23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Dünden Bugüne Solun yeni arayışlar içinde olduğu 60’lı yılların ikinci yarısında Almanya’daydım. O zamanlar yurtdışındakiler için her şey Türkiye odaklı olduğundan solun ve solcuların durumu da yurtdışına bire bir yansıyordu. Dünya solunun tarihsel gelişimi, deneyimleri pek dikkate alınmadığından herkes kendi kafasınca bir ‘sınıf savaşı’ sürdürüyordu. Özellikle yeniyetme ‘devrimciler’ için ‘sınıf düşmanları’ -biraz da ulaşması kolay olduğundan- en yakında olanlardı. Gün geçmiyordu ki Almanya’nın dört bir yanında sahibi Türk olan bir bakkalın, seyahat bürosunun ya da bir berberin camı çerçevesi indirilmesin, duvarlarına kırmızı boya ile ‘devrimci sloganlar’ yazılmasın. Onlar oradaki Türk topluluğu içinde ‘burjuvalaşmış’ unsurlardı ve servetlerini(!) yoksul işçileri sömürerek edinmişlerdi. Sosyalizm ve devrim adına insana acı veren görüntülerdi, fakat gerçekti. Selendi örneğinde somutlaşan, ama yalnızca bu ilçeye özgü olmayan ‘ötekileştirme’ kolaycılığının yol açtığı olaylar bana yukarıda sözünü ettiğim yılları anımsatıyor. Televizyonlardan izledik, haberciler ayrıntılarıyla yazdılar, bizler de gördük ve anladık ki karşı karşıya gelenler, daha doğrusu karşı karşıya getirilenler Selendi’nin dar gelirlileri, yoksulları. Parasal donanımları yılbaşını ancak bir kahvehanede kutlamaya yetecek ölçüde sınırlı. Çatışmanın ilk kıvılcımı da o gece, o kahvehanede çakmış. İlçedeki Roman hemşerilerinden şikâyetçi bir Selendili konuşuyor: ‘Ben doğma büyüme buralıyım, bunlarsa sonradan geldiler, villa sahibi oldular.’ Kameraman o sırada ‘villayı’ görüntülüyor. Bir omuz vursan yıkıldı yıkılacak bir buçuk katlı, çatısı çarpık bir gecekondu! Ama şikâyetçi yurttaşın durumu öyle beter olmalı ki kötü bir gecekondu ona ‘villa’ gibi görünüyor. İstanbul Dolapdere’de ya da Gazi Mahallesi’nde de görüntüler pek farklı değil. Dar gelirli dar gelirliye, yoksul yoksula, aç aça diş biliyor. Oysa tümü aynı sosyal sınıfın üyeleri. Sınıf aidiyeti diye bir kavramın farkında olsalar, bilinçlenseler hayatları çok farklı olacak. Ne var ki egemen güçler bu bilinci yeşertmemek amacıyla ellerinden geleni yapıyorlar, hain tuzaklar kuruyorlar, en insanlık dışı yöntemlerle aynı kaderi paylaşan insanları birbirine düşürüyorlar. Öte yandan bakıyoruz, toplumun varsılları etnik kökenleri, dilleri, dinleri ne olursa olsun ‘can ciğer kuzu sarması’, ‘mutlu müreffeh’ bir arada -doğal ki olması gerektiği gibi- ‘al gülüm ver gülüm’ yaşıyorlar. Türk kapitalistin aklına, ‘Bak sen şu Kürt’e, daha dün geldi, bugün gökdelen dikti İstanbul’un ortasına!’ ya da ‘Bak sen şu Roman’a, üç şarkı söyledi Boğaz’da yalı sahibi oldu!’ demek gelmiyor. Çünkü o da dikiyor, alabiliyor canı istediğinde. Yoksulların tersine varsıllarda güçlü bir sınıf bilinci var. O bilinç aralarındaki uzlaşmayı kolaylaştırıyor, sınıf gücünü pekiştiriyor. Selendi’deki ve daha başka yerlerdeki benzer olaylar bu ülkenin solcularını, sosyalistlerini, komünistlerini ortak göreve çağıran bir alarmdır. Bu alarma kulak verilmelidir. Özellikle sosyal demokratlar gözlerini dört açmalı yaşananların bir ‘etnik sorun’ olmanın ötesinde emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanan sınıfsal bir sorun olduğunu görmeli, emekten, emekçilerden yana tavır koymalıdırlar. Toplumun bugün güçlü bir dayanışma ruhuna gereksinimi vardır. Ülkemiz insanlarını kendilerini sarmalayan, boğan bireycilikten çekip alarak yeniden dayanışma ruhu kazandırmak solcuların görevidir. Gönül, dünden bugüne ille de bir şeyler değişsin, istiyor. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com “Armağan” geçmişten bugü- ne tüm dünya kültürlerinde var; çünkü insanõn insana verdiği “değer”in ürünü; sevginin nişa- nesi... “Yılbaşı armağanları” da her yeni yõlõn “umut”la karşõlan- masõndan kaynaklanan evrensel bir gelenek. Nitekim Kuzey Ya- rõmküre’de kõştan yaza geçilirken “doğanın yılbaşı”nõ kutlayan tüm kültürlerde de “Nevruz ar- mağanları” vardõr. Örneğin Azeriler, her 21 Mart’ta “semeni” denilen süslü tabaklarda yeşertilmiş “bahar fi- lizleri”ni armağan ederler. “Se- meni şarkısı”nda da vatan sev- gisini dile getirirler: “gene gözel vatanıma geldi yaz; menim gönlüm bu âlemden ayrılmaz...” ‘Rüşvet’ Armağanları... Ne var ki arma- ğanõn bu “insa- ni”liğine aldõr- mayan zamane tüccarlarõ “rüşvet armağanları”nõ yarattõlar... Özel- likle bürokratlara ve siyasilere yõl- başõ, hatta bayram armağanlarõ dille- re destan oldu... Duygularõn de- ğil, çõkarlarõn ürü- nü olan bu tür ar- mağanlar ayyuka çõkõnca “artık ya- sak” denilen genelgeler bile ya- yõmlanmõştõ. Ben de o gün bugündür yõl- başlarõnda posta kutuma konan paketleri ister istemez “aca- ba”larla açarõm. Özellikle şu “imar sorgulamalarımız” ve “korumacılık çabaları”mõz yü- zünden pek de içten görünmeyen bazõ armağanlardan ürkerim... ‘Geleceğe’ Armağanlar Bu yõlbaşõ da paketleri aynõ ür- perti içinde açarken, Bartın ve Muğla’dan gelen iki muhteşem armağanõ acaba nasõl kutsamalõ- yõm? Son yõllarda kimi valiliklerimiz sadece “asayiş” ve “yatı- rım”lardan değil, “kültür”den de sorumlu olduklarõnõ kanõtlayan çalõşmalarõnõ yoğunlaştõrdõlar. Restorasyonlarõn ve yöresel sa- natlarõn desteklendiği hizmetle- rin arasõnda “il kültür envan- terleri” yaygõnlaşmaya başla- dõ... Bartõn ve Muğla valileri de özenle kitaplaştõrõlmõş “kültür envanterleri”ni, kuşaktan ku- şağa tüm geleceğimize “kimlikli bir yaşam”õn uygarlõk kaynak- çasõ olarak armağan etmişler... Bartın’a yakışmış Vali İsa Küçük, adõnõ “Mito- lojiden Gezginlere Bartın” koy- duklarõ envanterle ilettiği yeni yõl kutlamasõnda diyor ki; “Hatıra- larımızda özel bir yeri bulun- duğuna inandığım; ilimizdeki, kültürel, doğal ve folklorik mi- rasın envanter bilgilerini su- nuyorum”... Kitabõn önsözünde ise şöyle yazmõş: “Çağdaş toplum ol- manın önkoşullarından biri, mirasımızı günümüz insanla- rına mal ederek gelecek ku- şakların da değerlendirmele- rine imkân hazırlamaktır.” Sunuş yazõsõnda ise İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Al- taş çalõşmanõn önemini belirtir- ken Atatürk’ün şu sözünü de anõmsatõyor: “Bir millet etki- lenmekten kur- tulup etkileyici duruma gelirse tam bağımsız olabilir. Ulusal birliğe ulaşabil- mek, tarihimize ve kültürel de- ğerlerimize sa- hip çıkmakla sağlanır...” Muğla’da sorumluluk Çalõşmalarõn Muğla Üniversi- tesi’yle işbirliği içinde gerçekleş- tirildiğini belirten Muğla Valisi Dr. Ahmet Altıparmak ise “İl Kültür Envanteri’nin 2. cil- di”yle birlikte gönderdiği kutla- masõnda özetle diyor ki: “Doğal ve kültürel varlıklarımız övünç kaynağımızdır ama aynı za- manda bize sorumluluk da yüklemektedir... Envanteri- miz, geçmişten gelen birikim- lerimizin geleceğe aktarılma- sında tüm değerlerimizi ek- siksiz güvenceye almanın bel- gesidir.” Tümü tamamlandõğõnda yak- laşõk “20 cilt”te derleneceği be- lirtilen envanterin yürütücüsü Prof. Dr. Adnan Diler ise yüz- lerce arkeolojik alanõ ve çok sa- yõda kentsel sit ile ülkenin en ge- niş doğal sitlerini barõndõran il- deki böylesi geniş bir bilimsel ça- lõşmanõn, tarihin ve çevrenin tüm zenginliğini “ayrımsız” ko- rumaya kaynak olacağõnõ vur- guluyor... Gelecek yõlbaşlarõnda da ben- zer armağanlarõ görmek ve kut- samak dileğiyle her iki valiliği- mizi kutluyorum... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Bartõn’dan, Muğla’dan ‘envanter’ler... En Güzel Armağanlar [email protected] 13 OCAK 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Zahid Akman, Las Vegas’ta ne yapıyor? Okeye dördüncü arıyor! Ebleh Necati Cebe: “Tek adam iktidarının demokrasi diye diye demokrasiyi tepelediği gün gibi ortadayken demokrasimiz gelişiyor diyen ya yalakadır ya da zekâ özürlü!” Kefen Ahmet Önen: “Bütçeden sargı bezine ayrılan payı düşüren AKP, daha ucuz olan kefen bezine yatırıma hazırlanıyordur!” Çinli Ulvi Oğuz: “Hâkime devlet sırrı olmaz diyen Çankaya’daki AKP’li, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’ni Çin’in batısındaki Sincan’da sanıyor olmasın!” YağmurDeniz Seyirci ile alay eden program YABANCI televizyon kanallarından kopyaladığı eğlence programları ile ün ve çok para kazanan Acun Ilıcalı “doyum”a ulaşıp başka bir boyuta geçmiş olmalı ki işi seyirciyle alay etmeye vardırmışa benziyor! Acun’un Çilingiroğlu ailesinin eski gelini Hülya Avşar ve reklam dünyasının üstün zekâlı çocuğu Ali Taran (ortaokuldaki resim-iş öğretmenim rahmetli Bedia Hanım’ın afacan oğlu) ile sunduğu “yetenek yarışması” programından söz ediyoruz. Sözde yetenekli insanların yarıştığı programın son bölümünde, seyircinin önüne saç tarağına üfleyerek zurna sesi çıkaran birini çıkarmışlar! Adam, poposundan gaz çıkararak zurna çalsa tamam da tarak üflemenin neresi yetenek anlamak zor! Bu üç kafadar hem kendi arasında eğleniyor hem de resmen seyirci ile alay ediyor olmalı. Programı eleştiren okurların dikkatini çeken bir başka konu ise stüdyodaki seyirciler. Anadolu’daki üniversitelerin salonlarını ve öğrencileri kullanıyorlarmış. Olabilir... Okurlar da “Evet olabilir ama Ege Üniversitesi’nde darbuka sesini duyar duymaz salondaki gençlerin ayağa fırlayıp göbek atmaya başlaması olağan bir durum mu” diye soruyor. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DEMOKRASİ maskesi takmış sivil örümceği Türkiye’de örmekte olduğu ağda suçüstü yakalayan Ankara’daki araştırmacı dostumuz Mustafa Yıldırım, “Hangi Ordu” diye soruyor: “Ordu, her bakımdan ABD’ye muhtaç olduğu gibi, subayların eğitimi de Amerikan sistemine uydurulmuştu. Subaylar Amerikan kültürü etkisinde yaşıyorlardı. Derken olanlar oldu; iktidar birden el değiştirdi. Yurdun gerçeklerinden kopan, ABD’ye sonsuz güvenen ordu ne yapacağını bilemedi. Yeni iktidar sahipleri için ‘Onlar da aynı yurdun evlatları’ diyerek uzlaşma yolunu seçtiler. Yeni iktidar bu durumdan yararlanmasını bildi; yeni rejimin koruyucularını hızla silahlandırdı. Olaylar hızla gelişti. Kurulmakta olan yeni rejimi savunmak üzere ordunun dışında donanımlı bir polis gücü oluşturulmaya başlandı. Bu arada yurdun güvenliği için savaşan ordunun bir askeri başarıya ulaşmasından çekinen yeni yöneticiler, ABD ile gizliden anlaşmalar yaptılar ve yeni silahları yeni rejim koruyucularına vermeye başladılar. Halkın bir bölümü hâlâ orduya güveniyordu; ama iktidar ordunun kapılarını ‘şeffaflık’ diyerek açtı ve subayları aşağılamak için yaygın bir karalama propagandasına girişti. Orduyu zayıf göstermek için halkın gözü önünde subaylar sorguya çekildi. Polis teşkilatı yeni iktidarın ideolojik bekçiliğini yapmak üzere yenilendi; rejimin kurallarına aykırı yaşayanları sindirecek gönüllü birlikler oluşturuldu. Sonunda olan oldu; o yenilmez, güçlü rejim bekçisi ulusal ordu, beş-altı yılda dağılıp gitti ve yeni iktidarın yeni silahlı güçleri rejimin sahibi oldu. İktidar halkın eski büyük imparatorluk hülyalarını fetvalarla canlandırıyor ve sınırların yapay olduğunu, ulusçuluğun bölücülük ve asıl birleştiricinin din olduğunu yayıyor; komşu ülkelerde silahlı isyana yönelecek timler eğitiyordu. Tüm yetki ve güç, rejim koruyucuları ordusunu yönetenlere geçti; fetvacılar da bu yöneticilerin kararlarına dinsel gerekçe uyduran makamlara dönüştüler... Yazı konusu ülke İran ve oradaki yöntemler başkalarınca kopyalanmıyor olabilir mi? Her iktidarın hukuku başkadır ve amaca ulaşmak için her türlü yol kutsaldır. Birçok uygulama size göre yasadışı, demokrasiye aykırı olabilir ama onlar tarafından din yolunda meşakkatli bir iş olarak görülebilir! Şimdi söyler misiniz; Amerikan ağzıyla ‘simetrik’ ve ‘asimetrik’ diyerek gerçekleri örtme kolaycılığının, sızlanmanın kime ne faydası var? Hangi Ordu? SESSİZ SEDASIZ (!) HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Bartın değirmeni... (Metin KESKİN) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SA- ĞA: 1/ Bazõ ağaç- lardan sõzan ve romatizma ağ- rõlarõna karşõ ilaç olarak kul- lanõlan bir tür sakõz. 2/ Yu- nan rakõsõ... Gümüşhane- Bayburt kara- yolunda bir dağ ve geçit. 3/ Bir tür tuzsuz krem pey- nir... Olağanõ aşan büyüklüğü olan. 4/ Açõk yeşil renkli, mayhoş ve kokulu bir elma cinsi. 5/ Düş- manlõk... Bir soru eki. 6/ Torun sahibi ka- dõn... Bunaltma, te- dirgin etme. 7/ İsrail’in plaka imi... Bir yerde otu- ranlar, sakinler. 8/ Günlük yaşama ait küçük ve ge- çici belgeleri toplama şeklindeki koleksiyonculuk. 9/ Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk... “Vay bana vaylar bana / — vermez çaylar bana” (Türkü). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çekirdeksiz bir üzüm cinsi. 2/ Üye... Aydõn ilin- de “ulusal park” kapsamõndaki yarõmadanõn adõ. 3/ Davranõşõ kaba, sert ve gönül kõrõcõ olan... Bir no- ta. 4/ Türk müziğinde bir makam. 5/ Kötü bir işteki yardõmcõlar... Halk dilinde babanõn kõz kardeşine verilen ad. 6/ Bir nota... Bir malõn cinsini ve fiya- tõnõ gösteren küçük kâğõt. 7/ Rize-Erzurum kara- yolunda bir dağ ve geçit... Altõn. 8/ Kale duvarõ... Kõrgõzlarõn ünlü destanõ. 9/ Mardin’e özgü, “hayat çöreği” de denilen bir tür kalõn pide. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M E Y D A N İ K A M A N A Z A R R U L M A N L A K V E N E D İ K İ H A T A O L E Z A Ç S A K R E V K R U H T A T A R İ A S S İ N O F O B İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle