25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 KASIM 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Cumhuriyet’in yasaklarla mücadelesi umhurbaşkanı Kenan Evren 1 Eylül 1985’te Meclis’i açış konuşmasında –isim vermeden henüz yasaklardan kurtulmamış eski AP lideri Süleyman Demirel’i hedef alan eleştiriler yaptı. Evren’in konuşmasıyla yasakları içeren anayasanın 4’üncü maddesi devletin ve siyasal yaşamın her kademesinde artık tartışılır duruma geldi.. Şimdi bir noktaya dikkatinizi çekmeme izin verin. Bir süredir (1985’ten beri ) Cumhuriyet’te yazıyordum. Cumhuriyet o yıllarda demokrasiye gerektiği anlamda geçilmesine koşut yayınlar yapıyor; genelde Evren’i ve anayasasını eleştiriyordu. Hiçbir gazete o yıllarda Cumhuriyet gazetesi kadar siyasetçilere 10 yıl sürecek yasağın kalkmasını amaçlayan yayınlar yapmadı. Cumhuriyet; “Demokratik hiçbir ülkede siyasetçileri politikadan fiilen alıkoyan antidemokratik bir yasak olamayacağını” aylarca savundu. Ta ki referandumla yasağın kalkmasına kadar bu savaşımını sürdürdü. Üstelik Cumhuriyet örneğin yasaklı AP lideri Süleyman Demirel’i 12 Eylül’e kadar hemen her açıdan yoğun biçimde eleştiren belki de tek gazeteydi. Demokratik yaşam söz konusu olunca Cumhuriyet, geçmiş yıllarda acımasızca eleştirdiği insanların haklarını savunmayı bir görev bilmişti. SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Her Şey Çok Açık, Çok Ortada, Çok... Sevgili dostlar, Türkiye’de “bir oyun oynandığını”, bir “senaryonun” sahneye konulduğunu, bunun uzantısı olarak da “psikolojik savaş yöntemlerinin” uzun süreden beri uygulamaya konulduğunu söylüyoruz ya, artık bu oyun, senaryo ve psikolojik savaş, tüm çıplaklığı ile ortada. Bu “oyunu” ya da “psikolojik savaşı”, hatta bu amaçla bazı aydınlar, gazeteciler, gazeteler üzerinde oluşturulan “baskı ve terör” ortamını görmek, anlamak da çok kolay. Nasıl mı? İlk önce, bazı konuları günlerce ele alan, dilinden düşürmeyen, günlerce üzerine yazılar yazan, programlar yapan, katılan, yalanlandıktan sonra bile başka konu ile ilgilenmeyen tüm aydınlara(!), programcılara, gazetelere, televizyonlara, gazetecilere bir bakacaksınız. Örneğin “Başbakan’ın eşinin GATA’ya alınmaması” senaryosunda pardon konusunda rol alanlara… Ya da örneğin günlerce “olmayan CHPBDP ittifakını” konuşan, dilinden düşürmeyen, başka bir şey konuşmayan, başka konu tartışmayan, yazılar yazan, programlar yapanlara… Sonra da tüm bu gazetelerin, gazetecilerin, aydınların(!), Türkiye’nin tüm yurttaşlarını, geleceğini, gençlerini, demokrasisini ilgilendiren bazı başka konulardaki yazılarına, yorumlarına, o sorunları nasıl ve ne yönden ele aldıklarına bakacaksınız. Ve oynanan oyunu, psikolojik savaşın nasıl yürütüldüğünü ya da “üzerlerindeki baskı ortamını” çok rahatlıkla göreceksiniz. Sevgili dostlar, lütfen unutmayın. Bu “başka konuları” ele alıp almadıklarından ya da nasıl ve ne şekilde ele aldıklarından söz ediyorum. Zaten bir bakınca hemen anlıyorsunuz, kimler oyunun esas aktörleri ve oyunun içinde ya da kimler baskı altında, kimler korkutulmuş? Bu “başka konuların” içinde örneğin, Türkiye’nin demokrasisini, geleceğini ilgilendiren çok önemli bir gelişme var. Artık “AKP Türkiye’sinde iktidarı protesto etme hakkı yok.” Hem de kesinlikle yok. Boğaziçi Üniversitesi’nde, Başbakan’ı protesto eden öğrencilere 500 polis saldırdı. Üniversite içinde, koridorlarda, odalarda, kovalamacalar, coplar, dayaklar, biber gazları. Öğretim üyeleri protesto ettiler, bildiri yayımladılar. Bakın bakalım aynı kişiler, nasıl ele almışlar, ne kadar yazmışlar, ne yönleri ile yazmışlar? “Canım bu tek olay, genelleştirmeyelim” diyenler çıkabilir. Aynı şey, Bahçeşehir Üniversitesi’nde, Bakan Bağış’ı protesto edenlerde de yaşandı. Orada tek farklılık vardı; dövenler, ağız kapayanlar, Bakan’ın özel korumaları idi. Trabzon’da da yaşandı. Cumhurbaşkanı Gül’e soru sormak isteyenlerde de yaşandı. Anadolu Üniversitesi’nde, gençlere, resmi ve özel korumaların attığı tekmeleri, dayakları, hep beraber televizyonlardan izlediniz. Bakın bakalım şimdi, aynı aydınlar, gazeteler, yorumcular, programcılar, “bu dayakları” nasıl ele almışlar, hangi programları yapmışlar, hangi programlara katılmışlar, ne söylemişler? Gördünüz mü, oyunu anlamak, senaryoyu okumak ne kadar kolay. Devam edelim; Tekel işçilerinin kışın ortasında sulara atılmasını, dayakları, copları, biber gazlarını düşünün. Hani CHP milletvekili Çetin Soysal’ın da nasibini aldığı tazyikli sulardan, biber gazlarından söz ediyorum. İTÜ’de Başbakan’ı protesto eden 18 genç öğrenci, 15’er ay hapis cezasına çarptırıldı. Bakın bakalım değerli dostlar, aynı aydınlar(!), aynı gazeteler, aynı programcılar ne demişler, kaç program yapmışlar? Bu “yeni AKP demokrasisini” nasıl değerlendirmişler? Dediğim gibi oyun çok açık… Ergenekon davasında Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Fatih Hilmioğlu ve daha birçok aydın, gazeteci, akademisyen, subay aylardır tutuklu. Mahkeme, “ünlü 2’ye 1 kararları” ile tahliye istemlerini reddediyor. Belki 20, belki 25, belki 30 karar. Tümü de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına aykırı karar. Bakın bakalım sevgili dostlar, o diğer konuları günlerce tartışan aydınlar, gazeteciler, programcılar neler demişler bu konuda? En son üç general açığa alındı. Şimdi bir dakika düşünün. Üç general, bir iddia ile yargılanıyorlar. Daha ortada karar yok, kesinleşmiş hüküm yok. Ve yargılandıkları gerekçesi ile terfi ettirilmiyorlar. Mahkemeye başvuruyorlar. Mahkeme, üç generali haklı buluyor. Hükümet, bu karara itiraz ediyor, itiraz reddediliyor. Ve buna çok kızan hükümet, 65. madde yolu ile, üç generali açığa alıyor. Şimdi süreç çok açık. Olanlar çok açık. Bir kere, bu üç general için, daha ortada kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı da yok. Ama hükümet, AYİM kararına ve yargı yoluna başvuran üç generale çok kızdığı için, “hukuku zorlayan, inanılmaz bir yola başvuruyor”. Üstelik sadece yargı kararını etkisiz kılmak için. Yani tam bir “yargı kararını beğenmedim, ben sana gününü gösteririm” mantığı. Ve bir kez daha düşünün. Hangi hukuk devletinde böyle bir şey olabilir? Ve sonra bir bakalım, sevgili dostlar, aynı aydınlar(!), aynı gazeteler, gazeteciler, bu konuda neler söylemişler? Kaç program yapmışlar. Dediğim gibi, oyun ve senaryo çok açık. Çok!.. C ...ve EvrenDemirel kavgasında ilk raunt 12 Eylül’ün lideri ile siyaset yasaklısı eski AP lideri arasında yıllarca sürecek kavganın ilk raundu, 1 Eylül 1985’te izlendi... Cumhurbaşkanı Kenan Evren 1 Eylül 1985’te Meclis’i açış konuşmasında, isim vermeden öncelikle Demirel’e yüklendi. “Demokrasi adını her gün ağızlarından eksik etmeyenlerin, Türkiye’de demokrasi var mıdır yok mudur münakaşası yapanların, kendilerini demokrasi kahramanı gösterme çabası içinde olanların arzuladıkları sistemin bugüne kadar nelere mal olduğunu ve bundan sonra neye mal olacağını, neyi getirip götüreceğini akılcı bir yaklaşımla iyi değerlendirelim” diyordu... Şu sözler doğrudan Demirel’e yönelikti; zira kapatılan AP lideri her fırsatta “susan Türkiye yerine konuşan Türkiye’den” söz ediyordu. Evren bu sözü alıyor ve şöyle yorumluyordu: “Susan Türkiye yerine, konuşan Türkiye mantığının bu ülkeye nelere mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Kaldı ki bugün susması gerekenler bile her gün konuşmaktadırlar.” Gerçekten yasaklı olduğu için fiili politika yapamayan Demirel; düğün, nişan vs. gibi toplantılara katılıyor. Her fırsatta 12 Eylül rejimini iğneleyen, eleştiren açıklamalar yapmaktan geri durmuyordu. Bir süre sonra adı “Bir Bilen”e çıktı.. Bu durumlardan rahatsızlık duyan Evren, Meclis kürsüsünden Demirel’i hedef alan o konuşmayı yaptı... Evren konuşmasında Demirel’e saldırıları daha da ağırlaştırdı: “Kendilerinin susmalarına veya konuşmalarına göre rejimi değerlendirenleri, sokaklarda oluk gibi kan akıtılır ve demokrasi göz göre göre adeta katledilirken, iktidar ve muhalefet olarak sistemi esenliğe kavuşturma yerine, akıl almaz bir tutumla her gün birbirlerini karalayıp inatlaşanları ve dolayısıyla şer güçlerine cesaret verenleri, aziz milletimiz de herhalde o eşsiz sağduyusu ile mutlaka gerektiği şekilde değerlendirecektir.” Evren’e göre, “Bugün Türkiye’de, birçok demokratik ülkede kâğıt üzerinde kalan özgürlükler rahatça kullanılmaktadır”. Basın Güniz Sokak’a koştu. Acaba Demirel’in Cumhurbaşkanı Evren’in sert ve saldırgan konuşmasına bir yanıtı var mıydı? 2 Eylül 1985 günü hemen bütün gazetelerde Evren’in konuşması manşetteydi ama Demirel, o gün konuşmadı. Fakat yazılı bir açıklamayla Evren’i yanıtladı: 4 Eylül’de Demirel yazılı bir açıklama yaptı: Girişte Evren’in Meclis konuşmasının 2, 3 ve 4 Eylül günleri çeşitli değerlendirme ve yorumlara yol açtığını belirtiyordu. Ne ki amacının polemik yapmak olmadığına, ancak bazı hususların aydınlatılmasını zorunlu gördüğüne ve basının Evren’in sözlerini “şahsına hedef alındığı” biçiminde değerlendirdiğine değindikten sonra karşı saldırıya geçiyordu: “Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Türkiye’de susması lazım gelenler vardır, konuşması lazım gelenler vardır. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, ‘susması’ lazım gelenler ve ‘konuşması’ lazım gelenler diye bir bölmeye tabi tutmuyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına göre, bazı kişiler her şeyi söylemek ve yapmakta serbest, bazı kişiler ise hiçbir şeyi yapamaz veya söyleyemez durumda değildir... ...Milletin hür iradesinin ülke iradesine hâkim olmasını istemek, ülke için niçin tehlike olsun? Bu, akla mantığa sığmaz... Ayrıca 12 Eylül 1980 öncesinde anarşi ve terörün sebebi olarak gösterilmemizi de kabullenemiyorum...” diyor ve arkasından tek bir cümlede Kenan Evren’e anarşi ve terörle mücadelede (askerin) görevini gerektiğince yerine getirmediğini şöyle duyumsatıyordu: “Hep beraber yaşanılmış, hep beraber görev yapılmış bir dönemin şartları herkesçe malumken, suç ve suçluları bir kenara bırakıp tartışılmasını kendilerinin yasakladığı bir konuyu ortaya atmanın anlamını bulmakta zorluk çekiyorum.” Nitekim daha sonraki süreçte askerlerin (darbe yapma hevesi ve kararlılığı ile) terör ve anarşiyle gerektiği mücadeleyi yapmadığını kimi öğelerle açıklayacaktı. EVREN YÜKLENİYOR 12 YARIN: ..VE BAŞKA OYUNLAR SAHNEDE C MY B C MY B Eylül döneminde Cumhuriyet’i sık sık kapatan, yazarlarını gözaltına alan, Barış Derneği üyeliğini bahane ederek Ali Sirmen’i aylarca hapseden Kenan Evren’i Cumhuriyet’in demokrasi savaşımı rahatsız ediyordu, biliyoruz. Cumhuriyet yazarları İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Oktay Akbal, o zamanlar Cumhuriyet’ten ayrılacağı olasılığı bile düşünülmeyen, gazetenin genel yayın müdürü Hasan Cemal ve Ankara’da gazetenin temsilcisi Yalçın Doğan... yazıişleri müdürleri, karınca kararınca.. bizler... imtiyaz sahibi, başyazarı Nadir Nadi’nin öncülüğünde tam kadro; Başbakan Turgut Özal’ı da, 12 Eylül’ü de eleştiriyorduk. Benim 12 Eylül öncesi siyasal olaylarını, sıkıyönetimin terör ve anarşiyle mücadelede olumsuz duruşunu, bilinmeyen yönleri ve belgeleriyle anlatan bir dizi kitabımı Cumhuriyet tam sayfa günlerce yayımladı. Bu yayınlar sıkıyönetimin sürdüğü 1985 yılını kapsıyor. 1985’ten 86’ya geçerken Cumhuriyet bir hamle yapma hazırlığına girişti. Hasan Cemal Ankara’ya geldi. Uğur Mumcu’ya, yazarımız Prof. Gencay Şaylan’a ve bana elimizde gazetenin yapacağı hamlede kullanabileceği neler olduğunu sordu. Ben o sırada 12 Eylül yönetimini gırgıra alan bir kitap üzerinde çalışıyordum. Adı KuDeTa idi: Sözlükteki karşılığı: Darbe! Düşsel bir öyküydü kitap. Düşsel bir adada geçiyordu. Beş bekçinin, bir gün adada yönetime el koyduktan sonraki hayli gülünç, hayli eğlenceli düşsel olayları içeriyordu. Hasan Cemal’e “12 Eylül’ü, liderini ve MGK üyesi dört generali bir başka biçimde anlatan düşsel bir kitap yazdığımı, uygun görürse gazetede yayımlayabileceğini” söyledim. Not aldı. Evet veya hayır demedi, gitti. Bir iki gün sonraydı. İlhan Selçuk Ankara’ya geldi. Kaldığı otelin (yıkılan Bulvar Palas’ın) bahçesinde akşam yemek yerken, gazetenin yapacağı hamleden söz açıldı. Hasan Cemal’e KuDeTa projesinden söz ettiğimi söyledim, ama galiba sıkıyönetim var, ola ki gazeteyi bu yüzden kapatırlar diye çekindi pek uygun görmedi galiba, dedim. Konuyu da anlattım. Ne var bunda, dedi. İstanbul’a döndü ve KuDeTa’nın yayımlanacağı bildirildi. Hasan’ın çekingenliğine hak vermemek de olanaksızdı. KuDeTa doğrudan 12 Eylül’ü hedef alıyor, 12 Eylül yöneticileri ile dalga geçiyordu.. Ada yönetimine bir darbe ile egemen olan liderin adı, KuDeTa’da Sakret (kutsal kişi) idi. Komutalar da bekçi! Sakret, Evren’di, komutanlar da bekçi! Bir yığın olay... derneklerin kapatılması vs... Çevresini alan yalakaların Sakret’i (Evren’i) mutlu edebilmek için neler yaptıklarını anlatan olaylar. Örneğin Sakret balığa gidiyor. Oltayı sallıyor denize. Bir çekiyor, mevsim balıklarının en büyüğü ve o mevsimde denizlerimizde görülmeyen bir balık... Atıyor oltayı, çekiyor bir başka balık! Sakret mutlu. Oysa çevredeki görevlilerin bulup getirdiği balık adamların yanlarındaki çarşıdan alınan bir torba balık!.. ...Sakret’in oltası geldikçe bir büyük balığı oltaya takıyor, misinaya hafifçe dokunuyorlar... ...Sakret çekiyor oltayı... Hey! Kocaman balık. Çevre, her balıkta “Ne kadar ustasınız balık avında ve ne kadar şanslısınız” diye Sakret’e yağ çekiyorlar! Neler oldu neler? KuDeTa’nın Cumhuriyet’te yayımlandığı gün Sakret’in kim olduğu alaylı tartışmalara konu oldu. O gün, Korutürk’ten sonra Cumhurbaşkanı Evren’in de basın müşavirliğini yapan dostum, arkadaşım Ali Baransel eve geldi. “Paşa merak ediyor” dedi. “Bu KuDeTa da neyin nesi. Neyi, neleri ve kimleri anlatmak istiyor?” “Hiç” dedim. “Hiçbir anlamı yok.. Düşsel bir adada geçen düşsel kimi olaylar. O kadar!” Köşk bu açıklamayla yetinmedi. Sonradan öğrendim. Evren hukukçulardan oluşan bir heyeti görevlendirmiş. KuDeTa ile 12 Eylül’e ve önderlerine hakaret edilip edilmediğinin saptanmasını istemiş. Ama... suç, hakaret var deyip dava açılsa... yazarı gelip Sakret, Evren’dir derse; Cumhurbaşkanı’nın Sakret adıyla alaya alındığı kanıtlanmış olmayacak mı, demişler. Davadan vazgeçilmişti ama Kenan Evren, KuDeTa ile hakarete uğramayı sindiremedi. Hiç unutmadı. 27 Ekim 1985 günü Cumhurbaşkanı Evren, gazete genel yayın müdürlerini Çankaya’ya çağırdı ve: Ankara Bürosu’nda temsilci odasında İlhan Selçuk, Yalçın Doğan; Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal’in Çankaya’daki basın toplantısından dönmesini bekliyoruz. Geldi Hasan. Notlarından Kenan Evren’in basın toplantısındaki amacını açıklayan sözlerini yineleyerek bilgi vermeye başladı: Evren; “Bu yıl 12 Eylül’le birlikte 12 Eylül’ü kötüleyen bir kampanya başlatıldı. Bütün basında değil, ama bazılarında oldu. Sanki şöyle bir hava yaratılıyor: Siviller hakları korur. Asker gelince bazı haklar satılığa çıkar. Olmaz böyle şey” diyordu. Sonra patladı: “KuDeTa yazmış. Konsey üyelerini bir adada bekçi yapmış. Hasan Cemal’in adını tersten yazmış. Sanki anlamadık. İstesek yasaklardık. Sordular da. Hayır dedik. İstediklerini yazsınlar, kötülesinler.” Basın toplantısında KuDeTa’ya ve yazarına yüklenen Kenan Evren; on on beş gün sonra konuyu bu kez Yalçın Doğan’la tartıştı. Bu arada Cumhuriyet’te yazı dizisi olarak yayımlanan KuDeTa’yı Bilgi Kitabevi üstelik karikatürist Tan Oral’ın çizimleriyle kitaplaştırıp yayımladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle