18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 TEMMUZ 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Karadeniz Divanı SAHİL yolu düşüncesi, Doğu Karadeniz ulaşımı için akla gelebilecek en saçma ve en pahalı düşünceydi. Ama iyi düşünülmüş en ekonomik pro- jeleri bile yendi. Samsun ilçelerinden Batum sını- rına uzanmayı hedefleyen bu düşünce için “pro- je” bile diyemiyoruz. Çünkü böyle bir yol projesi yoktu; hiç olmadı. Siz yerleşim yerleri arasında kı- sım kısım ihaleye açılan ve kısım ihalesi kazanan her müteahhide “Projeyi de sen yap!” denen bir ka- mu yatırımı duydunuz mu hiç? Ama Türkiye’nin en yeşil, denizle insan emeğinin karışımına en elverişli o bölgesi için bu oldu ve yaşandı. Proje alan her müteahhit, kimseye bir şey sormadan, hiçbir makamdan doğru dürüst “olur” raporu almadan, aklına ve cebine ne uygun geli- yorsa onu yaparak bugünkü saçmalık anıtını or- taya koydu. Koyları doldurup burunları keserek, dağları bi- çip kayaları yarım yamalak dalgakıranlar biçimin- de kıyılara yığarak, derelerin denize döküldüğü yer- leri bile değiştirip dere ağızlarına kumların nasıl bi- rikeceğini düşünmeyerek... Sonuç, bugünkü Giresun görüntüsüdür. “Ama yağışlar şiddetliydi” diyen çıkarsa, ağzını aç- tığına pişman edilmelidir. Karadeniz’de “şiddetli yağış” ilk kez mi oldu? Kıyıya dik tepelerden hız- la gelen sular kentlere kasabalara ilk kez mi bir- denbire inmiştir? Akarsu yataklarını genişletip tahkim etmek ve denize akışlarını kolaylaştırmak varken, menfez ve köprü giderlerini kısmak için kı- yıyı boylamasına kesen ve yükseltilip okyanus se- tine dönüştürülen karayolu neyin nesidir? En basit coğrafya bilgisi bile öğretir ki, Karade- niz dağları kıyıya paralel birkaç silsile halinde uza- nan “sıradağlar”dır ve aralarından doğuya doğru yol ve demiryolu yapıp bunları akarsu vadilerinden ve tünellerden geçen dikmelerle kuzeydeki li- manlara bağlamak daha kolaydır. Bu elverişli durum varken ve karadaki kolaylığı hızlı ve eko- nomik denizyolu ulaşımıyla büyük merkezlere bağlamak dururken akıl hangi peynir ekmekle yen- miştir ki, bugünkü çamur günlerine erişilmiştir? He- nüz trajedinin perdelerine de gelinmedi. Karade- niz’in unutulmaz fırtınalarından biri koparsa şim- diki sahil yolundan eser kalmayacağı ve denizin önüne dikilen karayolunu da yiyeceği bilinmelidir. Kısacası, Karadeniz sahil yolu, hukuka ve mü- hendisliğe kadar uzanan bütün boyutlarıyla, tam Yüce Divan’lık bir siyaset ve ekonomi yüzka- rasıdır. Geçmişteki görevlilerin hepsi, Başbakan- lık’a, başbakan yardımcılığına ve çeşitli bakanlık- lara yükselmiş olanlarıyla birlikte pahalı bir ortak sorumluluğun hesabını vermek üzere Yüce Divan önüne çıkarılmadıkça, bu konu kapanmış sayıla- maz. Ergenekon’a saplanıp kalan bir Türkiye biraz da bu gibi konuları düşünse iyi olmaz mı? [email protected] PENCERE Her Genelkurmay Başkanı Komutan Değildir... Her Genelkurmay Başkanı dört dörtlük olamaz... Orduda terfi süreci, karmaşık bir yapılanmanın içeriğini taşır... Değerli subaylar talihli ya da talihsiz rastlantı- larla sicillerini belirleyen hayat ve meslek sına- vından geçerek terfi süreçlerini yaşamak zorun- da kalırlar... Askerlik bu... Barış zamanında yıldızı parlayan edilgin kişilikli bir subayın savaş zamanında ne yapacağı pek bi- linemez... Savaş süreçlerinde komutanlığını kanıtlayan bir subay da barış zamanında yetilerini tam anla- mında gösteremez... Eğer savaş süreçlerinde yaşamasaydı, Mustafa Kemal, Atatürk olabilir miydi?.. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Öz- kök barış zamanında bu mertebeye yükselmiş- tir; savaş sınavında ne yapacağı elbette bilinemez; ama, komutanlık kimliğindeki eksiklikleri emek- li olduktan sonra kendi ağzıyla dile getirmesi ha- zin bir manzara oluşturuyor. Olay nedir?.. Ergenekon davası olarak bilinen tertipte “Ayı- şığı, Sarıkız, Yakamoz ve Eldiven” adlı darbe plan- ları olduğu ileri sürüldü... İddianameye göre bütün bu darbe planları Or- general Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlı- ğı zamanında hazırlanmıştı... Sayın Özkök bu yolda ifade vermek üzere sav- cılığa çağrıldı... Eski Genelkurmay Başkanı şöyle bir ifade verdi: “- Ayışığı ve Yakamoz konularını biliyordum. Bil- gi geliyordu, ancak delil bulamadığım için işlem yapmadım.” (Milliyet, 28 Temmuz 2009) Eğer bu ifade doğruysa, Hilmi Özkök’ün gra- dosu da ortaya çıkıyor... Nasıl?... Geçen gün Genelkurmay’da görevli bir kurmay albayın bugünkü iktidarı “bitirmek” için hazırlık yaptığı, bir belgeyle iddia edildi... Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hemen yet- kili görevlileri harekete geçirerek gerekli araştır- mayı yapmalarını istedi. Araştırma sonunda anlaşıldı ki böyle bir şey yok- tur. Orgeneral İlker Başbuğ kamuoyu önünde id- dianın boşluğunu, asılsızlığını, belge denilen şe- yin “bir kâğıt parçası” olduğunu açıkladı. Oysa eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök “vahim” bir itirafta bulunuyor: “- Ayışığı ve Yakamoz konularını biliyordum. Bil- gi geliyordu, ancak delil bulamadığım için işlem yapmadım...” Bu ifade bir Genelkurmay Başkanı’na, bir or- generale, bir komutana, bir subaya yakışmıyor... Genelkurmay Başkanı böyle bir durumda “de- lil” aramaz; TSK’deki yetkili makamları hareke- te geçirir... Nasıl?.. Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığını yapar... Yapmazsa suç ortağı olur... Genelkurmay Başkanı “delil” aramakla yü- kümlü değildir... Genelkurmay Başkanı “delilini bulamadığı” kuşkulu bir darbe girişiminden yıllar sonra bu ağız- la konuşursa etik olmaz, askerliğe yakışmaz, ko- mutanlığa sığmaz... Öyle görünüyor ki, Sayın Hilmi Özkök olayları değerlendirmekte yetersizdir... Demek ki her Genelkurmay Başkanı komutan olamıyor... H âkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) çalõşma- larõnõ nasõl yürüttüğüne ilişkin düzenlemeler, anayasanõn 159. maddesinde, 2461 sayõlõ yasa- da ve kurul’un kendisinin yaptõğõ İç Yönet- melik’te bulunmaktadõr. Bu mevzuat ince- lendiğinde şu sonuçlara ulaşmak mümkün- dür: a) HSYK bağımsız değildir. Kendi sekreteryasõ, personeli, bütçesi ve idari ve ma- li özerkliği yoktur. Bu sonuç, 1982 Anaya- sasõ’nõn 1961 Anayasasõ’nõn özgürlükçü ya- põsõna tepkiden kaynaklanmõştõr. 1982 Ana- yasasõ’nõn en katõ şekilde düzenlediği alan- larõn başõnda yargõ gelmektedir. 1982 Ana- yasasõ ile yargõ bağõmsõzlõğõ, 1961 Anaya- sasõ’na göre önemli ölçüde tõrpanlanmõştõr. Öyle ki, anayasanõn 140. maddesinin 6. fõk- rasõnda; hâkim ve savcõlarõn idari görevleri yönünden Adalet Bakanlõğõ’na bağlõ olduk- larõ açõkça belirtilmiştir. b) Yasa gereğince kurulu tam sayõ ile top- landõğõndan, müsteşar kurulun toplantõsõna gelmezse kurul toplanamamakta ve karar ala- mamaktadõr. Kurulun gündemini hazõrlama yetkisi de bakanlõğa ait olduğundan sonuç- ta bakanlık, kurulun toplanmasında ve ka- rarların alınmasında belirleyici olmakta- dır. c) HSYK’nin yedi üyesinden altõsõ yargõç sõnõfõndan olmasõna karşõn, sadece bakanõn tavrõ nedeniyle seçimle gelen kurul üyesi beş yüksek yargõcõn varlõğõ önemsizleşebilmek- tedir. Günümüzde yaşanan sorunun altõndaki nedenler incelendiğinde ise karşõmõza daha ilginç ve çarpõcõ bir tablo çõkmaktadõr. HSYK’de yapõlan görüşmelerde, mahke- melerin bağõmsõzlõğõnõ HSYK’nin yargõç üyelerinin ihlal ettiği iddia edilmektedir. Her şeyin tersine çevrildiği günümüz ortamõnda, bağõmsõzlõğõ korumaya çalõşanlarõn ise Ada- let Bakanõ ve emrindeki müsteşarõ olduğu ile- ri sürülmektedir. Oysa böyle bir garip iddia ancak pişkin bir ikiyüzlülüğe dayalõ, arabesk kültür bağõmlõsõ bir toplumda ileri sürülebi- lir ve yoğun dezenformasyon altõnda inan- dõrõcõ şekilde savunulabilir. Aslõnda sorun çok açõktõr. Türkiye’de son üç yõldan beri gittikçe artan şekilde yargõ si- yasallaştõrõlmaktadõr. Siyasallaşma, en yoğun şekilde, “Ergenekon” adõ ile bilinen dava çerçevesinde yürütülmektedir. Bu davanõn savcõ ve yargõçlarõ, özellikle savcõlarõ ile il- gili olarak toplumda bir kutuplaşma yaşan- dõğõ bilinmektedir. Bu konuda HSYK’ye yo- ğun şikâyet başvurusu yapõldõğõ da bilinen- ler arasõndadõr. Bu atama döneminde ve ku- rulacak özel yetkili yeni mahkemelere ya- põlacak atamalarda Adalet Bakanõ, yani mevcut hükümet, hem kendi yandaşõ gibi gör- düğü savcõ ve yargõçlarõ yerinde tutmak, hem de yeni kurulacak mahkemelere benzer ki- şileri atamak için diretiyor ve kurul üzerin- de açõk baskõ uyguluyor. Yargõç ve savcõlarõn kimliklerinin öne çõkmasõ, bu kimlikler üzerinden pazarlõk ya- põlmasõnõn gerisinde, gerçekte cumhuriyetin niteliklerini değerlendirmede ortaya çõkan an- layõş farklõlõklarõ mücadelesi yatõyor. Mev- cut iktidar, kendi anlayõşõna bağlõ olarak, şim- di de askeri ve sivil yargõda yapacağõ dü- zenlemeleri hayata geçirmeye çalõşõyor. Di- renenlerin üzerine artõk daha kararlõ bir şe- kilde gidiyor. Bu noktada, sorunun düğüm noktasõ hali- ne gelen özel yetkili ağõr ceza mahkemele- ri yargõç ve savcõlarõnõn neden bu denli önemli olduklarõna da değinmek gerekiyor. Bilindiği üzere, Özel Yetkili Ağõr Ceza Mahkemeleri, kapatõlan Devlet Güvenlik Mahkemeleri yerine kurulmuştur. Bu mahkemelerin kullandõğõ yetkiler diğer mahkemelere göre oldukça geniş olup, tak- dir hakkõnõn kullanõlmasõ bakõmõndan da da- ha rahat bir ortama sahip olduklarõ gözlen- mektedir. Dolayõsõyla, özellikle rejimin ko- runmasõ (Cumhuriyetin değerlerine sahip çõk- ma) kaygõsõ ile demokratikleşme kaygõsõ ara- sõnda bulunanlar bakõmõndan bu mahkeme- lerin “ele geçirilmesi” önem taşõmaktadõr. Adaletin hukuku bakõmõndan hazin olan budur. CMK’nin 250. maddesine göre devletin gü- venliğine karşõ suçlar, devletin birliğini ve ül- ke bütünlüğünü bozmak, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşõ suçlar, anayasa- yõ ihlal, cumhurbaşkanõna suikast ve fiili sal- dõrõ, yasama organõna karşõ suç, hükümete karşõ suç, hükümete karşõ silâhlõ isyan, silâhlõ örgüt, örgüte silah sağlama, suç için anlaş- ma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri te- min etme, casusluk, vb suçlarõ işleyenler, Özel Yetkili Ağõr Ceza Mahkemelerinde yar- gõlanmaktadõr. Bu tür suçlar, Türkiye’deki re- jimin dönüştürülmesi projesinde kilit öneme sahip suçlar arasõnda olup, böylesine ağõr suç- lamalarla toplumdaki muhalefeti bastõrmak mümkün olabilmektedir. Ergenekon adõyla bilinen dava veya soruşturmada, bir yandan hukuk dõşõ örgütlenmelere, çeteleşmelere kar- şõ dava açõlmõş görüntüsü verilirken, diğer yandan hükümete muhalefet edenler benzer suçlamalarla susturulabilmektedir. Yargõ yoluyla üretilen bu baskõ, yapanlara görü- nürde meşruluk olanağõ kazandõrmõş olsa da bu durum, ne yazõk ki, hukuku bir değer ol- maktan çõkartarak araçsallaştõrmaktadõr. Cumhuriyetin kurumları köşeye sıkıştırılmıştır Mevcut iktidar, demokratikleşme ve si- villeşme adõ altõnda henüz ne olup bittiğinin tam farkõnda olmayan bir kõsõm entelektüel çevrelerin desteğini arkasõna alarak kendi amaçlarõnõ gerçekleştirmek yolunda emin adõmlarla ilerliyor. Bu bağlamda, Cumhuri- yetin kurumlarõ bir bir köşeye sõkõştõrõlmõş- tõr. Alternatif bir muhalefet cephesi oluştu- rabilecek kamuoyu yapõcõlarõ ve bu arada üni- versiteler, basõn, toplumun örgütlü kesimle- ri hatta silahlõ kuvvetler pasifize edilmiştir. Şimdi ise yüksek yargõ yerlerinin yarattõğõ en- gel aşõlmak istenilmektedir. Anayasa Mah- kemesi, Yargõtay ve Danõştay artõk açõk he- deftir. Yargõdaki iktidar mücadelesinin bu çerçevede süreceği anlaşõlõyor. Pervasız- laşma o noktaya gelmiştir ki, bir yazar, yargıda Alevilerin genel nüfusa oranla da- ha fazla yer aldıklarını ileri sürecek kadar ileri gidebilmiştir. Oysa hukuk tarihi, mahkemelerin bağõm- sõzlõğõnõn iktidara karşõ yürütülen bir müca- dele olduğunu yazõyor. Uzak olmayan bir geçmiş bize bunu anõmsatõyor. Ama şimdi her şey tersine çevrilmiş durumda, mahkeme ba- ğõmsõzlõğõnõn yargõçlar tarafõndan çiğnendi- ği gibi garip bir iddiayõ hükümet ileri sürü- yor ve aymaz kamuoyu, yargõç atamalarõna hükümet tarafõndan yapõlan müdahaleyi mahkeme bağõmsõzlõğõ adõna yapõldõ olarak kabul edebiliyor. Ne yazõk ki, Türkiye’nin hu- kuk kurumlarõ, başta barolar, yargõya yapõ- lan açõk müdahale karşõsõnda sessiz ve etki- siz bir izleyici durumundadõr. Evet, yavuz hırsız ev sahibini bastır- mıştır. Yargõç Atamalarõ ve Yavuz Hõrsõz Av. Başar YALTI İstanbul Barosu Hukuk tarihi, mahkemelerin bağõmsõzlõğõnõn iktidara karşõ yürütülen bir mücadele olduğunu yazõyor. Uzak olmayan bir geçmiş bize bunu anõmsatõyor. Ama şimdi her şey tersine çevrilmiş durumda, mahkeme bağõmsõzlõğõnõn yargõçlar tarafõndan çiğnendiği gibi garip bir iddiayõ hükümet ileri sürüyor ve aymaz kamuoyu, yargõç atamalarõna hükümet tarafõndan yapõlan müdahaleyi mahkeme bağõmsõzlõğõ adõna yapõldõ olarak kabul edebiliyor. “Hiçbir şey eyleme geçen cehalet kadar korkunç olamaz.” Cehaletin ve akõl dõşõ öğretilerin yaygõnlaştõ- ğõ, şeriatõn ayak sesleri- nin duyulduğu bugün- lerde gelin de Goet- he’nin bu ünlü sözünü anõmsamayõn. Çağdõşõlõğõn, kültür kirlenmesinin, çirkinliğin ve bayağõlõğõn doruk noktasõna ulaştõğõ bu yüz kõzartõcõ düzen içinde Atatürk devrimlerini sa- vunmak neredeyse suç sayõlacak. Sosyal devlet sadaka devletine dönüşürken eğitimden yoksun bõra- kõlmõş, aydõnlõğa sõrt çevirmiş, çaresizlik için- deki halkõmõz iane yarõ- şõ içine girenlere tutsak edilmiştir. Türk aydõnõnõn halktan kopukluğunu fark eden- ler, hazõrladõklarõ plan- larõnõ aşama aşama uy- gulamaya başlamõşlar- dõr. Sözde demokratik yol- lardan devletin tüm önemli kalelerini ele ge- çirmeye yönelik planõn son hedefi, Mustafa Ke- mal’in Türk ulusuna ar- mağan ettiği devrimleri ve laik devleti ortadan kaldõrõp şeriat kurallarõ- na dayalõ bir devlet kur- maktõr. Gericilerin denetimin- deki görsel ve sözel medya ile beyinleri yõ- kanan halkõmõzõn alda- tõldõğõnõ görmeyenler ya da görmek istemeyen- ler büyük bir yanõlgõ içindedirler. Televizyonlarda gece gündüz boy gösteren, adlarõnõ ve unvanlarõnõ ezberlediğimiz “gelene ağam, gidene paşam” diyen, “keyifli ve tatlı yaşam” sürmeye alõş- mõş kimi sorumsuzlarõn, “Bu saatten sonra Tür- kiye’ye şeriat gelmez”, “Başörtülü kızlarımı- zın parlamentoya ve üniversiteye girmeleri laikliğin teminatıdır” şeklindeki sözlerine ku- lak asmayõn. Demokra- tik ve laik Türkiye’nin geleceği tehdit altõndadõr. “Siyasal İslam”õ ve şe- riatõ umut õşõğõ gören karşõdevrimciler, çağdaş uygarlõğa doğru yürü- meye çalõşan ülkemizin kimliğini ve laik düze- nini değiştirmek için her türlü çabayõ harcamak- tadõrlar. Bir devlet kurumu olan ve eğitimde öncü- lük görevini üstlenmesi gereken TRT’nin ekran- larõnda şeriata övgüler yağdõrõlmasõ, Ankara’da bir dershanenin öğren- cilere “okunmuş ka- lem” ve “okunmuş şe- ker” dağõtmasõ, “Bü- yükşehir Ankara” adlõ bültenin bir sayõsõnda Ankara’da görülmesi ge- reken tarihi yerler ara- sõnda Kocatepe ve Ha- cõbayram camileri yer alõrken Anõtkabir ve Cumhuriyet Müzesi’ne yer verilmemesi, Antal- ya Devlet Senfoni Or- kestrasõ’nõn şefi ve ku- rucusu İnci Özdil’e “Mustafa Kemal Pa- şam, devrimlerinin bekçisiyiz” sözlerini söylemesi üzerine sür- gün cezasõ verilmesi, Topkapõ Sarayõ’ndaki konserde dünyaca ünlü piyanistimiz İdil Biret’e yönelik yüz kõzartõcõ davranõşlar ve nihayet devletin en duyarlõ ku- rumlarõnõn cemaat kad- rolaşmasõna terk edil- mesi, Türkiye’nin bilinç ve uygarlõk ekseninden din eksenine doğru hõz- la kaydõğõnõ göstermi- yor mu? İş İşten Geçmeden... Daver DARENDE Emekli Diplomat - Yazar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle