18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 OCAK 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çözülme PENCERE ‘Köprü’ye Hayır’ Diyenler... İstanbul’da yaşayan talihsiz, şu günlerde saçını başını yolmaktadır... Nedeni ‘malum’ !.. Sabah işine gitmek için yola çıkan yurttaş en aşağı birkaç saatini trafikte yitirmektedir.. Ya akşam dönüşü?.. Bir felaket ve sefalet!.. Çünkü sabah uykusuzluğu göze alıp daha gün doğmadan yola çıkarak trafiği aşmaya çalışan İstanbullu, akşam aşağı yukarı aynı saatlerde işinden kopmak zorunda... Eve dönüş bir cehennem azabı.. İşkence saatleri başlıyor, bitmiyor.. Gerçekte şehir trafiği yalnız sabah-akşam işe geliş-gidiş saatlerinde felç olmuyor, her saatte tıkanık, kördüğüm... İstanbullu -ne kadar İstanbullu ise- saçını başını yoluyor, koskoca kent tıkanmış durumda, bir yerden bir yere gitmek olanaksız, milyonlarca insan taşıtlarda gergin, gözler kısık, yolcular sinirli mi sinirli, kime dokunsan ya ağlayacak, ya patlayacak... İstanbul trafiği bitti.. Tıkandı.. Tükendi.. Açılması olanaksız.. Otur ağla!.. Dövün.. Yöneticilere küfret.. Hiçbir işe yaramaz!.. Ama elimizi vicdanımıza koyup anımsayalım, olacakları bizlere vaktiyle söyleyenler, haber verenler, hepimizi uyaranlar olmuştu.. Kimlerdi onlar?.. ‘Köprüye hayır’ diyenler.. Ne demişlerdi: - Boğaz’a köprü İstanbul’un idam fermanıdır, köprüler tuzağına girilir; kentin hem yerleşim düzeni, hem estetiği bozulur; üstelik trafik sorunu çözülmez; tersine, trafik cehennemi yaratılır; aman yapmayın!.. Hem İstanbul’a hem İstanbulluya kıyarsınız!.. ‘Köprüye hayır’ diyenler yerden göğe dek haklı çıktılar... İstanbul trafiği şimdi tam bir cehennem!.. Bu arada halkı kazıklamaya doymamış olanların tayfası diyor ki: - Arnavutköy’den karşıya bir üçüncü köprü yapalım!.. Yapın!.. ‘Köprüler tuzağı’ daha işin başında açıkça bildirilmişti; üçüncüyü değil, dördüncüyü, beşinciyi yapın!.. Daha da tıkanalım.. Bize meheldir!.. 12 milyon mu, 15 milyon mu, 16 milyon mu, nüfusu her neyse, İstanbul tıkandı ve tükendi... Kim çözecek bu düğümü?.. Hiç kimse!.. Demiryollarını defterden silip koskoca ülkeyi yalnız karayollarına bağlayanların çıkarcı iktidarları bu ülkenin tepesinde boza pişirdikçe halk ezilecektir... Yalnız İstanbul mu tıkandı?.. Türkiye tıkandı.. Halkı Allah, peygamber, namaz, niyaz diye kandıranların ve kutsal Müslümanlığı siyasetlerine alet ederek iktidar koltuğuna oturanların foyası da bir zaman sonra ortaya çıkacaktır; ama dileriz ki o zaman da iş işten geçmemiş olsun!.. (7 Ekim 2005 tarihli yazısı) I. Bölüm- Adalet mensuplarõna: “Adalet mülkün temelidir” de- yimi, laf olsun, sadece duvarlarõ süslesin diye kullanõlmamõştõr. Bu deyim, ülkenin tüm kurum ve kişilerine hitap eden, onlara õşõk tutacak bir paroladõr. Ancak, özellikle adalet dağõtanlara rehber olacak bir önem taşõmaktadõr. Diğer kurum ve kişiler de bu kavramõ özümseyip ona göre davranmak durumun- dadõrlar. Ne var ki, birçok örnekte görüldü- ğü üzere, bu dilimde zaman zaman sözü edi- len kavram bir duvar süsü olarak algõlanmakta hatta görmezlikten gelinmektedir. Şu var ki, adalet dağõtanlar böyle bir vur- dumduymazlõk içinde olmak lüksüne sahip değillerdir. Böyle olursa, mülkün (devle- tin) temeli zayıflar ve kısa zamanda o bi- na çöker. Buna engel olmak için; Hâkim, cumhuriyet savcõsõ ve onlara yar- dõmcõ olan görevlilerin, kendilerine yapõla- cak baskõ, tehdit ve olasõ menfaat ya da ödül vaatleri karşõsõnda cesaretle direnmeleri so- nucunda çekinmeden görevlerinin gereğini yasalara ve gerçeklere uygun olarak yerine getirmeleri zorunluluğu vardõr. Nedenine gelince; her konuda son sözü söyleyen ada- let olacaktır. Bu söz söylenmez-söylenemez ya da yanlış yönde söylenirse bunun tela- fisi olamaz ve çöküntü önlenemez. Değer- li adalet mensuplarõ ne pahasõna olursa olsun bu cesareti, azmi, direnci göstermekten ge- ri durmamalõdõr. Az sayõda da olsa, birtakõm yaranma güdüsüyle bu gereklere önem ver- meyen mensuplara adalet adõna acõmak ge- rektiğini de vurgulamak isterim. Bu naçizane duyurumu iletmemi belki gereksiz bulup “zaten biz bu yoldayız” di- yebilirsiniz; ancak, ulus, ülke, adalet ve la- ik cumhuriyet adına hassasiyetimi belirtmek için, elimde ancak böyle bir uyarma ola- nağõ olabildiğini hesaba katıyorum. Sevgi ve saygõlarõmla herkese sağlõk ve ba- şarõlar diliyorum. Adalet ve huzur dolu gelecek umudunu yaratmak için İstiklal Marşõ’nõn beşinci kõtasõnda büyük şair M. Akif Ersoy ne gü- zel söylemiş. Ruhu şad olsun. TSK’yi yıpratmak II. Bölüm- Genel olarak: Şayet bir ülkede; 1- Vatanõ iç ve dõş düşmanlara karşõ ko- ruyan TSK’yi yõpratacak, güçsüz bõrakma so- nucu doğuracak davranõşlara prim verilirse, 2- Bu ülkeyi, ulusun onurunu, geleceğini kurtaran büyüğünü küçümseyen, onunla aşõk atmaya yeltenen, onu unutturmaya çalõşan bi- reyleri olursa, 3- Mülkün (devletin) temeli olan adaletin gerçekleşmesi engellenip onun önüne taş ko- nularak etkisiz hale getirilmeye çalõşõlõrsa, 4- Yasadõşõ işlemleri ayyuka çõkan kişiler kayõrõlõr, haklarõndaki işlemler askõya alõ- nõrken, suçluluğu -ipe sapa gelmez birtakõm ispiyonlar dõşõnda- ciddi şekilde kanõtlan- mamõş, yerleri, itibarlarõ belli kişiler keyfi uy- gulamalara tabi tutulabilirse, 5- Birtakõm sorunlarõn çözümü, görevli ve yetkili merciler dururken Cumhuriyet ilke- lerine karşõ çõkan, bilgi ve yeteneği şüpheli bir kõsõm hacõ-hocaya yönlendirme tavsiye- lerinde bulunulabilirse, 6- Halk arasõnda, farklõ kimlik ya da inanç açõsõndan ayrõm yapõlmasõ körüklenirse, 7- Devlet ve hükümet aleyhine olarak komplolar düzenleniyor gibi, gerçekliği kuş- ku uyandõran ve halkõ korkuya, telaşa düşü- recek duyurular enflasyonuna yer verilirse, 8- Hür düşünce ve beyanlar, hoşlarõna git- meyenleri rahatsõz ediyor ve ölçüsüz karşõ- lõklara neden olabiliyorsa, İftiraya maruz kalmak 9- Bazõ korkak ya da menfaat düşkünü, ada- let uyguladõğõ iddiasõyla onu yere batõran (az sayõda da olsa) kimseler “mesnedi izzette se- refraz” olurken, adalet dağõtan namuslu yargõ mensuplarõ “cay’i kürektir” misali ol- madõk iftiralara maruz kalõrlarsa, 10- Bir caninin emir ve talimatõyla hareket edip ülkenin huzuruna kastederek, herkese kü- fürler savurarak açõkça suç işleyen kimsele- re zaman zaman sempati gösterilip, çoğu za- man göz yumulmasõna karşõn, hak arayan mağdur ve masum işçilere biber gazõ sõkmak ve sularda sürüklemek suretiyle -üstelik hiç- bir ciddi kanõtõ olmayan “bir provokasyon ihbarı aldık” bahanesiyle- saldõrõlõrsa ve “madem provokasyon ihbarı aldınız, ne- den onların yapacaklarına karşı tedbir al- mayıp da işçilere saldırdınız?” şeklinde bir soru sorulmazsa, 11- Bunlar olağan karşõlanõp düzeltilmesi ya da önlenmesi yolunda çaba harcanmazsa, Böyle bir ülke huzura kavuşabilir mi? Kavuşur diyenin alnõnõ karõşlamak gerekir. Çok şükür ki biz böyle bir ülke değiliz di- ye düşünüyorum. İki Bölümlük Açõk Mektup Cahit NALBANTOĞLU Yargõtay Onursal Üyesi Hâkim, cumhuriyet savcõsõ ve onlara yardõmcõ olan görevlilerin, kendilerine yapõlacak baskõ, tehdit ve olasõ menfaat ya da ödül vaatleri karşõsõnda cesaretle direnmeleri sonucunda çekinmeden görevlerinin gereğini yasalara ve gerçeklere uygun olarak yerine getirmeleri zorunluluğu vardõr. 1 8. yüzyõlda başla- yan ve kõsaca usun inançtan bağõmsõz olmasõnõ ileri süren Ay- dõnlanma felsefesi, in- sanõn özgür düşünen bir varlõk olduğu, gerek in- sanlar arasõ ilişkilerde gerekse yurttaş-devlet bağlamõnda dil, din, õrk, cinsiyet farklõlõğõ güt- menin eşitlik kavramõna dolayõsõyla insan hakla- rõna aykõrõ düştüğü gö- rüşünü evrenselleştire- rek usun bağõmsõzlõğõ ve insanlarõn doğuştan eşit- liği konusunda düşünce planõnda bir çõğõr aç- mõştõr. Aydõnlanma felsefesi- nin önemi, ortaçağa ege- men olan “kutsal”dan kopuşu sağlamõş olmasõ- dõr. Gerçi Aydõnlanma felsefesinin eşitlik anla- yõşõ erkek vatandaşlarõ kapsõyordu ama başlõ ba- şõna “kutsal”dan kopuş sayesinde cinsiyetler ara- sõ ilişkiler ilk kez “Tan- rısal” düzene bağlõ ola- rak meşrulaştõrõlmõyor- du. Bu bakõmdan Fransõz Devrimi ve Aydõnlanma felsefesi 17. yüzyõl sonu ve 18. yüzyõlda bir dizi kadõn hareketinin de ki- lometre taşõ olmuştur. Locke gibi liberal düşü- nürlerin görüşleri de cin- siyetler arasõ eşitlik bağ- lamõnda, kadõnlarõn öz- gürlük taleplerine felse- fi düzlemde düşündürü- cü yanõtlar vermiştir. Aydõnlanma felsefesi- nin cinsler arasõ eşitlik ta- leplerine getirdiği en bü- yük yenilik, ruhta cinsel ayrõlõğõ reddetmesidir. Böylece kadõn artõk kay- nağõ, dinsel dogmalar olan görüşler doğrultu- sunda, erkeğin biyolojik olarak kusurlu bir yansõ- masõ olarak görülmüyor, erkek cinsinden ayrõ, kendine özgü özellikleri olan bir cins olarak ele alõnmaya başlõyordu. Ay- dõnlanma felsefesiyle ar- tõk kadõn bir “birey” ol- maya başlamõştõr. Yenilikçi eğitim Cinsler arasõ eşitlik, en başta dinsel dogmalarõn körü körüne kabul edil- memesiyle gerçekleşir. Kadõnõn bağõmlõlõktan kurtulmasõ, özgürleşme- si de yerleşik toplumun hücrelerine sinmiş dinsel tabularõ sorgulamasõyla gerçekleşir. Bu özgürlü- ğü, bu kurtuluşu kadõna sağlayacak olan da laik, çağdaş, yenilikçi eğitim- dir. Kadõn ancak laik, aydõnlanmacõ bir dünya görüşüyle toplum içinde etkin ve saygõn bir ko- numu elde edebilir. Bu açõdan bakõldõğõnda salt kadõn olmak bile başlõ başõna devrimci olmak demektir. Eğitim, kadõnõn bu gizil toplumsal gücünü daha etkin, daha akõlcõ kullan- masõnõ sağlayan en önem- li unsurdur. Kadõnõ tut- saklõktan kurtaracak ikin- ci unsur ise ekonomik açõ- dan güçlü olmasõdõr. İşte Aydõnlanma felsefesi de gerek ekonomik gerekse toplumsal açõdan kadõnõ görünür kõlarak, önünde- ki tüm us ve insanlõk dõşõ engelleri aşmasõna yar- dõm edecek anahtar bir düşüncedir. Türk kadını şanslı Gelişmiş olarak adlan- dõrdõğõmõz Batõ ülkelerin- de kadõnlar, cinsiyetler arasõ özgürlük ve eşitlik ta- leplerini bazen yaşamla- rõyla ödemişlerdir. Eşit oy hakkõ uğruna ölesiye sa- vaşmõş ve hatta giyotinin keskin bõçağõ altõna yat- mayõ göze alabilmişler- dir. Türk kadõnõ ise bu açõdan oldukça şanslõdõr. Türk kadõnõnõ hem eko- nomik hem de toplumsal açõdan kamusal alana çõ- karan ulu önder Atatürk, Batõ’da uğrunda kadõnla- rõn yaşamlarõ pahasõna el- de ettikleri seçme ve se- çilme hakkõnõ, Türk kadõ- nõna pek çok Batõ ülke- sinden daha önce tanõmõş, devrimlerinin en büyük taşõyõcõlarõ arasõnda genç- lerle birlikte kadõnlara da yer vermiştir. Çünkü ka- dõnõn aydõnlanmasõ sade- ce kadõnõ ilgilendiren, bi- reysel düzlemde ele alõ- nacak bir konu değildir. Bundan ötürü kadõnõn ta- şõdõğõ toplumsal sorum- luluk, erkeğinkinden daha fazladõr. Bunun içindir ki diktatörler, totaliter re- jimler, kadõnõn bu top- lumsal gücünü zayõflat- maya hatta baskõ altõna almaya çalõşõrlar. Katõ cinsiyetçi rejimler asla demokratik olamaz. Bu açõdan bir ülkede rejim değişikliğinden en çok et- kilenen kesimlerin başõn- da kadõnlar gelir. Türk kadõnõ günümüz Türkiye- si’nde bu iki toplumsal olguyla karşõ karşõyadõr. Ya özgürlüklerimize sahip çõkacağõz ya da bu öz- gürlüğü yok etmek isteyen güçlere boyun eğeceğiz. Bu bakõmdan Türk kadõnõ önemli bir kavşaktadõr ve artõk bunun bilincine de varmalõdõr. Aydõnlanma Felsefesi ve Kadõn Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY Mar. Üni. B.E.S.Y.O. [email protected] HAİTİ’DE harika bir çabayla canlar kurtaran Türk ekibinin başkanı Umut Dinçşahin, “Marmara Depremi’nde bizim sosyal dayanışmamız ortaya çıktı; burada ise yoksulluk çok yüksek, insanlar arasında sosyal dayanışma yok” diyor. Aslında, yoksulluğun Haiti kadar perişanlaşmamış toplumlarda bile sosyal dayanışmayı bozduğu ve insanları şöyle ya da böyle insanlıktan uzaklaştırdığı eskiden beri bilinen bir olgu. Öyle bir olgu ki, merhamet duygusunun içlere işlediği, hatta zekât gibi bir tür ibadet kuralına dönüştüğü bizimki gibi bir toplumda da, sosyal devletin altyapısı doğru dürüst oluşturulmamışsa, yoksullar zaman zaman birbirini ezercesine hırçınlaşabiliyor. Erzak dağıtımlarında öyle tablolara sık sık tanık olmuyor muyuz? Haydutluk sayılmayacak küçük hırsızlık ve kapkaç olaylarının çoğalması bunun bir başka sonucudur. Evet, Yalova yıkımında yağmalar olmadı ama, son İstanbul sellerinde haram sayılabilecek kapışmalar yaşanmadı mı? Sosyal dayanışmanın bozulmasına yol açan ve yoksulluk kadar aşikâr olmayan durumlar bizim için çok daha düşündürücü olmalıdır. Yoksulluk olmadan da, hatta tam tersine görünürde refahın arttığı ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin biraz düzelir gibi olduğu bugünün Türkiye’sinde yaşanan bir tür “çözülme”, ulusun ve devletin geleceği için sosyal dayanışmanın bozulmasından da daha tehlikeli bir gidiş sayılmaz mı? Aslında, ekonomik ve sosyal düzenle hiç ilişkili değilmiş gibi görünen, belki çocukça denebilecek duygusal tutum değişiklikleriyle başlıyor bu çeşit çözülmeler ve sonra, pek farkına varılmadan, ama yavaş yavaş ciddi sonuçlara dönüşebiliyor. Profesyonelliğin futboldaki renk aşkını öldürmesi gibi. Bir zamanların Beşiktaş’ında, Galatasaray’ında, Fener’inde oynayan yıldızların kulüp değiştireceğini düşünebilir miydiniz? Oysa şimdi böyle bir “transfer”, bırakın döneklik sayılmayı, her durumda yükseliş, kazanç, başarı gibi övünç verici kavramlarla ifade edilebiliyor. Toplumdaki bu tarz kaymalar, zamanla belirli bir alışkanlık yaratarak, çok daha ciddi cephe değişikliklerini, partiden partiye, ideolojiden ideolojiye sıçrayışları da olağanlaştırıp “ahvali adiye”den sayılır duruma sokmuyor mu? Peki, birlikte yaşanmış dayanışmalardan, bağlılık duygularından, unutulmaz özverilerden vazgeçişler n’olacak? Onların sık görülmesi, böyle durumlara hiç alışık olmayanlarda ve daha geniş olarak toplumda tehlikeli bir çözülüşe yol açmadan kalmaz. Sonuçta bütün bağlar zayıflamaya, sözler ve ilişkiler güvenilir olmaktan çıkmaya, güvenler sarsılmaya başlar. Yalnız politikada, ticarette falan değil, hemen hemen her şeyde. Genel çözülme budur. O da, sistemdeki çürümenin başlangıcı değil midir?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle