ayı itibarıyla asgari ücret 380 lira 46 kuruş iken aynı dönemde 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcamasını ifade eden açlık sınırının 527 lira 53 kuruş olduğu ifade edilen raporda, şunlara yer verildi: “2010 Haziran ayı itibarıyla asgari ücret 521 lira 89 kuruş iken, aynı dönemde açlık sınırı 817 lira 99 kuruştu. Bu veriler kıyaslandığında Türkiye’de asgari ücret açlık sınırının altında seyretmektedir. Türkiye’de asgari ücret son 5 yılda yüzde 37.1 artarken, açlık sınırı aynı dönemde yüzde 55.1 artmıştır. Asgari ücretin açlık sınırına oranı 2006’da yüzde 72.1 iken 2010’da yüzde 63.8 olmuştur. Dolayısıyla asgari ücret ile dört kişilik bir ailenin asgari gıda harcamalarını karşılamak son 5 yılda daha da zor hale gelmiştir. Açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki fark daha da açılmıştır. Gıda harcamaları bakımından enflasyon oranı asgari ücretten çok daha fazla artmıştır. Bir başka deyişle son 5 yılda asgari ücretlilerin gıda alım gücü daha da düşmüştür.” Yurttaş işini kaybetmekten korkuyor Sky iç hat uçuşlarına başlıyor ÖZCAN YAŞAR ANTALYA Antalya merkezli Kayı Grubu’na bağlı Sky Havayolları, 11 yıldır sürdürdüğü charter (tarifesiz) uçuşlarının ardından tarifeli iç hat uçuşlarına da başlıyor. 2001’den bu yana 11 milyondan fazla yolcu taşıyan şirket, 15 Ocak 2011’de 4 uçakla başlatacağı seferlerle ilk yıl 20 bin saatin üzerinde uçarak 1 milyon yolcu taşımayı ve 150 milyon TL ciroya ulaşmayı hedefliyor. İlk etapta Antalya merkezli İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon, Van ve Diyarbakır’a sefer düzenleyecek şirket, gelecek yıllarda tarifeli dış uçuşları düzenlecek. Kayı Grup Yönetim Kurulu Başkanı Talha Görgülü, iç hat seferlerini tanıtmak amacıyla İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Antalya’ya gerçekleştirilen tanıtım uçuşunda gökyüzünde basın tolantısı düzenledi. Uygun fiyat politikasıyla herkesin uçabileceği havayolu şirketi olmayı amaçladıklarını anlatan Görgülü “Ne düşük, ne de yüksek fiyatlı havayolu olacağız” dedi. Sky Havayolları’nın, yurtiçi seferlere başlaması amacıyla 15 milyon dolarlık yatırım yaptıklarını belirten Görgülü, “Yolcu kapasitesini 162’ye düşürerek daha geniş koltuk aralığı sağladık. Sky’da alkollü içkiler dışında tüm içecekler ücretsiz olacak” diye konuştu. Ekonomi Sevrisi Barem Araştırma’nın WIN bağlantısıyla Türkiye halkasını gerçekleştirdiği global araştırma sonuçları açıklandı. 2011 beklentilerinin sorulduğu araştırmada, Asya’nın yükselen yıldızlarında ve Latin Amerika’da iyimserlik, G7 ülkelerinde ise kötümserlik hâkim. Türkiye de kötümserler arasında bulunuyor. Araştırmada işini kaybetme endişesi de ele alındı ve araştırmaya katılanların yüzde 45’i kendi ülkesinde 2011’de işsizlik oranının yükseleceğinden endişe duyduğunu ifade etti. Buna karşılık, yüzde 27 oranındaki bir kesim işsizlik oranında azalma olacağına inanıyor. Türkiye’de bu durum biraz daha karamsar, 2011’de ülkedeki işsizlik oranının artacağından endişe duyanlar 53 ülke ortalamasının üzerinde (yüzde 51). Önümüzdeki yıl işini kaybet me riski görenlerin oranı global ortalamada yüzde 30 iken Türkiye’de bu oran yüzde 37’ye çıkıyor. 53 ülke Net Ekonomik İyimserlik puanlarına göre sınıflandığında, 19 tanesinin iyimser, 34 tanesinin ise kötümser olduğu görünüyor. Türkiye kötümser bakış açısının hâkim olduğu 34 ülkeden biri. 2011’in Türkiye için ekonomik refah yılı olacağına inananlar yüzde 27 oranında iken yüzde 38’lik bir kesim ekonomik açıdan zor geçeceğinden endişe ediyor. Kadınlar okusa da iş bulamıyor Ekonomi Servisi DİSKAR işsiz sayısının hâlâ krizin ilk etkisinin istihdam verilerine yansıdığı Eylül 2008 döneminin 333 bin, kriz öncesi dönem olan Eylül 2007 döneminin ise 594 bin üzerinde olduğunu ifade ederek, bununla beraber krizin etkilerinin hissedilmeye başlandığı Eylül 2008 döneminden bu yana geçen 2 yıllık sürede yaratılan 1 milyon 171 bin kişilik istihdamın yüzde 32’sinin de kayıt dışı olarak sisteme dahil olduğunu vurguladı. DİSKAR eylül dönemi istihdam raporu sonuçlarını açıkladı. DİSKAR, kadınların işgücüne katılım oranlarının eğitim düzeyi ile yükseldiğini, ancak kadınlara yönelik ayrımcılığın da bütün çıplaklığı ile açığa çıktığını savundu. Raporda, lise ve üzeri eğitime sahip kadınlarda işsizlik oranının erkeklerin yaklaşık iki katından fazla olduğu belirtildi. Lise mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 23 iken, bu oran erkeklerde yüzde 11.5 oldu. Aynı oran yükseköğretim mezunu kadınlarda yüzde 18.6, erkeklerde yüzde 9.6, teknik ve meslek lisesi mezunu kadınlarda yüzde 23, erkeklerde yüzde 11.5 olarak kayıtlara geçti. Raporda, “Türkiye işsizlik sorununun ağır etkilerini, taşeronlaşma, güvencesiz ve kuralsız çalışmanın girdabındaki milyonların giderek artan sessiz çığlıkları ile hissetmeye başladı” denildi. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA İstanbul Türkiye değildir, ama zeitgeist (zamanın ruhu) söz konusu olduğunda daha fazla bir şeydir. Dünü, yarını bir arada görebilirsiniz İstanbul’da. Ya bugünü? Onu bir türlü yakalayamazsınız… AKP döneminde yaşanan “değişimi” anlamanın yeri de İstanbul’dur; İsmail Ağa Camii’nden, Cahide’ye kadar… Halimiz, T.S. Eliot’un, “Olayı yaşadık ama anlamını kaçırdık” sözlerini akla getiriyor. Bu kenti ne kadar çözümlesek, hep bir “şey” o kadar eksik kalıyor, şöyle bir görünüp kayboluyor, kendini ele vermiyor… Bilgiyi aşan bir şeyler var… Soruşturan özneyle, ilgi nesnesi arasındaki mesafeyi silen, ama yaşananın özgünlüğünü de evrenselle buluşturan, toplumsal/tarihsel çözümlemeyle, sanatı birleştiren bir çaba gerekiyor… Siyasal yelpazenin birbirine uzak uçlarında yaşıyoruz Clair Berlinski ile, ama City Journal’daki “Weimar Istanbul” başlıklı yazısını okuyunca, “işte böyle bir şey” demekten kendimi alamadım[1]. Berlinski, “değişimin” tüm şiddetini, insanın başını döndüren hızını, midesini altüst eden iniş çıkışlarını, “grotesk güzelliğini” (İstanbul artık bir ‘oxymoron’dur!) büyük bir başarıyla yakalamış. ‘Weimar İstanbul’ farklı kenti arasındaki benzerlikler sizi korkutuyor. Eski çözülürken, yeninin, daha şekillenirken can çekişmeye başladığı, adeta Hegel’in “kötü sonsuz” dediği yerde tutsak bir Kent tipolojisi var karşımızda. Bu kentin ömrü birkaç yıl olabildiği gibi, birkaç on yıldan daha uzun da olabiliyor… Berlinksi, “Weimar Kenti” diyor buna. Cumhuriyetin “kriziyle”, Weimar Demokrasisi’nin başına gelenleri karşılaştırınca hak vermeden edemiyorsunuz. Siyasal İslam’ın yükselişiyle nasyonal sosyalizmin (faşizmin) yükselişi, her ikisinin karizmatik, dinamik, tutkulu ama tutkusundan bir türlü emin olamadığınız, “gerçek mi kurgumu mu?” diye düşünmeden edemediğiniz liderlerinin, tüm gerçek farklarına karşın, birbirine karışmaya başlayan yüzleriyle, Türkiye’nin dünle yarın arasına sıkışmış halinin bir simgesi olarak “Weimar İstanbul”… Weimar Kenti’ne karakterini, diyalektik anlamda, bir “aufhebung” olarak “değişim” değil, çözülme, parçalanarak, büyüyerek çürüme veriyor ve canlı bir siyasikültürel yaşamın ardından gelen koyu bir karanlık... Nüfus hızla artıyor, tarihi binalar çürüyor, gelişigüzel dikilen ölçüsüz yeni binaların betonu, camı alüminyumu korkutuyor, kente yeni gelen insanların görüntüleri gibi… Yeni gelenler de buldukları, gürültüden, ışıklardan, renklerden, haz ekonomisinin estetiğinden, kadınlarından, eşcinsellerinden, transseksüellerinden, “entellerinin” “anlaşılmaz” dilinden, metalarının cinselliğe bindirilmiş simgelerinin baş döndürücü dolaşım hızından korkuyorlar. Aslında herkes herkesten korkuyor; kaçınılmaz bir krizden, engellenemez bir çöküşün her an patlak verecek bir felaketin arifesinde yaşadığını “bilmekten” korkuyor. Bir deprem beklentisiyse İstanbul’da tüm bunların üzerine tüy dikiyor… dünyasını aratmıyor. “Olayın” henüz tamamlanamayan modernitesi, bir noktadan sonra bu nostaljiye dayanamaz. Siyaset de “Bundan sonra ne olacak” sorusuna bir cevap bulamamanın gerginliğini tümüyle yansıtır. Her köşeden “öcü” gibi insanın üzerine gelen “komplo teorileri”, her taşın altından çıkan “Yahudi/Siyonist proje”, aklın yerine geçen paranoya… Weimar’ın yıkılışı, Roma’nın “barbarlar” tarafından talan edilmesi, “fetih”ten önceki Constantiople gibi bir “şey”dir bugün İstanbul’da egemen “zeitgeist”. Kentin yaşamı, çokdilli, çok çelişkili siyasi kültürel projeleri, müstehcen servetlerle, uygarlığın yüz karası yoksullukları, kösnül çıplaklıklarla, köktendinci örtünmeleri, ortaokullara kadar yayılan uyuşturucu dalgasıyla, sigara yasağını, içkili lokantalardaki baskınları birlikte yaşayan kalabalığın her gün yeniden boğuşmak zorunda kaldığı bir anlamlar karmaşasıdır… Bunlar, yaklaşan “felaketin”, yeni bir “olay”ın habercisidir ama… “Olay” gelmez… Çürüme devam eder… Bu bekleyişin, Kent’in kültür ve sanat yaşamına, entelektüel üretkenliğine de yansıması kaçınılmazdır. Ya da öyle sanırsınız! Weimar dönemine bakarsanız sanatın, Dix, Grosz, Kandinsky, Brecht, Hesse, Kafka, Mann, Berg, Schoenberg, Webern, Fritz Lang gibi isimleri, felsefenin Adorno, Walter Benjamin, Heidegger –Max Horkheimer, Max Weber gibi devleri gözleriniz kamaştırır. Weimar’ı bunlar bile koruyamadıysa, İstanbul Berlinİstanbul Weimar Kenti’nin arkasında ağır bir tarih mirası ve bu tarihi durdurarak yeni bir yöne döndüren bir “olay” var. Bu “olay”ın getirdiği yeni insan, yeni bir “hakikate” dayanarak ileriye doğru gitmeye çabalarken, bu “olaya” direnmeye kararlı eski insan ve tutunduğu anakronistik “hakikat”, kaybolan bir dünyayı, “bir asrı saadet”i özlüyor. Berlinski, Osmanlı’nın, tarihi mirası, Cumhuriyet’in ve modernliğin, “olayı”, yeni insanı temsil ettiğini, AKP’nin ve beraberinde getirdiklerinin ise, ilerlemeyi değil, tüm demokratikleşme iddialarına karşın, “olay”ın öncesine dönmeyi arzulayan bir “nostaljiyi” temsil ettiğini düşünüyor. Berlinski de, artık AKP’nin cilasını kazıyarak altındakileri görmeye başlayanlardan biri. “Demokratikleşme”, “yolsuzlukla mücadele” iddialarının, birbirini izleyen açılımların, dosyalardan, Ergenekon’a kadar uzanan olayların, kendisinden farklı siyasi görüşte olanları akıl hastası olmakla suçlayanların söylemi, her şeyin tam aksi bir anlama geldiği, YeniOsmanlı fantezileri, Orwell’in “1984” Weimar kenti Berlinski bir “kent” betimleyerek başlıyor yazısına, adını koymadan… Burası İstabul diye düşünüyorsunuz hemen. Az sonra, burası giderek faşizm arifesindeki Berlin’e (Weimar Cumhuriyeti 19191933) dönüşmeye başlıyor, sonra tekrar İstanbul oluyor, sonra Berlin… İki farklı dönemin iki karanlığa nasıl direnecektir? Berlinski İstanbul’un sanat yaşamına bakınca, BerlinViyanaPrag üçgeninin zenginliğiyle değil, postmodernizmin çölüyle karşılaşır. Bir tarafta İnci Eviner’in Harem’i, Taner Ceylan’ın hiperrealits resimleri, öbür tarafta, Kurtlar Vadisi… Adnan Khan da Macleans (Kanada) dergisindeki denemesinde, İstanbul’u bir barut fıçısına benzetir (23/12/2010). Radikal milliyetçiler, (Kürt ya da Türk), radikal İslam, cemaate teslim olmuş polis, “yandaş medya” bir yana, bir mafya babasının, kendine has beden diliyle oturduğu kahvede çayına şeker atarken Khan’a dediği gibi “halen yarım düzüne küçük çaplı savaş sürmektedir İstanbul’da…” Ancak Khan’ın, İstanbul’unda “esas uyuşturucu paradır; herkes buna tutkundur. Her şey bu yüzden böyle değişmektedir”. Yine de, bu kent sizi büyüler. Başka bir yerde yaşamak istemezsiniz, özellikle bugün İstanbul’u yazan Berlinski, dün Berlin’i yazan Isherwood gibi bir entelektüelseniz. Çünkü, kentin trajedisi, artık sizin “maddenizdir”; kimi zaman eroin etkisi yapar üzerinizde, bugünün belirsizliğinden kaçarken sığınırsınız… Kimi zaman da kokain olur sizin için, kentin her gün size yeniden çarpan rüzgârının peşinden koşarken… (1) Bu 6000 sözcüklü denemeyi, burada özetlemeyi, alıntılarla temsil etmeyi denemek yerine, bende bıraktığı “izi”, kimi yerde plajerizme düşmek pahasına, aktarmaya çalışacağım. Yazıyı burada okuyabilirsiniz: http://www.cityjournal.org/2010/204weimarcity. html Türkiye’nin sorunu tasarruf ANKARA (AA) Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye, tasarruf bakımından yüzde 12.6 oranla 32 ülke arasında sondan altıncı sırada yer alıyor. Rakamlara göre tasarrufu en düşük ülke yüzde 8.9’luk oranla İrlanda olarak tespit edilirken, bunu yüzde 9.2’şerlik oranla ABD ve Yunanistan, yüzde 10.6 ile Portekiz izliyor. Yurtiçi tasarrufun GSYH’ye oranının yüzde 12.6 olduğu Türkiye, aynı orana sahip İngiltere ile birlikte bu ülkelerin arkasında yer alıyor. Özel güvenlikler orduları solladı ANKARA (AA) Türkiye’de mevcut olan 168 bin 975 kişilik özel güvenlik elemanı sayısının aralarında Kanada, Avusturya, Belçika, Polonya, Portekiz ve Arjantin’in de bulunduğu 134 ülkenin asker sayısından daha fazla olduğu ortaya çıktı. Öte yandan Türkiye’de özel güvenlik elemanı kimliğine sahip, dolayısıyla özel güvenlik olarak çalışma iznini haiz 415 bin 487 kişi bulunuyor. Bu rakam dikkate alındığında ise Türkiye’nin özel güvenlik elemanı sayısı 155 ülkenin asker sayısından daha fazla oluyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle