Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 29 TEMMUZ 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Karadeniz Divanı
SAHİL yolu düşüncesi, Doğu Karadeniz ulaşımı
için akla gelebilecek en saçma ve en pahalı
düşünceydi. Ama iyi düşünülmüş en ekonomik pro-
jeleri bile yendi. Samsun ilçelerinden Batum sını-
rına uzanmayı hedefleyen bu düşünce için “pro-
je” bile diyemiyoruz. Çünkü böyle bir yol projesi
yoktu; hiç olmadı. Siz yerleşim yerleri arasında kı-
sım kısım ihaleye açılan ve kısım ihalesi kazanan
her müteahhide “Projeyi de sen yap!” denen bir ka-
mu yatırımı duydunuz mu hiç?
Ama Türkiye’nin en yeşil, denizle insan emeğinin
karışımına en elverişli o bölgesi için bu oldu ve
yaşandı. Proje alan her müteahhit, kimseye bir şey
sormadan, hiçbir makamdan doğru dürüst “olur”
raporu almadan, aklına ve cebine ne uygun geli-
yorsa onu yaparak bugünkü saçmalık anıtını or-
taya koydu.
Koyları doldurup burunları keserek, dağları bi-
çip kayaları yarım yamalak dalgakıranlar biçimin-
de kıyılara yığarak, derelerin denize döküldüğü yer-
leri bile değiştirip dere ağızlarına kumların nasıl bi-
rikeceğini düşünmeyerek...
Sonuç, bugünkü Giresun görüntüsüdür. “Ama
yağışlar şiddetliydi” diyen çıkarsa, ağzını aç-
tığına pişman edilmelidir. Karadeniz’de “şiddetli
yağış” ilk kez mi oldu? Kıyıya dik tepelerden hız-
la gelen sular kentlere kasabalara ilk kez mi bir-
denbire inmiştir? Akarsu yataklarını genişletip
tahkim etmek ve denize akışlarını kolaylaştırmak
varken, menfez ve köprü giderlerini kısmak için kı-
yıyı boylamasına kesen ve yükseltilip okyanus se-
tine dönüştürülen karayolu neyin nesidir?
En basit coğrafya bilgisi bile öğretir ki, Karade-
niz dağları kıyıya paralel birkaç silsile halinde uza-
nan “sıradağlar”dır ve aralarından doğuya doğru
yol ve demiryolu yapıp bunları akarsu vadilerinden
ve tünellerden geçen dikmelerle kuzeydeki li-
manlara bağlamak daha kolaydır. Bu elverişli
durum varken ve karadaki kolaylığı hızlı ve eko-
nomik denizyolu ulaşımıyla büyük merkezlere
bağlamak dururken akıl hangi peynir ekmekle yen-
miştir ki, bugünkü çamur günlerine erişilmiştir? He-
nüz trajedinin perdelerine de gelinmedi. Karade-
niz’in unutulmaz fırtınalarından biri koparsa şim-
diki sahil yolundan eser kalmayacağı ve denizin
önüne dikilen karayolunu da yiyeceği bilinmelidir.
Kısacası, Karadeniz sahil yolu, hukuka ve mü-
hendisliğe kadar uzanan bütün boyutlarıyla,
tam Yüce Divan’lık bir siyaset ve ekonomi yüzka-
rasıdır. Geçmişteki görevlilerin hepsi, Başbakan-
lık’a, başbakan yardımcılığına ve çeşitli bakanlık-
lara yükselmiş olanlarıyla birlikte pahalı bir ortak
sorumluluğun hesabını vermek üzere Yüce Divan
önüne çıkarılmadıkça, bu konu kapanmış sayıla-
maz.
Ergenekon’a saplanıp kalan bir Türkiye biraz da
bu gibi konuları düşünse iyi olmaz mı?
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Her Genelkurmay Başkanı
Komutan Değildir...
Her Genelkurmay Başkanı dört dörtlük olamaz...
Orduda terfi süreci, karmaşık bir yapılanmanın
içeriğini taşır...
Değerli subaylar talihli ya da talihsiz rastlantı-
larla sicillerini belirleyen hayat ve meslek sına-
vından geçerek terfi süreçlerini yaşamak zorun-
da kalırlar...
Askerlik bu...
Barış zamanında yıldızı parlayan edilgin kişilikli
bir subayın savaş zamanında ne yapacağı pek bi-
linemez...
Savaş süreçlerinde komutanlığını kanıtlayan bir
subay da barış zamanında yetilerini tam anla-
mında gösteremez...
Eğer savaş süreçlerinde yaşamasaydı, Mustafa
Kemal, Atatürk olabilir miydi?..
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Öz-
kök barış zamanında bu mertebeye yükselmiş-
tir; savaş sınavında ne yapacağı elbette bilinemez;
ama, komutanlık kimliğindeki eksiklikleri emek-
li olduktan sonra kendi ağzıyla dile getirmesi ha-
zin bir manzara oluşturuyor.
Olay nedir?..
Ergenekon davası olarak bilinen tertipte “Ayı-
şığı, Sarıkız, Yakamoz ve Eldiven” adlı darbe plan-
ları olduğu ileri sürüldü...
İddianameye göre bütün bu darbe planları Or-
general Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlı-
ğı zamanında hazırlanmıştı...
Sayın Özkök bu yolda ifade vermek üzere sav-
cılığa çağrıldı...
Eski Genelkurmay Başkanı şöyle bir ifade
verdi:
“- Ayışığı ve Yakamoz konularını biliyordum. Bil-
gi geliyordu, ancak delil bulamadığım için işlem
yapmadım.” (Milliyet, 28 Temmuz 2009)
Eğer bu ifade doğruysa, Hilmi Özkök’ün gra-
dosu da ortaya çıkıyor...
Nasıl?...
Geçen gün Genelkurmay’da görevli bir kurmay
albayın bugünkü iktidarı “bitirmek” için hazırlık
yaptığı, bir belgeyle iddia edildi...
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hemen yet-
kili görevlileri harekete geçirerek gerekli araştır-
mayı yapmalarını istedi.
Araştırma sonunda anlaşıldı ki böyle bir şey yok-
tur.
Orgeneral İlker Başbuğ kamuoyu önünde id-
dianın boşluğunu, asılsızlığını, belge denilen şe-
yin “bir kâğıt parçası” olduğunu açıkladı.
Oysa eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök
“vahim” bir itirafta bulunuyor:
“- Ayışığı ve Yakamoz konularını biliyordum. Bil-
gi geliyordu, ancak delil bulamadığım için işlem
yapmadım...”
Bu ifade bir Genelkurmay Başkanı’na, bir or-
generale, bir komutana, bir subaya yakışmıyor...
Genelkurmay Başkanı böyle bir durumda “de-
lil” aramaz; TSK’deki yetkili makamları hareke-
te geçirir...
Nasıl?..
Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığını yapar...
Yapmazsa suç ortağı olur...
Genelkurmay Başkanı “delil” aramakla yü-
kümlü değildir...
Genelkurmay Başkanı “delilini bulamadığı”
kuşkulu bir darbe girişiminden yıllar sonra bu ağız-
la konuşursa etik olmaz, askerliğe yakışmaz, ko-
mutanlığa sığmaz...
Öyle görünüyor ki, Sayın Hilmi Özkök olayları
değerlendirmekte yetersizdir...
Demek ki her Genelkurmay Başkanı komutan
olamıyor...
H
âkimler ve Savcõlar Yüksek
Kurulu’nun (HSYK) çalõşma-
larõnõ nasõl yürüttüğüne ilişkin
düzenlemeler, anayasanõn 159.
maddesinde, 2461 sayõlõ yasa-
da ve kurul’un kendisinin yaptõğõ İç Yönet-
melik’te bulunmaktadõr. Bu mevzuat ince-
lendiğinde şu sonuçlara ulaşmak mümkün-
dür:
a) HSYK bağımsız değildir. Kendi
sekreteryasõ, personeli, bütçesi ve idari ve ma-
li özerkliği yoktur. Bu sonuç, 1982 Anaya-
sasõ’nõn 1961 Anayasasõ’nõn özgürlükçü ya-
põsõna tepkiden kaynaklanmõştõr. 1982 Ana-
yasasõ’nõn en katõ şekilde düzenlediği alan-
larõn başõnda yargõ gelmektedir. 1982 Ana-
yasasõ ile yargõ bağõmsõzlõğõ, 1961 Anaya-
sasõ’na göre önemli ölçüde tõrpanlanmõştõr.
Öyle ki, anayasanõn 140. maddesinin 6. fõk-
rasõnda; hâkim ve savcõlarõn idari görevleri
yönünden Adalet Bakanlõğõ’na bağlõ olduk-
larõ açõkça belirtilmiştir.
b) Yasa gereğince kurulu tam sayõ ile top-
landõğõndan, müsteşar kurulun toplantõsõna
gelmezse kurul toplanamamakta ve karar ala-
mamaktadõr. Kurulun gündemini hazõrlama
yetkisi de bakanlõğa ait olduğundan sonuç-
ta bakanlık, kurulun toplanmasında ve ka-
rarların alınmasında belirleyici olmakta-
dır.
c) HSYK’nin yedi üyesinden altõsõ yargõç
sõnõfõndan olmasõna karşõn, sadece bakanõn
tavrõ nedeniyle seçimle gelen kurul üyesi beş
yüksek yargõcõn varlõğõ önemsizleşebilmek-
tedir.
Günümüzde yaşanan sorunun altõndaki
nedenler incelendiğinde ise karşõmõza daha
ilginç ve çarpõcõ bir tablo çõkmaktadõr.
HSYK’de yapõlan görüşmelerde, mahke-
melerin bağõmsõzlõğõnõ HSYK’nin yargõç
üyelerinin ihlal ettiği iddia edilmektedir. Her
şeyin tersine çevrildiği günümüz ortamõnda,
bağõmsõzlõğõ korumaya çalõşanlarõn ise Ada-
let Bakanõ ve emrindeki müsteşarõ olduğu ile-
ri sürülmektedir. Oysa böyle bir garip iddia
ancak pişkin bir ikiyüzlülüğe dayalõ, arabesk
kültür bağõmlõsõ bir toplumda ileri sürülebi-
lir ve yoğun dezenformasyon altõnda inan-
dõrõcõ şekilde savunulabilir.
Aslõnda sorun çok açõktõr. Türkiye’de son
üç yõldan beri gittikçe artan şekilde yargõ si-
yasallaştõrõlmaktadõr. Siyasallaşma, en yoğun
şekilde, “Ergenekon” adõ ile bilinen dava
çerçevesinde yürütülmektedir. Bu davanõn
savcõ ve yargõçlarõ, özellikle savcõlarõ ile il-
gili olarak toplumda bir kutuplaşma yaşan-
dõğõ bilinmektedir. Bu konuda HSYK’ye yo-
ğun şikâyet başvurusu yapõldõğõ da bilinen-
ler arasõndadõr. Bu atama döneminde ve ku-
rulacak özel yetkili yeni mahkemelere ya-
põlacak atamalarda Adalet Bakanõ, yani
mevcut hükümet, hem kendi yandaşõ gibi gör-
düğü savcõ ve yargõçlarõ yerinde tutmak, hem
de yeni kurulacak mahkemelere benzer ki-
şileri atamak için diretiyor ve kurul üzerin-
de açõk baskõ uyguluyor.
Yargõç ve savcõlarõn kimliklerinin öne
çõkmasõ, bu kimlikler üzerinden pazarlõk ya-
põlmasõnõn gerisinde, gerçekte cumhuriyetin
niteliklerini değerlendirmede ortaya çõkan an-
layõş farklõlõklarõ mücadelesi yatõyor. Mev-
cut iktidar, kendi anlayõşõna bağlõ olarak, şim-
di de askeri ve sivil yargõda yapacağõ dü-
zenlemeleri hayata geçirmeye çalõşõyor. Di-
renenlerin üzerine artõk daha kararlõ bir şe-
kilde gidiyor.
Bu noktada, sorunun düğüm noktasõ hali-
ne gelen özel yetkili ağõr ceza mahkemele-
ri yargõç ve savcõlarõnõn neden bu denli
önemli olduklarõna da değinmek gerekiyor.
Bilindiği üzere, Özel Yetkili Ağõr Ceza
Mahkemeleri, kapatõlan Devlet Güvenlik
Mahkemeleri yerine kurulmuştur.
Bu mahkemelerin kullandõğõ yetkiler diğer
mahkemelere göre oldukça geniş olup, tak-
dir hakkõnõn kullanõlmasõ bakõmõndan da da-
ha rahat bir ortama sahip olduklarõ gözlen-
mektedir. Dolayõsõyla, özellikle rejimin ko-
runmasõ (Cumhuriyetin değerlerine sahip çõk-
ma) kaygõsõ ile demokratikleşme kaygõsõ ara-
sõnda bulunanlar bakõmõndan bu mahkeme-
lerin “ele geçirilmesi” önem taşõmaktadõr.
Adaletin hukuku bakõmõndan hazin olan
budur.
CMK’nin 250. maddesine göre devletin gü-
venliğine karşõ suçlar, devletin birliğini ve ül-
ke bütünlüğünü bozmak, anayasal düzene ve
bu düzenin işleyişine karşõ suçlar, anayasa-
yõ ihlal, cumhurbaşkanõna suikast ve fiili sal-
dõrõ, yasama organõna karşõ suç, hükümete
karşõ suç, hükümete karşõ silâhlõ isyan, silâhlõ
örgüt, örgüte silah sağlama, suç için anlaş-
ma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri te-
min etme, casusluk, vb suçlarõ işleyenler,
Özel Yetkili Ağõr Ceza Mahkemelerinde yar-
gõlanmaktadõr. Bu tür suçlar, Türkiye’deki re-
jimin dönüştürülmesi projesinde kilit öneme
sahip suçlar arasõnda olup, böylesine ağõr suç-
lamalarla toplumdaki muhalefeti bastõrmak
mümkün olabilmektedir. Ergenekon adõyla
bilinen dava veya soruşturmada, bir yandan
hukuk dõşõ örgütlenmelere, çeteleşmelere kar-
şõ dava açõlmõş görüntüsü verilirken, diğer
yandan hükümete muhalefet edenler benzer
suçlamalarla susturulabilmektedir. Yargõ
yoluyla üretilen bu baskõ, yapanlara görü-
nürde meşruluk olanağõ kazandõrmõş olsa da
bu durum, ne yazõk ki, hukuku bir değer ol-
maktan çõkartarak araçsallaştõrmaktadõr.
Cumhuriyetin kurumları
köşeye sıkıştırılmıştır
Mevcut iktidar, demokratikleşme ve si-
villeşme adõ altõnda henüz ne olup bittiğinin
tam farkõnda olmayan bir kõsõm entelektüel
çevrelerin desteğini arkasõna alarak kendi
amaçlarõnõ gerçekleştirmek yolunda emin
adõmlarla ilerliyor. Bu bağlamda, Cumhuri-
yetin kurumlarõ bir bir köşeye sõkõştõrõlmõş-
tõr. Alternatif bir muhalefet cephesi oluştu-
rabilecek kamuoyu yapõcõlarõ ve bu arada üni-
versiteler, basõn, toplumun örgütlü kesimle-
ri hatta silahlõ kuvvetler pasifize edilmiştir.
Şimdi ise yüksek yargõ yerlerinin yarattõğõ en-
gel aşõlmak istenilmektedir. Anayasa Mah-
kemesi, Yargõtay ve Danõştay artõk açõk he-
deftir. Yargõdaki iktidar mücadelesinin bu
çerçevede süreceği anlaşõlõyor. Pervasız-
laşma o noktaya gelmiştir ki, bir yazar,
yargıda Alevilerin genel nüfusa oranla da-
ha fazla yer aldıklarını ileri sürecek kadar
ileri gidebilmiştir.
Oysa hukuk tarihi, mahkemelerin bağõm-
sõzlõğõnõn iktidara karşõ yürütülen bir müca-
dele olduğunu yazõyor. Uzak olmayan bir
geçmiş bize bunu anõmsatõyor. Ama şimdi her
şey tersine çevrilmiş durumda, mahkeme ba-
ğõmsõzlõğõnõn yargõçlar tarafõndan çiğnendi-
ği gibi garip bir iddiayõ hükümet ileri sürü-
yor ve aymaz kamuoyu, yargõç atamalarõna
hükümet tarafõndan yapõlan müdahaleyi
mahkeme bağõmsõzlõğõ adõna yapõldõ olarak
kabul edebiliyor. Ne yazõk ki, Türkiye’nin hu-
kuk kurumlarõ, başta barolar, yargõya yapõ-
lan açõk müdahale karşõsõnda sessiz ve etki-
siz bir izleyici durumundadõr.
Evet, yavuz hırsız ev sahibini bastır-
mıştır.
Yargõç Atamalarõ ve Yavuz Hõrsõz
Av. Başar YALTI İstanbul Barosu
Hukuk tarihi, mahkemelerin bağõmsõzlõğõnõn iktidara karşõ yürütülen bir
mücadele olduğunu yazõyor. Uzak olmayan bir geçmiş bize bunu
anõmsatõyor. Ama şimdi her şey tersine çevrilmiş durumda, mahkeme
bağõmsõzlõğõnõn yargõçlar tarafõndan çiğnendiği gibi garip bir iddiayõ
hükümet ileri sürüyor ve aymaz kamuoyu, yargõç atamalarõna hükümet
tarafõndan yapõlan müdahaleyi mahkeme bağõmsõzlõğõ adõna yapõldõ olarak
kabul edebiliyor.
“Hiçbir şey eyleme
geçen cehalet kadar
korkunç olamaz.”
Cehaletin ve akõl dõşõ
öğretilerin yaygõnlaştõ-
ğõ, şeriatõn ayak sesleri-
nin duyulduğu bugün-
lerde gelin de Goet-
he’nin bu ünlü sözünü
anõmsamayõn.
Çağdõşõlõğõn, kültür
kirlenmesinin, çirkinliğin
ve bayağõlõğõn doruk
noktasõna ulaştõğõ bu yüz
kõzartõcõ düzen içinde
Atatürk devrimlerini sa-
vunmak neredeyse suç
sayõlacak.
Sosyal devlet sadaka
devletine dönüşürken
eğitimden yoksun bõra-
kõlmõş, aydõnlõğa sõrt
çevirmiş, çaresizlik için-
deki halkõmõz iane yarõ-
şõ içine girenlere tutsak
edilmiştir.
Türk aydõnõnõn halktan
kopukluğunu fark eden-
ler, hazõrladõklarõ plan-
larõnõ aşama aşama uy-
gulamaya başlamõşlar-
dõr.
Sözde demokratik yol-
lardan devletin tüm
önemli kalelerini ele ge-
çirmeye yönelik planõn
son hedefi, Mustafa Ke-
mal’in Türk ulusuna ar-
mağan ettiği devrimleri
ve laik devleti ortadan
kaldõrõp şeriat kurallarõ-
na dayalõ bir devlet kur-
maktõr.
Gericilerin denetimin-
deki görsel ve sözel
medya ile beyinleri yõ-
kanan halkõmõzõn alda-
tõldõğõnõ görmeyenler ya
da görmek istemeyen-
ler büyük bir yanõlgõ
içindedirler.
Televizyonlarda gece
gündüz boy gösteren,
adlarõnõ ve unvanlarõnõ
ezberlediğimiz “gelene
ağam, gidene paşam”
diyen, “keyifli ve tatlı
yaşam” sürmeye alõş-
mõş kimi sorumsuzlarõn,
“Bu saatten sonra Tür-
kiye’ye şeriat gelmez”,
“Başörtülü kızlarımı-
zın parlamentoya ve
üniversiteye girmeleri
laikliğin teminatıdır”
şeklindeki sözlerine ku-
lak asmayõn. Demokra-
tik ve laik Türkiye’nin
geleceği tehdit altõndadõr.
“Siyasal İslam”õ ve şe-
riatõ umut õşõğõ gören
karşõdevrimciler, çağdaş
uygarlõğa doğru yürü-
meye çalõşan ülkemizin
kimliğini ve laik düze-
nini değiştirmek için her
türlü çabayõ harcamak-
tadõrlar.
Bir devlet kurumu
olan ve eğitimde öncü-
lük görevini üstlenmesi
gereken TRT’nin ekran-
larõnda şeriata övgüler
yağdõrõlmasõ, Ankara’da
bir dershanenin öğren-
cilere “okunmuş ka-
lem” ve “okunmuş şe-
ker” dağõtmasõ, “Bü-
yükşehir Ankara” adlõ
bültenin bir sayõsõnda
Ankara’da görülmesi ge-
reken tarihi yerler ara-
sõnda Kocatepe ve Ha-
cõbayram camileri yer
alõrken Anõtkabir ve
Cumhuriyet Müzesi’ne
yer verilmemesi, Antal-
ya Devlet Senfoni Or-
kestrasõ’nõn şefi ve ku-
rucusu İnci Özdil’e
“Mustafa Kemal Pa-
şam, devrimlerinin
bekçisiyiz” sözlerini
söylemesi üzerine sür-
gün cezasõ verilmesi,
Topkapõ Sarayõ’ndaki
konserde dünyaca ünlü
piyanistimiz İdil Biret’e
yönelik yüz kõzartõcõ
davranõşlar ve nihayet
devletin en duyarlõ ku-
rumlarõnõn cemaat kad-
rolaşmasõna terk edil-
mesi, Türkiye’nin bilinç
ve uygarlõk ekseninden
din eksenine doğru hõz-
la kaydõğõnõ göstermi-
yor mu?
İş İşten Geçmeden...
Daver DARENDE Emekli Diplomat - Yazar