22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 13 OCAK 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BÖYLE bir alttan alışla işe başlamak hiçbir pazarlıkta görülmemiştir. Diplomatik taktiklerin de en tehlikelisidir bu. Meğer ki, “sunulan öneriyi ya olduğu gibi kabul edersin, ya da görüşme biter” biçiminde masaya konmuş olsun. Ama, Kıbrıs konusunda şimdi öyle yapılmıyor; tam tersine, yeni bir pazarlık aşamasının başlangıç metniymiş gibi ortaya atılan bir paket var. Pazarlığı o noktadan açıp bu son süreçte ek ödünler verebilmek için kollar sıvandı ve tuhaf bir çırpınma başladı. AB’den sorumlu bakan Bağış dönem başkanı İspanya’nın Dışişleri Bakanı Miguel Angel Martinos’la görüşmek üzere apar topar Madrid’e gitti bile. Şimdiki ödün “bağışı”na destek versin diye ve AB baskısına kapı açarak. İspanyol bakanın, adındaki “angel” gibi kimin meleği olduğunu Ada’da duymayan kalmadı. Hazret, yaşamının büyük bölümünü Fransız hanımıyla birlikte ya güney Lefkoşa’da ya da o civarda tatil yaparak geçirmesiyle ünlü. Bu yeni perde KKTC’nin başındaki Talât’ın Ankara’ya son gelişiyle başlamıştı. Nisan seçimindeki şansı iyice zayıflayan Talât, AKP iktidarıyla görüşüp o seçimde kendisine yardımcı olunmasını ve yeni adımların atılmasını istemişti. Masaya “bir adım önde” gelmeyi büyük diplomasi taktiği sayan bazı aklıevvellerin bu rica üzerine hazırladıkları paketin “harika” yeniliği acayip bir “çapraz oylama” kuralı oldu: Sözde “ortaklık devleti”ni yönetecekler seçilirken her toplum karşı toplumun oylarına belirli oranda eklenecek oy kullanma hakkına sahip olacak. Böylece, Rum’un istemediği bir Türk başkan yardımcısı seçilemeyecek. “Tek egemenlik” safsatasını kabul edercesine. Bu nokta çok önemli; çünkü şimdi getirilmiş gözüken ve dolayısıyla pazarlığa açılan bir başka “yenilik”le başkan yardımcısına veto yetkisinin tanındığı ilan ediliyor. Oysa bu yetki ta 1960’tan beri Ada Türklerinin kazanılmış hakkı sayılmaktaydı. Şimdi o da pazarlık masasına konmuş olmakta. Böylesine sapık bir müzakere sürecine artık son noktayı koyma zamanı şimdi gelmediyse ne zaman gelecektir? AKP’yi yönetenler bu “Kıbrıs açılımı”nın ulusal çıkarlar bakımından kendilerine tanınan sabır bardağını taşıracak son damla olduğunu ve iktidarlarını tam anlamıyla bitireceğini göremeyecek kadar şaşkınlaştılar belki de. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Acayip Bir Çırpınış PENCERE Kabahat ya da Suç Kimde?.. İstanbul’un su altında kalmasının tadını medya çıkarttı; birbirinden güzel fotoğraflarla “felaket” sergilendi; yazılar da etkiliydi; hepimiz her şeyi biliyorduk; gizlisi saklısı yoktu ki bu işin... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nüfus patlaması.. Köyden kente göçün başlaması.. Tapulu ya da tapusuz arazide kondulaşma süreci.. Plansız yerleşimin salgınlaşması.. İktidara geçen siyasal partilerin seçim kazanmak için başıbozuk yerleşime göz yummaları.. Hukukun, yasaların çiğnenmesi.. Gecekondu mafyasının oluşması.. Oy uğruna her şeye göz yumulması.. İstanbul’da kanun dışı hemşeri mahalleleri, kondu bölgeleri, dinci yerleşim birimleri, yağma düzeni.. Yasadışı yerleşimlerde cami yaptırma dernekleri.. Kondulardan apartmanlara geçiş süreci.. Kat sayılarının arttırılması.. Bileği güçlü olanın üste çıkması.. Zenginlerin şehrin merkezini, yoksulların çevreyi yağmalayıp paylaşarak yeni bir yaşam modeli yaratmaları.. Kamu düzeni, şehircilik, imar, yasa masa gibi kavramların güçlü-güçsüz dalaşmasına dönüşmesi.. 12 Mart ve 12 Eylül gibi olağanüstü dönemlerde yoksul kesimlerden solculuğun tasfiyesi.. Solculuğun yerini dinciliğin doldurması.. İstanbul’un en büyük kent olarak örnek oluşturup çığrından çıkması.. Ve yağmurun yağması.. Sellerin ortalığı basması.. Altyapısız, tapusuz, plansız, programsız bir keşmekeşte çığlık çığlığa imdat sesleri.. Ne var ki yapılacak hiçbir şeyin olmaması.. Allah’a emanet koca bir kent.. Sokak manzaraları.. İnsan görüntüleri... Çok uzun sayılabilecek bir süreçte göz göre göre yaşanan yağmacılık düzeniyle vardığımız bugünkü evlere şenlik sonuçta kimsenin kimseden şekvaya hakkı yoktur... Herkes olanbiteni sineye çekecek... Bektaşi bir gün bakmış ki köylüler köy meydanında bir araya gelmişler, yola düzülüyorlar... Sormuş: - Nereye?.. - Yağmur duası için karşı tepeye.. Kalabalığa karışan Baba Erenler yolda tarlasının yanından geçerlerken elindeki sopayı toprağa daldırıp başını göğe kaldırmış; yukarıdakini uyarmış: - Bizimki de burası!.. Yağmur duasından sonra birden gök boşanmış, ortalığı seller kaplamış, Bektaşi dönerken görmüş ki tarlasında ne var ne yok sular götürmüş, ne tohum ne filiz kalmış, felaket mi felaket... Ellerini açıp yukarıya seslenmiş: - Kabahat sende değil, sana burayı gösteren pezevenkte!.. (20 Ağustos 2004 tarihli yazısı) İ şleri, aşlarõ, ekmekleri için di- renen TEKEL işçileri herkesi de- rinden sarstõ. Ülkemizde uzun- ca süredir unutulan, sözü edil- meyen emek, sendika, örgüt- lenme gibi kavramlar yeniden anõm- sandõ. Özelleştirmenin insana, çalõşana yönelik acõmasõzlõğõ, bir kez daha göz- ler önüne serildi. Sanal gündemlerle oyalanan halkõmõzõn gerçek günde- minin iş, aş, işsizlik ve yoksulluk ol- duğu, başta siyasetçiler olmak üzere herkesin dikkatine çakõldõ. TEKEL’in özelleştirilmesinin ve satõlmasõnõn ilk gündeme getirildiği 90’lõ yõllardan beri, bu işin yanlõşlõ- ğõnõ anlatmak için uğraşan bizlerin yazdõklarõmõzõn, söylediklerimizin ne denli doğru ve gerçekçi olduğu, ha- yatõn içinde bir kez daha sõnandõ. O yõllarda, İzmir’de ‘Tütün Platfor- mu’nu oluşturup TEKEL ve tütün ko- nusunda mücadele yürütenlerin uya- rõlarõnõn dikkate alõnmamasõnõn, bu- gün ülkeyi, sektörü ve çalõşanlarõ hangi noktalara getirdiği, acõyla gö- rüldü. - Tam bu noktada bir görevi yerine getirip, ‘Tütün Platformu’nda bir- likte mücadele verdiğimiz, bugün aramõzda olmayan değerli büyükle- rimiz Orhan Özet’i ve Sadullah Usumi’yi saygõyla ve rahmetle anõ- yoruz. Sözün özü, yüreklerimiz yangõn yeri… Aklõmõz, vicdanõmõz, bilinci- miz isyanda… TEKEL’de işçi olmak… Tütün ve TEKEL olayõnda Ege’nin ve İzmir’in apayrõ bir yeri var… Bir zamanlar Ege’nin kõrsal kesiminde, tü- tün ekimi ve üretimi çok önemliydi… On binlerce tütün ekicisi aile, tütün pi- yasasõnõ ve başfiyatõnõ hacõ yolu bek- ler gibi beklerdi… Gelecekle ilgili düşlerin, umutlarõn türküleştiği gün- lerdi o günler… Tütün, adeta umut çi- çeğiydi… Tarladan tezgâha uzanan bu umut zincirinde bin bir emek vardõ… Tü- tün tarlalarõnda tütünü ekip üretenler kadar, onu işletmelerde, fabrikalarda işleyenler de zincirin bir başka hal- kasõydõlar… Bir zamanlar, İzmir’in yerleşim birimleri TEKEL çalõşanlarõyla, tütün işçileriyle doluydu… Bu semtlerde, mahallelerde tütün işçiliği bir gele- nekti, bir kültürdü, bir yaşam biçi- miydi… Oralarda tütün kokusuyla bü- tünleşmiş emekçilerin ve ailelerinin gündeminde hep tütün ve TEKEL var- dõ… Kahvehanelerin ve kapõ önleri- nin temel sohbet konusuydu tütün ve TEKEL… Hele İzmir’in varsõl ve gözde sem- ti olarak bilinen Alsancak’õn bir de emekçi yüzü vardõ… Bu semtin arka taraflarõ sanayi işletmeleriyle, fabri- kalarõyla ve tütün atölyeleriyle do- luydu… Ah bir bilseniz, nice top- lumsal olaylara, nice işçi hareketlerine ebelik etmiştir bu güzelim diyar… Burada TEKEL işletmeleri önem- li bir yer tutardõ. En başta asõrlõk geç- mişiyle İzmir’in sanayisinde önemli bir yer tutan TEKEL sigara fabrika- sõ buradaydõ. Yine tütünün yaprak yaprak bakõmdan geçirildiği yaprak tütün bakõm atölyeleri de fabrikanõn hemen yanõ başõndaydõ… Ya önünden her geçişimizde anason kokusunu duyumsadõğõmõz TEKEL içki fabrikasõnõ nasõl unutabiliriz? Daha pek çok tütün ve TEKEL işlet- mesi, İzmir’in içersinde ‘emeğin be- şibirliği’ gibi sõralanõrdõ… Kõsacasõ İzmir imbatla birlikte aynõ zamanda tütün de kokardõ… Bu işletmelerin, fabrikalarõn du- varlarõna, semtlerine, mahallelerine tü- tün kokusu sinmişti… Elbette tütün kokusuyla birlikte alõnterinin kokusu da… TEKEL’in öyküsü Türkiye’nin de öyküsüdür Reji’den TEKEL’e, TEKEL’den günümüze uzanan tütün üretiminin ve onun simgesi TEKEL’in tarihi, aynõ zamanda Türkiye’nin de tarihidir… Bu tarihte ulusal bağõmsõzlõk, emek, alõnteri, mücadele gibi kavramlar önemli bir yer tutar. Bir zamanlar Reji idaresi kolcula- rõnõn Ege tütüncülerine yaptõklarõnõ, 2009 Türkiye’sinde devletin kolluk kuvvetleri TEKEL işçilerine yap- mõştõr. Ankara Abdi İpekçi Parkõ’nda yaşananlar bunun somut ifadesidir. Ekmek kavgasõ için yurdun dört bir yanõndan Ankara’ya gelen TEKEL iş- çileri, emeğin, alõnterinin, üretimin, onur mücadelesinin türküsünü söy- lediler Ankara’da… Duyana, anla- yana, anlamak isteyene… İnanõyoruz ki on yõllardõr Reji kolcularõna karşõ söylenen çökertme türküleri gibi, on- larõn türküleri de söylenecektir yõl- larca… TEKEL işçilerinin mücadelesi, ül- kemizin emek tarihinin de önemli bir dönüm noktasõdõr. Yok sayõlanlarõn, görmezden, bilmezden gelinenlerin ayağa kalkmasõdõr. Yaşananlardan herkes gereken dersi çõkarmalõdõr. TEKEL İşçilerinin Anõmsattõklarõ… Mehmet Şakir ÖRS TEKEL işçilerinin mücadelesi, ülkemizin emek tarihinin de önemli bir dönüm noktasõdõr. Yok sayõlanlarõn, görmezden, bilmezden gelinenlerin ayağa kalkmasõdõr. Yaşananlardan herkes gereken dersi çõkarmalõdõr. [email protected] Laiklik Üzerine Hasan AKARSU Y azar, Ahmet Kök- lügiller, laiklikle il- gili olarak hazõrla- dõğõ yapõtta, bu konuda, bir- çok soruya açõklõk getirme- ye çalõşõyor. Sözgelimi; la- ik devlette Diyanet İşleri Başkanlõğõ olur mu, din öz- gürlüğü olan yerde tarikat- lar yasaklanõr mõ, tarikat şeyhlerinin türbeleri ziyare- te açõlõr mõ, her isteyen Ku- ran kursu açabilir mi, cami- leri devlet mi yapsõn, halk mõ vb. Bugün Atatürkçü laik dü- zenden uzaklaştõğõmõz açõk- ça gözleniyor. Ortaçağ ka- ranlõğõna gidişimiz boşuna değil. Atatürk, dinin gerek- li olduğunu, devletin belir- li bir dini olamayacağõnõ vurguluyor. Bunun için de gerekli önlemleri alõyor. Türk Devrimi’nin en önem- li ilkesi olan laikliği uygu- lamaya koyuyor ve bu doğ- rultuda, Batõ’ya yönelik ye- nilikleri benimsetip ger- çekleştiriyor. Laikliği, “din ile siyaset” ayrõlõğõ olarak algõlõyoruz; ancak Hasan Ali Yücel, bunu “din ile devlet” ayrõlõğõ olarak ta- nõmlõyor, “iman sahibi mil- letin, dinini devletten bek- lememesi” gerektiğini söy- lüyor. Din dersi konusunu sorun yapan siyasetçilerin çocuklarõnõ imam ve hatip okullarõna göndermedikle- rini örnek gösteriyor. Laiklik ilkesinin 1937’de anayasaya girdiğini biliyo- ruz. Atatürk’ün ölümünden sonra, özellikle 1945-1950 döneminde, laiklikten önemli sapmalarõn olduğu- nu gözlüyoruz. Ezanõn Türkçe okunmasõ eleştirili- yor ve 14 Haziran 1950’de Arapça ezana dönülüyor. İmam ve hatip okullarõnõn sayõsõ artõyor, 1968’de bu okullara kõz öğrenciler de alõnmaya başlanõyor. Bu- gün, devlet kurumlarõnda, “nalınların, takunyaların takırdaması” ve başörtü- sünün üniversitelerde so- run olmasõ, Atatürk anõtla- rõnõn kõrõlmasõ, yakõn za- manda yaşanan Sõvas-Ma- dõmak olayõ vb olaylar, bu gelişmelerin sonucu değil mi? Din perdesi ardõndaki kõşkõrtmalarla yaşadõğõmõz pek çok olay var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle