Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
A
nsiklopedik tanõma gö-
re insan; konuşabilen,
dik duruşlu, büyük be-
yinli, kavrayõcõ elli primattõr.
İnsanõn bugünkü biyolojik ve
kültürel biçimi binlerce yõl
geçmişe dayalõ insanlõk evri-
minin sonucudur. Bizi bugün-
lere getiren, bu insanlõk evri-
midir. Yani kökümüz ve kö-
kenimiz insanlõktõr… Tarihi-
miz insanlõğõn doğuşudur…
İnsanlõk evriminin dinamo-
suysa insanõn kafa ve kol
emekçisi bir varlõk olmasõ-
dõr… İnsan bu niteliklerini
toplumsallõk içerisinde kulla-
narak, kullandõğõ ölçüde yet-
kinleştirerek doğa ile mücade-
lesinde başarõlõ olmuştur. Bu
emekçi kimliği ile de toplum-
sal dönüşümlere damgasõnõ
vurarak günümüze kadar taşõ-
nan uygarlõklarõn oluş-
masõnõ sağlamõştõr. Bu
nedenle tüm uygarlõkla-
rõn temelinde, kafa ve
kol emeği vardõr; yani
emekçi kimlikli insan
vardõr.
İnsanõn biyolojik ola-
rak nasõl bir evrim so-
nucu insanlaştõğõ, ünlü
İngiliz bilgini Dar-
win’in “Evrim Teori-
si” ile ortaya konul-
muştur. Fakat insanõn
insan olmasõ, hayvanlar
âleminden ayrõlmasõ,
yalnõzca biyolojik ev-
rim sonucunda olma-
mõştõr; insanõn kendi
eliyle yaptõğõ iş aletleri-
nin yardõmõyla göster-
diği toplumsal çalõşma
yoluyla olmuştur. Alet-
ler yapõp, yaratarak,
kendini yapmõş ve ya-
ratmõştõr insan… Bu ne-
denle Benjamin Fran-
klin, “Araç yapan hay-
van” olarak tanõmla-
mõştõr insanõ… İnsanõn
doğayla mücadele evri-
mi sonucu bulduğu bu
aletler doğuştan bir iç-
güdü ile yapõlmamõştõr.
Bunlarõ, deneylerle, de-
neyip yanõlmayõ öğren-
miştir insan. İnsanõn bu
mücadele ve deneyleri,
düşünme yeteneğinin
düzenli gelişmesine ne-
den olmuştur.
Doğayla mücadeleye
yönelmiş ortak çalõşma
ise düşünce ve bilincin
yetkinleşmesine ve ge-
lişmesine katkõda bulu-
nuyordu. Bu nedenle
düşüncenin yetkinleş-
mesi ve gelişmesi de,
çalõşmanõn ve bu çalõş-
ma için harcanan eme-
ğin sonucudur… Bu işi
bilinçli yapmak, bilinçli
biri olmak, çalõşma sõ-
rasõnda, çalõşma yolu
ile gelişmiştir… Çalõş-
ma ise her zaman top-
lumsal bir olgu olmuş-
tur. Tek başõna bir insa-
nõn çabalarõ tüm toplu-
luk yaşamõnõn ayrõlmaz
bir parçasõnõ oluştur-
muştur. Çünkü toplu-
luk üyelerinin çalõşma
için bir araya gelmesi,
insanõn düşüncesinde ve
bilincinde, kendisini topluluk-
la aynõ ve bir tutmaya, toplu-
luğun gereksinmelerine boyun
eğmeye ve kendisini yalnõzca
topluluğun bir üyesi saymaya
götürüyordu.
Emek ile sağladõğõ bu çalõş-
ma toplumsallõğõ sayesinde in-
san, köken olarak kendini aş-
mak, tüm insan olmak istiyor-
du… Günümüzde de yüceltilen
birey olarak değil, toplumun bir
parçasõ olarak, elbirliği içeri-
sinde, daha anlamlõ bir dünya
yaratmak için çabalõyordu…
Doğanõn kölesi olarak ve onun
verdikleri ile yetinen değil,
sorgulayarak, çalõşarak, çaba-
layarak, doğayõ yöneltmeyi,
sõnõrlõ benliğini toplu yaşayõş-
la birleştirmeyi, bireyselliğini
toplumsallaştõrmayõ gerçek-
leştirmek istiyordu.
Emeğin sömürüsü ile oluşan
sõnõf ayrõmcõlõğõna geçişle bir-
likte yõkõlan ortak çalõşmaya
dayalõ toplumsallõğõ idi… İnsan
birliğini yitirmişti… Gerçi da-
ha üretken toplum biçimlerine
yönelmişti ama; sömürü ve sõ-
nõflar ayrõlõğõ yüzünden, top-
lumsallõğõnõ yitirdiğinden yal-
nõz doğaya değil, kendi kendi-
ne de yabancõlaşmõştõ insan…
Çünkü sõnõf ayrõmcõlõğõ ve sö-
mürüye dayalõ sistemler, insan
ilişkilerinin bölünmesini sağ-
lõyordu; bir avuç efendinin,
feodal beyin kapitalistin zen-
ginliğinin artmasõ, bu zengin-
liği yaratan büyük bir emekçi
kitlesinin yoksulluğunun art-
masõyla sonuçlanõyordu…
Doğa ile mücadele, insanlar
arasõ mücadeleye dönüşmüş-
tü… Bunun sonucunda doğa-
ya köle olmaya emeği ile baş-
kaldõran, bu başkaldõrõ ile in-
sanlõğõnõ bulan insan, bir baş-
ka insanõn kölesi olmuş, top-
lumsal olan kafa ve kol emeği
bir avuç egemen sõnõfõn çõka-
rõna yöneltilmiştir… O halde
insanlõk tarihi doğal koşullarõ
içerisinde oluşmuş bir tarih
değildir; insanõn doğa ile mü-
cadelesi başta olmak üzere,
egemenlerin sömürü, baskõ ve
zulmüne karşõn, aklõn, özgür-
lüğün, eşitliğin kazanõldõğõ ve
bilimin, teknolojinin, kültürün
yaratõldõğõ bir tarihtir… Ama
yaratanõ emekçi insandõr; dü-
şünsel ve maddi üretimi sağ-
layan toplumsal dönüşümleri
gerçekleştiren, çağ açõp, çağ ka-
patan onun kafa ve kol emeği-
dir... Günümüz yeni dünya dü-
zeni ise insanlõk tarihini yazan
bu insan kimliğine karşõ saldõ-
rõya geçti; bizdeki uygulayõcõ-
larõ da emeğe ve emekçiye
karşõ… Bilinmelidir ki insanõn
öz kimliğine karşõ olan bu
dünya düzeni insani, emeğe ve
emekçiye karşõ olan birey ve çõ-
kõrcõlar da insan değildir…
CMYB
C M Y B
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Sağı Var Solu Yok Bir Ülke!
PENCERE
Sınıf ve Demokrasi?..
Aydın Ilgaz’ın ‘gecikmiş ilk kitabı’nın adı:
“Sınıf’ın Efsanesi.”
(Çınar Yayınları)
Bir zamanlar Türkiye’nin demokratik
olmayan çok partili düzeninde ‘sınıf’ sözcüğü
belasına ne korkular yaşanıyor, insanlar nasıl
harcanıyordu?..
Aydın’ın kitabı bu konu üzerine elle tutulur
bir belgeleme...
Değeri büyük!..
Haftalık ‘DOLMUŞ’ mizah dergisinin ilk
sayısı 5 Ocak 1956’da çıkmıştı...
İmtiyaz sahibi: Osman Asaf Kermen.
Yazarları, çizerleri arasında kimler yoktu ki?..
Türk mizah edebiyatının en değerli adları bir
araya toplanmıştı; bunların arasında Rıfat
Ilgaz da vardı..
Rıfat Ilgaz tepeden tırnağa aydın
sorumluluğu taşıyan bir güzel adamdı..
Şairdi..
Öğretmendi..
Yazardı..
Bugün birisi kalkıp da bana “Rıfat Ilgaz gibi
bir adam göster” dese gösteremem..
Para, pul, gösteriş, görgüsüzlük, hırs,
üçkâğıt medya dünyasında öylesine ağır bastı
ki, insan bozuldu..
Rıfat, bugünden düne bakınca, eski zaman
senyörleri gibi kalıyor.
Rıfat Ilgaz’ı uzun boylu tanıtmama gerek
yok; Türk edebiyatına biraz meraklı olan, şairi
iyi tanır; Dolmuş’ta yazmaya başladığı zaman
‘mimli’ idi; daha önce çıkardığı ‘Sınıf’ adlı şiir
kitabı yüzünden adı komüniste çıkmıştı.
Dolmuş’u ben yönetiyorum; bir gün Ilgaz
dergide yeni bir öykü dizisine başladı:
Adı: ‘Hababam Sınıfı’.
Ilgaz gibi ‘Hababam Sınıfı’nı da tanıtmaya
gerek yok!.. Bugün bile televizyonun
düğmesine dokunsanız, Rıfat’ın öykülerinden
biri film olarak karşınıza çıkar...
‘Sınıf’ adlı şiir kitabı yüzünden başı belaya
girmişti Ilgaz’ın..
Ama ‘Hababam Sınıfı’ bir tuttu ki sormayın!..
Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz’ın yazdığı
“Sınıf’ın Efsanesi” adlı kitap, bu iki sınıfın basın
tarihimize geçen romanını anlatıyor...
Peki, roman bunun neresinde?..
Çünkü Rıfat Ilgaz, Dolmuş dergisine yazdığı
‘Hababam Sınıfı’ öykülerinin altına imzasını
atamıyor; bir ‘müstear’ ad kullanıyordu...
Neydi o ad?..
‘Stepne!..’
Üstelik öyküleri derleyip bir de kitap
çıkarmıştık; Rıfat’a dedim ki:
- Hiç olmazsa kitaba adını koyalım!..
Olmadı.
1950’li yıllar..
Çok partili rejim..
Demokrat Parti iktidarda..
Başbakan kim?..
Adnan Menderes!..
Dolmuş mizah dergisine biz yalnız Rıfat
Ilgaz’ın değil, Aziz Nesin’in adını da
koyamıyorduk; iki büyük ustanın her ikisi de
sakıncalı idiler; işte böyle bir demokrasi
yaşanıyordu...
Aydın Ilgaz’ın yazdığı “Sınıf’ın Efsanesi”
okununca 1950’lerdeki demokrasinin de
efsane olduğu anlaşılır; yazık ki bu tür
demokrasi anlayışı Türkiye’yi döndürdü
dolaştırdı, sonunda takıyyecilere teslim etti.
(19 Ağustos 2004 tarihli yazısı)
D
emokrasi sadece siyasal ve
toplumsal bir kavram de-
ğildir. Ondan daha önem-
lisi kişinin kafasõndaki ta-
bu ve şartlanmalardan kur-
tulabilmesi, bunlarla özgürce yüzleşe-
bilmesidir. Ancak günümüzde hâkim
olan düşünce, demokrasiyi seçimlerde oy
vermeye ve Meclis’e milletvekili seç-
meye indirgemiş durumda. Liderlik de
toplumu kendi düşünceleri doğrultu-
sunda yönlendiren kişi olmanõn ötesine
geçmemekte.
Zihinlerin özgür olmadõğõ toplumlar-
da hangi siyasal sistemi kurarsanõz ku-
run sonuç değişmeyecektir. Biçimsel
açõdan demokrasi olsa bile gerçek an-
lamda demokrasi oluşturulamayacak-
tõr. Çünkü kendi içinde demokrat olma-
yan birey ve liderlerden oluşmuş toplum
demokratik olamaz. Ne siyasal sistemi,
ne medyasõ, ne de iş dünyasõnda de-
mokrasiden söz edilebilir. Örneğin Tür-
kiye’deki Kürt hareketini ve onun siya-
sal temsilcisi olduğunu söyleyen kapa-
tõlan Demokratik Toplum Partisi’nin
eski liderini düşünün. Sürekli barõş ve de-
mokrasiden söz ederken çocuk, bebek ve
kadõn ayrõmõ yapmaksõzõn sivillere top-
lu katliam emrini verebilmiş bir kişiyi
kendi üstünde bir güç olarak görebil-
mekte ve o istediği için Meclis’te kala-
bileceklerini çekinmeden söyleyebil-
mektedir. Bu, barõş ve demokrasi hare-
keti midir? Kendilerine gerilla diyen in-
sanlar ve onlarõn destekçileri açõsõndan
olaya etik olarak bakalõm. Onlara göre
gerilla hareketi Türkiye Cumhuriye-
ti’ne karşõ yapõlan bir özgürleşme mü-
cadelesidir.
Askere karşõ mücadele etmelerini sa-
vaşõn tarafõ olarak kendilerince izah et-
tiklerini varsayalõm. Peki sivillere kar-
şõ yapõlan terör olaylarõ için ne demeli?
Bir an için bu kişilerin emellerine ulaş-
tõğõnõ düşünün. Gücünü şiddet ve sivil
katliamlarõ üzerinden alan bir hareketin
kuracağõ düzen ne kadar demokratik ve
barõşçõ olabilir? Bu düzenin hayalini
kuran ve gözü kapalõ liderlerini destek-
leyen insanlar bu toplumun özgür ve mut-
lu bireyleri olabilirler mi? Tabii ki hayõr.
“Hele bir savaşı kazanalım, sonra
nasıl olsa istediğimiz gibi bir sistemi
kurabiliriz” diyemezsiniz. Toplumlar
geçmişlerinden kurtulamazlar. Sistemler
yõllarõn birikimi üzerine oluşturulmuş mi-
raslardõr. Ne ekmişseniz onu biçersiniz.
Kişisel dünyasõnda açõk ya da örtülü
şiddetin her türlüsünü uygulayan kafa-
lar ne kadar demokrat olabilir? Hukukun
üstünlüğü ve adalet kavramõnõ dilinden
düşürmeyen, ama yönetim ve üslubun-
da bariz otokrasi sergileyen politikacõ mõ
demokrasiden yana, yoksa özgürlükçü-
lüğü kimseye bõrakmayan, ama kalemi-
ni onu bunu karalamak için hoyratça kul-
lanan gazete yazarõ mõ? Evinde çocuğuna
ve eşine şiddet uygulamaktan çekin-
meyen, ama grubunda katõlõmcõlõğõn er-
demlerinden söz eden yönetici mi de-
mokrat?
Tabuların yıkılması
Toplumlarda tabularõn yõkõlmasõ kolay
değildir. Çünkü belli inanç ve alõşkan-
lõklar içinde yaşamak, kendisi için ka-
rarlar alabilen kişilerin bulunduğunu
bilmek insanoğlunu rahatlatan ve gü-
vende hissetmesini sağlayan, yani belli
fonksiyonlarõ olan süreçlerdir. Ancak bu
süreçler aynõ zamanda mutsuzluklarõn
kaynağõ da olabilir. Bu nedenle bireysel
farklõlõklarõ dikkate alan, kişinin top-
lumda güven içinde yaşadõğõnõ hissetti-
recek mekanizmalara ihtiyacõmõz var. İş-
te kafalardaki demokrasi burada önem
kazanõyor.
Yaşamõn her alanõnda fiziksel ya da
manevi şiddeti reddeden, güçsüzün güç-
lü karşõsõnda ezilmesini önleyen, en
önemlisi kişinin kendi içinde tabularla
özgürce hesaplaşmasõna olanak sağlayan
değerler sistemidir demokrasi. Bu ülke-
de böyle bir demokrasi olsaydõ, örneğin
Güneydoğu’da töre baskõsõndan bunalõ-
ma giren kõzlar ardõ ardõna intihar et-
mezlerdi.
Demokrat olmak
Demokrat olmak; kuralsõz yaşamayõ
değil, kurallarõ koşullar içinde oluşturan,
fonksiyonu bitince kaldõran bir anlayõşõ
gerektirir. Demokrasiden söz edebil-
mek için kişisel farklõlõklarõ dikkate al-
malõ, genel yaklaşõmlardan kaçõnmalõdõr.
İnsani farklõlõklar, biyolojik olabildiği gi-
bi ruhsal da olabilir. Bu iki durum her za-
man birbirinden kolay da ayrõlamaz.
Günümüz de dahil olmak üzere tarih bo-
yunca toplum için düşünce üreten birçok
fikir insanõnõn bunu göz ardõ edebildiğini
ve tüm insanlarõ aynõ kategoride değer-
lendiren genellemeler içinde olduğunu
görüyoruz. Oysa toplumda zayõf ya da
güçlü, hasta ya da sakat, yetenekli ya da
daha az yetenekli, azõnlõk ya da çoğun-
luk mensubu bireyler olduğu unutulma-
malõdõr.
Farklõlõklar her zaman kolaylõkla an-
laşõlmayabilir de. Aynõ insan davranõşõ-
nõn bile farklõ bedensel ve fizyolojik ne-
denlerden kaynaklanabildiği, aynõ uya-
ranlarõn farklõ biyolojik etkilere neden
olabildiği bilim ilerledikçe daha bir ay-
dõnlõğa kavuşuyor. Örneğin bazõ insan-
larõn değişime daha açõk, bazõlarõnõn
daha temkinli ya da alõşkanlõklara yatkõn
olmasõnõn bile biyolojik temelleri oldu-
ğunu biliyoruz. Görüldüğü gibi bilim bu-
rada da işbaşõnda. Hem de yalnõzca sos-
yal bilimler değil, fen bilimleri de de-
mokratik yaklaşõmõn ne olmasõ gerekti-
ği konusunda bizi aydõnlatabiliyor.
Demokrasi kavramõ toplumsal olma-
sõnõn yanõ sõra bir o kadar da bireysel iken
bu kavramõ anlamõndan soyutlayarak
bizle alay edercesine dillerine pelesenk
etmiş kişileri izlemek insana yalnõzca
üzüntü veriyor.
Zihinlerde Demokrasi...
Prof. Dr. Coşkun TECİMER
SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2010 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
İnsan Emektir...
Av. Sedat VURAL Ankara Barosu
Başbakan yılbaşı
dinlencesini yine lüks bir yerde
geçirmiş! Bildik bir ahbabının
villasında mı, otelinde mi, işte
öyle bir zenginlikte!.. Yalnız
değil; eşi, çoluk çocuğuyla..
Önceki başbakanları
düşündüm... Böyle saltanatlı
tatil yapanlar var mıydı? Ecevit
hoşlanmazdı bu tür yaşamdan.
Demirel’in de, Menderes’in
de, gelip geçen öteki
başbakanların da böylesine
yaşantılara düşkün olduklarını
görmemiştik...
Kişi elbet güzel bir yaşam
ister. Yakınlarının da belli bir
rahatlığa kavuşmasını özler.
Elinden geldiğince yardımcı
olur. Önemli bir görevde
bulunan bir kişinin
çevresindekilere, daha
doğrusu sevdiklerine çeşitli
olanaklar sağlaması da
doğaldır. Ama belli bir çizgiye
kadar! Devletin sırtından refah
sağlamak değil, geçimine
yardımcı olmak...
Ancak sekiz yıldır neler
görmedik ki! Gül’ün,
Erdoğan’ın, AKP’li bakanların
çocuklarına zengin olanaklar
sunduklarını, kimine gemi,
kimine fabrika, işyeri,
kuyumculuk gibi zenginliklere
ulaşmalarına yardımcı
olduklarını!.. Hepsi
gazetelerde, TV’lerde apaçık
gösterildi. AKP büyüklerinin
sekiz on yıl önceki parasal
durumlarıyla, şimdiki baş
döndüren zenginliklerinin bir
masal gibi anlatıldığını
duymayan kalmadı.
Öte yandan!..
Bir iş, bir ekmek diye aylardır
yükselen bağrışmaları,
çığlıkları, dökülen gözyaşlarını
görmemek için gözlerini
kapatanları da tanıdık!. Emekli
misin, işçi misin, memur
musun, öğretmen misin,
yaşamını emeğinle mi
kazanmaya çalışıyorsun, elde
ettiğin edemediğin ne,
koskoca bir hiç! Onlara
sağlanan zenginlik, sana
bırakılan yoksulluk, yoksunluk,
hatta açlık!..
Gerçek uygar ülkelerde sol
niye var, niye olmalı? Bizde
niye yok? Bizimki gibi
toplumlarda sol en büyük güç
olmalıdır. Toplumculuk,
halkçılık, eşitlikçilik, kardeşlik,
dostluk ancak sol düşüncenin
varlığıyla gerçekleşir. Bunu
herkes bilir. Öyleyse,
insanoğlunu içine itildiği
zorluklardan çekip kurtaracak
bir düşünce neden aranmaz,
neden benimsenmez? Neden,
ille de sağcı kafanın, daha
doğrusu çıkarcı, duyarsız bir
benciliğin yıkılmasını istemez,
bu yolda bir güç birliğine niye
gitmez?
Bir buçuk liralık zam
yapılacakmış? Simit kaç
kuruş? Onu bile alamazsın bu
parayla!.. Yanında zeytin,
azıcık peynir, o da yok! Niye
böyle zam yapılır? İnsanlarla
eğlenmek için mi? “Bak ben
nerdeyim, nasıl yaşıyorum, sen
nerdesin?” diye caka satmak
için mi?
Milletin bunca vekili
Meclis’te, iktidarı, muhalefeti!
Ama hiçbirinde gerçek bir
davranış, bir arayış yok!
Milletin vekilinin karnı tok, cebi
para dolu, yarını da garantili;
ölse de geride bıraktıkları da
rahat bir yaşam
sürdürebilecek.. O zaman,
başkasının derdinden ona ne?
Ona mı ne?
Bu sözü söylemekten
utanıyorum. Utanmak da
yürürlükten kalktı artık! Ver
oyunu, sonra gör başına
geleni! Sonra ‘ah elim kırılsaydı
da!..’ diye ağla!.. Bakarsın, bir
sabah, evinin önüne buzdolabı,
çamaşır makinesi, o da
olmazsa birer paket makarna,
pirinç, bulgur gelir, çok şükür
diye dua edersin!..
Kardeşim Sami, değerli eşin
Mehcure Karaören’i yitirmenin
acısını içtenlikle paylaşır, sana
ve oğlu Mehmet’e başsağlıklar
dileriz. Mehcure, bizlerin de
sevdiği saydığı yakın bir
dostumuz idi. Yokluğunu hep
duyacağız. Anısına saygıyla.
Ayla ve Oktay Akbal