17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] SAYFA CUMHUR YET 31 EK M 2010 PAZAR 16 PAZAR KONUĞU CMYB C M Y B Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bahri Gökçebay YÖK sistemini eleştirdi Liyakat değil sadakat aranıyor Kastamonu Üniversitesi çok genç bir yükseköğrenim kurumu. Kastamonu Vilayet Konağı’nın yanında 1885 yapımı muhteşem taş bina şu anda üniversitenin rektörlüğünü barındırıyor. Bina dönemin valisi Abdurrahman İzzettin Paşa tarafından Anadolu’nun ilk lisesi olarak yaptırılmış. Üniversitenin yerleşkesi şehrin biraz dışında binlerce dekar bir arazi üzerinde. Her taraf ağaç. Burada bırakın ağaç kesmeyi ağaçlandırmaya özen gösteriliyor. Binalar da yatık olduğu için çıplak gözle bakıldığında ağaçların altından görünmüyor. Rektör Prof. Dr. Bahri Gökçebay’la üniversitenin son yıllarda YÖK’le yaşadığı öğretim üyesi, öğrenci alımlarının engellenmesi sorunlarını konuşuyoruz. Prof. Gökçebay, YÖK’ü keyfi davranmak ve anayasa suçu işlemekle suçluyor. Ayrıca bu koşullar altında bir daha rektörlüğe adaylığını koymayacağını vurguluyor. Yine de, “Bugünkü konjonktürün değişmesine bağlı,” demekten de kendisini alamıyor. Mart 2011’de rektörlüğe yeniden adaylığınızı koyarsanız ve ne kadar yüksek oy alırsanız alın YÖK ve Cumhurbaşkanı Gül’ün sizi yeniden atayacağını düşünüyor musunuz? B.G. Beni atayacaklarını sanmıyorum. Çünkü diğer üniversitelerdeki tavırları meydanda. Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sıra dışı atamalar yaptı. Ben de o sıra dışı atamalardan birisiyim. O sıra dışı atamalar yüzünden çok tepkiler aldı. Ama bunlar toplam atamalarının yüzde beşini geçmedi. Oysa Sayın Abdullah Gül’ün yaptığı atamaların hemen hemen üçte ikisi sıra dışı. Ahmet Necdet Sezer’i o dönemde eleştirenler maalesef bugün Abdullah Gül’ün yaptıklarına hiç ses çıkarmıyor. Dolayısıyla gerek YÖK gerekse Abdullah Gül’ün zihniyeti benim tekrar rektör olarak atanmama engel olur. Çünkü liyakat hiç önemli değil. Önemli olan sadakat. Sistem bu. Peki bugünkü bu sisteme rağmen rektörlüğe adaylığınızı koyacak mısınız? B.G. Hayır, şimdilik düşünmüyorum. Fikrimi değiştirmem konjonktürün değişmesine bağlı. Daha önce bana oy vermeyen kişiler bile bugün bana oy vermeye hazır. Bunu da yüzüme karşı söylüyorlar. Doğru söylediklerine de inanıyorum. Eskiden burada bir Gazi Üniversitesi gruplaşması vardı. Ben Ankara Üniversitesi kökenli olduğum için ilk seçimde bana pek sıcak bakmamışlardı. Şimdi beni tanıdılar. Nasıl bir insan olduğumu anladılar; neler yapabildiğimi öğrendiler. Pek çok arkadaşımızın yurtdışına gidebilmelerine önayak oldum. Döndükten sonra ufukları açıldı. Bugün şu halimle aday olsam en yüksek oyu alacağımı tahmin edebiliyorum ama YÖK’ün ya da Cumhurbaşkanı’nın buradan bir adayı rektör olarak atayacaklarını sanmıyorum. Dışarıdan birisini empoze edeceklerdir. Üniversitelerin hepsini ele geçirme çalışması devam ediyor. Rektör olarak atanmanın ölçüsü şu olacak: Ya türbana evet diyen ya da AKP’yle çok içli dışlı olan bir aday atanacaktır. Belki cemaate yakınlık da bir ölçü olamaz mı? B.G. Zaten AKP demek cemaat demek... Yasalara aykırı Bildiğim kadarıyla YÖK Kastamonu Üniversitesi’ni öğretim üyesi kadrosu açılmasını engelliyor. Böyle yasadışı bir uygulama nasıl yapılabilir? B.G. YÖK’ün bir buçuk yıldır Kastamonu Üniversitesi’ne öğretim üyesi ataması yapılmasını engellemesinin nedeni şu: Burada daha fazla öğretim üyesi ataması yapılırsa kendi empoze edecekleri rektör adayı yedisekiz oydan fazla alamaz. Nitekim son olarak Giresun Üniversitesi’nde bunu yaşadılar. Orada 29 ve 31 oy alan iki hocamız vardı. Onları devre dışı bırakmak istediler. Ama medyanın ve kamuoyunun tepkisi sürünce seçimi yeniletmek için birisini istifa ettirdiler. Böyle dalavere olmaz. Bunun adı dalavereden başka bir şey değildir. Tamamıyla yasalara aykırıdır. İstifa edecek adam seçime katılmaz. Neden seçime katıldı? Seçimi sabote etmek için katılmak olmaz. Tamamıyla üniversiteleri işgal havasına girdiler. Teker teker ele geçiriyorlar. Geride bizimki gibi birkaç üniversite daha kaldı. Onları da hallettikleri zaman yükseköğretimi tamamıyla ellerine geçirmiş olacaklar. Siz bu yılki yeni eğitim ve öğretim yılı açılış konuşmanızda üniversiteye öğrenci alımlarının da YÖK tarafından engellendiğini söylediniz. Bunun mantığı nedir? B.G. YÖK yasası onlara bu yetkiyi vermiş ama çok saçma bir yetki. Ne inceleme ne araştırma yapma imkânları var. Bunlar gelip araştırsalar ve üniversitenin olanaklarını öğrenseler ve ona göre karar verseler haklı olur. Böyle bir şey yok. İçlerinde bu karara imza atanların hiçbirisi Kastamonu Üniversitesi’ni görmedi. Aziz Nesin sağ olsaydı bu konuda bir iki öykü yazardı. İktisadi İdari İlimler Fakültesi’nde iki yardımcı doçentimiz var. Mart ayında YÖK’e yazı yazdık. Ekime kadar uzunca bir süremiz olduğunu düşündük. O arada İktisadi İdari İlimler Fakültesi İşletme Bölümü’ne yüz öğrenci ve üç yardımcı doçent alalım diye teklifte bulunduk. Gelen cevap şu: Öğretim üyesi yetersiz olduğu için öğrenci alınması uygun bulunmamıştır. Üç yardımcı doçent alımı başvurumuza da şu yanıt verildi: İşletme Bölümü’nde kadrolu öğretim üyesi sayısı gereğinden fazla olduğu için alınması uygun bulunmamıştır. Bakın, hoca sayısı yetersiz diye öğrenci alınmasını kabul etmiyorlar hem de öğretim üyesi sayısı gereğinden fazla olduğu gerekçesiyle atama yapmıyorlar. Bu nasıl çelişkidir? Benim kadrolaşma gibi bir düşüncem olsa her bölüme dörder beşer eleman alırım. Burada beş fakülte, iki dört yıllık yüksekokul var. Bu akademisyenler buralara alınacak. Yedi kurumumuz bulunuyor. Bölümlerine de bakarsanız onlarca bölüm var. Ben kadrolaşma gibi bir düşünceye sahip olsam hepsini akademisyenlerle doldururdum. Bugüne kadar atamış olduğum elemanlar içinde bir tek kadrolaşma amacıyla alınmış kişiyi göstersinler bırakın rektörlüğü bırakmayı üniversiteyi de terk eder giderim. Buraya alacağımız doçent ve profesörler konusunda fazla yetkimiz yok. Sadece kadro açıyoruz. Ama yardımcı doçentleri seçme şansımız yüksek. Ben bu konuda hep iki ölçüt kullandım. Bir, öğretim üyesi için olmazsa olmaz koşullardan birisi en az bir yabancı dil bilmesidir. Bunu da ÖSYM’nin yaptığı Üniversite Giriş Sınavı’na (ÜGS) bağladım. Bunun üzerine YÖK bize yazı göndererek, ÜGS’si olsa bile siz yine sınav yapacaksınız, dedi. Ama ben ÜGS’den şaşmadım ve notları 60 ve daha yukarı olan arkadaşları tercih ettim. İki, yeterince bilimsel yayını var mı? Ona bakarım. O gelsin, bu gelsin, kadroyu arttırayım, düşüncesiyle hiç atama yapmadım. Çünkü ben baştan beri bir daha rektör adayı olmayacağımı deklare etmiştim. O zaman niye böyle bir şeye ihtiyaç duyayım? Türkiye’de bu ölçütlere bakmadan atama yapan hiç mi rektör yok? B.G. Dolu var. Kendilerine oy verecek eleman için ne atamalar yapmışlar. Burada Eğitim Fakültesi’nde öyle elemanlar var ki şaşırırsınız. Yabancı dil sıfır. Bilimsel yayın deseniz o da yok. Hasbelkader bir yerlerde doktora yapıp bir zamanlar buraya gelmişler. Şu anda yardımcı doçent olarak üniversitede oturuyorlar. Onlara hiçbir şekilde dokunamıyorsunuz. 67 yaşını dolduruncaya kadar böyle yatacaklar. Bunu yapan da bilimselliğe, yabancı dile hiç bakmadan sırf kendilerine oy versinler diye atama yapan rektörler. Ben onları etik değerlerini yitirmiş rektörler olarak isimlendiriyorum. Ben aslında iki dönem rektörlüğe de karşıyım. Rektör dört, beş ya da altı yıllığına bir dönem görev yapmalı. Rektör o zaman gerçekten iş yapar. Rektörler sıklıkla birinci dönemlerini kendilerine altyapı hazırlamak için kullanır. Bu da üniversitelerde kalitesiz elemanların atanmasıyla olumsuzluk yaratıyor. Yerleşkenin genişletilmesi YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın Kastamonu Üniversitesi’ne engellemeleri bizzat yaptığı yolunda duyumlar aldığınızı siz açılış konuşmanızda söylediniz. Kastamonu Üniversitesi’nden yüksek oy alarak karşılarına gelecek rektör adayları istemiyorlar, dediniz. Olumsuz örneği de Giresun Üniversitesi’nden verdiniz. Üniversite içinden birilerinin de karşı olduğunu söylediniz. Kim bunlar? B.G. Burada isim vermek istemiyorum ama belli kesimler var. Benim aleyhimde çalıştıklarını biliyorum. İsimlerini açıkça verebilmek için elimde somut, belgeli kanıtlar olması lazım ama ben önemli bilgiler, duyumlar alıyorum. Size çok somut bir örnek vereyim: Ben rektör olarak göreve ilk başladığım dönemde 2008 bütçesinin yatırım programını hazırlamaya başladık. O arada ODTÜ Mimarlık Fakültesi’yle işbirliği yaparak bina projelerimizi ve yerleşkenin planlamasını yaptık. Yerleşkenin genişletilmesi gerekiyordu. O zaman 600 dekar alan vardı. Zaman içinde bunu 2.300 dekara çıkardık. Çok iyi işler yapan Valimiz Mustafa Kara ve Belediye Başkanımız Turan Topçuoğlu çok yardımcı, destek oldu. Üniversitenin bu hale gelmesinde, kamulaştırmada, tahsislerin yapılmasında payları büyüktür. Her ikisi de eğitime gönül vermiş insanlar. O arada çeşitli fakültelerimizden öğretim üyesi almak için talep geldi. Ben de 19 yardımcı doçent alınması için YÖK’e yazı yazdım. Dışardan iki de doçent buraya gelmek için başvurdu. Eserlerine, yayınlarına baktık. Başvurularını kabul ettik. Bunları da YÖK’e gönderdik. Bir süre sonra baktık, bütün üniversitelerin izinleri çıkmış, bizimki yok. Bir zamanlar YÖK’te de görev almış olduğum için orada tanıdıklarım var. Onlara sordum. Bir süre sonra, “Kadrolaşıyormuşsunuz,” diye yanıt geldi. Ben daha atama, hiçbir şey yapmamışım. Neyle kadrolaşacağım? Ayrıca kadrolaşma yasadışı bir faaliyetse hükümet, YÖK neden büyük bir hızla kadrolaşmaya devam ediyor? B.G. Bunu ben hiç yanıtlamayayım. Neyse, sonradan bazı aracılar bulduk. Derdimizi anlattık. Böylece o zaman kadrolarımız serbest bırakıldı. Ama üçdört ay sonra... Gerçi yardımcı doçentler geldi ama o iki doçent iş uzayınca başka üniversitelerde boş kadro Özcan’ınkariyerinde boşluklarvar Ret gerekçeleri neden bu kadar mantıksız sizce? B.G. Onu hiç bilemeyeceğim ama YÖK’ün, bizzat çalışmaları engellemek için mantıkla, gerçekle ilgisi olmayan gerekçeler öne sürdüğü de kesin. Siz burada gördüğüm kadarıyla bütün bu engellemelere rağmen Kastamonu Üniversitesi’ni büyütme çalışmalarına son hız devam ediyorsunuz. Bunları anlatır mısınız? B.G. Bir kere hızla altyapı oluşturuyoruz. Bilimsel yayın yönünden belli noktalara ulaştık. Bu kadar yeni ama bunları başaran başka bir üniversite yok. Bütün üniversiteler arasında bilimsel yayın yönünden 70. sıradaydık. 2010’da 60. sıraya çıktık. Bunu biz değil, YÖK söylüyor. 2011’de üniversitemiz daha da yukarılara yükselecek. Arkadaşlarımız çalışıyor. Kendilerini yayın, araştırma yapma ve akademik yükselme yönünde teşvik ettim. Bugün bütün üniversite daha fazla üretmek ve üniversiteyi daha iyi bir yerlere taşımak için çaba harcıyor. Hatta Fen Edebiyat Fakültesi’nden bir hocamız çok yüksek oranda atıf aldığı için ödüle layık bulundu. Bu üniversitedeki gelişmelerden gurur duyuyorum ama ne yazık ki üniversite bu kadar gelişirken bundan rahatsızlık duyanlar var. Onun için de önümüze engeller koyuyorlar. Ben Cumhurbaşkanı, Milli Eğitim Bakanı ve YÖK yönetim kurulu üyelerine son olarak bir mektup yazdım. Son cümlem şöyle bitiyor: Kastamonu Üniversitesi’nin, Kastamonu’nun, genelleştirilirse Türkiye’nin önünün kesilmesinin adını sizin takdirlerinize bırakıyorum.” Prof. Dr. Erdoğan Teziç YÖK Başkanıyken AKP hükümeti YÖK’le sürekli kavga ederdi. Ama Yusuf Ziya Özcan YÖK Başkanı olduktan sonra artık hiç şikâyet duymuyoruz. Sizce neden? B.G. Yusuf Ziya Özcan yukardan ne söylenirse onu yapıyor da ondan. Teziç onların söylediklerini yapmıyordu. Aralarında sürekli çelişki vardı. Ayrıca Prof. Erdoğan Teziç hukuktan hiçbir zaman sapmadı. Yusuf Ziya Özcan’ın pek bir akademik geçmişi olmadığı söyleniyor. Sizin bu konuda bilginiz var mı? B.G. Hacettepe Üniversitesi’nde Üniversitelerarası Kurul toplanmıştı. YÖK Başkanı da geldi. O toplantıda, “Arkadaşlar, medya benim hakkımda çeşitli şeyler yazıyor. Başkalarından değil, benden öğrenin. A.Ü. Dil Tarih Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdim. ABD’de yüksek lisans ve doktora yaptım. ODTÜ’ye yardımcı doçent olarak atandım. Sonra kendi işimi kurmak için üniversiteden ayrıldım” dedi. Ondan sonra ne iş yaptığını bilmiyorum. Ben bu engellemelerle karşı karşıya kalınca kendisiyle ilgili bir araştırma yaptım. İki tane özgeçmiş buldum. İkisinde de yardımcı doçentliğe kadar yükseldiği var. Ama doçent ve profesör olmasıyla ilgili bilgi yok. 2003 yılında ODTÜ’ye profesör olarak dönmüş. Benim özgeçmişimde nerede ne zaman doktora yaptığım, doçent, profesör olduğum açıkça yazılıdır ama ne yazık ki YÖK Başkanı’nın doçentliğiyle ilgili hiçbir bilgi yok. 2003’te ODTÜ’ye profesör olarak mı geldi, yoksa profesörlük kadrosunu orada mı aldı? Onu da bilemiyoruz. Bakın anayasanın 131. maddesi YÖK’ün nasıl oluşacağını, YÖK Yasası’nın 6. maddesi b bendi Cumhurbaşkanı’nın YÖK üyelerini nasıl seçebileceğini hükme bağlıyor. Bunlar, üniversitede başarılı işler yapmış profesörler arasından seçer, diyor. YÖK Başkanı’nın üniversitelerde başarılı ne iş yaptığı belli değil. Özgeçmişlerine göre üniversitede uzun süreli bir çalışması da yok. Üniversitedeki ciddi çalışması 2003’le 2007 arası gözüküyor. 2007’de de YÖK Başkanlığı’na atanıyor. Bu süre içinde Türkiye üniversitelerini tanıyıp bilmesini ve onların sorunlarını dile getirmesini, üniversitelere destek olabilmesini beklemek tabii bu durumda çok zor. P O R T R E Prof. Dr. BAHRİ GÖKÇEBAY Ankara, 1940 doğumlu. Yükseköğrenimini A.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü’nde yaptı. Aynı fakültede doktorasını aldıktan sonra Batı Alman hükümetinden burslu olarak iki yıllığına Max Planck Enstitüsü’nde araştırmalar yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra doçentliğinin ardından profesörlüğünü beklerken YÖK yasasının yürürlüğe girmesiyle çalıştığı üniversiteden profesörlük derecesini alması imkânsızlaştı. Bunun üzerine çeşitli araştırmalar sonucu Kastamonu’da A.Ü.’ye bağlı meslek yüksekokulunda göreve başladı. Aynı yıl profesörlüğe yükseldi. 19 yıl meslek yüksekokulu müdürlüğü yaptı. 2006’da Kastamonu Üniversitesi kurulduktan sonra Mayıs 2007’de YÖK ve 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından rektör olarak atandı. SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Türban kararları anayasa suçudur YÖK’ün genelgesiyle türban artık üniversitelerde serbest bırakıldı ama iç hukuk olduğu kadar AİHM’nin de Leyla Şahin kararı var. YÖK bunları aşıp nasıl türbana üniversitelerde geçit verebildi? B.G. Ben Yekta Güngör Özden’den duydum. YÖK’le ilgili 22 Yargıtay kararı varmış. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Danıştay kararları, dediğiniz gibi AİHM kararı var ama bunlara rağmen türbanlı öğrencinin üniversiteye serbestçe girmesi için yeşil ışık yaktılar. Şimdi sınavlara öğrencilerin türbanla girebileceklerini ilan ettiler. Bu anayasa suçudur. Ben hukukçu değilim ama bütün hukukçular tartışmalarda bunun anayasal suç olduğunu söylüyor. Anlamıyorum. İnsan böyle bir töhmetin altına nasıl girer? Bence bir insan kendisini o göreve getiren insanlara ancak kul köle olma koşuluyla böyle bir suç işleyebilir ama vicdanım özgürse ve dik duran bir kişiliğe sahipsem ben rektör olarak böyle bir suç işleyemem. Beni zorlarsa, çok sıkışırsam istifa ederim. Böyle bir anasaya suçu işlemeyi göze alamam. AB üyeliğine aday Türkiye AİHM kararlarını hiçe sayarak AB nezdinde inanılırlığını, itibarını nasıl koruyabilir? B.G. AB’ye de güvenmiyorum ve inanmıyorum. Kıbrıs’la ilgili AB kararı da ortada. AB Türkiye’ye karşı her zaman ikiyüzlü davranmıştır. ABD zaten belli. Aklımın erdiğinden beri eğitim seviyemiz hep geriye gitti. Prof. Oktay Sinanoğlu kitabında da yazmıştı. 1950’lerde Türkiye’nin ortaöğrenimi dünyaya örnekti. Derken Türkiye’nin ortaöğretimi çağdaşlaştırma kisvesi altında dört ABD ve dört Türk uzmandan oluşan bir komisyon kuruluyor. Bu komisyonun başkanlığını da ABD’nin Ankara Büyükelçisi yapıyor. Bu konuyu o kadar önemsemişler ki Türkiye’nin ortaöğretimi bugünlere gelene kadar tepetaklak oldu. AKP’nin kapatılması davası açıldığında AB ortalığı yıktı. Bugün Türkiye’deki uygulamalara sadece seyirci kalıyorlar. Neden acaba? Anayasa Mahkemesi, Danıştay kararları, dediğiniz gibi AİHM kararı var ama bunlara rağmen türbanlı öğrencinin üniversiteye serbestçe girmesi için yeşil ışık yaktılar. Şimdi sınavlara öğrencilerin türbanla girebileceklerini ilan ettiler. Bu anayasa suçudur. 1950’lerde Türkiye’nin ortaöğrenimi dünyaya örnekti. Derken Türkiye’nin ortaöğretimi çağdaşlaştırma kisvesi altında dört ABD ve dört Türk uzmandan oluşan bir komisyon kuruldu. Türkiye’nin ortaöğretimi bugünlere gelene kadar tepetaklak oldu. bularak gitti. Onları elden kaçırdık. Oysa doçent bizim için çok önemliydi. Baştan beri üniversite içinden birileri işimizi engellemek için ellerinden geleni yapıyor. YÖK tarafından bu derece olumsuzluklarla karşılaştık. Hele şu son zamanlarda üniversitenin işlerini iyice kilitlediler. Öğrenci alımında nasıl engellendiğimize bir örnek vereyim: Taşköprü Meslek Yüksek Okulu bir de Araç’ta Meslek Yüksek Okulu iki yeni okulumuz. Bu okullar için 25 kişilik kadro açıldı. Bunların bir kısmını araştırma, bir kısmını öğretim görevlisi olarak kullanabilirsiniz dediler. Araştırma görevlilerini belirledik. Yasanın 35. maddesine göre onlar eğitimlerini almak üzere büyük üniversitelere gidecek. Kastamonu’ya da yardımcı doçent olarak dönecekler. Ama baktık, öğretim görevlisi kadrosu açılmadı. Yine kilitlendik. Sonra Araç’taki okula bilgisayar programcılığı ve elektrik kadrosu açıldı. Aynı programları biz Taşköprü’ye de açmıştık. Orada elektrik açıldı, bilgisayar programcılığı açılmadı. Açılmamasının gerekçesi de şu: İstihdam olanağı olmadığı ve öğrenciler tarafından tercih edilmemesi nedeniyle bilgisayar programcılığı kadrosu Taşköprü için açılmamıştır. Merkezdeki Kastamonu Yüksek Okulu’nda bilgisayar programcılığı var. Öğrenci kontenjanı 50. Yani tam anlamıyla dolu. İnebolu’da var; kontenjanı 50. Cide’dekinin de kontenjanı 50. Yeni açılmış olmasına rağmen Araç’takinin de kontenjanı 50. Yani, bu öğrencinin tercih etmediği bir program değil. Hocalarımız çok kaliteli. Çok iyi öğrenciler yetiştiriyoruz. Mezun olunca da kolayca iş buluyorlar. Günümüzde artık her iş bilgisayarla yapılıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle