25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
A nsiklopedik tanõma gö- re insan; konuşabilen, dik duruşlu, büyük be- yinli, kavrayõcõ elli primattõr. İnsanõn bugünkü biyolojik ve kültürel biçimi binlerce yõl geçmişe dayalõ insanlõk evri- minin sonucudur. Bizi bugün- lere getiren, bu insanlõk evri- midir. Yani kökümüz ve kö- kenimiz insanlõktõr… Tarihi- miz insanlõğõn doğuşudur… İnsanlõk evriminin dinamo- suysa insanõn kafa ve kol emekçisi bir varlõk olmasõ- dõr… İnsan bu niteliklerini toplumsallõk içerisinde kulla- narak, kullandõğõ ölçüde yet- kinleştirerek doğa ile mücade- lesinde başarõlõ olmuştur. Bu emekçi kimliği ile de toplum- sal dönüşümlere damgasõnõ vurarak günümüze kadar taşõ- nan uygarlõklarõn oluş- masõnõ sağlamõştõr. Bu nedenle tüm uygarlõkla- rõn temelinde, kafa ve kol emeği vardõr; yani emekçi kimlikli insan vardõr. İnsanõn biyolojik ola- rak nasõl bir evrim so- nucu insanlaştõğõ, ünlü İngiliz bilgini Dar- win’in “Evrim Teori- si” ile ortaya konul- muştur. Fakat insanõn insan olmasõ, hayvanlar âleminden ayrõlmasõ, yalnõzca biyolojik ev- rim sonucunda olma- mõştõr; insanõn kendi eliyle yaptõğõ iş aletleri- nin yardõmõyla göster- diği toplumsal çalõşma yoluyla olmuştur. Alet- ler yapõp, yaratarak, kendini yapmõş ve ya- ratmõştõr insan… Bu ne- denle Benjamin Fran- klin, “Araç yapan hay- van” olarak tanõmla- mõştõr insanõ… İnsanõn doğayla mücadele evri- mi sonucu bulduğu bu aletler doğuştan bir iç- güdü ile yapõlmamõştõr. Bunlarõ, deneylerle, de- neyip yanõlmayõ öğren- miştir insan. İnsanõn bu mücadele ve deneyleri, düşünme yeteneğinin düzenli gelişmesine ne- den olmuştur. Doğayla mücadeleye yönelmiş ortak çalõşma ise düşünce ve bilincin yetkinleşmesine ve ge- lişmesine katkõda bulu- nuyordu. Bu nedenle düşüncenin yetkinleş- mesi ve gelişmesi de, çalõşmanõn ve bu çalõş- ma için harcanan eme- ğin sonucudur… Bu işi bilinçli yapmak, bilinçli biri olmak, çalõşma sõ- rasõnda, çalõşma yolu ile gelişmiştir… Çalõş- ma ise her zaman top- lumsal bir olgu olmuş- tur. Tek başõna bir insa- nõn çabalarõ tüm toplu- luk yaşamõnõn ayrõlmaz bir parçasõnõ oluştur- muştur. Çünkü toplu- luk üyelerinin çalõşma için bir araya gelmesi, insanõn düşüncesinde ve bilincinde, kendisini topluluk- la aynõ ve bir tutmaya, toplu- luğun gereksinmelerine boyun eğmeye ve kendisini yalnõzca topluluğun bir üyesi saymaya götürüyordu. Emek ile sağladõğõ bu çalõş- ma toplumsallõğõ sayesinde in- san, köken olarak kendini aş- mak, tüm insan olmak istiyor- du… Günümüzde de yüceltilen birey olarak değil, toplumun bir parçasõ olarak, elbirliği içeri- sinde, daha anlamlõ bir dünya yaratmak için çabalõyordu… Doğanõn kölesi olarak ve onun verdikleri ile yetinen değil, sorgulayarak, çalõşarak, çaba- layarak, doğayõ yöneltmeyi, sõnõrlõ benliğini toplu yaşayõş- la birleştirmeyi, bireyselliğini toplumsallaştõrmayõ gerçek- leştirmek istiyordu. Emeğin sömürüsü ile oluşan sõnõf ayrõmcõlõğõna geçişle bir- likte yõkõlan ortak çalõşmaya dayalõ toplumsallõğõ idi… İnsan birliğini yitirmişti… Gerçi da- ha üretken toplum biçimlerine yönelmişti ama; sömürü ve sõ- nõflar ayrõlõğõ yüzünden, top- lumsallõğõnõ yitirdiğinden yal- nõz doğaya değil, kendi kendi- ne de yabancõlaşmõştõ insan… Çünkü sõnõf ayrõmcõlõğõ ve sö- mürüye dayalõ sistemler, insan ilişkilerinin bölünmesini sağ- lõyordu; bir avuç efendinin, feodal beyin kapitalistin zen- ginliğinin artmasõ, bu zengin- liği yaratan büyük bir emekçi kitlesinin yoksulluğunun art- masõyla sonuçlanõyordu… Doğa ile mücadele, insanlar arasõ mücadeleye dönüşmüş- tü… Bunun sonucunda doğa- ya köle olmaya emeği ile baş- kaldõran, bu başkaldõrõ ile in- sanlõğõnõ bulan insan, bir baş- ka insanõn kölesi olmuş, top- lumsal olan kafa ve kol emeği bir avuç egemen sõnõfõn çõka- rõna yöneltilmiştir… O halde insanlõk tarihi doğal koşullarõ içerisinde oluşmuş bir tarih değildir; insanõn doğa ile mü- cadelesi başta olmak üzere, egemenlerin sömürü, baskõ ve zulmüne karşõn, aklõn, özgür- lüğün, eşitliğin kazanõldõğõ ve bilimin, teknolojinin, kültürün yaratõldõğõ bir tarihtir… Ama yaratanõ emekçi insandõr; dü- şünsel ve maddi üretimi sağ- layan toplumsal dönüşümleri gerçekleştiren, çağ açõp, çağ ka- patan onun kafa ve kol emeği- dir... Günümüz yeni dünya dü- zeni ise insanlõk tarihini yazan bu insan kimliğine karşõ saldõ- rõya geçti; bizdeki uygulayõcõ- larõ da emeğe ve emekçiye karşõ… Bilinmelidir ki insanõn öz kimliğine karşõ olan bu dünya düzeni insani, emeğe ve emekçiye karşõ olan birey ve çõ- kõrcõlar da insan değildir… CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Sağı Var Solu Yok Bir Ülke! PENCERE Sınıf ve Demokrasi?.. Aydın Ilgaz’ın ‘gecikmiş ilk kitabı’nın adı: “Sınıf’ın Efsanesi.” (Çınar Yayınları) Bir zamanlar Türkiye’nin demokratik olmayan çok partili düzeninde ‘sınıf’ sözcüğü belasına ne korkular yaşanıyor, insanlar nasıl harcanıyordu?.. Aydın’ın kitabı bu konu üzerine elle tutulur bir belgeleme... Değeri büyük!.. Haftalık ‘DOLMUŞ’ mizah dergisinin ilk sayısı 5 Ocak 1956’da çıkmıştı... İmtiyaz sahibi: Osman Asaf Kermen. Yazarları, çizerleri arasında kimler yoktu ki?.. Türk mizah edebiyatının en değerli adları bir araya toplanmıştı; bunların arasında Rıfat Ilgaz da vardı.. Rıfat Ilgaz tepeden tırnağa aydın sorumluluğu taşıyan bir güzel adamdı.. Şairdi.. Öğretmendi.. Yazardı.. Bugün birisi kalkıp da bana “Rıfat Ilgaz gibi bir adam göster” dese gösteremem.. Para, pul, gösteriş, görgüsüzlük, hırs, üçkâğıt medya dünyasında öylesine ağır bastı ki, insan bozuldu.. Rıfat, bugünden düne bakınca, eski zaman senyörleri gibi kalıyor. Rıfat Ilgaz’ı uzun boylu tanıtmama gerek yok; Türk edebiyatına biraz meraklı olan, şairi iyi tanır; Dolmuş’ta yazmaya başladığı zaman ‘mimli’ idi; daha önce çıkardığı ‘Sınıf’ adlı şiir kitabı yüzünden adı komüniste çıkmıştı. Dolmuş’u ben yönetiyorum; bir gün Ilgaz dergide yeni bir öykü dizisine başladı: Adı: ‘Hababam Sınıfı’. Ilgaz gibi ‘Hababam Sınıfı’nı da tanıtmaya gerek yok!.. Bugün bile televizyonun düğmesine dokunsanız, Rıfat’ın öykülerinden biri film olarak karşınıza çıkar... ‘Sınıf’ adlı şiir kitabı yüzünden başı belaya girmişti Ilgaz’ın.. Ama ‘Hababam Sınıfı’ bir tuttu ki sormayın!.. Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz’ın yazdığı “Sınıf’ın Efsanesi” adlı kitap, bu iki sınıfın basın tarihimize geçen romanını anlatıyor... Peki, roman bunun neresinde?.. Çünkü Rıfat Ilgaz, Dolmuş dergisine yazdığı ‘Hababam Sınıfı’ öykülerinin altına imzasını atamıyor; bir ‘müstear’ ad kullanıyordu... Neydi o ad?.. ‘Stepne!..’ Üstelik öyküleri derleyip bir de kitap çıkarmıştık; Rıfat’a dedim ki: - Hiç olmazsa kitaba adını koyalım!.. Olmadı. 1950’li yıllar.. Çok partili rejim.. Demokrat Parti iktidarda.. Başbakan kim?.. Adnan Menderes!.. Dolmuş mizah dergisine biz yalnız Rıfat Ilgaz’ın değil, Aziz Nesin’in adını da koyamıyorduk; iki büyük ustanın her ikisi de sakıncalı idiler; işte böyle bir demokrasi yaşanıyordu... Aydın Ilgaz’ın yazdığı “Sınıf’ın Efsanesi” okununca 1950’lerdeki demokrasinin de efsane olduğu anlaşılır; yazık ki bu tür demokrasi anlayışı Türkiye’yi döndürdü dolaştırdı, sonunda takıyyecilere teslim etti. (19 Ağustos 2004 tarihli yazısı) D emokrasi sadece siyasal ve toplumsal bir kavram de- ğildir. Ondan daha önem- lisi kişinin kafasõndaki ta- bu ve şartlanmalardan kur- tulabilmesi, bunlarla özgürce yüzleşe- bilmesidir. Ancak günümüzde hâkim olan düşünce, demokrasiyi seçimlerde oy vermeye ve Meclis’e milletvekili seç- meye indirgemiş durumda. Liderlik de toplumu kendi düşünceleri doğrultu- sunda yönlendiren kişi olmanõn ötesine geçmemekte. Zihinlerin özgür olmadõğõ toplumlar- da hangi siyasal sistemi kurarsanõz ku- run sonuç değişmeyecektir. Biçimsel açõdan demokrasi olsa bile gerçek an- lamda demokrasi oluşturulamayacak- tõr. Çünkü kendi içinde demokrat olma- yan birey ve liderlerden oluşmuş toplum demokratik olamaz. Ne siyasal sistemi, ne medyasõ, ne de iş dünyasõnda de- mokrasiden söz edilebilir. Örneğin Tür- kiye’deki Kürt hareketini ve onun siya- sal temsilcisi olduğunu söyleyen kapa- tõlan Demokratik Toplum Partisi’nin eski liderini düşünün. Sürekli barõş ve de- mokrasiden söz ederken çocuk, bebek ve kadõn ayrõmõ yapmaksõzõn sivillere top- lu katliam emrini verebilmiş bir kişiyi kendi üstünde bir güç olarak görebil- mekte ve o istediği için Meclis’te kala- bileceklerini çekinmeden söyleyebil- mektedir. Bu, barõş ve demokrasi hare- keti midir? Kendilerine gerilla diyen in- sanlar ve onlarõn destekçileri açõsõndan olaya etik olarak bakalõm. Onlara göre gerilla hareketi Türkiye Cumhuriye- ti’ne karşõ yapõlan bir özgürleşme mü- cadelesidir. Askere karşõ mücadele etmelerini sa- vaşõn tarafõ olarak kendilerince izah et- tiklerini varsayalõm. Peki sivillere kar- şõ yapõlan terör olaylarõ için ne demeli? Bir an için bu kişilerin emellerine ulaş- tõğõnõ düşünün. Gücünü şiddet ve sivil katliamlarõ üzerinden alan bir hareketin kuracağõ düzen ne kadar demokratik ve barõşçõ olabilir? Bu düzenin hayalini kuran ve gözü kapalõ liderlerini destek- leyen insanlar bu toplumun özgür ve mut- lu bireyleri olabilirler mi? Tabii ki hayõr. “Hele bir savaşı kazanalım, sonra nasıl olsa istediğimiz gibi bir sistemi kurabiliriz” diyemezsiniz. Toplumlar geçmişlerinden kurtulamazlar. Sistemler yõllarõn birikimi üzerine oluşturulmuş mi- raslardõr. Ne ekmişseniz onu biçersiniz. Kişisel dünyasõnda açõk ya da örtülü şiddetin her türlüsünü uygulayan kafa- lar ne kadar demokrat olabilir? Hukukun üstünlüğü ve adalet kavramõnõ dilinden düşürmeyen, ama yönetim ve üslubun- da bariz otokrasi sergileyen politikacõ mõ demokrasiden yana, yoksa özgürlükçü- lüğü kimseye bõrakmayan, ama kalemi- ni onu bunu karalamak için hoyratça kul- lanan gazete yazarõ mõ? Evinde çocuğuna ve eşine şiddet uygulamaktan çekin- meyen, ama grubunda katõlõmcõlõğõn er- demlerinden söz eden yönetici mi de- mokrat? Tabuların yıkılması Toplumlarda tabularõn yõkõlmasõ kolay değildir. Çünkü belli inanç ve alõşkan- lõklar içinde yaşamak, kendisi için ka- rarlar alabilen kişilerin bulunduğunu bilmek insanoğlunu rahatlatan ve gü- vende hissetmesini sağlayan, yani belli fonksiyonlarõ olan süreçlerdir. Ancak bu süreçler aynõ zamanda mutsuzluklarõn kaynağõ da olabilir. Bu nedenle bireysel farklõlõklarõ dikkate alan, kişinin top- lumda güven içinde yaşadõğõnõ hissetti- recek mekanizmalara ihtiyacõmõz var. İş- te kafalardaki demokrasi burada önem kazanõyor. Yaşamõn her alanõnda fiziksel ya da manevi şiddeti reddeden, güçsüzün güç- lü karşõsõnda ezilmesini önleyen, en önemlisi kişinin kendi içinde tabularla özgürce hesaplaşmasõna olanak sağlayan değerler sistemidir demokrasi. Bu ülke- de böyle bir demokrasi olsaydõ, örneğin Güneydoğu’da töre baskõsõndan bunalõ- ma giren kõzlar ardõ ardõna intihar et- mezlerdi. Demokrat olmak Demokrat olmak; kuralsõz yaşamayõ değil, kurallarõ koşullar içinde oluşturan, fonksiyonu bitince kaldõran bir anlayõşõ gerektirir. Demokrasiden söz edebil- mek için kişisel farklõlõklarõ dikkate al- malõ, genel yaklaşõmlardan kaçõnmalõdõr. İnsani farklõlõklar, biyolojik olabildiği gi- bi ruhsal da olabilir. Bu iki durum her za- man birbirinden kolay da ayrõlamaz. Günümüz de dahil olmak üzere tarih bo- yunca toplum için düşünce üreten birçok fikir insanõnõn bunu göz ardõ edebildiğini ve tüm insanlarõ aynõ kategoride değer- lendiren genellemeler içinde olduğunu görüyoruz. Oysa toplumda zayõf ya da güçlü, hasta ya da sakat, yetenekli ya da daha az yetenekli, azõnlõk ya da çoğun- luk mensubu bireyler olduğu unutulma- malõdõr. Farklõlõklar her zaman kolaylõkla an- laşõlmayabilir de. Aynõ insan davranõşõ- nõn bile farklõ bedensel ve fizyolojik ne- denlerden kaynaklanabildiği, aynõ uya- ranlarõn farklõ biyolojik etkilere neden olabildiği bilim ilerledikçe daha bir ay- dõnlõğa kavuşuyor. Örneğin bazõ insan- larõn değişime daha açõk, bazõlarõnõn daha temkinli ya da alõşkanlõklara yatkõn olmasõnõn bile biyolojik temelleri oldu- ğunu biliyoruz. Görüldüğü gibi bilim bu- rada da işbaşõnda. Hem de yalnõzca sos- yal bilimler değil, fen bilimleri de de- mokratik yaklaşõmõn ne olmasõ gerekti- ği konusunda bizi aydõnlatabiliyor. Demokrasi kavramõ toplumsal olma- sõnõn yanõ sõra bir o kadar da bireysel iken bu kavramõ anlamõndan soyutlayarak bizle alay edercesine dillerine pelesenk etmiş kişileri izlemek insana yalnõzca üzüntü veriyor. Zihinlerde Demokrasi... Prof. Dr. Coşkun TECİMER SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İnsan Emektir... Av. Sedat VURAL Ankara Barosu Başbakan yılbaşı dinlencesini yine lüks bir yerde geçirmiş! Bildik bir ahbabının villasında mı, otelinde mi, işte öyle bir zenginlikte!.. Yalnız değil; eşi, çoluk çocuğuyla.. Önceki başbakanları düşündüm... Böyle saltanatlı tatil yapanlar var mıydı? Ecevit hoşlanmazdı bu tür yaşamdan. Demirel’in de, Menderes’in de, gelip geçen öteki başbakanların da böylesine yaşantılara düşkün olduklarını görmemiştik... Kişi elbet güzel bir yaşam ister. Yakınlarının da belli bir rahatlığa kavuşmasını özler. Elinden geldiğince yardımcı olur. Önemli bir görevde bulunan bir kişinin çevresindekilere, daha doğrusu sevdiklerine çeşitli olanaklar sağlaması da doğaldır. Ama belli bir çizgiye kadar! Devletin sırtından refah sağlamak değil, geçimine yardımcı olmak... Ancak sekiz yıldır neler görmedik ki! Gül’ün, Erdoğan’ın, AKP’li bakanların çocuklarına zengin olanaklar sunduklarını, kimine gemi, kimine fabrika, işyeri, kuyumculuk gibi zenginliklere ulaşmalarına yardımcı olduklarını!.. Hepsi gazetelerde, TV’lerde apaçık gösterildi. AKP büyüklerinin sekiz on yıl önceki parasal durumlarıyla, şimdiki baş döndüren zenginliklerinin bir masal gibi anlatıldığını duymayan kalmadı. Öte yandan!.. Bir iş, bir ekmek diye aylardır yükselen bağrışmaları, çığlıkları, dökülen gözyaşlarını görmemek için gözlerini kapatanları da tanıdık!. Emekli misin, işçi misin, memur musun, öğretmen misin, yaşamını emeğinle mi kazanmaya çalışıyorsun, elde ettiğin edemediğin ne, koskoca bir hiç! Onlara sağlanan zenginlik, sana bırakılan yoksulluk, yoksunluk, hatta açlık!.. Gerçek uygar ülkelerde sol niye var, niye olmalı? Bizde niye yok? Bizimki gibi toplumlarda sol en büyük güç olmalıdır. Toplumculuk, halkçılık, eşitlikçilik, kardeşlik, dostluk ancak sol düşüncenin varlığıyla gerçekleşir. Bunu herkes bilir. Öyleyse, insanoğlunu içine itildiği zorluklardan çekip kurtaracak bir düşünce neden aranmaz, neden benimsenmez? Neden, ille de sağcı kafanın, daha doğrusu çıkarcı, duyarsız bir benciliğin yıkılmasını istemez, bu yolda bir güç birliğine niye gitmez? Bir buçuk liralık zam yapılacakmış? Simit kaç kuruş? Onu bile alamazsın bu parayla!.. Yanında zeytin, azıcık peynir, o da yok! Niye böyle zam yapılır? İnsanlarla eğlenmek için mi? “Bak ben nerdeyim, nasıl yaşıyorum, sen nerdesin?” diye caka satmak için mi? Milletin bunca vekili Meclis’te, iktidarı, muhalefeti! Ama hiçbirinde gerçek bir davranış, bir arayış yok! Milletin vekilinin karnı tok, cebi para dolu, yarını da garantili; ölse de geride bıraktıkları da rahat bir yaşam sürdürebilecek.. O zaman, başkasının derdinden ona ne? Ona mı ne? Bu sözü söylemekten utanıyorum. Utanmak da yürürlükten kalktı artık! Ver oyunu, sonra gör başına geleni! Sonra ‘ah elim kırılsaydı da!..’ diye ağla!.. Bakarsın, bir sabah, evinin önüne buzdolabı, çamaşır makinesi, o da olmazsa birer paket makarna, pirinç, bulgur gelir, çok şükür diye dua edersin!.. Kardeşim Sami, değerli eşin Mehcure Karaören’i yitirmenin acısını içtenlikle paylaşır, sana ve oğlu Mehmet’e başsağlıklar dileriz. Mehcure, bizlerin de sevdiği saydığı yakın bir dostumuz idi. Yokluğunu hep duyacağız. Anısına saygıyla. Ayla ve Oktay Akbal
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle