15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 KASIM 2010 PAZARTESİ KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 19 Kutluğ Ataman’ın İstanbul Modern’deki retrospektif sergisi itelenmiş, bastırılmış kimliklere odaklanıyor ARI DÜŞÜNCE HULKİ AKTUNÇ İçinizdeki düşmanla buluşun Yok sayılmış kimlikleri, bu kimlikleri yapılandıran koşullarla birlikte ele aldığı çalışmalarında Kutluğ Ataman’ın kamerası hep bireyin parçalanmış kişiliğine odaklanıyor. Sergiden önce, serginin afişiyle anlatıyor bu “şizofrenik” durumu bize “Türk Lokumu” çalışmasıyla. Dansöz kostümü içinde sırtı izleyiciye dönük kişi, Kutluğ Ataman’ın ta kendisi. Afişin altında ise serginin adı, “İçimdeki Düşman” yazıyor. ÖZLEM ALTUNOK Ben O Bildiğin Kitaplarla Sevişirim... “ekitap”lardan söz edeceğim... “bendeolmayan kitap”lar, bulamadığım kitaplar dışında, orada dursun ekitaplar. O bildiğin kitap, bireysel bir parçamdır, içsel... diğeri sanal bir olanak hazinesi, dışsal... İkisi de olsun da, kitap ile bir flört dönemi vardır, ellemeokşama evresi, koklama durumları (mis)! vardır örneğin. Sözlenme, nişanlılık, başlık parası ve nikâh; işte kitabınızla baş başasınız. Sanal kitapla yok böyle durumlar. Ben o bildiğin kitaplarla sevişirim. Geri kafalı bi herif miyim? Bir arkadaşım, bir onkolog, bilgisayarla, ekranla ilişkimi şöyle düzenledi: Biraz sağa sola yamult ekranı, ışınları hiç değilse kafadan alma. 24 saatte bazen 16 saat direkt ışın bombardımanı karşısındasın. Bu, televizyonlar için de geçerli. ekitap okurken de ışınlanmayı sürdürmemeli. Ne diyecektim?.. Kitapların bir öyküsü, hatta öyküleri vardır. Üzerinde parmak izleriniz var. Buldun ekitabı saldır bakalım. Hayır. Şu öyküyü sanal manal yaşayabilir miydiniz?.. Elimdeki kitap, Yaşar Nabi’nin “Âdem ile Havva” romanı. Muallim Ahmet Halit Kütüphanesi, 1933. Giriş sayfasındaki adama notu, Nayır’ın güzel yazısıyla, şöyle: “Çok kıymetli hocam Ahmet Halit beyefendiye hürmetlerimle”. 24.12.932 diye de tarih atmış ve imzayı basmış Yaşar Nabi. Şu 19321933 çelişkisini düşünelim. 1 yıl önce imzalanıp kapağı 1 yıl sonra basılmış bir roman! Kitap, Ahmet Halit Bey vârislerinde bulunmuş olmalı. Birisi de oradan, sanki kiloyla satın almış. Bense bu kitabı nereden aldım anımsamıyorum şu anda. Bana böyle 1 adet sanal vak’a (!) gösterin, söylediklerimi geri alayım. (Bu kitabın serüvenleri için üzüntülerim saklıdır.) Cumhuriyet gazetesindeki ilk yazılarım, Kitap Eki’nde (1980’ler). Bir dizi. Başlığı, “İmzalı Kitapların Serüvenleri”... O dizide, Nayır kitabı yok. Henüz elime geçmemiş. Kitap hırsızlığı! Ee, sanalından mümkün mü? Ben kitaplarımı hırpalarım biraz. Gerekliyse, uygun bir kalemle sayfa beyazlıklarına notlar alırım. Genellikle, uzanarak okurum. Yatağıma hiç ekitap almadım. Mahremdir. O yan notlar, bir yazının özüdür. Otur, kitap üzerine yazını yaz. Var mı böyle bir ekitap? Sevişebileceğim, dövüşebileceğim? Yok yahu... Dizüstü bilgisayar ile yatağa mı gireyim?! Elektrik kesildi. Sanal kitapla pil bitiriyoruz, bildiğin kitapla mum tüketiyoruz. Okumak için! Ben mumları seviyorum. (*) Bir Gündem yazısında (19.11.10) benden de söz etmiş sevgili kardeşim Mustafa Balbay. “Aktunç’un argo sözlüğü Ankara’yı anlatmak için başvurduğum kaynaklardan biriydi”. 8. baskısı geliyor azizim. “Gözden geçirilmiş ve eklerle zenginleştirilmiş.” Hani daha değişik bir Ankara için ekleriyle mekleriyle başvurulabilir. Mahpes, zulümhane argosu, başka derya. Sözlüğün 8. baskısı çıktığında, siz de dilerim çıkmış olursunuz Mustafa Balbay. (*) 20 Kasım 2010 yazısı “30 Yılın Özeti...” Beni çok etkiledi. Mustafa Balbay böyle yazıyor: 2 sayfada vura vura 30 yıl. Örnek bir yazı bu. Bütün meslektaşlarına da, gazetecilik adaylarına da bir örnek, bir model, bir kip. Ad ad düşünüyorum, bu yazıyı yazamaz bazı köşe yazarlarımız. Böylesine etik olamaz, bir tür mal ve gelir beyanı veremezler gibi geliyor bana somut somut. (*) Gene o bildiğimiz kitap kavramına dönüyorum… Mustafa Balbay’ın yeni kitabı “Zulümhane”, Silivri Zulümhanesi, o bildiğiniz kitaplardan değil işte. Tarihçemize çakılmış bir tanık. Ben bu yazıyı yazarken Mustafa Balbay 626 gündür hapiste. Diyeceğim o ki... Bazı kitapları “şööle bi uzanarak” okuyamam ben. Sanalda da görüş gününe hiç gidemem! [email protected] 99 Ad, 2020 ve dönüşünü 13 yıllık uzun bir aradan sonra, İstanbul Modern’deki “İçimdeki Düşman” sergisiyle kutlayan Kutluğ Ataman, serginin basın toplantısında bu coğrafyadan beslendiği halde işlerinin toplu halde Türkiye’de sergilenememesinin tuhaflığına değinmiş, “yaramaz çocuk” oluşuna vurgu yaparak galeri ve sponsorların bunu göze alamadığını söylemişti. Ataman’ın bu tespitinde hiç de haksız olmadığını anlamak için “orta kariyer retrospektifi” olarak tanımladığı, 11 video yerleştirmeden oluşan sergisini görmek gerek. E Stefan’ın Odası, 2004 İtelenmiş, bastırılmış, yok sayılmış kimlikleri, bu kimlikleri yapılandıran koşullarla beraber ele aldığı çalışmalarında kamerası hep bireyin parçalanmış kişiliğine odaklanıyor Ataman’ın. Sergiden önce, serginin afişiyle anlatıyor bu ‘şizofrenik’ durumu bize “Türk Lokumu” çalışmasıyla. Dansöz kostümü içinde sırtı izleyiciye dönük kişi, Kutluğ Ataman’ın ta kendisi, afi İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Rossini’nin ünlü yapıtını Süreyya Operası’nda sahneliyor Gencer anısına ‘Sevil Berberi’ SİBEL ÇORBACIOĞLU şin altında ise serginin adı, “İçimdeki Düşman” yazıyor. Ataman’ın bu karikatürize ve abartılı otoportresi, hem “içerde ve dışarıdaki düşmanlar, korku mitolojisiyle inşa edilen kimlikler” üzerinden uygulanan politikayı sorguluyor hem de Doğu ve Batı’nın birbirine bakışını, dayatmasını bir klişe üzerinden ele alıyor. Serginin izleyiciyi karşılayan ilk iki işi de Ataman’ın çalışmalarını sergileme biçiminin inceliğini ele veriyor hemen. 12 ekranın dairesel bir şekilde yerleştirildiği “Bu Bir Fasit Daire”nin içine girince, Berlin’de yaşayan Jamaikalı göçmenin maruz kaldığı faşizan yaklaşımın bizzat kendisine de sirayet ettiğini daha iyi anlıyor, parçası olduğu toplumsal döngünün ürettiği ırkçılığın onu da tutsak ettiğini görüyoruz. IŞARIDA’... İki yarım daire şeklinde 24 ekrandaki 24 kişilik ‘cemaati’ sergileyen “Cennet” adlı yerleştirmede ise yaşadıkları zengin ve popüler bölgeyi “cennet” olarak tanımlayan bu içe dönük topluluğun bir şeyin parçası olma isteklerine tanıklık ediyoruz. Tanıklık demişken Ataman, ailesine çocukken gelen Ermeni dadısının sır gibi saklanan gerçek kimliğini’ yıllar sonra onun ağzından aktarmaya çalışıyor izleyiciye “Tanıklık” adını taşıyan videosunda. Dadının hafıza kaybıyla da perçinlenen trajik hikâyesi, iktidarların belleği nasıl dönüştürdüklerinin de bir göstergesi. Serginin en çarpıcı işlerinden biri de Ataman’ın İstanbul’da gerçekleştirdiği son çalışması “Dilenciler”. Ataman’ın nadir sessiz işlerinden biri olan bu çalışmada, kurmaca ve belgesel iç içe geçiyor, sokakta dilenen gerçek ve oyuncu dilenciler gözleri ve elleriyle konuşuyor. “99 Ad”, “Veronica Read’in 4 Mevsimi” ve “Stefan’ın Odası” da içe dönük kimliklerin kendilerine tutku ve obsesyonla kurdukları alternatif hayatlara odaklanan çalışmalar. Ataman’ın daha önce izleyiciyle buluşmuş iki işi, “Peruk Takan Kadınlar” ve “Ruhuma Asla”da tipik ‘öteki’ portreleriyle karşı karşıya geliyoruz. Bir başörtülü üniversite öğrencisi, bir travesti, siyasi kimliğini gizlemek isteyen bir solcu ve kanser tedavisi gören dört farklı kadının buluştuğu ortak paydayı, kimliklerini kafalarına taktıkları perukla gizlemelerini görüyoruz. “Ruhuma Asla”da ise “sapkın” kimliği yüzünden türlü şiddete maruz kalmış travesti Ceyhan’ın eski Türk filmlerine benzeyen trajik hikâyesini, kimlik arayışını izliyoruz. Kutluğ Ataman’ın sergisi, 90’ların başından bugüne “dışarıda” bir sanatçı olarak kırılmalarını, dönüşümünü de sergiliyor aynı zamanda. Kısa süre önce Roma’aki Maxxi Müzesi’nin açılışında sergilenen “Mezopotamya Dramaturjileri” adlı çalışması ise 12. Uluslararası İstanbul Bienali’yle eşzamanlı olarak Arter’de izleyiciyle buluşacak. pera denildiğinde, sadece ‘ağır’ ve ‘zor’ yapıtların akla gelmesini, bir anlamda opera korkusunun kırılmasını sağlayan, komik opera türünün en iyi örneklerinden “Sevil Berberi”, İtalyan rejisör Flavio Trevisan yönetiminde, İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından Süreyya Operası Sahnesi’nde seyircisiyle buluşuyor. Öyküsü Pierre Beaumarchais’nin aynı adlı oyununa dayanan, ünlü İtalyan besteci Gioachino Rossini tarafından bestelenen ve “Figaro’nun Düğünü”nün başlangıcı niteliğinde kaleme alınan “Sevil Berberi”, İDOB’un bu sezondaki ilk yeni yapıtı. Geçen mevsim “La Bohemé”i sahneye koyan Flavio Trevisan, iki yıldır Türkiye’de ve ülkemize gelişinin ilginç bir hikâyesi var. Genç yaşta Venedik’in “La Fenice” operasında sahne hayatına başlayan Trevisan’ın kariyer çizgisini, orada tanıştığı bir isim değiştirmiş: Leyla Gencer. “Bizimki çok büyük bir sevgi bağıydı” diyen Trevisan, bundan iki yıl önce Gencer’e verdiği sözü tutmak adına Türkiye’ye gelip burada da çalışmaya başlamış. Gencer’in “Türkiye’de çok yetenekli gençler, çok iyi sesler var, mutlaka oraya gidip çalışmalısın” tavsiyesini dinleyip ülkemizde de çalışmaya başlayan ünlü rejisör, kaderin bir cilvesiyle, Gencer hayatını kaybettiğinde onun topFotoğraf: YAŞAR SARAÇOĞLU O ni çok iyi anladığını sözlerine ekliyor. Rossini’nin “Sevil Berberi”ni kontralto (en kalın kadın sesi) için yazdığını ancak günümüzde kontralto bulunamadığını söyleyen Trevisan, eserde “Rosina” rolü için farklı ses grubundan olmalarına rağmen koloratur soprano Nazlı Deniz Boran ve mezzosoprano Nesrin Gönüldağ’a görev vermiş. “Figaro”yu Caner Akgün, Murat Güney, Alp Köksal ve Cengiz Sayın, “Kont Almaviva”yı ise Caner Akın ve Ahmet Baykara canlandırıyorlar. “Don Bartolo” rolüne Ali İhsan Onat ve İtalya’dan konuk sanatçı Nejat Işık Belen ile hayat verirken, “Don Basilio”da ise Suat Arıkan, Kenan Dağaşan ve Gökhan Ürben rol alıraklarında, Antalya’da “Madam Butterfly”ı sahneliyormuş. “Burada hangi eseri sahnelersem sahneleyeyim, bunların hepsini Leyla Gencer’e ithafen yapıyorum” diyen Trevisan, Gencer’i “son gerçek diva” olarak tanımlıyor. Türkiye’de köklü bir opera geleneği olduğunu söyleyen Trevisan, burada opera sanatçılarının yetenekli olduğunu ve çok iyi çalıştıklarını sözlerine ekliyor. Opera sanatçısı ve İDOB Müdürü Suat Arıkan’ın “Sevil Berberi” kadrosunda yer almasının esere her anlamda artı kattığını söyleyen ünlü rejisör, Arıkan’ın İtalyan geleneğiyorlar. İtalya’dan konuk sanatçı olarak gelen Belen için, “Sevil Berberi”nde rol almanın iki önemi var. İlki, “Don Basilio” Belen’in Türkiye’de bir opera sahnesindeki ilk rolü, ikincisi ise kendisi 1997’de Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda öğrenciyken, aynı eserde figüranlık yapıyormuş. Bu rol, Belen için o günden bu güne kat ettiği yolun bir göstergesi. Komik opera türünün en iyi örneği sayılan “Sevil Berberi” 21, 23, 25 ve 28 Aralık tarihlerinde Kadıköy Belediyesi Süreyya Opera Sahnesi’nde izlenebilecek. ‘D Harry Potter’da ilk gün rekoru Kültür Servisi Harry Potter serisinin “Ölüm Yadigârları I” başlıklı ilk bölümü, ilk gün rekorunu kırdı. Film, ilk günde 61 milyon dolar (yaklaşık 9 milyon TL) hasılat elde etti. Türkiye ve tüm dünyada geçen cuma günü vizyona giren “Harry Potter ve Ölüm Yadigârları” filminin birinci bölümü, Harry Potter hayranları tarafından heyecanla bekleniyordu. Filmin 2005’te vizyona giren “Harry Potter ve Ateş Kadehi” adlı bölümü, ilk haftada 102.7 milyon dolar (yaklaşık 150 milyon TL) hasılat elde etmişti. ‘Marie Antoinette’ yeniden yorumlandı Kültür Servisi Alman kareograf Patrick de Bana’nın barok ve çağdaş unsuları bir araya getirdiği yeni bale gösterisi “Marie Antoinette”, prömiyerini Viyana’daki Volksoper Tiyatrosu’nda yaptı. Eleştirmenlere göre sonuç tam anlamıyla “heyecan verici” idi. Viyana Balesi için özel olarak yaratılan bu bale gösterisi, Avusturya doğumlu Kraliçe Marie Antoinette’nin, Fransız Devrimi sırasında giyotinde, ruhunu teslim edişinin öyküsünü yeniden yorumluyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle