16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 KASIM 2010 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 15 Son iki yılda rekor üstüne rekor kıran altın fiyatları, bankacılıkta da ilgiyi değerli madene yöneltti ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Bankalarda ‘altın’ devri Ekonomi Servisi Altın fiyatlarında son 2 yılda kaydedilen artış, yatırımcının altına olan ilgisini arttırırken, Türk bankalarını da altın hesaplarına yöneltti. Birkaç yıl önce 12 bankayla sınırlı kalan altın hesabı ürünleri günümüzde birçok bankada sunulur hale geldi. AA muhabirinin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerinden yaptığı derlemeye göre, eylülde bankalarda tutulan kıymetli maden depo hesaplarının toplam tutarı 2009’a göre 2 kat artarak 1 milyar 755 milyon TL’ye ulaştı. Bankaların altın depo hesabı büyüklüğü 2008’de 8 ton civarında iken, 2010’da 22.5 ton seviyelerine çıktı. Altın ürünlerine talebin artarak sür ‘Afralı’ Birikim! Ülkemizin sermaye birikimi süreci, benzer ekonomilerle karşılaştırılamayacak kadar kendine özgüdür. Arife günü açıklanan kapsamlı vergi affı da bu kendine özgülüğün yeni bir göstergesidir. Sermaye birikiminin kendine özgülüğü, oyunun kurallarına uyulmamasından kaynaklanıyor. Örneğin, piyasa mekanizması hiç de rekabetçi değil; yerli tasarruflar ve bunlara dayalı üretken yatırımlar arttırılmıyor; asgari ücret tam olarak uygulanamıyor; taşeronla işçi çalıştırma çok yaygın; kayıt dışı istihdam oranı en son resmi verilere göre yüzde 44.8’e ulaşıyor. Çalışanların yaklaşık yedide biri, yani, 3.5 milyonu ücretsiz aile işçisidir. Benzeri bir dizi ekonomik yapısal hastalık da bunlara eklenebilir. Hükümet, ekonominin kalıcılaşan bu hastalıklarını iyileştirmek yerine geçici önlemlerle asıl sorunların üzerini kapatıyor. Ekonominin kalıcı yaraları iyice kalıcılaşıyor. Vergi affı, ilk kestirimlere göre yaklaşık 120 milyar TL’lik bir tutara ulaşıyor. Bu tutar, ekonominin yıllık üretim değerinin yaklaşık yüzde 10’u bütçenin de neredeyse yarısı kadardır. Vergi affı sonucu kamu gelirlerinin 50 milyar TL dolayında artabileceği öne sürülüyor; yani devlet, 120 milyar TL alacağından, 36 aya yayarak taksitle tahsil edeceği 50 milyar karşılığında vazgeçiyor. Hükümet aklı sıra batık alacağının bir kısmını kurtarmış oluyor. Ancak, bu durumun ortaya çıkmasının nedeni yine hükümettir. Hükümet ekonomiyi daha doğru yönetseydi, vergi alacaklarını zamanında tahsil etseydi ve hakça bir vergi düzeni oluştursaydı bu duruma gelinmezdi. AKP hükümeti, yönetim beceriksizliğinin bedelini topluma ödetiyor; bütçenin dörtte biri oranında bir tutardan vazgeçerek kamu hizmetlerini kaynaksız bırakıyor; yetersiz ve eksik yapıyor. Vergi affıyla, yasalara uyan ve vergi ve diğer kamu borçlarını zamanında ödeyenler cezalandırılıyor. Geleneksel olarak yasaları kolayca çiğneyenlerin zenginleştiği bir ekonomik yapı var. Son iki yılda çıkardığı bu üçüncü vergi affıyla AKP hükümeti bunu daha ileri boyutlara taşıyor, Türkiye’yi, yurttaşlık görevini yerine getirenlerin aptal yerine konulduğu bir ülke durumuna getiriyor. Kaldı ki, vergi affının borçlarını zamanında ödeyenlerin en azından önemli bir bölümünü bu tutumlarından vazgeçirmesi, yani, dürüstlükten caydırması kaçınılmazdır. Her af gibi toplumdaki hak, adalet ve eşitlik duygularını aşındıran bu affın da ekonomik ve ahlak kaybıyla oluşacak bir toplumsal maliyeti olacaktır. Vergi affının gerekçesi olarak küresel kriz gösterildi. Küresel kriz 2008’in son çeyreğiyle 2009’un ilk üç çeyreğinde yaşanan ve ülke ekonomisinin onu en az zararla atlattığı gururla öne sürülen bir olgudur. Bu durumda vergi affının yalnızca bu dönemi kapsaması gerekirken geriye doğru zaman sınırı getirilmemesi yaklaşımın bir başka yanlışlığıdır. Affın içeriğinde bir de kara gülmece var. Başbakan istemediği için sigara içenlere kesilen cezalar af kapsamının dışında kalıyor, buna karşılık trafik cezaları affa uğruyor. Ekonomik kriz yarattığı stresle trafiği olumsuz etkilemiş olabilir; eğer bunalımla bir nedensellik bağı kurulacaksa bu daha çok sigara içimiyle görülmez mi? Neyse, bu konuyu da en iyi elbette Başbakan bilir! Yalnızca bu bile, AKP’nin ekonomiyi ne kadar keyfi ve yanlış yönettiğinin ayrı bir kanıtıdır. AKP iktidarı yaptığı çoğu işler gibi bu affı da Cumhuriyet tarihinde görülmemiş diye pazarlıyor. Yandaşları daha da hızlı bu bir devrimdir diyor. AKP sayesinde doğruluk, dürüstlük, erdem gibi ahlak değerleri iyice yerlerde sürünürken, o güzelim devrim sözcüğü de bu düşüşten payına düşeni fazlasıyla alıyor. Başbakan kısa bir süre önce sermaye el değiştiriyor, bu bize güven veriyor diyordu. Bu vergi affı da acaba yaklaşan genel seçimlerde AKP’ye oy güveni veren bir tür rüşvet mi? Vergi affıyla AKP hükümeti yurttaşa, kısa yoldan köşeyi dönmek mi istiyorsunuz yasalara uymanız gerekmez, bizi izleyin diyor! [email protected] Bir türlü önüne geçilemeyen küresel ekonomik belirsizlikler altının güvenli yatırım aracı olma özelliğini hızla arttırıyor. Tasarruf sahipleri artık döviz hesapları yerine altına yatırım yapmayı tercih eder hale geldi. Türkiye’de altın hesaplarının toplam tutarı yılın ilk dokuz ayında 1 milyar 755 milyon lirayı buldu. Altına dayalı yatırım araçlarını giderek çeşitlendiren bankaların yeni ürünler çıkarmaya devam etmesi bekleniyor. mesi sektörü altına dayalı ürün çeşitliliğine yöneltiyor. Altın hesaplarının yanı sıra, bankalardaki altın fonlarının sayısı da artıyor. lemlerini yürütürken, ileride de altına dayalı yeni korumalı/garantili fonların halka arzını planlıyor. Vakıfbank’ın müşteri hesaplarında yer alan altının toplam parasal değeri yaklaşık 86 milyon TL’ye, altın alım satım işlem hacmi ise 200 milyon TL’ye ulaştı. Altın hesapları müşteri sayısı da yüzde 75 arttı. Banka altına endeksli anapara korumalı fon oluşturmayı planlıyor. Yapı Kredi’nin yılbaşından beri vadeli ve vadesiz altın hesabı bulunan müşteri sayısında yüzde 33’lük artış gerçekleşti. Banka altın fonunda da “ciddi” bir satış grafiği yakaladı. Altın hesapları müşteri sayısında yüzde 100 artış kaydeden Halkbank ise, altın işlemlerinin ATM’lerden yapılabilmesi için çalışıyor. Garanti Bankası, 2007 sonundan itibaren müşterilerine altın hesabı sunuyor. Bankanın ayrıca altın fonu ve yapılan tüm alışverişlerde altın ka Sırada ‘altın çek’ var İş Bankası’nda bu yıl altın müşterisi sayısı yüzde 51 oranında artarken, müşteri altın bakiyesi yüzde 41’e çıktı. Banka, B tipi Altın Fonu kuruluş iş zandıran Altın Bonus kartı bulunuyor. Akbank’ın müşterilerine sunduğu altına dayalı fonlarının büyüklüğü toplamda 135 milyon TL’yi buluyor. Banka aralıkta altın, gümüş ve platinden oluşan sepetin yükselişine dayalı APK fonunu halka arz edecek. Ayrıca altın hesabı ve altın birikim hesabı gibi yeni ürünleri de sunacak. Finansbank’ın da altın yatırımına yönelik 4 ürünü bulunuyor. Bunlar altın hesap, altın borsa yatırım fonu GOLDIST, biriktiren hesap altın ve altına yatırım yapan anapara korumalı fonlar şeklinde sıralanıyor. Banka yakın zamanda altın çek çıkarmayı planlıyor. DenizBank, TEB, Kuveyt Türk ve Albaraka Türk de altın katılma hesabı ve birikimli altın hesabı gibi altına dayalı yeni ürün çalışmalarını sürdürecek. Türk Telekom en sevilen marka Ekonomi Servisi Türk Telekom, Ipsos KMG tarafından yapılan “Digital Lovemark’10” araştırmasında “telekomünikasyon sektörünün en sevilen markası” seçildi. Türk Telekom’un açıklamasına göre, tüketicilerden aldığı yüzde 30 oranındaki oyla, en sevilen markalar arasında ilk sırayı alan Türk Telekom, geçen yıl da aynı unvanı yüzde 29 oyla almıştı. Ipsos KMG tarafından MediaCat Dergisi için 2010 AğustosEylül ayları süresince gerçekleştirilen araştırmada, 12 ilde 1445 kişiyle görüşüldü. Türk Telekom Pazarlama ve İletişim Başkanı Erem Demircan, araştırma sonucunu değerlendirirken “Ipsos KMG tarafından gerçekleştirilen araştırma, doğrudan tüketici görüşlerini yansıtması açısından bizim için çok değerli ve anlamlı” dedi. Hibrid motorlu araç ve elektrikli otomobillerin üretimi için yönetmelik Başbakanlık’ta Elektrikli otonun yolu hazır Bakan Ergün, otomotiv sanayiinin, küresel ısınmanın önlenmesi nedeniyle birçok ülkede mevzuat baskısı altında olduğuna dikkat çekerek yeni döneme hazırlık yapıldığını aktardı. İSTANBUL (AA) Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, elektrikli otomobiller ve hibrid motorlu araçların üretimi ve seri tadilatı gibi yeni teknoloji uygulamalarına ilişkin yönetmeliği tamamlayarak, Başbakanlık’a gönderdiklerini bildirdi. Ergün, bu yılın sonundan itibaren Türkiye’de üretimine başlanacak elektrikli otomobillere ilişkin altyapı düzenlemelerinin hızla yapıldığını anlattı. Dünya otomotiv sanayiinin, özellikle küresel ısınmanın önlenmesi ve tükenen fosil yakıtlar nedeniyle birçok ülkede mevzuat baskısı altında bulunduğuna işaret eden Ergün, otomotiv sanayiinde ileri düzeyde olan ülkelerde elektrikli araçlar için gerekli altyapı çalışmaları ve elektrik şarj istasyonlarının kurulması çalışmalarının yanı sıra teşviklerin de gündem olduğunu kaydetti. “Bu trendi yakalamak ve fırsatları kaçırmamak için Bakanlığımızca büyük çaba harcanmaktadır” diyen Ergün, elektrikli otomobiller ve hibrid motorlu araçların üretimi ve seri tadilatı gibi yeni teknoloji uygulamalarına ilişkin yönetmeliğin çok yakın bir zamanda Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe gireceğini ve böylece elektrikli araçlarla ilgili yasal altyapının tamamlanmış olacağını dile getirdi. Bakan, ayrıca otomotiv sanayii strateji belgesinin hükümetin belgesi haline geleceğini ve uygulamanın takip edileceğini kaydetti. Sezon Pirinç’in rotası Ortadoğu Ekonomi Servisi Sezon Pirinç Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erdoğan, bölgedeki faaliyetleri takip etmek ve mevcut ticari ilişkileri geliştirmek adına 28 Kasım – 3 Aralık 2010 tarihleri arasında düzenlenecek Erbil Gıda ve Tarım Fuarına katılma kararı aldıklarını bildirdi. Erdoğan, yazılı açıklamasında, krize rağmen bir ilki gerçekleştirerek Ürdün, Suriye ve Suudi Arabistan’a pirinç ihraç ettiklerini kaydetti ve “Her üç ülkeden de talep almaya devam ediyoruz ama, en istikrarlı görünen Suriye pazarı. Suriye insanı Türkleri kendisine yakın hissedip daha çok güveniyor” dedi. Topraksız tarıma yatırım Yozgat’ın Sorgun ilçesinde hazırlanan proje kapsamında toplam 50 dönüm alanda kurulması planlanan, 2008 yılında ilk etabı deneme amaçlı hizmete açılan jeotermal enerjiyle ısıtılan sera tesislerinde kapasite arttırımına gidiliyor. İlkser Seracılık Şirketi sahiplerinden Oktay Kümbetli, 5 yıllık süreçte toplam 50 dönüm alanda planladıkları sera tesislerinin ilk etabını oluşturan 10 dönümlük alanda deneme amaçlı gerçekleştirdikleri üretimle elde edilen domatesin iç piyasaya verildiğini söyledi. Oktay Kümbetli, “Önümüzdeki yıl sonuna kadar ise geriye kalan 25 dönümlük alanda tesisler devreye sokulacak. Toplamda 50 dönümlük alandaki sera tesislerimizde topraksız tarım yapmak suretiyle salkım domates üretimi yapılacaktır” dedi. (AA) DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA Geçen hafta İrlanda’nın ekonomik, mali krizi derinleşiyor, Avrupa Birliği ve IMF, yardım etmek istediklerini söylüyorlardı. İrlanda hükümeti “Zorla elde ettiğimiz egemenliğimizi kaybetmek istemiyoruz” diyerek bu yardım önerisine direniyordu. Bu sırada, Anglosakson bölgesinde adeta bir shadenfreud (başkasının trajedisinden zevk almak) gözleniyordu. Financial Times’dan Samuel Brittan, siz en iyisi Avro’yu bırakın sterlini benimseyin diyor; ABD finansal çevrelerinde bu kriz devam edecek, Portekiz’i, İspanya’yı hatta İtalya’yı vuracak, Yunanistan eninde sonunda iflas edecek; Avro bölgesinin farklı döviz bloklarına bölünmesi kaçınılmaz (Bloomberg; Wall Street Journal, 15/11; Market Watch 18/11) türünden yorumlar ağırlıktaydı. Berlin ve Brüksel’deyse, soğukkanlı bir kararlılık gözleniyor, IMF ve Avrupa Merkez Bankası, Dublin üzerindeki basıncı giderek arttırıyorlardı. Cumartesi günü Irish Examiner, “Milliyetçilik sahtekârların son sığınağıdır… Zavallı bir bağımsızlık iddiası” başlıklı yorumlarında hükümetle dalga geçiyordu. The Irish Independent’tan Brenden Keenan, köşesinde, “tarihin en acı ilacını içmeye hazırlandıklarını” vurguluyor, hükümetin dört yıl içinde, milli gelirin yüzde 4.5’ini yok edecek kesintileri kabul ettiğine ilişkin söylentilere işaret ediyordu. Ben bugün bu öykünün iki bileşeni üzerinde duracağım. Birincisi, İrlanda’yı bu noktaya getiren süreç. İkincisi de Almanya’nın, krizin dinamiklerinden yararlanarak Avro bölgesinde hegemonyasını inşa, Avro ekonomisini yeniden şekillendirme çabaları. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com İrlanda Krizi, AB’nin Geleceği fonlarını, kırsal nüfusu eğitmekte, kentlere yönlendirmekte, bölgesel fonları da altyapısını yenilemekte, ileri teknolojiye dayalı sektörleri desteklemekte kullandı. Bu fonlar sayesinde, İrlanda hükümeti, mali bir baskı altına girmeden yabancı sermayeye yönelik teşvikleri ve AB’ye göre çok düşük kurumlar vergisi oranlarını gerçekleştirebildi. Çoğunluğu AB kaynaklı çokuluslu şirketler (ÇUŞ) İrlanda’yı düşük ücrete, düşük vergilere dayalı bir üretim ve ihracat platformu olarak kullandılar. Bu sırada ÇUŞ’un işgücü gereksinimlerine cevap vermek için, daha önce göç etmiş İrlandalılar geri dönmeye, ek olarak Avrupa’dan özellikle Katolik Polonya’dan göçmen işçiler gelmeye, İrlanda nüfusu hızla artmaya başladı. Yeni gelenler en verimli sanayi alanlarında çalışıyor yüksek ücret alıyor, tüketim kapasiteleri yükselirken ev sahibi olma eğilimleri de artıyordu. Bu üretim, ihracat dalgası üzerinde İrlanda, 1990’larda yılda ortalama yüzde 6’lık bir büyüme hızını yakalarken iki gelişme ekonomisinin yapısını yeniden değiştirmeye başladı. Birincisi, yüksek ücretler, verimliliği görece düşük sektörlere de sıçramaya başladı. Bu sektörlerdeki sermaye ayakta kalabilmek için fiyatları arttırma yoluna gitti, böylece enflasyonist baskılar arttı. İkincisi, yüksek refah düzeyine uygun yaşam tarzı, hizmet sektörünün gelişmesini hızlandırdı. Bu aynı zamanda küresel olarak finansallaşmanın hızlandığı, kredi balonun şişmeye başladığı bir dönemdi. Ev piyasasında artan talep, bu balonun gereksinimleriyle birleşince, bankalar, ev kredisi ölçütlerini düşürmeye, ABD, İspanya gibi ülkelerde görünen “eşik altı” kredilerin hacmi de artmaya başladı. İrlanda ekonomisi yavaşlar, düşük ücret avantajı ortadan kalkar, bu sırada enflasyon yükselir, Avrupa piyasalarında durgunluk eğilimi belirginleşirken ÇUŞ’lar, İrlanda ekonomisinden çıkmaya, İrlanda’nın ihracatı düşmeye, işsizlik artmaya başladı (Le Monde, 15/11). Kredi balonu patladığında İrlanda kendini, batık bir banka sistemi, hızla gerileyen ihracat gelirleri, hızla artan işsizlik, çöken bir ev piyasası ile karşı karşıya buldu. AB ekonomisinin gereksinimlerine göre şekillenmişti İrlanda ekonomisi, bu gereksinimler değişince çöktü; şimdi AB ekonomisini de peşinden sürüklüyor. Alman, İngiliz ve Fransa bankalarının İrlanda’ya ihraç ettikleri sermaye (krediler) 500 milyar Avro’yu buluyordu. Şimdi, İrlanda bu çöküntü üzerinden çok büyük bir toplumsal fiyat ödeyerek yeniden şekillenmeye zorlanıyor. Geleceğe dönüş… Birçok yorumcu, Almanya’nın, İrlanda krizini tetiklediğini ileri sürüyor. Financial Times’a bakılırsa, Merkel’in, mali kriz anında, hükümetlerin bir borç ertelemesine giderek yükün bir kısmını krediyi veren bankaların üstlenmesine olanak verecek bir kriz yönetim modelini, ekim ayında Fransa’yı da yanına alarak dayatmaya başlaması, piyasaları korkutmuş (16/11). Bu yorumları okuyunca aklıma, “1979 Volcker şoku” geldi. O zaman ABD Merkez Bankası Başkanı Volcker, faizleri hızla, büyük oranda arttırarak gelişmekte olan ülkelerde bir borç krizini tetiklemişti. Bu borç krizinin getirdiği toplumsal siyasi sorunlar, çevre ülkelerde egemen sınıfların, IMFDünya Bankası reform programlarını kabul etmelerini, NeoLiberal Restorasyonun (küreselleşmenin) başlamasını kolaylaştırmıştı. Bu süreç ABD hegemonyasının Reagan döneminde yeniden güçlenmesinin de temelini oluşturuyordu. Bugüne dönersek, Avro’nun ve bir 1970’lerde İrlanda, Avrupa’nın en geri kalmış, en yoksul, ağırlıklı olarak tarıma dayalı ekonomilerinden birine sahipti; 1973’te Avrupa Birliği’ne katılınca bu durum hızla değişmeye başladı. İrlanda tarım destek C MY B C MY B ‘Bağımlı gelişmenin’ getirdikleri ekonomik blok olarak AB’nin geleceğinin, siyasi yönetişim sorunlarının aşılmasına bağlı olduğu biliniyor. Her Avro krizinde hep bu gündeme geliyor; arkasında siyasi iktidar olmayan para yaşayamaz ki deniyor. Ancak bu siyasi sorunun aşılması da AB’yi oluşturan devletlerin arasında, istikrarlı bir hegemonya ilişkisinin kurulabilmesine bağlı. Böyle bakınca da karşımıza, ekonomik büyüme hızı bu yılın ikinci üç aylık döneminde yüzde 9’a ulaşan, dış ticaret fazlası, rezervleri büyümeye, işsizlik oranı düşmeye devam eden Almanya geliyor. Diğer ülkelerin krizi aşmasına olanak sağlayabilecek mali kaynaklara sahip tek ülke Almanya, AB içindeki en güçlü ve gerçekçi hegemonya adayı. Diğer üye ülkeler ise Almanya’nın Avro bölgesini bu yönde şekillendirme çabalarına direniyorlar; Yunanistan, İrlanda krizlerinde de olduğu gibi, bu ülkelerin hükümetleri, ulusal ekonomi üzerindeki denetimlerini kaybetmek istemiyorlar. Ancak bu borç krizi zinciri, hükümetleri çökme noktasına, egemen sınıfları kendi halklarının kızgınlığıyla yüzleşmeye, korunmak için de IMFAvrupa Merkez Bankası eliyle gelen kurtarma paketlerini (ve koşullarını) kabul etmeye zorluyor. Yunanistan kabul etti. İrlanda zorlanıyor ama edecek gibi görünüyor. Sırada Portekiz, İspanya, İtalya ve AB çevresini oluşturan diğer ülkeler var. Almanya’nın Fransa’yı yanında tutmaya devam ederek bu süreci yönetmesi, gerekli fonları sunmayı göze alması halinde, krizin öbür ucundan, Almanya hegemonyası altında ekonomik ve siyasi açıdan çok daha homojenleşmiş bir Avrupa Birliği’yle çıkmak mümkün. ABDİngiltere eksenini korkutan, Fransa’yı tedirgin eden, işte bu olasılık. Tabii, Almanya savunma bakanı Guttenberg’in, yeni askeri reformlar bağlamında konuşurken “ordu, ülkenin ekonomik çıkarlarını savunmaya hazır olmalıdır” (Der Spiegel, 10/11) açıklamasını da bu resme eklemek gerekiyor. CEO KARACA: ARAŞTIRIYORUZ Unilever yatırım için yer arıyor İSTANBUL (AA) Perakende sektörünün önde gelen isimlerinden Unilever Türkiye Üst Yöneticisi (CEO) ve Unilever Asya, Afrika, Orta ve Doğu Avrupa Başkan Yardımcısı İzzet Karaca, Türk halkının bu krizde kaliteden vazgeçmediğini, yaşanan son global krizin özellikle alt tabakaya yansımasının 2001 kadar olmadığını ve satın almanın önemli miktarda devam edebildiğini kaydetti. 2009 yılının kendileri için iyi geçtiğini, bu yıl da büyüme tempolarını devam ettirdiklerini belirten Karaca, yıllık yatırım miktarlarının 100 milyon Avro olduğuna işaret etti. Karaca, tonajlarının iki basamak devam ettiğini söyledi. Bu konuda 5 yıllık master planlar yaptıklarını ve bu planlar çerçevesinde daha büyük çaplı yatırımlara gidebileceklerinin altını çizen Karaca, şöyle devam etti: “Üzerinde çalışıyoruz. Fabrikalarımızın daha büyütülmesi veya yeni fabrikaların kurulması gibi olabilir. Ya yeni fabrikalarımızı büyüteceğiz veya başka şehirlerde yeni yatırımlara gideceğiz. Yer konusunda muhtelif opsiyonlar var. 45 şehre bakıyoruz. ‘Gidelim Anadolu’nun göbeğine, burada ne olur’ diye de düşünüyoruz. Anadolu’ya da bakıyoruz. Bizim zaten 3 fabrikamız Rize’de.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle