25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLER CUMHURİYET 29 KASIM 2010 PAZARTESİ ‘Muhafazakârlığın artması kadın işgücüne tehdit’ K AGİDER Başkanı Gülseren Onanç Türkiye’nin daha da muhafazakârlaşmasını, kadının işgücüne katılımı üzerinde bir tehdit olarak gördüğünü söylüyor. BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Siyasi Amaçlı Yargılamalar ve Uygunsuz Yasa İktidar, hakkında beş yıl ve üstü hapis cezası istenen iki generalle bir amirali, falan yasanın fişmekân maddesine dayanarak açığa aldı... Bakanlar takdir haklarını kullandılar. Demek bakanların veya iktidarın bir takdir hakkı var, isterlerse bunu kullanıyorlar, istemezlerse kullanmıyorlar. Ordu söz konusu olunca, ivedilikle böyle bir hak devreye sokuluyor. Başbakan Erdoğan, askerler açığa alıdıklarında “bakanların takdiri” demişti. Ancak aradan geçen günler içinde anlaşıldı ki bakanlardan çok Başbakan’ın takdiridir bu olay. Başbakan, Beyrut dönüşünde uçakta gazetecilere, üç subayın emekliliklerini istediklerini, kesinlikle orduda görev almalarını istemediklerini, gerekirse Meclis’te yasa bile çıkarabileceklerini dile getirdi. Yani açığa alma, bakanların öncelikli tasarrufu değil Başbakan’ın tasarrufu.. zaten başka türlüsünü de beklemek abesle iştigal etmek olurdu! Soru şudur: Ne zaman biteceği bilinmeyen, 100’ü, yüzlerce kişiyi kapsayan bir dava sonunda, diyelim ki hepsi beraat ett; terfisi durdurulmuş, açığa alınmış, maaşı eksiltilmiş, dahası şimdi Başbakan’ın kararlığında gördüğümüz gibi emekliye sevk edilecek subayların (insanların), hakları, hukukları, kişilikleri, özlük hakları.. ne olacak? Bu soruyu Çiğdem Anat’ın NTV’deki programında yönelttiğim eski savcı Mete Göktürk, dedi ki: Ne yazık ki öyle bir durum var, ülkemizde yargılamalar çok uzun sürüyor ve yargılananlar mağdur oluyorlar, ama bu yasadan kaynaklanmıyor, uygulamalardan kaynaklanıyor.. Ama hiç de inandırıcı değildi! En azından bir hukukçu olarak. Birincisi, eğer uygulamalar insanları mahvediyorsa, yasal ve hukuki bir sorun var demektir. İkincisi, yasa kötüye kullanılarak insanlar mahvediliyor demektir; bizim örneğimizde ise, siyasi iktidar, bu yasayı kötüye kullanarak ordunun hiyerarşik terfisine siyasi amaçlı müdahale ediyor! Bir hukuk insanının bunu görmemesi ilginçtir! Demek ki insan görmek istemediklerini görmez, görmek istediklerini görür! Bu nedenle, bir yasa durmadan kötüye kullanılıyor, insanlar yıllarca yargılanıyor, hayatı perişan ediliyorsa o zaman yasa yanlıştır! Evrensel doğru olanın, yerel koşullarda da doğru olduğu anlamına gelmez! Türkiye’de durum yanlıştır! Yasalar, insanları mahvetmek için olamaz, soyut anlamda “doğru yasa” olamaz, uygulamaları yanlış olan yasa doğru olamaz, ortadan kaldırılması gerekir... En azından, iktidarın bu amacının görülmesi ve gerçeğin teslim edilmesi, bir hukuk namusudur! Siyasi amaçlı yargılamalar, AKP döneminde şöyle işliyor: İktidarın savcısı davayı açıyor, inanılmaz suçlamalar yöneltiyor ve büyük cezalar istiyor! Genel olarak iktidar tarafından güdülenmiş mahkeme de davayı kabul ediyor. Dolayısıyla, yargılananların hayatı kayıyor! İçeride yıllar süren bir tutukluluk! Devlet memuru ise tasfiyesi gündeme geliyor ki zaten siyasi iktidarın örneklerimizdeki amacı budur. Sivil ise, yine çoğunun hayatı kayıyor, insanlar hapishanede sürünüyor; işi, çoluğu çocuğu, kazancı, toplumsal itibarı, içeride geçirdiği yıllar içinde yapabilecekleri.. bütünüyle büyük kayıplara uğruyor! Neymiş “yasa doğruymuş”! Ülkemizdeki uygulamalara bakıp da yasanın doğruluğunu savunanların, insan hak ve özgürlükleriyle bir ilişkisi olamaz.. Sadece, yasaları kötüye kullanan iktidarın faşizan kötü niyeti ve uygulamalarına destek çıkmasıyla ilgili olabilir.. Bu da yeterince yüz karası bir durumdur! Aynı kötüye kullanma olayı, Silivri Zulümhanesinde tutulan Balbay, Özkan, Perinçek ve diğer tutuklular için de söz konusudur! İnsan hak ve özgürlüklerini korumayan, sadece siyasi iktidarın amaçlarına hizmet eden yasa, faşist bir yasa olabilir ancak! O nanç, Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu’nu önemsediğini belirtiyor, hatta genelgeyi “feminist bakış açısıyla hazırlanmış” olarak tanımlıyor. Nedir sizce Türkiye’de kadın girişimciliğin önündeki temel engeller? Girişimcilik ‘şu olursa bu olur’ diyebileceğimiz bir şey değil, ama ‘ne olmazsa, neyin olmayacağını’ biliyoruz. Örneğin neden bazı kültürlerde daha çok kadın girişimci çıkıyor da diğerlerinde çıkmıyor sorusunun çarpıcı bir yanıtı var: Demokrasinin her ilişki biçimini etkilediği, düşünce özgürlüğünün olduğu, hayal etme özgürlüğünün özellikle talep edildiği eğitim sistemlerinin içine girildiği yapılarda girişimcilik artıyor. Sizce Türkiye muhafazakârlaşıyor mu? Evet. Kesinlikle muhafazakârlaşıyor. Ama bunu söylerken muhafazakârlıktan ne anladığımızı da vurgulamak lazım. Haziran ayında KAGİDER olarak Almanya’da Hıristiyan Demokrat Parti’nin yani Merkel’in partisinin bir haftalık programına katıldık. Biliyorsunuz Türkiye’nin AB sürecine de karşı çıkan ve gerçekten muhafazakâr bir parti. Programını ve politikalarını ‘toplumda kadının yeri’ bakış açısıyla yakından inceledik. Gördük ki orada da temel değer aile. Aile üst çatı. Aile ev ile eşleşiyor; ev kadın ile eşleşiyor ve evi ile eşleştiği zaman bütün yükümlülükler kadının üzerinde yoğunlaşıyor. Böyle olduğu zaman ben muhafazakârlaşmayı tehdit olarak görüyorum. Ancak Almanya Türkiye’den farklı. Çünkü aile değerini her ne kadar üstte tutsa da Avrupa Birliği’nin getirdiği değerlerle, örneğin ailevi yükümlülüklerin bireylere eşit paylaşımı, gelirin eşit paylaşımı gibi önemli bir eşiği atlamış halde. Bu da AB çıtasının bizim için özellikle de kadınlar için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. AB süreci önemli bir kriter. Bireyin haklarını bir sosyal devlet anlayışıyla savunmak yine önemli bir kriter. Kreş destek mekanizmaları, yaşlı bakım hizmetleri gibi unsurları devletin üstleniyor olması yine çok önemli. Almanya’da da aile üst değer iken, hem ailenin üzerindeki yükler ve sorumlulukların eşit paylaşılması hem de devletin bunun bir kısmını üzerine alarak kadını çok daha özgür hale getiriyor olması... Bu yüzden Brüksel’de açtığımız ofisimizi çok fazla önemsiyoruz. Peki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “3 çocuk yapın” söylemi ve toplumun muhafazakârlaşmasını kadının işgücüne katılımının önünde bir engel olarak görüyor musunuz? Görüyorum tabii. Bu bir kültür olarak yayıldıkça tehdit de artıyor. Bu noktada ben türbanın konuya alet edilmesinden rahatsızım. Çünkü türban kadının çalışmasının önünde engel değil bence? Kadının ona biçilen rolüyle ilgili bu. Senin birinci problemin türban değil, işgücüne katılıp ekonomik özgürlüğünü elde etmen ve eşitlik mücadelende etkin olman. Onu bir hissedebilse kadınlar! İşgücünde var olan 6 milyon kadının 3 milyonu zaten hizmet sektöründe. Türbanlı olup olmaması önemli değil. İsterse çalışabilir. Çalışmamasının nedenleri başka yerlerde aranmalı... Sınıfsal bir yapı, türban aynı zamanda mahalle baskısı, bağlı bulunduğu sınıfsal yapının dayattığı değer yargıları çok daha belirleyici kadının çalışmamasında. ÖZLEM YÜZAK Gülseren Onanç, Türkiye Kadın Girişimcileri Derneği’nin (KAGİDER) başkanı. Yıllardan beri arkadaşları ile birlikte Türkiye’de son derece az olan kadın girişimci sayısının arttırılması için uğraşıp duruyor. Kadınları kendi işlerini kurmaya özendirici politikaların belirlenmesinde, başarılı iş kadınlarının rol model olarak tanıtılmasında, girişimcilik eğitimlerinin verilmesinde önemli çalışmalarda bulunuyor. Onanç, “Şemsiyemiz sadece kadın girişimciliği değil. Kadının ekonomik ve sosyal olarak güçlenmesini sağlayan diğer alanlarda da politika üretiyoruz” diyor. Onanç ile bu söyleşiyi, türban konusu siyasiler tarafından yeniden ısıtılıp gündeme birincil madde olarak sokulduğu bu dönemde yaptık. Dolayısıyla; girişimcilik kadar, Başbakan’ın “3 çocuk doğurun” söylemi ve giderek muhafazakârlaşan bir Türkiye yapısı içinde kadınların toplum içindeki yeri de sohbetimizin içinde yer aldı. Onanç, dobra konuşan, sözünü sakınmayan bir kişi; “Türkiye’nin daha da muhafazakârlaşmasını kadının işgücüne katılımı üzerinde bir tehdit olarak gördüğünü” net biçimde ifade ediyor. Ama bir yandan da mayıs ayında Başbakanlık genelgesiyle oluşturulan “Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu”nu önemsediğini belirtiyor, hatta genelgeyi “feminist bir bakış açısıyla hazırlanmış” olarak tanımlıyor. Tabii genelgede yer alan eylem planının ne kadarının gerçekleşeceğini, ne kadarının lafta kalacağını zaman gösterecek ama gelinen noktayı Onanç ile değerlendirdik. Önce söyleşiye verilerle başlayalım isterseniz. Kadının işgücüne katılımı ve kadın girişimcilik konusunda Türkiye nerede? Türkiye’de çalışabilir kadın nüfusu 24 milyon. Bunun 6 milyonu istihdam ediliyor. Yani her 6 kadından sadece 1’i çalışıyor. Oran bazında konuşursak Türkiye’de kadın istihdam oranı yüzde 24, AB ortalaması yüzde 47. Peki girişimci kadın sayısı ne? 80 bin diye tahmin ediyoruz. Ama bu doğrudan kadın girişimci sayısı değil. TOBB’ye kayıtlı kadın ortaklıklı işletmelerin sayısı bu. Aile işletmeleri de bunun içinde, sadece kadın girişimci anlamına gelmiyor bu. Toplam 1 milyon 300 bin TOBB üyesi işletme var. Bunun yüzde 6’sı kadın ortaklı işletme. Tabii avukat, dişçi gibi serbest meslek sahipleri de girişimci kapsamı dışında kalıyorlar. Tabii bu rakamlar bile çok düşük. Bize “Bu kadar yıl içinde kaç tane girişimci yarattınız ve bunları sürekli kıldınız?” deseniz, bir şeyin değişmediğini söyleyebilirim. Açılan ve kapanan işyerleri verileri genelde değişmiyor. Kadın girişimciliği, kadının toplumdaki konumu açısından neden önemli? İsterseniz buna yanıt vermeden önce girişimciliğin bir tanımını yapılım. Girişimcilik; bir iş modeli ortaya koyup, bunu sermaye ile birleştirip uzun süreli bir işletmeyi hayata geçirmek ve istihdam yaratabilmek demek. Ev eksenli, kadının sadece kendi yetkinlikleriyle yaptığı ekstra işi girişimcilik olarak tanımlamıyoruz. Mardin’de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde işletme mühendisliği eğitimi aldı. Michigan State University’de pazarlama ve uluslararası iş idaresi alanında yüksek lisansını tamamladı. Eczacıbaşı, Ferro ve Balsu’da çalıştı. 2000 yılında “Go4 Marketing”i, 2003’te de “Ticketturk”ü kurdu. 2007 yılında kurucu üyesi olduğu KAGİDER’in başkanlığına seçildi. 2009 seçimlerinde yeniden başkanlık görevine getirildi. Halen bu görevini sürdürüyor. Sosyal sorumluluk projelerine KAGİDER çatısı altında yoğun bir şekilde devam eden Onanç, 2009 yılı için The International Alliance for Women (TIAW) World of Difference Ödülü’nün sahibi. PORTRE http://orhanbursali.blogspot.com obursali@cumhuriyet.com.tr Biliyorsunuz mart ayında KAGİDER olarak “çalışmak istiyorum” temalı bir kampanya başlattık. Çünkü profesyonel çalışan kadın sayısı arttıkça girişimci kadın sayısı da artıyor. KAGİDER yapısı da gösteriyor ki Türkiye’de katma değer yaratan girişimcinin temeli profesyo nellikten geçiyor. Yani bir işte belli bir uzmanlığa sahip oluyor, kendine güveni artıyor, çevresi genişliyor, sonra ara verdiği ya da o şirkette kendisine gelecek görmediği zaman kendi yetkinlikleri ile kendi işini kuruyor. Ancak ilk 2 yıl çok kritik. Zaten işyeri kapatmalar en çok bu dönemde oluyor. Çocuklu çalışan kadına destek önerisi KAGİDER son dönemde kadın girişimciliği kadar kadın haklarını da gözeten, kadının toplum içindeki rolünü güçlendirmeye çalışan bir misyon yüklendi. Mart ayında başlattığınız ‘Çalışmak İstiyorum’ kampanyası ve şimdi sizin de içinde bulunduğunuz ‘Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu’... Kurulda neler yapılıyor? Kimler katılıyor? Toplantıya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığı başkanlığında, farklı kamu ve sivil toplum kurumlarından kırka yakın temsilci katıldı. Mayıs ayında Başbakanlık genelgesiyle başlatılan bir süreç. Kamu kurum ve kuruluşlarında kadın istihdamını arttırmaya yönelik önlemleri ele alıyor. 3500 kamu kurumunu ilgilendiriyor. “Hem bundan sonra yapacağınız işe alımlarda hem de terfilerde eşitlik gözeteceksiniz” diyor. Ben de “Bunu düzenli bir raporlama sistemi ile izleyeceğim” diyor. Bence feminist bakış açısıyla hazırlanmış iyi bir başlangıç. Şimdiye kadar 2 toplantı yapıldı. Kamu, kadının çalışmak istediği öncelikli alanlardan bir tanesi. Biz de genelge kapsamında, KAGİDER ve AÇEV işbirliğinde Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığı ile birlikte bir çalışma yapıyoruz. Nasıl bir çalışma? “Kreş destek mekanizmalarında ne yapabilirsek nasıl bir işgücü kazanımı elde ederiz? 1 ila 5 yaşında çocuğu olan çalışan bir kadına belirli bir ücret verildiğinde onu işgücünde tutmayı sağlayabilir miyiz?” Bunun çalışmasını ve modellemesini yapıyoruz. Örneğin kadınlara aylık 300500 lira arasında bir ücret, destek olarak devlet tarafından verilirse ne olur? Bu destek devlet tarafından sağlanırsa kadınlar gidip böyle bir hizmeti satın alabilir. Bunu gören bir işletme de belki o alana yatırım yapmayı düşünebilir. Kreş mekanizmalarının sağladığı istihdam burada çalışabilecek kadınlar için de önemli. Kadın girişimciliğini destekleyebilir. Böyle bir talep olursa bunun arzı da doğacaktır. Biz şu anda İngiltere örneğini izliyoruz. İngiltere’de, dikkatinizi çekerim anneye değil ebeveyne (Sorumluluk sadece anneye ait değil yani), haftada 55 pound çocuk bakım desteği veriliyor. TERÖRE KARŞI KADINLAR BİRLEŞMELİ Geçen aylarda önemli bir çalışmaya daha imza attınız ve siyasi partilerin kadın milletvekillerini Kürt sorununa ve teröre karşı ortak bir söylem geliştirmeleri için bir araya getirdiniz... Evet AKP, CHP ve BDP’nin kadın milletvekillerini 2 kez bir araya getirdik. MHP’ye de çağrı yaptık ama katılım olmadı. Önemli bir adımdı diye düşünüyorum. Terör konusunda ortak bir kadın dili yakalanması için çalıştık elbirliğiyle... Peki ortak bir bildiri çıkabildi mi? Çıkmadı. Çıkamadı. Siyasetin kadına getirdiği üst baskı nedeniyle partilerinin önüne çıkan bir şey söyleyemediler belki ama örneğin taş atan çocuklar yasasında hızlı ilerlendi. Ben önümüzdeki dönemde kadınların Kürt sorununun çözümünde bir inisiyatif geliştirebileceklerine ilişkin inancımı korumak istiyorum... CHP’ye büyük katılım CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın Şişhane’deki binasında dün düzenlenen törende DSP, İP ve TDH’den ayrılan 300’e yakın kişi CHP’ye katıldı. CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan ile flört ettiğini ve aşk yaşadığını belirterek “Erdoğan’ın burnunun ucunda, İmralı’da bir katil duruyor, Öcalan’a katil diyebiliyor mu?” dedi. 12 Eylül Anayasa referandum sürecinde “ölü soyuculuğu” yaptığını savunan Şimşek “30 yıldır Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren’in isimlerini ağzına almadı. Referandum sürecinde salya sümük ağladı. Ölüleri de kullandı” dedi. (Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle