Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 24 OCAK 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
‘Soykõrõm
Anõtõ’ önünde
Dink’i anmak
Yaman çelişkiler, düşündürücü
tesadüfler, taammüden cinayetler...
1915’te yaşanan olaylarõn “Ermeni
soykırımı” diye bir bakõma
“özetlenerek” kazõndõğõ Brüksel’deki
anõtõn mermer levhasõnda “1915 yılının
Osmanlı yöneticilerinin emriyle
gerçekleşen soykırımın kurbanı 1.5
milyon Ermeni adına” yazar. Bu anõtõ
bana 10 yõl önce ilk gösteren, ASALA
terörünün heyheylerinde, “abilerini”
yitirmiş bir diplomattõ. Kurşun gibi
çõkmõştõ sözleri. Toprak rengi, oymalõ,
zarif anõtõn bulunduğu Brüksel’in o
köşesini burada yaşadõğõm 10 yõl
boyunca hiç sevemedim. Birçok yolun
kesiştiği bir noktada dikilmiş o anõt,
kaderin iki topluma oynadõğõ zalim
oyunun, kuşaktan kuşağa devredilen
derin bir nefretin simgesiydi bana göre.
Hrant Dink’in bu yõl Brüksel’in o yok
saydõğõm, benim için müphem
köşesinde anõlacağõnõ söylediler. Şekli
şemali olmayan, renksiz kokusuz bir
acõ vurdu ruhumda bir yerlere. Üç yõl
önce İstanbul’da Hrant Dink’in
ardõndan içim kanayarak yürümüştüm.
Onu bir gün soykõrõm anõtõ önünde
anacağõm aklõma gelmezdi...
Geldiğimde genç bir kõz anõta sõrtõnõ
vermiş elindeki mumun õşõğõnda “Sarı
Gelini” söylüyordu. O anõtõn önünde
bir gün böyle gözyaşõ dökeceğimi de
asla düşünemezdim.
Hrant Dink’in karanfillerle bezeli
fotografõnõn üzerinde “Ermeni
soykırımının son kurbanı” yazõlõydõ.
Saygõlõ, sessiz, acõlõ kalabalõkla
yaşadõğõm yoğun duygudaşlõğõn hangi
noktada acõmasõzca yarõldõğõnõ
düşünüyordum. Yanõma tesadüfen
düşmüş Türkçe konuşan bir Ermeniye
sordum. “Niye burası. O bizim ortak
acımız değil miydi? Niye onu
Türkiye’de birçoklarımıza
alacakaranlık gelen bir alana
çektiniz?” Doğduğumuz topraklardan
günlerce mesafe uzakta yan yana,
üzüntü içinde, birbirimizi anlama
umuduyla birbirimizin gözünün içine
bakõyorduk. “Hrant barış adamıydı o
yüzden sessizdi, ama soykırımı o
kabul ediyordu” dedi. “İyi ya” dedim,
“Barış! önemli olan da barış değil
mi?” “Ama bu
büyük acı hep yok
sayıldı. Soykırımı
niye kabul
etmiyorsunuz?”
dedi. “Tarih
Komisyonu
söylesin önce”
dedim,
“kanıtlanmamış
bir suçu kabul
etmek kolay mı?” “Tarih
Komisyonu çarpıtır” dedi.
Bunlarõn alelacele fõsõltõyla
konuşulacağõ yer değildi. Sustuk. Ya da
belki de tam da bunlarõn alelacele
konuşulacağõ yerdi... Yoldan geçen bir
adam sessizliği bozarak “Türkiye
bunu kabul etmediği sürece AB’ye
giremez” diye bağõrdõ. Yaklaşõk elli
kişilik grup sadece bakõşlarla
susturdular adamõ. Yürüdü gitti adam...
“Asıl acı bugün, şimdi burada
yaşanan değil mi? Asıl gelecekte
cinayet olmaması değil mi önemli
olan?” diye bir hamlede daha
bulundum. Sessizce baktõ yüzüme.
Neler düşündü bilmiyorum. Ama tüm
farklõlõğõmõza karşõn ortak
duygularõmõz baskõndõ o soğuk gecede
bunu biliyorum.
Eve dönerken biraz yolumu uzatõp AB
nezdinde Brüksel Büyükelçisi Selim
Kuneralp’in rezidansõnõn önünden
geçtim. Yõllar önce diplomat babasõnõn
görev yaptõğõ Madrid’de annesi
ASALA’nõn kurşunlarõyla katledilmiş
bir büyükelçi Kuneralp. Dedesi ise
1922’de linçle yaşamõ sonlandõrõlan
İttihat Terakki ve Atatürk muhalifi
gazeteci ve yazar Ali Kemal.
Zamanõnda Ermeni yanlõsõ olduğu iddia
edilen namõ diğer “Artin Kemal”.
Ermeni anõtõnõn birkaç km. ötesindeki
rezidansõnda yaşamakta olan Büyükelçi
Kuneralp, Türkiye’nin AB’ye girmesi
için kõlõç kõlõca mücadeleyi en ön safta
sürdüren görevli. Ermeni meselesiyle
sarmal olmuş öyküsü geçmişte
yaşananlara atfedilen nefretleri ölçecek
endazeyi alaylõ, yere çarpõyor adeta.
Hikâyenin bütünü okunduğunda geriye
kalanlar, yaman çelişkiler, düşündürücü
tesadüfler, taammüden cinayetler...
Zihnimin elinden tutup gezdiren
yazdõrõcõ Pandora’nõn kutusunun
başõnda kalakaldõ. Son cinayetin katil
zihniyeti ele geçirilse bari. 2010
yõlõndayõz ve barõş adõna bizim
tanõklõğõmõzda yürekten
dileyebileceğimiz bundan ibaret sanki...
cimenbaturalp@skynet.be
Hrant Dink ve umut kapõlarõ
Herkesin durumu ve görüşü aynõ
olmayabilir. Dünyadaki genel kanõ
zor, karanlõk ve hiç de gelecek vaat
etmeyen felaket bir yõlõ, “Annus
horribilis”i geride bõraktõğõmõz
noktasõnda uzlaşõyor. 2009’un vaat
etmediği günlerden, daha iyi ve güzel
bir 2010’u nasõl umut edebiliriz?
Fransõzlarõn büyük çoğunluğu umut
kapõlarõnõ açacak tek araç tanõyorlar:
“Mücadele.”
Onlar mücadele ederken, onlar haklarõnõ,
kazanõmlarõnõ, yarõnlarõnõ ve insanca bir
yaşamõn koşullarõnõ sağlama almanõn
kavgasõnõ verirken ölüm korkusuyla
hareket etmiyorlar. Belki de aydõnlõk bir
toplum için ortaçağdan beri verilen
şehitler, kayõplar öylesine güvenilir (asla
yüzde yüz garantili olmasa da) bir set
oluşturmuş ki, ağõzlarõndan çõkacak bir
söz, kalemlerinden çõkacak bir yazõ veya
karikatür, ellerinden çõkacak bir şarkõ,
film, bir eylem onlarõ en ilkel, en
hayvani refleks duygu ölüm korkusuyla
baş başa, korunmasõz bõrakmõyor.
Bazõ toplumlarda hâlâ idaresi, siyaseti,
adaleti, ordusuyla ezenlerin iktidarõna;
dinine, imanõna, vatanõna, milliyetine ve
hatta anasõna, babasõna, bacõsõna laf
söylemek, yani yerinde deyişle
“eleştirmek” babayiğitlik, kelleyi
koltuğa almayõ gerektiriyor. Aksi
takdirde yõllar sonra bile gerçek “karar
vericiler”in gün õşõğõna çõkarõlamadõğõ
Uğur Mumcu (24 Ocak 1993), Hrant
Dink (10 Ocak 2007) ve diğer cinayetleri
nasõl açõklarsõnõz? Aslõnda ikisini de
“demokratik ve bağımsız” bir Türkiye
mücadelesi verdikleri için katletmişlerdi.
Ama Hrant’õn ötekilerden bir eksiği veya
bir fazlasõ daha vardõ. Onu “Ermeni”
olduğu için de öldürmüşlerdi...
Mücadeleleri ilericilere, eşit,
adil ve aydõnlõk bir dünya
isteyen herkese meşale tutan
Dink ve Mumcu, bugünlerde
Avrupa’da onlarca anma
eyleminde tartõşõlõyor.
Fransa’nõn özel konumu
nedeniyle Hrant Dink’in
düşünceleri, tavrõ, kişiliği
bambaşka bir önem kazanõyor. Buralarda
başka hiçbir Batõ ülkesinde olmayan
ideolojik-politik güç, popüler taban-destek
ve örgütlülük düzeyine sahip Ermeni
diyasporasõnõn ses getiren kanadõ
Hrant Dink etrafõnda yapõlan her işi, atõlan
her adõmõ dikkatle izliyor. Gelişmeleri
Fransõz kamuoyuna ve kendi tabanõna belli
bir süzgeçten geçirip yansõtõyor.
Ölümünden önce onu “dönek”liğe
varacak derecede suçlayanlar dahil, belli
çevreler ölümünden sonra onu kendi
“şehit”lerine (!) katmõşlardõ. Ancak
bir yanda Hrant’õn kitaplaşarak
Fransõzcaya çevrilen yazõlarõ,
konuşmalarõ, öte yandan ünlü ünsüz
Fransõz, Ermeni, Türk ve diğer
ülkelerden gerçek “Dostları”nõn
oluşturduğu yapõ ve ortamlar “Ermeni
Soykırımı”, “Türkiye-Ermenistan”,
“Türkiye-Fransa ve AB” gibi konulara
farklõ bakma zeminini hazõrladõ. Biz
buralarda bu alçakgönüllü
çabalarõn ürünlerini görmeye
başladõk.
Hrant’õn öldürülüşünün 3. yõlõ
çevresinde düzenlenen ilk
faaliyet 12 Ocak’ta Paris
“ArmenCiné” kulübünde
gösterilen Osman Okkan’õn
“Hrant Dink’in Katli”
belgeseli ve sonrasõnda
yapõlan toplu sohbetti. 15’inde Paris
UGAB (Ermeni Yardõmseverler
Genel Birliği) salonunda hazõrlanan
toplantõda tarihçi Taner Akçam “Hrant
Dink ile son konuşmaları”nõ anlattõ. 21
Ocak’ta Boğaziçi’nde Bir Köprü
Derneği’nin “Kesişen Türk ve Ermeni
Şiirleri” başlõklõ müzik ve edebiyat
buluşmasõ, 29 Ocak’ta Fransa-Türkiye
Komitesi’nin “Türk-Ermeni
Diyaloğunda Hangi Gelecek?” veya 3
Şubat’ta L’ACORT Derneği’nin
“Ermeni Tabusu Hakkında Diyalog”
başlõklõ toplantõlarõysa diğer önemli
örneklerdi. Sõnõr Tanõmayan Gazeteciler
(STG) kuruluşunun öncülüğünde,
Dink’in makalelerini içeren “İki Yakın
Halk İki Uzak Komşu; Ermenistan-
Türkiye” isimli kitabõn Fransõzcasõnõ
basan Actes Sud Yayõnevi, 9. Paris
Belediyesi ve Ermenistan ve Ermeni
diyasporasõ üzerine çalõşan basõn
mensuplarõ örgütü PAJNEL’in
katkõlarõyla 27 Ocak’ta düzenlenen
“Hâlâ Canlı Özgür Bir Ses, Hrant
Dink” en dikkatleri çeken faaliyet.
Hrant’õn eşi Rakel Dink’in de katõlacağõ
panelde Ali Kazancıgil, Aris Nalcı,
Defne Gürsoy, Elsa Vidal, Jacques
Bravo (belediye başkanõ) ve Jean-
Jacques Julliard (STG Genel Sekreteri)
söz alacaklar.
Buralarda “Türkiye’nin Martin Luther
King”i diye anõlan ve baş hayali “Tam
Demokratik ve Bağımsız Türkiye” olan
Hrant Dink, iki halk, iki toplum
arasõndaki diyaloğu, sõnõr kapõlarõnõn
açõlmasõnõ, ilk umut kapõlarõ, geçiş
hedefleri olarak koyuyordu. Onu en çok
korkutan yalnõzlõğõydõ. Aramõzdan
ayrõlõşõnõn 3. yõlõnda tek tesellimiz artõk
Hrant’õn o kadar da yalnõz olmadõğõna
olan inancõmõz...
ugur.hukum@gmail.com
İsveç’teki ‘Bizim Viking’
“Bizim Viking”, otuz beş yõldõr
tanõdõğõm arkadaşõm Abdullah
Gürgün’ün yeni adõ… Kõrk yõlõ aşkõn
süredir İsveç’te yaşayan gazeteci
Gürgün’e bu adõ Vikingler’le ilgili
yaptõğõ çalõşmalardan dolayõ arkadaşõ
Gürcan Karagöz vermiş. Bu ad,
kulaktan kulağa yayõlarak Malmö’ye
dek geldi...
Abdullah Gürgün, her dönem acar bir
gazeteci olmasõnõn ötesinde yaman bir
araştõrmacõdõr. Her gün yeni bir
limanda demirlemesi, konulara gözü
kara bir şekilde dalmasõyla bu adõ
gerçekten de hak ediyor. Daha kõsa bir
süre önce, iki kez İsrail ve
Filistin’i dolaştõ, en kutsal
yerleri gezdi. Konuk
olduğu Musevi, İsevi,
Muhammed’i, Süryani,
Ermeni ve Dürzi ailelerin
birbirlerine ne denli yakõn
ve uzak olduklarõnõ
gözlemledi.
Türkiye’de pek tanõnmayan
Laponya’ya üç kez gitti.
Laponya’nõn ilk ve tek teröristiyle
röportaj yaptõ. İsveç’teki en büyük
Türk göçmen topluluğu olan
‘Kulu’lularõn sosyal yaşantõlarõnõ, aile
ilişkilerini ve İsveçlilerle evliliklerini
inceledi.
İsveç radyo-televizyonu için
hazõrladõğõ Aziz Nesin söyleşilerini ve
İsveç basõnõnda çõkan Nesin’le ilgili
ilginç yazõlarõ topladõğõ “Aziz Nesin
ve İsveç Serüveni” adlõ kitabõ geçen
aylarda Türkiye’de yayõmlandõ.
Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar,
Uğur Mumcu, Yılmaz Güney, Ruhi
Su, Âşık Nesimi, Mihri Belli, Sevim
Belli, Doğu Perinçek, Lütfü Özkök,
Zeki Müren, Altan Erbulak, Tanju
Okan ve diğer tanõnmõş kişilerle
yaptõğõ söyleşilerini bir kitapta
toplama hazõrlõklarõnõ sürdürüyor.
Gürgün, başlangõcõndan bugüne
değin, Türk-İsveç ilişkilerinin
bilinmeyen yanlarõnõ da araştõrdõ.
Örneğin, Osmanlõ İmparatorluğu’nda,
beş yõl üç ay sõğõnmacõ olarak kalan
İsveç Kralõ Demirbaş Şarl’õn, bir
nankörlük belirtisi olarak, üç
köpeğinden birine “Türk” adõnõ
verdiğini ve Demirbaş’õ öldüren
mermiye de “Turkkulan -Türk
kurşunu” dendiğini duymuş
muydunuz?
Malmö’de doğan, 17 yaşõnda
İstanbul’a göç eden, Müslüman ve
Osmanlõ yurttaşlõğõna geçip
hariciyeye giren, kõsa zamanda
Osmanlõ
İmparatorluğu’nun
Rotterdam
Başkonsolosluğu’na
yükselen “Osmanlı
Vikingi” Ali Nuri Bey’in
(Gustaf Nuring) soyunu
bulup ortaya çõkaran
Gürgün, araştõrmalarõnda,
Vikingler’le Türk ve
Müslümanlar arasõnda
yakõn bir akrabalõk bağõ olduğunu da
saptamõş...
59 yaşõndaki Abdullah Gürgün,
şimdilerde, Stockholm
Üniversitesi’nde, artõk hiç kimsenin
konuşmadõğõ Vikingce dilinin ve
Runik alfabesinin inceliklerini
öğreniyor.
Yazõyõ, Abdullah Gürgün’ün,
Viking tarihinden derlediği
hoş bir notla bitirelim: Vikinglerde,
çok belalõ ve kelle koltukta bir iş
olduğu için, kimse kolay kolay kral
olmak istemezmiş. Çünkü, halkõn,
başarõsõz krallara karşõ isyan etme
haklarõ varmõş. Vikingleri iyi
yönetemeyen krallar, büyük
meydanlarda, halkõn gözünün önünde
kurban edilirmiş!
alinergis@yahoo.se
Schiller’in kafatasõ kimde?
Kocaman çõnarlarõn dallarõ
karlar içinde. Hava soğuk
mu soğuk. Dar yollar kar kaplõ.
Tarihi mezar taşlarõ arasõnda
gezinen birkaç yaşlõ insan.
Stuttgart’õn Fangelsbach
mezarlõğõ bu sabah biraz
ürpertici. Kilisenin yanõndan
uzanan yolun sonunda bakõmlõ
bir mezar. Onun da üzeri kar
kaplõ. Büyükçe taşõnda
yazdõğõna göre en son gömü
1911 yõlõnda yapõlmõş. Goethe
ile birlikte Alman edebiyatõnda
klasik dönemin en önemli
temsilcisi sayõlan Friedrich
Schiller’in oğlu Ludwig, torunu
Friedrich ve onun eşi Mathilde
1857’den günümüze burada
yatõyor. Geçen yõl mezarlarõ
açõldõ, kemikleri çõkarõldõ, DNA
analizinin ardõndan küçük bir
törenle tekrar gömüldü. 1805
yõlõnda Weimar’da ölen ve önce
toplu bir mezara konan
Schiller’in kemikleri
anlatõlanlara göre 1826 yõlõnda
prensler kabristanõna taşõnõr.
Fakat kõsa süre sonra
Weimar’da yatanõn Schiller
olmadõğõ iddialarõ yükselmeye
başlar. Ta ki 1959 yõlõnda
Gerassimov adlõ bir Rus doktor
kabristandaki kafatasõyla
kemiklerin Schiller’e ait
olduğuna karar verene
kadar. Fakat beş yõl önce
ünlü yazarõn 200. doğum
yõlõnda Alman
televizyonu MDR
aracõlõğõ ile yeni ve çok
kapsamlõ bir araştõrma
başlatõlõr. İşte bu
girişimler kapsamõnda
Freiburg Üniversitesi
Stuttgart’taki aile mezarõnda
yatan oğlu ile torununun
kemiklerini inceledi ve
Weimar’daki kafatasõnõn Alman
edebiyatõnõn bu ünlü yazarõna ait
olmadõğõ kesinlikle saptandõ.
Stuttgart-Marbach doğumlu
Schiller’in 250. doğum
yõldönümü törenleri nedeniyle
konuşan Antropolog Ursula
Wittwer, “On dokuzuncu
yüzyılda ünlü kişilerin
kafatasları meslektaşlarımın
çok ilgisini çekerdi” dedi.
Schiller’in kafatasõnõn da o
yõllarda çalõnmõş
olduğu tahmin
ediliyor!
Stuttgart’õn şirin
Marbach
kasabasõnda
Schiller Milli
Kütüphanesi iki
yõllõk restorenin
ardõndan geçen
kasõmda kapõlarõnõ yeniden açtõ.
Alman edebiyatõnõn çok zengin
hazinesini barõndõran eşsiz
müzenin açõlõşõnda konuşan
Cumhurbaşkanõ Horst
Köhler, “Marbach
doğumlu Friedrich Schiller
bir popstar idi!” dedi.
Aydõnlanma çağõnõn en önemli
bu düşünürünün idealizmi,
bireyin ruhuna ve özgürlüğüne
öncelik tanõr. Heyecanlõdõr,
ateşlidir, amaçlarõna ulaşmak
için hep isteklidir. Okul
yõllarõndan başlayarak
kendini hep baskõ altõnda
hisseder, dük Karl Eugen
döneminde yaşam onun için
dayanõlmaz olunca 1782’de
Stuttgart’õ terk eder ve
Weimar’a yerleşir. Goethe ile
yakõn dostluğu işte o yõllarda
başlar. Wilhelm Meister
romanõnõ yazmasõ için onu
zorlar. Goethe de Schiller’i
“Wallenstein” eserini yazmasõ
için yüreklendirir, hatta
Weimar’da sahneye konduğunda
oyunun rejisörlüğünü yapar.
Schiller “Haydutlar”õn ilk
baskõsõnõ kendi cebinden öder,
borç parayla da bir edebiyat
dergisi çõkarõr. Ölümüne yakõn
son sözleri, “Artık her şeyi
daha sade, daha berrak
görüyorum...” olur. Schiller’in
ardõndan “Varlığımın yarısını
yitirdim,” diyen Goethe için
sahip olduğu en değerli hazine,
aralarõndaki yazõşmalardõr. Bir
süre sonra bütün mektuplarõ
yayõnlatõr.
Yeniden açõlan Schiller Milli
Kütüphanesi’nin arşivlerindeki
Alman edebiyatõnõn Goethe’den
Kafka’ya on binlerce belgesine
şu günlerde yenileri de
eklendi. Fischer Yayõnevi’nin
ardõndan Suhrkamp ve İnsel
Yayõnevleri de çok değerli
arşivlerini kütüphaneye verdiler.
Hofmannstahl, Rilke, Zweig,
Frisch, Enzesberger, Walser
gibi 20. yüzyõl Alman dili
edebiyatõnõn yõldõzlarõnõn
elinden geçen müsveddeler ve
mektuplar şimdi Marbach’da
herkese açõk.
www.ahmet-arpad.de
PARİS
UĞUR HÜKÜM
MALMÖ
ALİ HAYDAR
NERGİS
BRÜKSEL
ÇİMEN TURUNÇ
BATURALP
STUTTGART
AHMET ARPAD