21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU ‘Kafaya Alınmak’ Haber kanallarından birinin ileti servisine aboneyim. Önemli haberleri özet olarak cep telefonuma gönderiyorlar. Yararlı bir hizmet olduğunu söylemeliyim. Ne var ki kimi zaman öyle haberler geliyor ki insan “kafaya alındığı” duygusuna kapılıyor. 29 Ekim günü böyle bir haber düştü cep telefonumun ekranına. Başbakan’ın eşi Cumhurbaşkanı’nın Çankaya Köşkü’nde verdiği Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna gitmemiş. Yine o duyguya kapıldım. Emine Hanım’ın Cumhurbaşkanı’ndan da olsa gelen bir çağrıya uyup uymaması beni niye ilgilendirsin? İsterse gider, isterse gitmez, bana ne? Doğal ki ardında yatan belli bir amaç var servis edilen bu türden haberlerin. Oturup, “Acaba Emine Hanım Cumhurbaşkanı’nın resepsiyonuna niçin gitmemiş olabilir?” diye düşüneceğiz, yorumlar üretip birbirimize anlatacağız. Acaba Hayrünnisa Hanım’la aralarında bir soğukluk mu var ya da Başbakan, eşinin bu kararını nasıl karşılamıştır, diye. Fasa fiso şeyler kısacası, iyi de tüm bunlar bizleri neden ilgilendirsin? Amaç, bizleri asıl üzerinde düşünmemiz gereken konulardan, sorunlardan uzaklaştırmak. Çoğu zaman bu tuzağa düşmüyor değiliz ne yazık ki. Zamanımızın önemli bir bölümü bizi hiç ilgilendirmemesi gereken faso fiso konular üzerinde düşünmekle, konuşmakla geçiyor. Başbakan, 12 Eylül referandumunun sonuçlarına ilişkin bir araştırma yaptırmış. Türkiye genelinde 75 bin kişiyle konuşularak bir yargıya varılmış. Buna göre, verilen “hayır” oyları seçmenin eğitim düzeyi yükseldiği oranda yükseliyor, oylar, seçmenin eğitim düzeyi düştüğü oranda da “evet”e dönüşüyormuş. Başbakan, 12 Eylül’de aldığı bu “cahil” desteğine çok şaşırmış. Vah ki vah! Ben de doğrusu Başbakan’ın ezelden beri bilinen bir gerçeğe salt bir araştırma sonucu ortaya çıktı diye şaşırmasına çok şaşırdım. AKP’nin talan kapitalizminden yararlanan yeniyetme girişimciler ile sekiz yıldır toplumun sindirimine sunulan fakat istenilen ölçüde sindirilemeyen koşullu özgürlük alanlarında doludizgin at koşturan yeniyetme liberaller dışında kalan toplum kesimleri hangi olağanüstü nedenlerle AKP’yi desteklesinler? Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi davranmayan bireylerin yaşam olanaklarını daraltan, özgürlüklerini kısıtlayan, bin bir çabayla erişilen aydınlığı karanlığa dönüştürmek için elinden geleni ardına koymayan bir iktidarı ancak eğitimsizlerin desteklemeleri, desteklemiş olmaları doğal değil midir? Bunda şaşılacak ne vardır? AKP’yi destekleyenler bu toplumun eğitimsizlikleri oranında en yoksun, en yoksul, en aç kesimleridir. Din gibi, iman gibi siyasallaştırılmış araçlarla kendi çıkarlarına aykırı davranışlara kolayca yönlendirilebilen kitlelerdir. Eğitimli insan hiç celladının işini kolaylaştırır mı? Eğitimli insanlar “Emine Hanım’ın resepsiyon kararı” gibi faso fisolarla kafaya alınmalarına izin verirler mi? Bugün pazar. Günümü İstanbul Kitap ve Sanat Fuarı’nda geçireceğim. Yayıncı, yazar, ressam dostlarımla buluşacağım, kitapları karıştıracağım, resimlerle, heykellerle ruhumu zenginleştireceğim. Binlerce ziyaretçiyle birlikte kitap ve sanat coşkusunu soluyacağım. Gün boyu aklıma ne Çankaya Köşkü ne Cumhurbaşkanı’nın resepsiyonu ne Emine Hanım ne de Başbakan gelecek. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Beykoz’da Bir Üniversite (!) “Bu üniversitenin kurulma sına gerçekten çok önem ver dim; çünkü Türkiye ile Al manya arasındaki ilişkilerin ne kadar çeşitli ve güçlü olduğunu düşündüğümüzde böyle bir üni versitenin noksanlığını hepi miz hissederiz… Onun için bu üniversitenin kurulmasına bi lim dünyası çok büyük katkı verdi ve bugün bunu gerçek leştiriyoruz.” Bu sözler Cumhurbaşkanı Ab dullah Gül’e ait. Beykoz’da in şa edilmesine karar verilen “TürkAlman Üniversitesi”nin ilk taşını yerleştirme töreninde ko nuşurken şunu da eklemiş: “Bu üniversiteyle halklar arasındaki dostluk ve kültür bağlarına yeni bir boyut ka zandırılacak, TürkAlman en telektüelleri ve bilim insanları ortak çabalarında büyük ba şarılara imza atacak.” (22 Ekim 2010AA) Bunları okuyunca İstanbul Bü yükşehir Belediye Meclisi İmar Komisyonu’nun 18 Haziran ta rihli raporuna yeniden göz attım. Cumhurbaşkanı’nın haberi var mı bilmem ama “Aziz dostum” dediği Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un da katıldığı törende üniversite için seçilen yer, nâzım imar planında “yeşil alan!” Komisyonun önerisi ise yeşil alanı imara açmak ve Beykoz’un nâzım plandaki “doğal çevrenin korunması” hedefini yok et mek... yani, iki ülke arasındaki “bilimsel işbirliği” adına Beykoz halkının yaşam alanı yok edilir ken “şehircilik bilimi” de açık ça çiğneniyor. Dahası, bölgenin “SİT” özel liği bile göz ardı edilerek “Dev let Ormanı” tanımlı alandaki “botanik bahçesi” kararı da or tadan kaldırılıyor. Cumhurbaşkanı, çok önem ver diği üniversitenin çevreyi katle derek gerçekleşmesine “bilim dünyasının katkı verdiği”ni söylerken belli ki kendisine su nulan “yanlış” bilgilerin talih sizliğini yaşıyor... İmar oyunları Peki, Alman cumhurbaşkanının da eminim ki “bildiği takdirde” neye uğradığını şaşıracağı “imar oyunları” nasıl gerçekleşiyor? Beykoz Belediye Meclisi Üyesi Halit Kılıç, soruyu bakın nasıl ya nıtlıyor. “Merkez Mahallemizin Şa hinkaya mevkiindeki söz ko nusu yeri içeren 52 pafta, 376 ada, 1 parsel ile 506 ada, 3 parselin bir bölümü, 1/5000 öl çekli nâzım imar planında ‘Devlet Ormanı ve Botanik Bah çesi’nde kalıyor. Buna rağmen ve uygulama imar planı bile ol madığı halde, aynı yerde İETT Garajı ve Dini Tesis’le birlikte eğitim alanı düzenlenerek, Al man Üniversitesi’ne olanak sağ lanıyor.” Yani, üniversite sayesinde bir de “cami yeri” ayarlanıyor... Bu düzenleme için imar kanu nu bir kenara i t i l e r e k YÖK’ün 15 Nisan tarihli “arazi tahsi si” yazısı ye terli görülüyor. Gerekçe olarak ise 1 Nisan 2009 tarihli “Alman Üni versitesi Ku r u l m a s ı n a Dair Kanun” ile Maliye Bakanlığı’nın yine arazi tahsisiyle ilgili 30 Mart 2010 tarih ve 012067 sayılı ya zısına dayandırılıyor. Oysa bütün bu işlemlerin yasal olabilmesi için, büyükşehir ko misyonundaki plan değişikliği kararında “ortadan kaldırılan yeşil alan kadar yeni yeşil alan”ın düzenlenmesi şartının uygulanması gerekirken bu temel yasa ilkesine bile uyulmadan hu kuk dışı imar düzenbazlıkları yeğleniyor. ‘Entelektüel’lerin durumu(!) Şimdi bu bilgiler ışığında ye niden Cumhurbaşkanı’nın ko nuşmasına dönersek; “TürkAl man entelektüelleri ve bilim insanları ortak çabalarında bü yük başarılara imza atacak lar” sözü acaba nasıl yorumla nabilir? Hangi entelektüel ve bi lim insanı, halka ait yeşil alanda kurulan bir üniversiteyi “eğitim yuvası” olarak kabullenebilir? Halit Kılıç ve arkadaşları, ilgi li makamlara 19 Ağustos tarihli başvurularında “imar oyunla rı”nı özetleyerek demişler ki: “Beykoz’da üniversiteye evet, fakat yeri burası değil.” Biz de Sayın Cumhurbaşka nı’na diyoruz ki; “Dostunuz Al man Cumhurbaşkanı’yla koy duğunuz ilk taş, halkın yeşil ala nına rastlamaktaydı... İmar du rumu henüz yasallaş(a)mayan alanda, size ‘üniversitenin yeri burası’ diyenler, yüzünüze na sıl bakabilecekler?” SAYFA CUMHUR YET 31 EK M 2010 PAZAR 18 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] Tansel ÇÖLAŞAN Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme karşı ve rilen ulusal kurtuluş savaşı sonucunda doğmuş tur. Ülkemizin kuruluşu Batı ülkelerinin masa larında cetvelle çizilerek değil, yurt savunması ve rilen savaş alanlarında elde edilen zaferle ger çekleşmiştir. Bu nedenle “bağımsızlık ilkesi” en temel değerimizdir. Ne yazık ki, özellikle yirminci yüzyılın ikin ci yarısından sonra küreselleşme, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de yıkıcı etkilerle em peryalizmin son aşaması olduğunu gözler önü ne sermiştir. Küreselci ve sözde ‘serbest’ piya sacı iktisat politikaları, özelleştirmelerle tarım ve sanayi varlığımızı eritmiş; dünyaya açılma adı al tında topraklarımızı küresel şirket ve yabancı ser mayedarların talanına açmış; ülkenin tüm ileti şim haberleşme ve tüm mali banka sigorta sis temini bu güçlerin tekeline ve kontrolüne dev retmiştir. Küreselleşme adı verilen yeni emper yalizme, iktisadi bağımsızlığımızın en temel maddi araçları teslim edilmiştir. Ülkemizin içinde yer aldığı eski uygarlıklar böl gesi şimdi de yeni emperyalizmin yeniden bö lüşme hırsını sergilediği mekândır. Çevremizdeki tüm komşu ülkeler ya “sivil renkli” ya da “as keri işgalli” saldırılara maruz tutulmuş ve vah şet görüntüleri eşliğinde parçalanmış ya da ken dini yönetemez hale getirilmiştir. Doğu Avrupa’yı, Ortadoğu’yu, Batı Asya’yı, Karadeniz kıyılı ül keleri birbirine düşman hale getiren yeniden bö lüşüm projeleri, bu ülkelerin yurttaşlarını da din sel ve etnik gerekçelerle birbirine düşman hale getirmiştir. Türkiye, bu küreselci ateş çemberi nin tam ortasında, küreselci iktisat politikaları eliy le güçten düşürüldüğü gibi aynı zamanda halkı içinde düşmanlıklar körüklenerek “çözülmek” istenmektedir. Bütün bu sürece demokrasi adı ve rilmekte; yeni emperyalizmin bu “yeni” de mokrasisi bir yandan iktisadi, cezai, medyatik araçlarla sürdürülen baskı ve şiddet politikası, bir yandan da cemaattarikat teşvik politikasıyla yü rütülmektedir. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) yirmi yıldan bu yana adım adım izlediği ve karşısında mücadele verdiği bu süreç, günümüzde artık her yönüyle açığa çıkmıştır. Şimdiye kadar adım adım sürdürülen yıkıcılık, ulusal ve toplumsal varoluşun belgesi olan anayasanın hükümleri haline geti rilmek istenmektedir. 21 Ekim 2007’de yapılan referandum ile Cumhurbaşkanı’nın parlamento tarafından değil halk tarafından seçilmesi; 12 Ey lül 2010’da yapılan referandumla yargı bağım sızlığına son verme ve siyasal iktidarların yargısal denetim yollarının kapatılması bu hedefin ilk adımlarıdır. Bundan sonra anayasanın tümden de ğiştirilmesi amaçlanmaktadır. Yapılmak istenen şey ilan edilmiştir: Bunlar, Atatürkçü Düşünce’nin kurtuluş ve kuruluş fel sefesine; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nite liklerine karşı, bunlara aykırı değişikliklerdir. He defte (1) ulusal devlet, (2) üniter – tekçi devlet, (3) laik devlet, (4) halkçı – sosyal devlet ilkele ri vardır. ADD, halkı etnik ya da dinsel inanç grupları na göre siyasal kimliklere ayırmanın, ulusal ör gütlenmeye son vermek olduğunun bilincindedir. ADD, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal kimliğini, halkı bakımından etnik kökene bağlı olmaksızın, Türk ulusçuluğu olarak tanımlayan anayasal kimlikten yanadır. Bu siyasal kimlik, yurttaşla rın din, etnisite, cinsiyet, vb. her türlü bireysel bi yolojik ve kültürel özelliklerinin biricik koru yucusu ve geliştiricisidir. Bu özelliklerin birey sel düzlemden çıkarılıp siyasal topluluk düzlemine çekilmesi, “ulusal devlet” ilkesi yerine, “milli yetler devleti” kurulmasını önermek demektir. Böyle bir öneri tarihsel temellerimize uygun ol madığı gibi, güncel küreselci dayatmalar karşı sında ülkemizin yok oluşuna razı olmak demektir. ADD, ülkemizin, siyasal olarak, halkı bakı mından bölünemeyeceği gibi, toprağı bakımın dan da bölünemeyeceği ilkesine bağlıdır. Bazı si yasal partilerin programlarında yer aldığı bilinen “federasyon ilkesi” ülkemizin ne tarihsel ko şulları ne de güncel koşulları bakımından uy gundur. Nitekim federasyon önerileri ülkenin ge neli için değil, birkaç ilini kapsayan tek bir böl gesi için dile getirilebilmekte, bu da söz konusu isteğin Türkiye’nin içinden çok Ortadoğu Bölgesi geneli için kurulan siyasal oyunla ilgili olduğu nu göstermektedir. Kısacası üniter örgütlenme ye rine federal örgütlenme istekleri, Türkiye için “iç siyaset”e değil Ortadoğu Bölgesi’ne ilişkin “dış politika”ya ait sorunlar grubundadır. ADD, bir dış politika sorununun, ülkenin devlet örgütlen mesinin iş göremez hale getirilmesine karşıdır. Türkiye, din esaslı toplumsal – siyasal örgüt lenmeye 1924 yılında son vermiş, devletin dini olduğu cümlesini anayasadan 1928’de çıkarmış, Cumhuriyetin temel niteliklerinden birinin laik lik olduğu ilkesini anayasaya 1937 yılında yer leştirmiştir. ADD, laiklik ilkesine karşı yürütülen siyasal harekâtı, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin ku rucu felsefesine meydan okuma olarak görmez; aynı zamanda tarihsel olarak yerleşmiş bir nite liği (yapıyı) toplumsal kargaşa yaratmak paha sına zorlamak olarak değerlendirir. Laiklik ilkesi, çeşitli siyasal iktidarların 1950’lerden bu yana baş vurdukları açık ya da örtülü zorbalıklara karşın direnmiş, yerleşikliğini kanıtlamıştır. Türk ulu sunu bu ilkeden vazgeçirmek mümkün olmaya caktır. Laiklik, farklı inanç topluluklarının hak larını diğer inanç grupları karşısında güvence al tına almanın biricik yoludur. Bu güvenceyi sağ lamak devletin görevidir; devletin bunu başarması iki uygulama ilkesinin benimsenmesine bağlıdır: Birincisi, devlet kendi kuruluş ve işleyişini din sel inanca dayandırmamalı, ikincisi inanç çevreleri siyasal nitelikli topluluk yapıları haline getiril memelidir. 1924 Anayasası “halkçılık”, 1961 ve 1982 ana yasaları “sosyal devlet” ilkesini benimsemiştir. Son otuz yıldan bu yana bu yerleşik ilke, “sa dakacı devlet” yönünde değiştirilmektedir. Her kesin çok iyi bildiği gibi, küreselci dünya ‘ser best’ değil ‘tekelci piyasa’ düzenini genişletmiş; Türkiye bu tekellerin bağladığı piyasacılığa tes lim edilmiştir. Devlet bu uğurda “sosyal devlet” ilkesini adım adım uygulamadan kaldırmış ve eği timi, sağlığı, istihdamı, üretimi, sosyal güvenli ği ve hatta kolluk kuvvetlerini özelleştirirken, ay nı anda yoksulları cemaat derneklerinin ve va kıflarının istismarcı yozlaşmış insafına terk et miştir. Siyaset bu tekellerce finanse edilirken, yok sunluklarla cebelleşen insanlarımız her türlü yolla kullanılır olmuştur. Kır kent eşitsizliğine kentlerin içindeki eşitsizlikler binmiş, zenginler kendilerini özel güvenlikli sitelere hapsederken yoksullar kentlerden çeşitli yollarla adeta sürgün edilmektedirler. ADD, son yarım yüzyıldır süren karşıdevrimin günümüzde ivme kazandığını ve belli (!) dış güç lerce desteklendiğini görmektedir. Ancak yine ADD, bu güçlerin ne isterse istesin ya da neyi des teklerse desteklesin, Cumhuriyet’in ruhunu oluş turan ‘bağımsızlık tutkusu’ karşısında, tutunma gücüne sahip olmayacaklarını, savunduğu Ata türkçü Düşünce’nin gereği bilmekte ve ulusa gü venmektedir.* *ADD 2011 çalışma raporu. Cumhuriyet Dönüştürülemeyecektir... Boğaziçi’nin “yeşil” mücevheriydi... Ne yazık ki, özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra küreselleşme, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de yıkıcı etkilerle emperyalizmin son aşaması olduğunu gözler önüne sermiştir. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Nohut bü yüklüğünde hamur taneleri ve sarmısaklı yoğurtla yapı lan bir yemek. 2/ Sıcakla so ğuk arası... Gövde heyke li. 3/ Nâzım Hikmet’in so yadı... Değiş meyen, hep aynı kalan. 4/ İs kambilde bir kâğıt... Birini aldatmak, ya nıltmak için yapılan düzen. 5/ Halat ucu... Bir şeyin var lığını ortadan kal dırma. 6/ Soy, süla le... Toprağın nemi, yaşlık. 7/ Kaba, bi çimsiz... Düz ve ge niş arazi. 8/ Gümüşhane’nin Torul ilçesinde bir yayla... Afyonkarahisar ilinde bir göl. 9/ Ceviz içi ve salçayla yapılan bir meze. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bitek olmayan toprak... Şamanizmin din adamlarına verilen ad. 2/ Görünüşe göre olaca ğı sanılan... “Siz toprak altında köklerimizsi niz/Yatarsınız al kanlar içinde”(Nâzım Hikmet). 3/ Bıçak, kılıç gibi kesici araçların kabı... Dince yapılmasında sakınca olmayan. 4/ Bir renk... Sı ğırın öd kesesinden çıkan ve sarılığa iyi geldiğine inanılan taş. 5/ Bir nota... Utanma duygusu. 6/ Üst ten sağa doğru eğik olan basım harfi... İlaç. 7/ Di namitin bulucusu olan İsveçli bilim adamı... En küçük izci kuruluşu. 8/ Bir renk... Tohumluk kü çük soğan. 9/ Birinin buyruğu altında olan gö revli... Akdeniz Bölgesi’nde bir akarsu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 G Ü V E N D E A E V K A U N O S V E L E N A T İ E Z A E Y E R N L A M E L İ F D A D O N Ş U E Y N A L A Ş T E L A H E Y K A Y M A Ç İ N A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle